6 yıl önce kaybettiğimiz değerli şairlerimizden Can Yücel “Sevgi Duvarı” adlı şiirinde, “yalnızlığım benim, sidikli kontesim” derken acaba bir şekilde narsisizmi tarif ettiğini biliyor muydu acaba…?!

Ya da bir “pop art” sanatçısı olan Andy Warhol, herkesin bir gün 15’er dakikalığına ünlü olacağına dair söylemiyle, aslında bir gün herkesin narsist mi olacağını söylemek istiyordu…?!

Psikiyatristler tarafından bir hastalık mı yoksa yaratıcılığı besleyen bir davranış biçimi mi olduğu konusunda üzerine çeşitli kuramlar geliştirilen ve hala da geliştirilmeye devam edilen narsisizmin öncelikle adını aldığı mitolojik öyküye bir göz atalım:

Kendine aşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür . Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda “eko” dediğimiz yankılara dönüşür.

Olimpos dağında oturan tanrılar bu duruma çok kızarlar ve Narkissosu cezalandırmaya karar verirler. Gene günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos ta günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.”

Evet, mitolojik öyküde öncelikle farkedilen tema Narkissos’un yalnız olduğudur. Kimse ile yakın ilişkiye girmeyen Narkissos, kendine aşık olanları da hiçbir şekilde hayatına sokmayarak en sonunda kendine duyduğu aşkla ölür. Aşırı yüklenmiş bir özdeğer duygusunu Narkissos’un öyküsünde görmekteyiz. Bu görünüşte aşırı yüklenmiş özdeğer duygusunu, Narkissos’un neden yalnızlığı seçtiğini ve neden sadece kendini sevmeyi tercih ettiğini biraz da hayal gücümüzü kullanarak izlemek durumundayız. Bu mitolojik öyküde Narkissos’un öncesinde ya da iç dünyasında neler yaşadığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Bu noktada, narsisizmle ilgili tarihi süreci gözden geçirirken hayal gücümüzü biraz zorlamak hiçte yanlış olmaz.

Hızla artan ve bir diğeriyle iletişimin minimum düzeye düştüğü kalabalıklarla yaşamak zorunda bırakıldığımız şehirleşme sürecinde gitgide daha fazla insanın narsisistik özellikler gösterdiği görülmektedir. 

Televizyonlardaki yarışma programlarına katılmak için binlerce insan gece gündüz demeden ekranda görünmek adına yarışmacılar arasına girmeye çalışmak için umutsuzca kapılarda beklemektedir. Tek istedikleri sadece ekmek parası kazanmak mıdır, yoksa birilerinin onların varlığını onaylamasına mı ihtiyaç duymaktadırlar. Narsisizmde de hiçlik ve zamansızlık çok fazla kendini gösteren bir özelliktir.

Kişi yoğun olarak hiçliği ve zamansızlığı deneyimlediğinden varlığını anlayabilmesi, kendine karşı ispatlayabilmesi için hep birilerini ya da bir şeyleri destek olarak kullanmaktadır.

Ayrıca son zamanlarda hızla artan yeni ruhsal arayışlar sonucu deneyimlenmeye çalışılan özellikle anı yaşamak kavramı ve şimdide bulunma isteği, ayrıca özel olduğunu birilerine ispatlama çabası içine girerek bir süre sonra tanrılaştığını iddia eden, bununla diğerlerinin üzerinde kontrol edici etki yaratan ve her geçen gün çoğalarak artan insanların içinde bulunduğu yeni bir camia ile karşı karşıya olduğumuza göre, bu durum her geçen gün daha fazla insanın narsisizmin tehlikeli sularında yüzmekte olduğunu mu göstermektedir bizlere acaba, yoksa farklı bir bilgi ile mi karşı karşıyayız 21. yüzyılın başlarında.

Narsisizmle kolkola giren insan acaba herkesin hasta olduğu yeni bir dünya düzenine doğru mu, yoksa yaratıcılığı üst seviyelere çıkmış yeni bir insan modelinin yaratımına  doğru mu gitmektedir…

Daha önce bazılarının özel olduğunu keşfederek öne çıktığı yaşamda, artık herkesin özel olduğunu hissetmesiyle, start verildiğinde hızlı bir yarış mı yaşanacaktır aralarında?

Psikiyatristler artık narsisistleri izlemekten ve incelemekten vaz mı geçecekler ve bunun doğal bir durum olduğunu kabullenmek zorunda mı kalacaklardır acaba yakın bir gelecekte..?!

Ama ilk önce narsisizmin psikiyatrik seceresine bir göz atalım…

İlk kez İngiliz cinsel bilimci Havelock Ellis tarafından Narkissos’un mitolojik hikayesi ile ilişkilendirilen narsisizm, asıl farkedilişini Sigmund Freud ile gerçekleştirecektir. Daha doğrusu narsisistler ilk kez Freud’ la mercek altına yatırılarak incelenmeye başlanacaktır. Yapılan araştırmalar neticesi kökeninde çocuklukta yeterince gelişmemiş, gelişmesi için desteklenmemiş düşük bir özdeğer duygusunun yattığı gözlemlenmiştir. Kişi yeterli benlik duygusunu oluşturamadığından yaşamda var olabilmek adına kendine sahte kimlikler yaratarak anlık hazlarla ve zamansızlık duygusuyla hareket etmektedir. Freud’ a göre sağlıklı işleyemeyen cinsel libidonun kendine bulduğu yeni bir çıkış noktasıdır narsisizm. Ve bu anlamda da narsisist sürekli kendine dönük ve kendini mutlu etmeye yönelik hareket ederek, etrafındaki diğer insanları da kendisini daha iyi hissettirecek birer nesne gibi görerek, bunlarla istediği gibi oynamakta ve bu anlamda yaşamının ve diğerlerinin kontrolünü elinde tutmak için her an tetikte yaşamaktadır. Bu durum dış dünyada aradığını bulamayan narsisistin bütün enerjisini kendi içine geri çekmesidir. Varlığının kendini koruma çabasıdır. Sonuçta her canlı içgüdüsel olarak yaşamda varlığını sürdürmeye çalışır.

İlk etapta tespit edildiği an sapıklık damgası vurulan narsisizm yavaş yavaş bu tariften çıkarılmış, kişinin “kendi”ni korumaya yönelik davranış modeli olarak tanımlanmaya başlamıştır.

Psikiyatrlar narsisistler için işte böyle oldukça karanlık bir tablo çizmektedirler. Tabii özellikle karşılaştıkları patalojik vakalar da kendilerini böyle düşünmeye itmiştir.

Manzara bu kadar karanlıkken o halde nasıl oluyor da dünyaya imzasını atmış narsisistler hala tarihin yapraklarında ışıldamaktadırlar, ama iyi ama kötü izleriyle… O isimleri oraya kaydeden nedir ya da kimdir?

Narsisizm çeşitli yaşam deneyimleri neticesi gerçekten edinilen özel bir durum mudur, bir varoluş biçimi midir, olmazsa olmaz mıdır yoksa kişiyi her an tehlikeli bir boyuta geçirebilecek bir ruhsal rahatsızlık mıdır?

Ya da kişinin kendi kendisine verdiği bir hediye midir, vahşi yaşam karşısında…?

Çok büyük bir cesaret ve özgüvenle toplumları idare etmek için liderliğe soyunanlar, birilerinin batırdığını ertesi gün inanılmaz bir cesaret gösterisiyle düzeltmeye talip olanlar, onlarda mı narsisizmin kucağına düşmüşlerdir. Bu konuda Virginia Üniversitesinde görev yapan Prof. Vamık Volkan yayınlamış olduğu ve büyük ses getiren Blind Trust (Kör Güven) adlı çalışmasında sıradan bireyler için tehlikeli olan aşırı narsisizmin lider açısından zorunluluk olduğunu ve narsisizmin liderlik enerjisini açığa çıkarttığını söylemektedir. Yani aşırı özgüven narsisizmi besleyen bir ruh halidir.

Peki bu aşırı özgüven duygusuna nasıl sahip olmaktadır bu liderler; bu özgüvenin altında yatan sebep nedir? Liderlerin oldukça yıkıcı etkiler yarattığı günümüzde narsisizmin pek de iyi bir ruh hali olmadığını mı düşünmemiz gerekmektedir acaba?! Oysa sahip oldukları narsisizm duygusuna ulaşırken, hiç de ferah bir yoldan geçmedikleri de açıktır. Bu durumda ruh halleri hangi aşamalardan geçmektedir ki narsisizm gerekli olmaktadır onlar için yaşamlarında… Çünkü insanların birbirleriyle oldukça sert rekabet ettiği ve yeri geldiğinde birbirlerine çok sert darbeler vurabildikleri gerçeğini gözönüne alırsak,  liderler de oldukça çetin bir yoldan geçerek o mevkilere ulaşmaktadırlar.

Ayrıca narsisizmin sanatçılarda da bulunduğu gözlendiğinden ve yaratıcılıklarını beslemesi açısından muhakkak olması gerektiği düşünüldüğünden, sanatçıların eserlerini üretme noktasına geldiklerinde  ruh hallerinin hiç de parlak olmadığı ve hatta çeşitli psikozlar içinde oldukları, hatta ilerleyen safhalarda şizofreni de dahil olmak üzere ağır ruhsal rahatsızlıkların pençesine düştükleri sıkça rastlanan bir durumdur. Oysa ortaya koydukları eserler muhteşemdir. İnsanlık hala ünlü narsisist sanatçıların ortaya koyduğu içinde derin anlamlar barındıran eserleri hayran hayran izlemektedir ağızları beş karış açık vaziyette…

Bu sebeplerle narsisizm aslında, yaşam tarafından sürekli engellenmelerle ve engellemeler karşısında ego tarafından kendini koruma moduna geçilmesi sebebiyle kişinin kendinde aşırı ve suni özgüven duyguları oluşturması, beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler neticesinde kişinin içsel dinamiklerinde de ister istemez değişimler olmasıyla yaşamı algılama ve diğer insanlara sunulan yüzün de farklılaşması neticesi yeni bir davranış modeline doğru kayışın gerçekleşmesi sonucu oluşan  bir “var oluş” biçimidir.

Narsisizm sadece bir var oluş biçimidir yaşama karşı; temkinli, dikkatli, inceleyici, yaratıcı, değişken ve kendini ispatlayan… Narsisist aslında kendini yeniden yaratan güçlü bir modeldir.

Ve kişi kendi içine çekilerek önce kendini, sonra yaratıcı kaynağını keşfetmektedir belki de orda… Kendisi açısından yaşamın sadece o var olduğu sürece var olduğunu kavradığından, bu sebeple bütün yatırımını kendi üzerine yapmaya başlayacaktır narsisist ve psikiyatristlerin iddia ettiği üzere oluşturamadığı benlik duygusu yüzünden, iç dünyasındaki parçalanmış binlerce kişilik arasında, içlerinden en doğrusuna yatırım yapacak kadar zeki ve onu büyüterek bir şekilde dünyaya işte burdayım, beni yenemedin, şimdi ipler benim elimde diye haykıracak kadar cesurdur. Ve bunu haykırırken o denli güçlü ışıklar yayar ki, içindeki derin boşluğu kimse göremez o oluşturduğu parlaklıktan.

İşte sırf bu yüzden bütün bu bilgiler ışığında narsisist yaşamı çözmüş, her tarafı yara bere içinde ve yaşam karşısında korkudan altına ettiği halde ısrarla kontes olduğunu iddia ederek kendini korumaya çalışan, parçalanmış ve güçsüz olduğu sanılırken aslında içinde taşıdığı çok güçlü yaşam özünü dünyaya şaşırtıcı biçimde yansıtan kişidir.

Onun gözünde belki de yaşam sadece  budur -onun yaşarken neler hissettiğini kim bilebilir ki , kimin ne hissettiğini kim ne kadar anlayabilir ki-, ve o bunu çözmeyi başarmanın huzurunu, hüznünü ve gücünü taşımaktadır içinde… Yalnız kaldığında ise içinde hissettiği anlamsız boşluk duygusudur sadece, onu yaşamla ve dünyayla alay ettiren.
 

Kaynaklar:

1-      Narsisizm Üzerine ve Screber Vakası: Sigmund Freud – Metis Yayınları

2-      Kendiliğin Yeniden Yapılanması : Heinz Kohut – Metis Yayınları

3-      Narsisizm: Cüneyt Evren – BDS Yayınları

4-      Hayat: Engin Geçtan – Metis Yayınları

5-      www.hurriyetim.com.tr 

6-      http://tr.wikipedia.org/

Aylin Yabanoğlu

21.10.1966 yılında Trabzon da dünyaya geldim. Çocukluğumda sanata çok fazla meyli ve yeteneği olan biriyken okumaya olan düşkünlüğüm ve gelişmiş bir adalet anlayışına sahip olmam sonucu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. Yüksek öğrenimimi 1989 yılında tamamladım. Meslek olarak avukatlığı seçmem sonucu oldukça maceralı bir avukatlık hayatım oldu. Ara verdiğim dönemlerde kendi çapımda şiirlerim, denemelerim, kısa öykülerim ve bazen de resim çalışmalarım oldu. Bu süreçte de manevi dünyayı ve kendimi tanıma arzum yüzünden çıktığım yolculukta astroloji, psikoloji, felsefe derken en sonunda spiritüalizme kadar varan noktada her anım oldukça renkli olaylara sahne oldu.