Elimde bilimsel kanıtlar var. Ben kesin uzaylıyım ya da gelecekten bu güne ışınlandım. Evet, kesin böyle birşey olmalı. Hayır, unutkanlığıma veya dağınıklığıma bahane bulmaya çalışmıyorum.

Tamam, itiraf ediyorum işte: Bu aksesuar sınıfına girer zerzevatla başım belada. Kıl oluyorum hepsine, bu „hepsine“ lafı neleri kapsamıyor ki: Cüzdan, çakmak, kimlik, cep telefonu, şirketlere ait güvenlik kartları, kredi kartları vs. istisna yok, hepsini ya kaybediyorum ya da unutuveriyorum.

Benim çocukluğumda Jetgiller ve Uzay Yolu gibi diziler vardı. Oradaki karakterler, benim alışkın olduğum yöntemleri kullanıyorlardı. Yaklaşınca açılan kapılardan geçerler, telepati ile anlaşırlar, aksesuar namına birşeycikler taşımadan her işlerini hallederlerdi. Üstlerine yapışan, genelde metalik renkli giysilerinde kemere takılı cep telefonu, cebe tıkıştırılmış anahtar, bozuk para, her kıyafet rengine uygun çanta ve şapka, giriş çıkış için kimlik kartı gibi gereksiz ayrıntılar yoktu. Adamlara galaksiler arası yolculuklarda bile kimlik kartı filan soran da olmazdı. Soran vardı da ben mi dikkat etmedim diye düşündüm bir an, sanmıyorum.

İşte bu noktadan hareketle bilimsel kanıtlarımı bir bir ortaya döküyorum: Şimdi, eğer ben bu zamana ait olsaydım ha bire anahtar kaybeder miydim? Otomatik açılan kapılar devrinden gelmiş olduğumu iddia etmem bu yüzden. Anahtar gereksiz bir ayrıntı gibi geliyor bana nedense. Sanki eve döndüğümde kapılardan ışınlanarak geçebilirim ya da kapı beni tanıyıp kendiliğinden açılabilirmiş gibi bir genişlik bir genişlik. Ama tabi yok böyle birşey, en azından varsa, icat edildiyse bile bu teknoloji ürünü akıllı kapılar henüz ayağa düşmedi. Dolayısı ile anahtarla sıkı ilişki hala şart. Problem benim bu ilişkiyi sağlıklı kuramamam. O yüzden eşim gelene kadar kapılarda beklediğimi çok bilirim. Merdiven basamakları bana alışkın. Gerçi uzaylılarda ve gelecekte böyle temas eden bölgenizi dondurup uyuşturan basamak kavramı var mı o da ayrı konu ama.

Neler denemedim anahtarımı kaybetmemek ve unutmamak için. Kocaman anahtarlıklar edindim, çantanın sapına monte ettim. Hadi bunlar benim yaptıklarım. Ya eşimin yaptıkları? Her akşam, anahtarlarımı unutmayayım diye sabah gözümün göreceği yere koyardı, ben uyku sersemliğinden midir uyku bahane genel halimden midir bilmem, yine anahtarı unutup çıkar, akşama da huysuzluk ederdim “bari yaptın bir iyilik, oldu olacak çantama koysaydın bari” diye.

Bunun bir de araba anahtarı versiyonu var. Ben ehliyeti olduğu halde araba kullanmayanlar familyasındanım. Araba anahtarı ile yakın temasım sadece, büyük alışveriş merkezlerinde eşim otopark kartını onaylatırken oğlumla öncü birlik olarak gidip arabaya oturma eylemi sırasında gerçekleşiyor. Burada kaybedilen ise araba anahtarı değil, araba. Hiç bir otoparkta arabayı park ettiğimiz yeri bulamıyorum, onun yerine arabanın alarmını çalıştırarak sese doğru yürümek daha pratik geliyor. Gerçi bu uygulama çevredekilerin kınama ile acıma arası bakışları altında biraz gürültü kirliliği yaratıyor ama ne yapayım, her yiğidin bir araba buluşu vardır. Neyse ki oğlum biraz büyüdü de otoparklardaki park yeri numaralarını hatırlayarak annesine yardımcı oluyor.

Cüzdandan devam edelim: Vakti zamanında mezun olduğum lisenin tüm hademeleri benim sayemde zengin oldular. Her cüzdan unuttuğumda/kaybettiğimde-ki bu haftada iki sefer bile olabilirdi yerine gore, hademeler bulur ve okulun müdür yardımcılarına teslim ederlerdi. Müdür yardımcıları bana karşı caydırıcılığı olsun ve biraz aklımı başıma toplayayım, dikkat edeyim diye bulan hademeye harçlığımdan bir miktar verme cezası uygulamaya başlamışlardı. Cezanın caydırıcılığı ve akıl başa getiriciliği olmadı ama hademeler arasında bir dikkat toplama unsuru oluşturdu. Hangi laboratuvarda dersim varsa arkamdan koşturarak gidip cüzdanımı unutup unutmadığımı kontrol etmek için birbirleriyle yarışır olmuşlardı. Kınamıyorum, onlarınki de ekmek kavgası işte. Eğer o hafta çok para ödemesi yapmışsam gözümü biraz daha açardım. Yok canım, unutmamak için değil, çıktığım mahalle doğru hademeler arası böyle bir koşuşturma farkedersem ben daha hızlı koşup onlardan once cüzdanı ele geçireyim diye. Unutkanım filan ama en azından iki dakika öncesine kadar oturduğum sırayı hatırlıyorum, dolayısı ile geriye doğru bu engelli koşuda baştan avantajlı olabiliyordum. İş ki geç start almayayım.

Cüzdan ne için taşınır? Ödeme yapmaya yarayan gerekli parayı muhafaza etmek için. Diyeceksiniz ki devir değişti artık kredi kartları var, para taşımak gerekmiyor. Tamam para taşımak gerekmiyor olabilir ama hala onların yerini alan plastik kartları taşıma gerekliliği mevcut. Hadi bunları cüzdana koymadık diyelim ve çantanın bir gözünde kuzu kuzu kullanılmayı bekliyorlar. Ama 21.yüzyıl dünyasında kadın olmak hiç kolay değil. Devreye başka bir tuzak kurucu, insanı zıvanadan çıkartıcı aksesuar hıyaneti giriyor. Çanta tabii. Bir gün önceki turuncu çanta, bugünkü pembe kıyafete uymadı diye değiştirildiyse ama kartlar hala turuncu çanta içinde alışveriş yaptırabilme kapasitelerini gösterebilmek için evden çıkılacak günü bekliyorsa, ben ne anladım içi boş çantanın görsel uyumundan?

Cüzdan da çanta da gereksiz aksesuar. Gelecekte bunlar yok biliyorum. En azından günümüz Amerika’sında cüzdan yok. Olsa bilirdim, o kadar Amerikan filmi seyrediyoruz, daha bir keresinde indiği taksiye ödeme yapanına rastlamadım. En fazla taksiden inmelerine yakın ellerinde tam da verecekleri kadar para oluşuyor, veriyorlar kurtuluyorlar. Çantadan, pantolon cebinden para/cüzdan çıkartma sahnesi hatırlamıyorum ben, hatırlayan varsa söylesin, bir daha seyrederim filmi. En fazla aksesuar unutkanlığıma film sahnesi unutkanlığı da eklerim olur biter.

Cep telefonu ile aram ise bu alet piyasaya çıktığı günden beri iyi değil zaten. Yakın arkadaşlarım cep telefonu ile bana ulaşmaya çalışmaktansa dumanla haberleşmenin veya telepati kurmayı denemenin daha kolay bir yöntem olduğunda hemfikirler. Ne yapayım, hem cep telefonu ile konuşmayı sevmiyorum, hem de adı cep telefonu olmasına rağmen genelde çantada taşınması gerektiği için çaldığını duymuyorum. Çantadan çıkartsam ayrı dert. Bu defa da orada burada unutuyorum. Eski takoz gibi büyük telefonları daha çok seviyordum ben. Ya cep telefonları hiç olmasın ya da yine o büyüklerden üretsinler. Madem insanlarla telepatik anlaşamıyoruz henüz en azından çantamda bir dirhem ya çeker ya çekmez telefonu aramak için kırk takla atmayayım. Bulamasam bile en azından bileyim ki çantamdaki bu hafiflik hayra alamet değil, dolayısıyla telefon da çantanın içinde değil.

Kimlik kartları ayrı bir vukuat. Zaten nufus cüzdanı taşımayı zar zor becermeye başlamışken, çalışma hayatı ile birlikte işyerlerine girebilmek için bir de başımıza bu şirket giriş kartları çıktı. Boyna asılan, yakaya iliştirilen, bele zincirle bağlanan hiçbir modeli dayanmadı bana. Ustalaştım kaybetmekte.

 

Gelelim çakmak konusuna. Aslında konu üstünde eşimin yazması daha mantıklı. Çünkü iddiasına göre evde çakmakları kaybediyormuşum. 14 yıldır evliyiz, çakmağını ne yaptığımı sorması aramızda eskimeyen bir rituel olarak devam ediyor. Evliliğimizin ilk günkü heyecanını kaybetmemesini ben buna bağlıyorum şahsen. Hatta bunu bana olan aşkının bir göstergesi olarak da kabul ediyorum. Bir insan 14 yıl çarpı 365 gün boyunca sabırla aynı soruyu sorar mı: “Çakmağımı sigaramın üstüne koymuştum hayatım ne yaptın çakmağı?” diye soruyor, “Ben almadım” diyorum. Bu ben almadım cevabını otomatiğe bağlamış durumdayım. Hep birlikte evde çakmak avına çıkıyoruz. Sonra çakmak sadece benim bırakabileceğim enterasan bir yerden çıkınca suç benim üstüme kalıyor. Enteresan yerler: Bardakların olduğu raf, çamaşır sepetinin üstü, kütüphanede herhangi bir raf, ayakkabılığın üstü gibi çeşitlilik gösterebiliyor.

Diyeceksiniz ki evde tek çakmak mı var? Yoo, bu sürek avları sırasında bazen 3-4 çakmak bulabildiğimiz de oluyor. Biri eşimin, diğerleri benim muhtelif zamanlarda alıp, kaybedince gidip yenisini aldığım, yine kaybettiğim için orada burada birikenler. Hiç bulamasam ocağı açıp yakıyorum sigaramı, birgün tutuşmuş saçlarla kalakalacağım ortada, belki o zaman akıllanırım.

Hadi ben uzaylı değilim, ya da gelecekten ışınlanmadım diyelim. O zaman rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, aramızda gizlice yaşayan uzaylılar olduğunu söyleyenler fena halde yanılıyorlar. Sorarım size, hangi uzaylı bu işkencelere dayanmak için binlerce ışık yılı öteden gelir ki? Ben gelmezdim şahsen.

Noooldu şimdi bu yazının neticesi? Uzaylı değil miymişim? Beni batıran son paragraftaki durum analizi oldu. Yok aslında iyi de oldu. Yazmanın güzel tarafı da bu işte. Kendini bil’iyorsun.

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.