…Ve işte karşınızda biz! Daha önce yapılmış mıdır bilmiyoruz ama biz iki deli birbirimizin kitapları ile ilgili röportajlarımızı beraber yaptık. Ben sordum Cüneyt cevapladı, O sordu ben cevapladım. Deliliğin bahanesi olmaz. Çok eğlendik. Zaten hep çok eğleniriz ama röportajı yaptığımız Bağdat Caddesi’ndeki Nook Cafe de yemeklerini yiyip, çayını yudumlayan insanların meraklı bakışlarını ve “bu deliler ne yapıyor” diyen yüz ifadelerini asla unutamayacağız. Sanırım kitabımızı alacaklardır : ))

Romanınızda neden gezegenlerin, spirituel dünyanın aşkını ve insana has yaşanan ilişkilerini yazmayı seçtin?

Çocukluğumdan beri bilinmeyen her şeye merak duyardım ve çok fazla kitap okudum. Hayata ait bir duyguyu yani aşkı, Ayşe ve Ali’nin aşkı olarak değil de gezegenlere bu duyguyu yaşatarak anlatmak istedim ben de.

Kitapta hangi gezegen Cüneyt’in üstüne doğuyor? Hangisi sana daha yakın?

Aslında hepsinde ben varım. Aşkta istediğim, aradığım ve istemediğim her şeyi yazdım romanımda. Ama her duyguyu yaşayabilseydim burada olmazdım zaten. Hepsini aynı anda yaşayamam. Kurgularım var romanda çokça. Her duyguyu yaşamanın acısına katlanamazdım. Bu büyük bir yük ve acı olurdu.

Romanın bir bölümünde ensest bir ilişkiden bahsediliyor. Bu ilişki saf, samimi ve ironi bir dil ile anlatılmış. Gerçekte bu konu hakkında nasıl bir düşünceye sahipsin?

Tabii ki asla kabul görülebilir bir şey değildir ensest ilişkiler. Ben romanımda ensest’e maruz kalanı Havva olarak yazdım. Çocukken bu olaya maruz kalanların yaşadığı büyük travmalar var ve bu gerçekten çok acı. Ağrılı ve sancılı bir duygu. Burada tamamen bir kurgu var. İçinde ironi barındıran bir yaklaşım var asla gerçek hayatta savunduğum bir şey değil.

O zaman ensest ilişkiye tecavüz diyebilir miyiz?

Kesinlikle. Ensest ilişki tamamıyla bir tecavüzdür ve bunun affı olamaz.

 

Cemil İpekçi’nin evliliğini bir hemcinsi ile yapmış olduğunu açıkça söylemesi, Elton John’un evliliği gibi örnekler ve yaşamlar artık toplumumuzda bir iki gün konuşulan sonra da unutulan ve aslında taşlanmayan bir yaşam tarzı olarak kabul edildi. Tabular yıkılıyor mu sence?

Tabularyıkılıyor gibi görünsede aslında bazı kesimlerde tekrar içten tuğlaları duvarları örüyorlar, tamam geçmişe göre yine daha hoş görülüyüz fakat tabuların tam manasıyla yıkıldığı falan yok.

Sence aşkın sınırı ve tenin kimliği var mıdır?

Kimi seviyorsan kimi istiyorsan hayatında, aşk oradadır. O yüzden eşcinsellik bile bir duygu barındırır içinde. İnsandır çünkü bunu yaşayan. Asla kimliklere ait olduğunu düşünmüyorum.

O zaman hiçbir erkek erkek hiçbir kadın sadece kadın değildir diyebilir miyiz yoksa Sence cinsiyet dediğimiz kimlikler genetik bir şey midir ruhani bir şey midir?

Hayır bence genetiktir ama buna ne derece kesin bakabiliriz ki, garanti veremeyiz. Sonuç olarak ruhlarımızı en iyi Tanrı bilir.

Romandaki gezegenleri göz önüne alırsak sen hangi karaktere aşık olmak isterdin? Ya da sevgilin varsa sence onun gezegeni hangisi?

Ay derim sonuna kadar tutkusuyla kendiyle çarpışmasıyla bu yüzden Ay’ la aşk yaşamak isterdim. Ay’ın gizemi aşka karşı cesur sözleriyle ve yasam biçimiyle bence çoğu kişiyi de etkilerdi. O yüzden ana karakterim ay benim favorim.

 

İlişkileri hem ironik, hem romantik hem de komik bir dille anlatmışsın. Sence aşktaki en baskın duygu nedir? Eğlenmek mi istersin, melankoli ve acı mı?

Romanımda da anlatmak istediğim gibi en baskın tarafı aşkın bir arıza olduğudur. Kan gövdeyi götüren ilişkileri anlattım. Kan, gözyaşı ve cinayet vardır aşkta. Benim için aşkta “tutku” yoksa o aşk olmaz.

Yazarlığın dışında ne tür bir işle meşgulsun?

Medya sektöründeyim 7 yıldırtv yapımcısı ve sunucusu olarak çalışıyorum.

Evrende de yani dünya dışında da yaşamın ve ilişkinin olduğuna inanıyor musun?

Evet inanıyorum. Bence hiçbir varlık Android değildir. Hepsinde muhakkak ki duygular var.

Cinsel kimlikleri dikkat çekiyor romandaki gezegen karakterlerin. Kimlikleri (erkek/kadın) nasıl bölüştürdün gezegenlere. Kim kadın kim erkek?

Dünya erkek olarak şekillendi romanımda. Venüs ise bir kadın. Dünyadaki cinsel kimlikleri kurguma göre gezegenlere yükledim evet.

Dünya’nın erkek olduğunu Venüs’ün de kadın olduğunu söylüyorsun. Neye göre? Acaba Dünya’nın erkek olduğunu düşünmeniz toplumumuzdaki ataerkil olguların, erkeğe yüklenen güç simgesinin etkisinde kalmanızla, tabular ve dayatılanlarla ilgili olabilir mi? Dünya neden bir kadın olmasın mesela?

Aslında sen söyleyene kadar düşünmemiştim bunu. Tabii ki de beynimize doldurulan, doğduğumuz günden bugüne öğretilenler, dayatılanlar, toplumsal kavramların etkisi vardır erkek ve kadın cinslerini romanımda şekillendirirken. Dişil enerji romanda kendini daha çok gösterse de eril enerji her zaman en baskın olandır dünyada.

derKi çok okunmakta olan bir internet dergisi. Bu dergi de yazmak size ve kariyerinize neler kazandırdı. İnternetin gücüne inanıyor musun?

derKi.com bana farkına varmadan bir sürü güzellik kazandırdı,derkide yazıyor olmaktan yazmış olmaktan çok mutluyum, internet’ in gücü gitikçe artan bir güç buna inanmamak aptallık olur.

Senin için aşkta olmazsa olmaz dediğin “olumsuz” şey nedir?

Hımm olumsuz şeyilk başta yalan sonra her tür kötü koku sonuçta aşk tenlerin öpüşmesiyse o ten kokusu hoş olmalıJ)))))kötü kokuyorsa olmaz, başka hımmaşırı dozdaki kıskançlık diyebilirim…olumsuz deyince aklıma çok şey de gelmedi demek olumluya o kadar odaklanmışım ki aşk’ı başlı başına olumlu bir olay olarak gördüğümden olsa gerek olumsuz hiç bir şey aklıma gelmiyor.

Bir yazar olarak yazmanda etkisi olan TANRI ve TANRIÇA’ları söyler misin?

Çok hoş bir soru bence herkesin tanrıları tanrıçaları vardır, benim tanrılarım ve tanrıçalarım Sezen Aksu, Pablo Neruda, Murathan Mungan, Pedro Almodovar , Madonna, Neil Jordon ve Ferzan Özpetek diye söyleyebilirim…

Romanında kainatı bir araya getiren tüm varlıklar gezegenler var ama onları oluşturan Tanrı olgusu yok. Neden dine ve Tanrı’ya yer vermedin?

Din ve Tanrı olgularını karıştırmak istemedim evet. Çünkü bu olgular insana ait ve bence onun özeli olarak yaşanmalı. Din ve Tanrı ciddi konulardır. Ben bu kitabı yazarken eğlenerek, hüzünlenerek yazdım. O yüzden ciddi bir kavramın baskınlığını göz önüne almadan romanımı şekillendirdim.

Sen bir diyalog ustasısın bana göre. Romanında da bir dedikodu yapılan bölüm var iki kadın arasında. Sence dedikodu sadece kadına has bir şey mi? Erkeklerin arasında geçen dedikodular yok mudur?

Bence erkekler sizlerden daha çok dedikodu yapıyorlar ama bu onların belli etmemelerinden dolayı hep kadınların üzerine atılmış leke gibi. : )))

Kadınlar kadınsı zaaflarına yenik düşüyorlar dedikodu konuları genelde birbirlerinin giydikleri, söyledikleri ile ilgili oluyor. Erkekler beraber oldukları bir kadını bir erkek arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlatabiliyor. Ben bundan nefret ediyorum çünkü bu çok özel, mahrem bir şeydir. Sonra da Ahmet Mehmet’e gidip Ali’nin bunu yapıp yapamayacağını tartışıyor. Bu bir dedikodu işte ve genellikle cinsellik ya da iş konusunda hırs ve kıskançlıktan kaynaklanıyor. Aslında cinselliği çok konuşan insanların muhakkak ki cinsel bir problemi vardır.

Romanında hep kadın karakterler fazlalıkta neden?

Eros, Zeus gibi karakterler yan karakterler. Dişil enerjini dünyadaki en güçlü enerji olduğuna inanıyorum aslında. Çünkü eril enerji güçlü ve baskın olarak tanımlansa da kadınların farklı hisleri ve güçleri var. Örneğin erkek dünyada her zaman güçlü olandır. Biz fiziki olarak ne kadar güçlü olursak olalım içimizde hep ürkek, sinmiş, korunmasız bir ruh var.

Kitabın sonunda Ay’ın evrenin çocuklarına söylediği şiirsel sözler var. Dünya özetle ne demek istiyor bizlere? Ve sen neler söylemek istiyorsun tüm evrene! Bir mesaj verebilme şansın olsa ve tüm kâinat sesini birkaç dakika duyabilecek olsa ne söylemek isterdin?

Ay orada tüm ikiyüzlülüklere, dedikodulara yani insanı yoran her türlü duyguya karşı uzak olmamız tavsiyesinde bulunuyor. of çok zor soru be çiselim bu. Şöyle söylerdim dünya çok sert olduğundan hayatımızı daha hafif yaşamalıyız yani içine bolca heyecanı, coşkuyu, aşkı doldurarak. Herkese huzurlu aşklar…

Çok teşekkür ediyorum. Yine aydınlandım yine huzur buldum seninle. Okuyanın bol olsun deli şahane

 

Ve şimdi sorgulama sırası bende. Çisel’in yine her zamanki gibi verdiği cesur cevapları severek dinledim. Bambaşka biri oluyordu sinirlenerek cevap verdiğinde bazen de naif, sakin bir kız çocuğu gibi, bazen de tutkulu ve çok çekici bir kadın… İşte sohbetimiz;

Çiselim ben seni iyi tanıyan biri olarak biliyorum; kitabının aslında çok farklı ve özel bir adı vardı fakat sen bunu çok düşünüp değiştirdiğini biliyorum; piyasaya çıkmış haliyle de çok hoş ve uzun bir adı var, diğerinden vazgeçip bu ismi koymaya nasıl karar verdin? Genelde uzun isimler tercih edilmez riskli bulunur ama sen arka kapakta zaten bu kitabın içinde risk var diye belirtmişsin değil mi?

Kitabımı ilk olarak “Ben hep orospu olmak istedim” adı altında çıkaracaktık ancak yayıncımla yaptığımız uzun karar verme sürecinden sonra bu isimle çıkardık. (Sevişmenin Hiçbir Riski Yoktur İçinde Aşk Yoksa) Bu benim zaten kitabımın içinden bir cümle aslında. Riskli bir karardı ilk isim ve aslında şimdiki de ama ben riskleri ve sanırım “zor” olan her şeyi çok seviyorum. Uzun ya da kısa olsun diye düşünmedim. Ne anlatmak istiyorum onu ilk etapta okura verebilmeyi düşündüm. Riskse risk, bir kez yola çıktım artık.

Ana karakterinin adı Şimal benim aklıma hemen Sezen Aksu’nun Şimal Yıldızı adlı kıyıda kalmış şarkısı geldi; bu şarkının etkisiyle mi hareket ettin karakterine isim koyarken? Zaten kitabında Sezen Aksu’nun dumanı, tütsüsü, sıcaklığı oldukça hakim…

Şarkının değil ama Sezen Aksu’nun ruhunun etkisinde kaldığımı itiraf ediyorum. Çünkü 8 yaşından beri hayatımda vazgeçemediğim, vazgeçmeye unutmaya dindirmeye çalışıp da ıskaladığım tek sevgidir ona duyduğum…Bugün geçmişimde olan herkese sorsan Sezen Aksu gerçeğini asla inkar etmezler söz konusu ben olduğumda. Benim için duygumu, sözümü, ruhumu eğiten bir bilge o!

Kod adım Leyla desem ne söylersin?

Ne hayatlar yaşadım,

Kod adım Leyla,

Gerçeği sakın sorma söylemem asla,

Doğrularla hatalarla bembeyaz yalanlarla

Benden ne anladıysan o kadarıyla… derim : )) Yine asaletine aşık olduğum bir kadının şarkısı, Zuhal Olcay’ın yorumladığı bir şarkıydı. Kitapta bu şarkının adını verdiğim bir bölüm var. Benim için çok özel ve çok önemli birinin hatırasıdır.

Kitabında zaman zaman hemcinslerini eleştiriyorsun sanki dişil enerjiyi kurnaz, şeytanla aynı yatakta dualar okuyan faniler gibi gösterdiğin yerler var? Sen dişil enerjili biri olarak aslında kadınlık sırlarını vererek eril enerjileri mi fethetmek istedin?

Hayır aslında bir fetih hırsım yoktu. Sadece ben ilişkilerde ve hayatın bir çok alanında “kadının kadından başka düşmanı yoktur” diye düşünüyorum. Bunu da romanın en baskın mesajlarından biri olarak yerleştirdim hikayelerimin içine. Erkekleri bu konuda bizden üstün görüyorum her zaman. Kadınlar maalesef birbirlerini ve hatta kendilerini kollamıyorlar. Erkekler kadar gururlu ve net değiller. Hatta şeytani bir zekaları var ve bunu doğru yerde kullanamıyorlar. Mesela asla bir kadına bir erkeğe güvendiğimden daha az güvenirim. Bu hiç değişmez benim hayatımda. Bunların sebepleri yazıyor romanın içindeki olaylarda. Kadınların bana çok sert yorumları geldi ama ne anlatmak istediğimi asla anlamamışlar ne yazık ki! Erkekler daha zeki çıktılar.

Kitabını okurken seni çok iyi tanıyan biri olarak; sanki bana özel anlatıyorsun gibi okudum, birebir hayatınla sevişmiş birazda hayali hüzünlere metres bir roman diyebilir miyiz?

Senin sorun benim cevabımdan daha edebi olacak ama sanırım ben bu soru ile çok karşılaşacağım, karşılaşıyorum da. : )) Hayatımla değil de hayatla iç içe bir kitap oldu. Sanırım samimi gelmesi bu yüzden.

Teşekkürler kısmına gelmek istiyorum, daha önce hiç bir kitapta görmediğim şekilde hayatından gelip geçen, konaklayan kadınlara adamlara uzun bir teşekkür söz konusu, böyle bir şeye nasıl karar verdin?

Kitabı yazmaya karar verdiğimde ilk sen duydun bunu. Sonrasında yazarken dediğim gibi etkilendiğim, aklımdan geçirdiğim çok fazla hayat oldu. Ayrıca ben yaşadığım her şeyin birileriyle beraber yaşandığını düşünürüm. İthaf bölümüne KAYNAKÇA adını verdim çünkü hayatımda bana bir şeyler kazandıran herkes benim kaynağımdır. Ben onlardan besleniyorum ve onlarla beraber yaşlanıyorum. O yüzden bu isimler benim için çok önemliler. O bölümde Okan Bayülgen, Sezen Aksu, Pedro Almodovar gibi isimler de var. Belki hiç okuyamayacaklar isimlerine ne yazıldığını ama ben kendimi rahatlatmış oldum en azından borcumu ödedim diyebilirim. Hepsine bir kez daha teşekkür ederim ayrıca!

Ben senin yakınında yanında bir dostun olarak kitabına ne zaman başladığını ne kadar zamanda bitirdiğini biliyorum, ama şimdi bu röportajı okuyanlar için sormak istiyorum, başlama ve bitiş ne kadar sürdü?

27 sene + 1,5 ay diyorum. Picasso’ya bu resmi ne kadar zamanda yaptınız diye sormuşlar o da aynı böyle bir cevap vermiş. Beni çok etkilemişti. Düşündüm, evet doğru söylüyor. Ne kadar yaşadıysam o kadar anı biriktirmişim demektir.

Aşkta köle misin efendi mi?

Bu soru işte riskli bir soru. İkisinden birini seçemem. Zor aşık olurum az hatta belki de bir kez aşık oldum ama olduğumda da tüm anarşiler, tüm taraflarım evrim geçirir. Aşk bir politika değil. Onu yönetemezsiniz. Yönetebildiğiniz tek şey kendinizdir. Aşk bir yere doğru gider siz sadece olabildiğince çukurlara girmemeye çalışabilirsiniz. Köle de olduğum oluyor efendi de. Ama dediğim gibi bir iddiam yok bu konuda. Ben sadece aşık oluyorum! Köleliği, efendiliği, yönetimi, krallığı her ne ise aşık olduğum adama kalsın.

Hep sorarlar ya kitabında ki karakter sen misin diye; çok sıkıcı bir sorudur ama genelde bunu merak ederler özellikle ilk romanını çıkaran kişilere sorarlar diyerek ben sana soruyorum Şimal aslında Çisel mi?

Hayatımdaki insanların çoğu bu soruyu sordular. Çünkü Şimal karakterinde beni anımsatacak çok özellik var ama bu asla yaşadıklarının benim yaşadıklarım olduğu anlamına gelmiyor. Romandaki olaylar tamamen bir kurgu. Başkalarının da yaşayabileceği olaylar aslında. Benim hayatım sanılmasının nedeni de sanırım her şeyin fazla gerçek olması. Bir biyografi değil bu roman, tamamen bir hayal ürünü. Şimal’le en büyük ortak noktamız ikimizin de aşkta ve hayatta istediği şey; sadakat, derinlik ve güven!

Basının özellikle de edebiyat dünyasının genç yazarlara karşı tepkisi etkisi nasıl?

Basının tepkisi var da etkisi var mı bundan emin değilim. Biz hala bazı durumlarda M.Ö. kavramından uzaklaşamıyoruz. Nedense arkanızda biri yoksa işiniz çok zor bu ülkede. Sadece basın değil, hayatınızdaki insanlar bile kitabınız albümünüz çıkmadan önce çıksın da alalım, duyuralım herkese derken siz onlara inanıyorsunuz, heyecanınızı, emeğinizi paylaşıyorsunuz ama maalesef çıktığı zaman kimse olmuyor. Ne zamanki sansasyonel bir durumun içine giriyorsunuz, adınız herkes tarafından duyuluyor o zaman telefonlarınız çalmaya başlıyor. İşte bu samimiyetsiz ve çıkarcı bir yaklaşım bana göre. Güvenmiyorum o yüzden kimseye. Öyle ki en çok desteğini beklediğiniz insanlar 3 ay geçmiş oluyor hala okumamış oluyorlar yazdığınızı, dinlememiş oluyorlar. Bunlar aslında önemli ayrıntılar. Basına gönderilen zarflar ellerine ulaşmıyor, ulaşsa da “no name” iseniz asla açıp da göz atma zahmetini göstermiyorlar. Birbirlerini bekliyorlar hep. Sizi birileri haber yapmalı ki arkasından onlar da gelsin. Neden ki? Birini de sen keşfet. Sen tanıt. Destek ol. Herkes ama herkes ün peşinde bu sektörde. Gençlere ne müzik sektöründe ne de edebiyatta asla fırsat tanınmıyor. Sizi köreltiyorlar. Yoruyorlar. Bugün hala dünya klasiklerinin reklâmları yapılıyor. Yeni bir kitap ya da albüme zorlamadan, birilerine boyun eğmeden asla şans tanımıyorlar. Köşe yazarı olmak marifet değil, gazeteci olmak da. Sorun yeni bir şeyler yapabilmek. Geliştirebilmek. Yoksa dünya klasiklerinin ya da Elif Şafak’ın haberini yaptığınızda zaten okunma payınız yüksektir. Siz yeni bir şey keşfetmiş olmuyorsunuz ki. Olanı sunuyorsunuz o kadar. Her işi sanatçı ruhuyla yapmak lazım. Ben herkes tarafından okunuyor ve biliniyor olduktan sonra beni gece gündüz röportaj için aramalarının benim için hiçbir önemi yok. Maalesef taraflı yayıncılık kurbanıdır bugünün Türkiye’sinde sanat ve sanatçı!

Biraz daha beynini kurcalamak istiyorum; senin için aşk mı seks’i yaratır yoksa tam tersi seks mi zamanla aşka dönüşür? Ve hangisi daha daha önemlidir? Her ikisi önemli dersen de önem sırasını nedenleriyle alalım?

Aşk sevgiye dönüşebilir ancak. Aşkın tanımı yoktur ki. İnsan kendine göre tanımlar aşkı. Kimine göre tutkudur, kimine göre sadakat, kimine göre hırs. İnsana özgüdür, hayata değil. Cinsellik de aşkın içindedir zaten ama cinsellik de insana göre şekillenen bir kavram bence. İnsanın karakterine, zevklerine, hayal gücüne bağlıdır aşkın cinsellikle bir arada olması. İnsan tutkulu bir aşk yaşıyorsa tutkulu bir cinsellik de yaşayabilir. Bu tamamen sevdiğiniz insanla sizin aranızda olan bir şeydir. O yüzden güzeldir zaten. Kapıları kapattığınızda yaşadığınız şey sizin cennetinizdir ya da cehenneminiz. Aşık olmak da cinselliği yaşamak da sizin kapasitenize bağlı aslında. Aşk ne kadar önemliyse cinsellik de o kadar önemli benim için. Cinselliği asla dışlamam ama gerçek bir sevgide tenin bir araya gelişi ne kadar geç olursa o kadar tutkulu ve uzun ömürlü yaşanır diye düşünüyorum. Sonuçta istediğiniz birine irade ile bakabilme, dayanabilme yeteneğine sahipseniz o kadar cesur ve tutkulu bir cinsellik yaşayabilirsiniz en sonunda. Ama ten ve dokunmak eğer gerçekten aşıksanız ve biraz da zekiyseniz inanılmaz bir paylaşıma dönüşebilir. Benim için böyle en azından! Aşk da cinsellik de asla tekdüze olmaz benim hayatımda. Sürekli yenilenir ve sürprizlerle doludur. Böyle de olmalıdır eğer aşka değer veriyorsanız. Tabii ki de aşkın içinde olduğu bir sevişme her zaman risklidir. Duygunun olduğu her şeyin riskli olduğu gibi.

Son olarak kitabın da birçok film adı var, sinemanın senin hayatındaki rolü etkisi ne kadar güçlü? Hayatının ana karakterlerinden biri diyebilir miyiz?

Fırsat buldukça film izlemeye çalışıyorum. Filmlerden bazen öyle cümleler, öyle hikâye ve sonuçlar çıkarıyorum ki bunlar benim kimi zaman en çok okunan yazılarımın kaynağı olabiliyor. Müzik de öyle. Sonuçta hepsi sanat! Pedro Almodovar filmlerinden inanılmaz etkileniyorum mesela. Aşkı ve cinselliği yani aslında her duyguyu inanılmaz bir dille anlatıyor. Müzik de, diyaloglar da, oyunculuklar da o kadar etkileyici ki bir Broadway müzikali izliyor gibi oluyorsunuz. Türk yapımlarından da eski filmleri çok seviyorum, Eşkıya, Babam ve Oğlum, Gönül Yarası gibi filmler ve de her şeyine hayran olduğum iki dizi var. Yaprak Dökümü ve Bıçak Sırtı. Hayranım bu projelere emek verenlere.

Teşekkür ederim Çiselim samimiyetine ve cesaretine. Sen de benim deli şahanemsin!

Konuk Yazar