Narsis’in hikayesini herkes bilir.

Nehirdeki görüntüsüne aşık olur, ve hep onu seyretmek ister.

Bunun üzerine tanrılar ona kızar ve çiçeğe dönüştürür.

Ama bilinen bu bölümün dışında, hikaye az bilinen bir şekilde devam eder.

Aradan eonlar geçer ve tanrılar, “acaba Narsis’e haksızlık mı ettik?*” diye düşünürler.

Aralarından birini o nehire gönderirler.

Tanrı nehire Narsis’i sorar, ve “çok mu güzeldi?” diye ekler.

Nehir cevap verir, “onu hatırlıyorum, ama güzelliğini bilemem, ben hep onun gözlerindeki aksimi seyrederdim.”

Hep başkalarının gözünde kim olduğumuzu merak ediyoruz.

Oysa ayna bireysel.

Kıskanç, tembel, ya da cömert olup olmadığımızı, gazete testleri, astroloji, ya da başka insanlar söyleyemez, belki sadece zaten bildiklerimizi teyit edebilirler.

Aynaya sadece kendi gözlerimizle bakalım, çünkü başta bizi olmamızı istedikleri ama olmadığımız insan olarak görmeye çalışan ebeveynlerimizin, ya da sevdiklerimizin gözleri objektif değil, sübjektif.

Yönlendirici, eleştirici, hatta yadırgayıcı ve yargılayıcı.

Oysa kendi gözleriniz öyle değil.

Onlar savcı değiller,onlar avukat.

Omzunuzdaki şeytan onlar:)

Yeter ki canınızın istediğini deneyimleyin, hataysa, hata.

En fazla, Narsis gibi, “o zaman daha iyisini bilmiyordum” dersiniz.

Ali Korkut Keskiner