“Günlük hayatın stresi” kalıbına ilk kıllanışım, esasında bu kalıbın kullanılmadığı bir ortamdaydı. TV’de muhtemelen bir işletme fakültesi mezunu “bakımlı” bir hanım kızımız çıkmış, kendi çalıştığı turizm firmasının hafta sonu Antalya’ya, işadamlarına yönelik 2 günlük tatil paketlerinden bahsediyor ve bunların işadamlarına bir nev’i “haplar” olduğunu son derece tatlı ve güleryüzle anlatıyordu. O anda kıza, daha doğrusu kızın temsil ettiği değerlere feci biçimde kılandım. Fakat bu süreç orada kalmadı, daha sonra medyanın hemen her dalında “günlük hayatın stresi” ile başlayan kalıpları duymaya başladık;

“Günlük hayatın stresinden kurtulmak isteyenler yogaya geliyor…”
“Uzakdoğu sporları, günlük hayatın stresinden kurtulmak isteyenler için…”
“Günlük hayatın stresinden kurtulmak ve dinlenmek için doğru Bodrum’a…”

Bu kalıp bizlere sürekli olarak hayatın stresli bir süreç olduğunu söyleyip duruyor. Amma velakin altında yatan da şu: “hayat stresli bir süreç, değilse bile bu cümleyi duy ve inan, iyice geril, sonra da rahatlamak için gel bize ve paracıklarını dökerek rahatla”. Belli sektörler için son derece güçlü bir affirmasyon ve sürekli tekrar edile edile güçlendirilerek bir inanç haline getirilip, üzerinden rant elde edilmeye de çalışılan bir affirmasyon bu.

Evet, hayatın içinde gerilimler vardır, zorluklar, güçlükler vardır ve insanın stresli hissettiği dönemler de vardır. Ve bu stresi azaltmak veya daha doğru bir ifadeyle dengelemek için gerekli yardımcı teknikler de vardır. Amma velakin “hayat, stresli bir süreç değildir”. İnsanın hayatının stresli olup olmayacağı yine aslında insana bağlıdır. Siz gidersiniz bir espri yaparsınız son derece iyi bir niyetle ve tamamen mizah maksadıyla, bir insan buna kahkahalarla güler, diğerinde mizahtan anlama yoktur bozulur, diğeri sen ne diyon diye çıkar, diğeri alkışlar, diğeri sen bana hakaret ettin diye size boğmaya kalkar. Hayat da böyle bir şey işte. Bir olay çıkar karşınıza; kimisi için mucizedir, kimisi için felaket, kimisi için normal bir olaydır, kimisi için stresli bir durum. Şimdi bu insanların her birine göre de hayatın farklı bir tanımı vardır. Ama birisi çıkıp diğer herkesi kendi görüşüne göre ikna etmeye çabalarsa (ki insanoğlu bunu hep yapar, kendini onaylamak ya da çeşitli maksatlarla) ve bas bas bağırıp, sürekli “hayat stresli bir şeydir” diye yayın yaparsa, diğerleri (eğer çok güçlü ve kendilerinden emin değillerse) o sesi çok çıkanın dümen suyuna girer ve stresli tepkiler vermeye başlarlar haliyle. Tabii, bu grup sinerjisine dönüşmeye başladığında da enerji yayılmaya başlar etrafa ve gerilim artar. Bu noktada bunlar çok da anormal gelmiyor tabii, insanların çoğu kendi dünya görüşlerini diğer insanların onaması üzerinden kurarlar ve sesi çok çıkanın da görüşü çoğunlukla kabul olur maalesef. Benim kıl olduğum bu değil. Bu maalesef genlerimizde olan bir şey ve bunu aşabilmenin tek yolu; herkesin kendi bireyliğini ve varlığını tanıması ve yaşamasıyla olur ki, bu da maalesef her babayiğidin harcı değil (zaten insanlık tarihinde bunu yapabilenlerin çoğunun da türbesi veya anıt mezarı olduğu düşünülürse, sayının azlığı dikkati çekecektir). Benim kıl olduğum, birilerinin sürekli “günlük hayatın stresi” cümlesini pompalayarak gelir elde etmeye çalışması. Ama bunun da ötesinde birçok kişinin bu propagandadan olsun veya olmasın; hayatın stresli bir süreç olduğuna dair inancı…

Önce gelir çabası kısmına gelelim. Gerçi diyeceksiniz ki bu çaba hayatın her alanında var; hangi birine kıl olmakla yetişeceksin ki? Evet, ama teker teker eleştirilerini getirmezsen bütüne de ulaşamıyorsun işte. Ben bir noktasını işaret edecem, Ahmet birini, Mehmet birini… Okuyan da düşünecek ve diyecek ki “bunlar haklı” veya “bunlar haksız” veya “hmm ama bu da olabilir”… Böyle zihin jimnastiği yaparken düşünecek ve benliğini oluşturacak. O oluşan benlikten yayılan enerji de gezegeni etkileyecek. Bu nedenle olaylara farklı bakış açılarından yaklaşmak önemli diye düşünüyorum, ama tabii sırf muhalefet etmek veya bok atmak için eleştirmekten bahsetmiyorum ben. Kişiye bir şeyler katan ve düşündüren eleştirilerden bahsediyorum….

Konuyu fazla dağıtmadan gelir çabasına geleyim. Benim en sinir olduğum nokta, iyi niyet maskeleri altında gerçek amaçların gizlenmesi. Bu “haplar”, “formüller” ve “çözümler”de, esasında kimsenin benim iyiliğimi düşündüğüne inanmıyorum. Amaç sadece benim cebimdeki parayı hüpletmek. Buradaki sahtekarlığa sinir oluyorum. Ama şöyle kişilere de sonuna kadar saygım vardır; ben çok gerginimdir ve gerçekten beni önemsediğini hissettirir. Her şeyden önce para gelir muhabbetini düşünmez; elinden geleni yapar ve karşılığında para ona gelir. Böyle adamlara sonuna kadar eyvallah. Ama mesela geçen gün dinlediğim bir örnek, psikolojik danışma servisi olan bir şirkete adam telefon açıyor ve “nolur yardım edin, ölmek istiyorum artık” diyor ve şirketten gelen yanıt “kredi kartınızın numarasını alabilir miyiz?”. Bu bana ters geliyor işte. İntihar etmek üzere olan bir insana yardım eli uzatmaktansa, kredi kartı slipi uzatmak anlayışı ters geliyor. Evet, şunlar da olabilir; adama yardım edersiniz ve bir daha ortalarda görünmez veya ödeme yapmak istemez vs. Bu noktada bazılarına ters gelebilecek bir cümle söylemek istiyorum, böyle tedaviler yapan bir arkadaşımın bana söylediği: “Öncelikle Allah rızası için yapıyorum” demişti. Bazılarına ters gelir dedim, çünkü “Allah rızasıyla bu şirket döner mi?” itirazında bulunabilirler ve haklılardır da kendilerince. Ama biz şirketleri döndürmek uğruna insanlığımızdan döndük maalesef ve onu tekrar bulabilmek adına, kaybettiklerimizi telafi edebilir miyiz acaba diyerek; gidenleri geri getirmek adına alıyoruz işte bu “hapçıkları”, “çözümleri”, “reçeteleri” Bunları alabilmek için de yine eşek yüküyle paralar harcıyor ve bu paraları kazanmak için şirketler kurup, o şirketleri döndürmek adına elimizden önce kredi kartlarımızı uzatıyoruz insanlara. Bu resmen mitolojideki bir kayayı sürekli yukarı tepeye çıkarmaya çalışan, ama tam tepeye yaklaşırken kayanın geri yuvarlandığı ceza döngüsü gibi. Sonra da bu döngü üzerine sistemler kurup kurup geliştiriyoruz ve kayanın çıktığı tepenin mesafesini de uzatıkça uzatıyoruz. İşte benim kıllanmam bu sisteme.

Diğer noktaya geldiğimizde ise yaşadığım şu olayı paylaşmak isterim sizlerle; bir gün fakültede bir yükseklisans dersinde bir tartışma çıkmıştı. Ben sunum yapıyordum ve geleceğin dünyasına dair bazı öngörülerde bulunuyordum. Bunlar da öyle spritüel veya Kryon çekip de kafayı bulup dünyayı pespembe gören bir uçuğun öngörüleri değildi. Sadece yaşadığı dünyanın ileride daha olumluya doğru gideceğine dair umudunu yitirmemiş bir Türk gencinin düşünceleriydi ve bazı arkadaşlarımız hemen itiraz ettiler: “hayır, dünya senin bahsettiğin olumlulukları taşıyan bir yer değil, bilakis son derece olumsuz ve kötü bir yerdir ve gelecekte daha da kötü olacak durum”. O noktada şunu söylemiştim tüm sınıfa: “arkadaşlar o zaman neden yaşıyoruz ki, madem böyle kötü bir dünyadayız ve daha da kötü olacak, bizi burada tutan ne ki? İntihar edelim o zaman, çünkü biz zaten yaşamıyoruz. Eğer ben olumluya dair o umudu içimde taşımayacaksam, şu anda canımı vereyim daha iyi”. Hayata nasıl bakarsanız, o da size öyle bakar, tıpkı aynadan kendine bakmak gibi. Aynada gülümsersen kendine, karşındaki yüz de gülümser sana, işte bu kadar basit. Tabii her zaman o yüz gülümsemez elbette, ama 365 günün 300 gününü gülümseyerek geçirebiliyorsam, işte o benim için bir şeydir, geri kalan 65 gün de diğer 300 gün gülümsememe yardımcı olan gücü bana kazandıran deneyimlerdir (Tabii işin mantığı bu. Bunu sisteme entegre edebilirsen süper). Ama hayat “bence” sadece “stres” demek değildir. İçinde elbette stresli olaylar vardır ama, stresi klinik hastalık anlamı ötesinde “bir olay karşısında verilen gergin tepki” olarak aldığında ve aynı olaya farklı bakış açısıyla bakabilme yetisi kazandığında, günlük hayatın içindeki o “stresli olaylar” da olmaz. Günlük hayatın stresi” kalıbı da “yersen eğer” birilerinin senin gerilimlerin üzerinden gelir kazanmasına yardımcı olacak bir “stres pazarlaması”dır. Buna inandığın anda turizm sektörü, ilaç sektörü, çeşitli tıp ve alternatif tıp sektörleri vs., hepsine “esasında hayat güzeldir, stresli değildir inancına geri dönebilmek için” bir sürü para bayılacaksındır. İlaveten de, başağrını temelinden halletmeye niyetli olmayıp, günlük çözümlerle seni idare etmeyi amaçlayan bir tavırla da karşı karşıya kalacaksındır (adamlar seni kucağa çekmişler birkere, öyle bırakırlar mı kolay kolay?)

Bu son cümleyi yazarken, şu Bodrum, Çeşme vs. tatillerine çıkan genç işadamı modelleri gözümün önüne geldi. Geçen yaz ilk defa Bodrum’a gittim ve Bodrum’a gerçekten hayran kaldım. Muhteşem bir doğası vardı, ki insanı dünyada yaşadığına şükrettirir. Ama öyle insanlar da gördüm ki orada, sadece “günlük hayatın stresi”nden kurtulma gazıyla gelmişler oraya. Nerede olduğunun farkında bile değil baba! Neyi yaşıyor ediyor haberi yok: Etraf çok güzel, dağ, deniz, güneş… Ooo denize girelim, kızlara bakalım, gece barda içelim ve stresimizi atalım… Ooooo… Peki sonra? Pazartesi işbaşı yap ve aynen tüm stres sana geri dönsün. Çünkü herhangi bir bilinç değişikliği çabası yok. 15 günlük Bodrum tatili hapını atıp “günlük hayatın stresi”nden arındı baba.

İşte bu bana “insanca” gelmiyor. Evet, yanlış duymadınız “insanca” gelmiyor. Çünkü bir insan, özgür iradesiyle melekleri karşısında secde ettiren bir varlık böyle otomatik davranışlar da bulunmaz; bunu ancak programlanmış bir robot yapar!

…Ve maalesef “günlük hayatın stresi” de bu program içinde yüzlerce kıllanılacak komuttan bir tanesi.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...