İntikam ve affetmek arasında…

Gerçeği öğrendiğim an… Onun uzun yıllardır HIV taşıyıcısını olduğunu öğrendiğim an, kollarım titredi… Dizlerimin bağı çözüldü… Öfkeli ve sinirliydim… Hem de çok…

Nasıl olduğunu burada yazamayacağım ama, eski eşimin bir HIV taşıyıcısı olduğunu, tedaviye başladığı tarihe ve kullandığı ilaçlara kadar hepsini sadece bir telefonla öğrendim. Telefonu kapattığım anda kan beynime sıçradı. Uyuşan ellerimi tekrar hissedebilmek için ayağa kalktım ve kollarımı sallayarak, odanın içinde dönerek “sakin olmalıyım, sakiiiinnnn…”diye tekrarlıyordum.

Yedi yıl önce boşanmıştık. Onun soyadını taşımayı bıraktığım gün, hayatımın sonuna dek ondan kurtulduğumu düşünmüştüm. Ama yıllar sonra, beni ölüm döşeklerine düşürerek ortaya çıkan bu virüs, ondan bana kalan en kötü iz olmuştu. Her ne yaparsam yapayım, o adamın bu kara lekesini hep bedenimde taşıyacaktım.

Ayrı olduğumuz yıllarda babasının ameliyat olacağını, onun Kızılay’a kan verdiğini ve o zamanda Hepatit B olduğu ortaya çıktığını duymuştum.

Bana HIV tanısı konduğunda eski eşimi arayıp ben HIV+ ‘im diyememiştim. Bunu duyduğu an, beni rezil ederek tüm sülaleye yayacaktı. Ben de o dönem, çözüm olarak ona telefon edip “hastaneye gelip kan vermen gerekiyor, kızımız için test yapacaklar” diyerek yem atmıştım. Bunu duyduğunda deliye dönmüş, “ben kan falan vermeMMM… Ne testi yapılacaksa ben çocuğu alır yaptırırım,” deyip telefonu suratıma kapatmıştı. O zaman bundan şüphelenmiştim. Bu virüsü ondan aldığımı adım gibi biliyordum. Sadece elimde yüzde yüz kanıt yoktu.

Üç yıldır kaynanam ve kayınpederimle görüşmüyordum. Kayınpederim ben hastanede yatarken beni ziyarete gelmiş, üzgün bir ifadeyle, ısrarla “Neyin varmış kızım?” diye soruyordu. Sonrasında da sık sık telefonla arayıp nasıl olduğumu sormuşlardı. Beni ziyarete geldiklerinde “aayyy, beni hâlâ kızları gibi seviyorlar, ne ilgililer” diye onlara bir de dua ediyordum. Çok sonradan ziyarete sadece bilgi almaya geldiklerini anlamıştım… Vicdansızlar…

Daha sonraları eski kocamın kafayı yediğini, kendi kendine konuşup güldüğünü, çok zayıflayıp, çeşitli yerlerinde yaralar çıktığını, erkek kardeşinin karısına sarktığını, onların evlerinin önüne gelip kapıya dayandığını, ‘’iki yıl o kadınla (eltimle yani) ilişkim oldu’’ diye yalanlar attığını, “ben AIDS hastasıyım, ispatlarım, ona da bulaştırdım” dediğini eltimden duymuştum.

Eltim benim hâlâ en iyi dostumdur.Birbirimizden hiç kopmadık ve aramızda hiçbir giz yoktur. O da benden beş yıl kadar sonra, eski kaynımla yollarını ayırmış ve boşanma kararı almışlardı. Medeni kaynım eski eşi eltimle ve çocuğuyla hep ilgilenmiş ve onlara destek olmuştu.

Eltime kafayı takan eski eşim bir gün yine kapısına gitmiş ve üzerine tiner dökmüş. “Seni de yakıcam, kendimi de yakıcam, ben yıllardır seni sevdim ama bunu hiçbir zaman söyleyemedim,” diye bağırıp çağırmış. Bunun üzerine erkek kardeşinin onu bir temiz dövdüğünü, çalışmadığı için SSK’sının  olmadığını, tedavi alabilmesi için (güya Hepatitti ya) babasının ödemeleri dışardan yaptığını da duyuyordum. O cephede olaylar patlak verdiğinde eltim de “heee madem AIDS hastasısın o zaman bunu …‘e de söylicem, bu konu onu da ilgilendiriyor, bundan sonra onun ailesiyle uğraşırsın” demiş ve ardından beni arayarak ”Allah aşkına ara şunları, hesap sor’’ demişti. Kızcağız bu delinin tacizlerinden kurtulabilmek için savcılığa suç duyurusunda bile bulunmuştu. Kendisine atılan iftiraların asılsız olduğunu ispatlamak için HIV testi bile yaptırmış ve negatif olduğunun belgesini eline almıştı.

Bu eski kocamın “AIDS’im” dediğini eltimden duyduğumda hemen eski kayınpederimi aradım. ” Madem böyle bir şey var neden bana söylemiyorsunuz?” dediğimde o da bana ”eeee… şey… Kızım sen hastanede o kadar yattın sende bir şey çıkmadı ki” dediğinde bir kez daha bildiklerinden emin olmuştum. Ben de ”baba ben ciğerlerimden hastalandım, her şeyde bunu aramıyorlar ki, eğer böyle bir şey varsa sizin beni arayıp uyarmanız ve kızımla benim test yaptırmamızı önermeniz gerekiyordu” dedim. Gık yok…

Başka bir gün kayınpederimi tekrar arayıp “baba böyle bir şey varsa söyleyin, bir sürü doktor tanıdığım var, yeşil kart çıkarttıralım, bir an önce tedavisine başlasın. Bakın tedavi almazsa bu virüs birden atağa geçer, iyice beynine vurur, yatalak olur kalır. Kim bakacak ondan sonra? Annem de sen de yaşlısınız, kendinize bakamıyorsunuz. Yardım edeyim size” dedim ama yok… Korkularından kabul etmediler…

Telefonla eski eşimin bir HIV+ olduğunu öğrendikten sonra eltimi aradım ve durumu anlattım. O da şok oldu.

Eltim, “madem artık eminsin, git bunun hesabını sor, dava aç!” dedi.

Ben, “neyin davasını açacağım ki, olan olmuş artık, ne değişecek? Hiçbir şey… Hem ben bu alanda, HIV ile yaşanlar için, onların hak savunuculuğu için çalışıyorum, ben kendim böyle bir şey yaparsam kendimle tezat düşerim,” diye karşılık verdim…

Beni ne öfkelendirdi biliyor musunuz? Eski kocamın bana bulaştırmış olmasına kızmıyorum. Bilmiyor olabilir. Bilerek bulaştırmamıştır diye düşünüyorum. Bilmediği bir şey için de onu suçlayamam. Beni aldatmış olmasının en ufak bir kızgınlığını, öfkesini hissetmiyorum içimde. Bu da garip aslında, değil mi?

Beş yıldır bunu bilip de bana söylememiş olmalarını affedemiyorum. Beş yıl yaaa. Bana o zaman söyleselerdi ben de test yaptıracaktım ve hiç hastanelere düşüp ecelle burun buruna gelip o acıları çekmemiş olacaktım. Hadi ben kendimi geçtim, ya kızı. Ona nasıl vicdanı el verdi. Nasıl bir baba ki bu çocuğunu bile yok sayabiliyor. Allah aşkına hangi kitaba sığar bu yaaa…

Hadi gene, benim tanıdan önce 1,5 yıl yaşadığım fiziksel acıları, sıfırlanmış CD4’lerimle iki ay bakıma muhtaç kaldığımı, öldüm sanıp başımda Kur’an okumaya başladıkları geceleri, nefesimin kesildiği ve krizlere girdiğim anları, tedaviye başladığımda ilaçları tolere edemediğim için dört koca ay – 24 saat hiç dinmeyen bulantılarımı ve kusmalarımı, hastanede yattığım sürede yavrumun kokusuna hasret kaldığımı, ne anamın ne babamın ne de benim huzurlu bir gece uyku yüzü görmediğimiz zamanları da geçelim…

İleri derecedeki romatizmaları nedeniyle bırakın rahat yürümeyi ayakta bile durması zahmetli olan anacığımın iki ay o hastane odalarında bana bakmak için, sandalye tepelerinde çektiği eziyetin (bunu anlayabilmek için sadece bir gece sandalye tepesinde uyumayı dener misiniz?), 70 yaşında ki babamın ta Samatya’dan Cerrahpaşa’ya kadar kar kış kıyamette (o günlerde İstanbul’da bıçak gibi kesen bir soğuk ve buzlanma vardı) kolunda 2 koli serum şişelerini taşımasının hesabını kim verecek? Çocuğumun benim yokluğumda yaşadığı psikolojiyi, okul sıralarında “annem ölmesin” diye ağladığını (sonraları öğretmeninden öğrenmiştim), nasıl içe kapandığını bana kim unutturacak? Taburcu olduktan sonra da okuldan eve geldiğinde kızımın daha kapıda “annem evde mi? Yine kustu mu?” diyen endişe dolu sesi zaman zaman kulağıma gelir.

Tüm bana yaşattıklarını nasıl aklayacak? Bunun cevabı yok…

Olan olmuş artık. Ben yine her zaman yaptığım gibi bu olayda da bardağın dolu tarafına bakmayı tercih edeceğim ve kendime gülebilecek detaylar çıkaracağım.

Biraz daha sakinleşince eltimle sonradan tekrar telefonlaştım ve “ayyy, bari eski kocamı ziyaret edeyim de akran desteği, danışmanlık vereyim. Gitmişken de derneği tanıtır, broşür ve afiş de bırakırım. Gelsin merkezdeki diğer danışmanlıklardan yararlansın’’ dedim.

(Ara not: Ben HIV ile yaşayanların hak savunuculuğunu yapan Pozitif Yaşam Derneği (www.pozitifyasam.org) üyesi ve aynı zamanda da UNAIDS danışmanıyım. Yaklaşık 1 yıldır bu alanda savunucu olarak çalışıyorum.)

Ahahhaaayyy düşünsenize ben merkezimizde hizmet veren avukata gelip “ben bu adamdan davacıyım, bana eeyyttssss bulaştırdı” diyormuşum. Hıyarzan eski eşim de aynı avukata gelip “ben bilmiyordum, masumum, beni savunun” diyormuş. Aha kritik iki vaka. Bu davanın neresinden tutulur ki…

Sonra en komik bakış açısını buldum: Kızımın anası da babası da HIV “Kızım senin annen/ baban ne iş yapıyor?’’ derlerse, “babam virüs kapma uzmanı. ‘İtina ile Tüm Virüsler Kapılır Ltd. Şti.’ sahibi. En son moda eyttss oldu. Anneme de bulaştırdı, haliyle annem de eyyttss oldu, sonra o da bu alanda danışman oldu, eytsliler için çalışıyoooo” der, tTöbee töbeee yaaa…

Ahaaa bir olumlu bakış açısı daha: HIV olduğumda çok erken tanı alsaydım, o zaman da bu kiloya düşemezdim. HIV sayesinde dobişlikten ve erkek reyonundan giyinmekten kurtuldum. Ayrıca o zaman ben ne bu dernek oluşumunun içinde olacaktım, ne de bu yazıları yazacak malzemem olacaktı. Gördünüz mü, bakın her şerde hayır da vardır…

Hadi bunlara gülüyorum şimdi ama onu ve ailesini asla ve asla hiçbir zaman affetmeyeceğim. ASLA… Bulaştırdığı için değil, beş yıl bilip de söylemedikleri için…

Yatıp kalkıp şükretsinler ki kızımda yok bir şey. O zaman kesinlikle durumu böyle karşılamaz, yakar yıkardım. Aalllaaaaahhhhhhh… Aaayyy, gene sinirlendim…

Kafaya koydum. O adamla yüzleşeceğim. Sadece yüzünü, gözlerini görmek istiyorum. Ona bakıp o aciz durumunu izlemek ve bana yaşattığı her acıya rağmen, her şeye rağmen yine de nasıl dimdik ayakta kalabildiğimi göstermek istiyorum. Bu adamın bana nasıl bir evlilik hayatı yaşattığını okudunuz. Belki bana biraz hak verirsiniz…

Gittiğimde kendimin + olduğunu açıklamayı düşünmüyorum. Ona bağırıp çağırıp küfretmeyeceğim. Kinim sözlerime düşmeyecek. Sadece kendi gücümü kendime ispatlamak istiyorum… Bildiğim halde…

Benim ve kızım arasında…

Bu gün kızımı beş yaşında götürmeye başladığım danışmanı aradım ve randevu aldım. O zamanlar kızım hiperaktif olduğu ve evde babasının uç noktalardaki tutarsız davranışları nedeniyle maruz kaldığı psikolojik şiddet için danışmanlık alıyordum. Sonradan da birkaç yıl (özellikle de ben boşanma kararı verdiğim dönemde) kendim için tutarlılık danışmanlığı almıştım. Çok yararını gördüm. Bilmeden yanlış bir şey yapmak ve kızımın geleceğine kötü izler kazımak istemiyorum. Şimdi de bu HIV konusunda danışmanlık almak istiyordum.

Randevuma giderken çok heyecanlandım. Lafa söze nereden başlayacağımı tür türlü kafamda netleştiremiyordum. Önce babayı mı anlatsaydım, durumunun AIDS tablosunda olduğunu? Yoksa ben kendimden mi başlasaydım? Bana da bulaştığını, hastane zamanlarımı, artık sadece taşıyıcı olduğumu… Benim babaya olan kızgınlığımı/kırgınlığımı/öfkemi?.. Ama en önemlisi, olası bir kriz için (babanın ölümü, hastalığını/mızı öğrenmesi… vs. durumlarında) ne yapmalıyım, ne söylemeliyim?

İçeriye, odasına girdiğim anda tasarladıklarımın hiç biri yoktu kafamda. Danışman Derya Hanım’ı gördüğüme çok ama çok sevinmiştim. Özlemişim onu.

Derya Hanım kızımı beş yaşından beri tanıyor. Kızım şu an 14 yaşında. Ne kadar zaman geçmiş aradan… Derya Hanım kızımın resmini gördüğünde çok mutlu oldu… Bir resim de ona armağan ettim.

En son 4 yıl önce yine kızım için ergenlik öncesi dönem için danışmanlık almıştım ondan. İlk tanıştığımız günden beri hemen hemen tüm özel günlerde kendisine mesaj yazar ve mail atardım. Özellikle de anneler gününü hiç atlamazdım. Her zaman kızımın ikinci annesi gibi düşünürüm onu.

Konuşmaya nereden, nasıl başladım bilmiyorum. Bir baktım anlatıvermişim : ) Bir ara baba ile ilgili kısmı anlatırken sesimin titrediğini hatırlıyorum.

Derya Hanım, “evet yaşadıklarınız gerçekten kolay şeyler değil. Olası bir durumda babayı kaybederseniz bunu hiç ertelemeden ve olduğu gibi kızınıza söyleyin. Az önce bir travma yaşanırken insanların neler hissettiğini çok güzel ifade ettiniz. Siz de bir travma yaşadınız ve bunu aştınız. İnsanların aşabilmeleri için o acıyı yaşamaları gerekir. Vefat olursa törenine de kızınızla birlikte gidin. Baba vefat ettikten sonra sizin de bu virüsü taşıdığınızı öğrenirse, sizi kaybetme korkusu yaşayabilir, bu da bir risk,” dedi.

Bunun üzerine olabilecekleri konuştuk ve B planları ürettik. Ne durumda ne olmalı, ne yapabilirim / yapmalıyım’ı kafamda oturttum artık. Benim + olduğumu kızımın bilmesine gerek yok. Babanın sağlık durumu için (+ olduğunu açıklamadan) arada bilgi vereceğim. Arada kızıma, tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunun arasına, HIV ile yaşayanlar hakkında genel bilgileri insert ederek vereceğim, ki zaten benim bu alanda çalıştığımı (hasta hakları olarak) biliyor.

Çook ileride, kızımın yaş dengesi iyice oturduğunda, öğrenmesi söz konusu olabilir. Ama daha değil…

Sonra eski eşimle yüzleşmek istediğimden söz ettim. Derya Hanım bana; buna hazırsam ve bu bana iyi gelecekse yapabileceğimi, duygularımı ve hissettiklerimi onlara söylememi önerdi. Tabii + olduğumu açıklamama gerek de olmadığını. Vee ben de içimdeki bu eski eşime yardım etme isteğimden/düşüncemden  bahsettim. Buna aslında sinir de oluyorum. Neden?.. Nedenn yardım etmek istiyorum ona? Bana bunca şey yapmışken ve yaşatmışken… NEDEN?

Eski eşimin evine gidip, ona korkmaması gerektiğini, ilaçlarını düzenli kullanırsa kısa sürede toparlayabileceğini, hatta ve hatta danışmanlık alması için merkeze yönlendirmeyi, düşündüğümü söyledim… Böyle düşündüğüm için de kendime kızdığımı, aslında nefret etmem gerekirken böyle hissettiğimi…

Derya Hanım hafızama kazıdığım ve öfkemi sabun köpüğüne çeviren bir söz söyledi: “Belki siz böyle nefret ediyorsunuzdur! Bazılarımız başkalarına yardım ederek, kendi acılarımızı hafifletiriz. Bu da bize iyi gelir,” dedi. Ben şöyle bir kalakaldım…

Evet yaaa, evet… Ben ona yardım ettikçe aslında o daha çok ezilmiş olmayacak mı? Onun bana yaptıklarının karşısında benim ona yaptığım/yapacağım iyilikler daha çok düşünmesine ve pişmanlık hissetmesine yol açmayacak mı? O bunu hissetmese bile (ki hissedeceğini de sanmıyorum), benim vicdanım rahat olacak. Çünkü iyi olan ben olacağım. Elbet bunların bir mükâfatı olacaktır…

Kötülük ve zarar vermek benim yüreğime göre yükler değil…

Hastanede yatan hastaları ziyaretlerim ve dertli olan arkadaşlarımı dinledikten sonra kendimi hep daha da rahatlamış hissederdim…

Galiba ben de acılarımı yardım ederek hafifletiyorum…

Bu konuşmadan sonra kuş gibi oldum…

Geçmişle gelecek arasında…

Dün kızımın okul işleri için koşturduktan sonra, üç haftadır gitmeyi/yüzleşmeyi ertelediğim eski eşimi ziyarete gittim. Giderken içim bir garipti, bomboştu. Hafiften dizlerim titriyor gibiydi. Korkuyordum galiba…

Zillerine bastım, yukarı çıktım. Eski eşim (kısaca D diyelim) masada oturmuş yemek yiyordu. Beni görünce çok şaşırdı. Ben de onu görünce çok şaşırdım. İnanılmaz değişmiş. Çok zayıflamıştı, başında ve ağız kenarlarında yaralar vardı…

O çok sevdiği nefti yeşil hırkasını giymişti. Onu üzerinde o hırkayla görmek, eski bir fotoğraf karesi gibi bir an hafızamda parladı. Kim bilir kaç kere o hırkayı yıkamış, mis gibi yumuşatıcı kokuları içinde giymesi için ona uzatmıştım. Hayat eskimiş, acılar eskimiş, hatta ben bile eskimiştim… Ama o hırka eskimemişti…

Elimi uzattım ve “nasılsın D…? Seni ziyarete geldim” dedim. Herhangi bir misafir gibi beni buyur etti, yemek yiyip yemeyeceğimi sordu. Bu arada (eski) kayınvalidem ve kayınpederim de beni güzelce karşıladılar. Kayınvalidem hiç dayanamaz, duygulu bir kadındır; ağlamaya başladı… Sarılıştık…

D… kafayı iyice yemiş; kardeşinin karısına çok fena takmış, hiç durmadan onu ve (güya) yaşadıkları ilişkiyi anlatıyor. Olmayan olayları varmış gibi yaşıyor. Ben girdiğimin 10. dakikasında anlatmaya başladı ve hiç nefes bile almadan konuştu. Bir saat kadar sonra “kızını hiç sormuyorsun, akına gelmiyor mu?” diyorum. Bir cümleyle soruyor ve hemen ardından eski eltimi anlatmaya devam ediyor. Bir fırsatını yakaladım ve:

Ben: İlaçlarını düzenli kullanıyor musun?

D: Evet kullanıyorum.

Ben: Bak bu ilaçlarını çok düzenli kullanıp hiç aksatmaman gerekiyor.

D: İçiyorum, karaciğerime vurmuş işte, siroza çevirmesin diye uğraşıyorlar

Ben: Hıııı demek karaciğerin. Başka bir rahatsızlığın yok mu senin?

D: Yok, ne olacak ki?

Ben: Boşuna lafı dolandırma, rahatsızlığını da, kullandığın ilaçları da biliyorum.

D: Ne ilacı kullanıyormuşum?

Ben: Falan falan ve falanca ilacı kullanıyorsun…

D: ………… (ses yok)

Ben: (gözlerinin içine dimdik bakarak) Bunlar ne ilaçları?

D: (gözlerini kaçırarak) Bilmem. Verdiler içiyorum.

Ben: ……….(güldüm)

D: …………. (gene ses yok)

Ben: Endişelenmene gerek yok, buraya sana bağırıp çağırmaya gelmedim. Sana yardım etmek için geldim. Sen bana onca şey yapmana, çektirmene rağmen yine de kızımın babasısın. Getir tahlillerini de bir bakayım ben…

D: Yok benim bir şeyim. Hem bu senden sonra oldu. Hastanede her şeyime baktılar, beyin MR’ları çektiler, burada tahlil kâğıdım falan yok, hepsi orda. Sen doktor musun, bana doktorluk mu yapacaksın?

Ben: Hı hı, doktor oldum ben. Hadi kıvırmaaa… Tahlillerini dosyana işlerler, aslını da sana verirler, inat etme getir de bakayım. CD4’ün kaç, viral yükün ne?

Ben bunları söylerken yüzüme öyle bir bakışı var ki “lannn bu karı (onun tarzı böyledir) bunları nerden öğrendi, nasıl biliyor acaba…” der gibi, şaşkındı :))

İnat etti, getirmedi kâğıtlarını… Neyse… Allah’tan ilaç saatlerini babası takip ediyormuş. İlaçlarını almazsa neler olabileceğini anlattım. Ben ilaç – tedavi anlatmaya çalışıyorum,  o bana “kardeşimin kahpe karısı beni baştan çıkardı…” diye gene anlatmaya başlıyor. Bir ara dayanamadım, “e peki diyelim ki tüm bu olanlar doğru. O zaman sen nasıl baktın/yaptın bunu onunla? Nasıl bir vicdan, nasıl bir haysiyet var sende? Şerefsizlik değil mi bu? Bir de bunu her yerde anlatıp geziyorsun, utanmıyor musun?” dedim. Sustu… Tabii saniye sürmüyor başka yerden başlıyor gene anlatmaya…

Sonra kaynanamı ve kayınpederimi aldım karşıma ve “buna 5 yıl önce tanı konmuş, siz de biliyor muydunuz?” dediğimde ikisi de “yeminle kızım yeni öğrendik, bilmiyorduk” dediler. Ben de “eğer bunu bilip de bunca zaman bana söylemediyseniz hakkımı size helal etmiyorum. Ona zaten etmiyorum. Bu dünyanın öbür tarafı da var, ben orada kul hakkıyla hesaplaşacağım onunla. Ondan nefret etmek bağırmak azarlamak istiyorum ama yapamıyorum. Bana yaptığı bunca şeye rağmen kin güdemiyorum ve hâlâ yardım etmek istiyorum,” dedim. İkisi de “kızım senin hakkını biz hiç bir şeyle ödeyemeyiz. Bu ailemizin yüz karası, her gün bunu böyle çekiyoruz. Ne günah işledik ki bunu bize verdi. Tam ahir zamanımızda rahat edeceğimiz vakitte bunu çekiyoruz. Bu adam hayatı boyunca dert oldu bize, ama bu son olan bizi iyice bitirdi…” dediler…

Yazık yaaaa… Ayyy, onlar için de çok üzüldüm. İnsanın evladı, canı, kanı böyle durumda. Atsa atamaz, satsa satamaz…

D çenesini kapatıp, bir köşesinde otursa gene çok problem değil. Ama hem hiç susmuyor, hem de anaya – babaya durmadan sataşıyor. D’nin babası (eski kayınpederim) hacı. D durmadan babasına “Allah yok, ben ateistim, cehennem bu dünyada, peygamberler uydurmuş bunları…” deyip adamı dellendiriyor. Bir ara annesine şişe içinde su gibi bir sıvı getirdi:

Anne: Ne bu?

D: İç diye getirdim sana.

Anne: (Kapağı açıp kokladı)  Ayyy tiner bu, manyak mısın sen beee, çekil şuradan!

D: Hırkamın kolu boya oldu sil…

D’nin durumu içler acısı valla. Bir gülüyor, bir ağlıyor. Seri şekilde ruh hali değişiyor. Ben bir ara “bak zamanında ilacına başlasaydın şimdi böyle Cin Ali gibi olmazdın” dedim. Aayyy bir kahkaha attı. İkide bir de Cin Ali deyip durdu sonra…

Haaa bir de eski eltim için ”Kardeşim ona kadın olduğunu hiç hissettirmemiş, benimle yaşadı dişiliğini” diyor. Aaahhhahahaa ayyy bilmesem inancam haaa. Töbe töbe yaaa…

”Ben şimdi Güney’e bir insem turistler kapışır beni, ne kadınlar gelir bana, ama artık evlenmem, günü birlik ilişkilerim olur” diyor. Hâlâ aklı uçkurunda. Ahahahaaa ağzım açık kaldı. Ben de makaraya sardım iyice “Ahaaa öyle deme bee, erkeğin yaşı olmaz, sen istesen 18’lik kız bile alırsın. Ayyy evlen de şöyle jilet gibi damatlık giydirelim sana, düğününde de göbek atarım bir güzel” dedim.

Kaynanama da ”aman anne bunu böyle idare edeceksiniz, yoksa laf yetişmez, taramalı tüfek gibi. Keşke bir hastaneye yatırabilsek, iyice başına vurmuş” dedim. Kadıncağız dertli dertli, “yatıralım dedik ama gitmiyor ki kızım” diyor.

İşin garip tarafı hiç biri bana “kızım sende de HIV var mı?” demediler. Onlara gittiğimde, baştan ”ben sağlık alanında, Sağlık Bakanlığı’yla birlikte bir projede çalışıyorum, o dedikodulardan sonra bunun böyle olduğunu da araştırdım buldum” dedim. Neden, nasıl demediler… Sanırım bilmek, öğrenmek ve yüzleşmek istemediler…

Ben de bir hoşum ya, gitmişken bir de resimde çektim, neme lazımsa. Bir iki poz onu çektim (beni bu halde çekme dedi ama gene de poz verdi.) Sonra kendisi eski resimlerinden getirdi ve “bak bir zamanlar D böyleydi, şimdi ne oldu” diyor.

Acaba ne düşünüyordur? Kendimi onun yerine koyuyorum ve düşünüyorum. Anlamaya çalışıyorum… Kendini o halde görmek onu üzüyor olmalı. Aynada kendine bakarken ne görüyor acaba? Gerçekten o korku filmi karakteri görüntüsünde güneye inip kadınların peşinden koşacağı bir erkeği mi? Yoksa ömrü buyunca insanlara kara bela olan adamı mı, defalarca karısını dipsiz kuyulara kendi elleriyle itmiş kocayı mı, yoksa hiçbir zaman sorumluluğunu taşımadığı günahsız bir kızın vicdansız babasını mı?

Sanırım beni böyle iyi ve güçlü görmek D için kolay ve hazmedilir de değildir. “Sen her zaman ‘ben 10 erkeğe bedelim’ derdin, hala öylesin. Bunca zaman oldu sen dimdik ayaklarının üzerindesin, ben ne kocalık, ne de babalık yapamadım” dedi. Aha bir bu cümlesi bana ve kızıma aitti, hoopppp arkadan gene eski eltime geldi laf…

Ve o kadar zaman içinde hiç “ben HIV’im” demedi ve inkâr etti. Benim bildiğimi bildiği halde…

Kimse onunla konuşmuyor, görmek dahi istemiyor. Erkek kardeşi ölüsüne – dirisine konuşmam diyormuş. Ablası, eniştesi, yeğenleri görüşmüyor. Hiç bir akrabası evine istemiyor. Evde telefonu bu açtı mı karşı taraf hiç konuşmadan sessizce hemen kapatıyormuş.

Dün kızımla telefonda konuştum (aramadan önce kızımın danışmanını cepten aradım ve ziyareti söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi diye sordum. Danışman da bana yol gösterdi.)

Ben: Babaannenlerin ve babanın selamı var sana, işim düştü o tarafa, gitmişken babaanneni ziyaret edeyim dedim.

Kızım: Hııııı nasıllarmış?

Ben: Babaannenle deden iyi de, baban hala hasta biraz, zayıflamış. Görmek istersin diye resmini çektim.

Kızım: Aman yokk yokk istemiyorum, babaannemi çok özledim de… babamı görmek istemiyorum. Yaa anneee doğum günüme altı kişi kesin geleceğini söyledi…

… Diyerek konuyu değiştirdi : ))) Biz de doğum günü için plan yapmaya başladık. (O an doğum gününü babası ile birlikte kutlayacağımızı henüz bilmiyorduk). Kızı bile onunla ne konuşmak ne de görmek istemiyor… Ne acı yaaa… Ayyy benim kızım beni istemeyecek kafayı yerim. Eeeee babası da yemiş zaten, aynı hesap : ))))) Ama şu bir gerçek ki, ben ve kızım D’nin hiç bir şekilde umurunda değiliz. İsimlerimizden başka bir hacim kaplamıyoruz hafızasında…

Valla çok acıdım haline. Üzüldüm…

Çıktıktan sonra yüreğim hafifledi. İstediğimi yaptım: Kırıp dökmeden, acıtmadan, kendimi sinirlendirmeden… sakince… Ona dimdik ayakta olduğumu gösterdim. Ne yaparsa yapsın beni yıkamayacağını… Kendime de çocuğuma da bakabileceğimi… Hâlâ zaman zaman kulağımda yankılanan aşağılamalarını ona yüreğimdeki iyilik aynasıyla geri yansıttım.

Bir ara ona, “hiç şöyle kafanı önüne alıp da ‘ben nerede yanlış yaptım, neden bu hallere düştüm?’ diye kendine soruyor musun? O olmayan vicdanın yaptıklarından sızlıyor mu hiç?” diye sordum…

Konuşamadı…

Yutkundu…

Dudaklarının titrediğini gördüm…

İşte benim görmek istediğim de buydu…

İhtiyacı olduğunda beni arayabileceğini söyleyerek onu o gel – git dünyasında bıraktım ve çıktım.

Ben hayatıma… ileriye… geleceğe gitmek için yoluma çıktım…

Daha da ardıma bakmam…

 

Ziyaret ve eziyet arasında…

Ramazan Bayramı / Arife Günü

Babası bugün (arife günü) telefonla beni aradı ve kızını görmeyi çok istediğini söyledi. Nasıl olduysa! Benim kız da babasını değil, babaannesini görmeyi çok istiyordu. Bayramdır, sevaptır diye (kızım da istediği için) onu götürmeye karar verdim. Babaanne olmasa benim kızhiç gitmez. Sağ olsun baba birkaç yılda bir arar, hiçbir şeyiyle ilgilenmez. Kızım istemese ben de hayatta götürmezdim ya neyse. Ama bir anne olarak bunu yapmak benim görevim. Babasıyla arasına giremem. Bu onların ilişkisi. İyi veya kötü o adam (maalesef) onun babası. Şam babası! Yok yok, iskele babası.

Bakalım, yarın (bayramın birinci günü) babayı ziyarete gideceğiz. Başka bir odada babalı kızlı geçsinler karşılıklı motorlarını (çenelerini) yarıştırsınlar. Nasıl da çekmişler birbirlerine… Oysa canım kızımın, nasıl da sessiz sedasız, ağzı var dili yok, ensesine vur lokmasını al modunda bir annesi var. Aahahhhyyy benim dilim dursa elim durmaz.

Baba aradığında, kızının doğum günü olduğundan haberi bile yoktu. Ben söyledim. Ne acı değil mi? Adam zaten dünyadan bihaber, bundan nasıl haberdar olsun ki.

Ramazan Bayramı /1. Günü

Bugün kızımın doğum günü… 14 yaşını dolduruyor… Yıllar önce onu, cennet kokusuyla ilk kucağıma aldığım an neler hissettimse, şu anda da aynısını hissediyorum. O büyüdükçe ona olan sevgim de büyüdü. Hiç eskimeyen, gün geçtikçe daha da güçlenen bir sevgi bu.

Bağımlılık gibi bir şey. İnsan evladına müptela oluyor…

Zaman zaman onu uyurken seyrediyorum. Öyle masum ve savunmasız ki. Bakarken içimin titrediğini hissediyorum. Allah’tan tek dileğim ona bir zarar gelmemesi…

Benim kız tam ergenlik burhanlarında olduğu için çok zıtlaşıyoruz. Accaip fevri ve benim sabrımı çok zorluyor. Onu ÇOK sevmeme rağmen, bazen bacaklarından tutup balkondan (bu arada biz 11. katta oturuyoruz) aşağı sallandırmak istiyorum. Ya da var gücümle çamaşır gibi çitilemek.

Hani derler ya beş karış dili var diye, yok anam yok, bunun 55 karış dili var. Sırf çene, motor gibi mübarek. Geçen alışverişe gittik. Yolda dar dar darrrr, sürekli şikâyet ediyor. Ben susmaya ancak 1,5 – 2 saat kadar dayanabildim ve en sonunda “ne kadar çok söylendiğinin ve şikâyet ettiğinin farkında mısın?” dedim. Aayyy daraltılar bastı içimi. Böyle anlarda da ağzını zamklamak geliyor içimden. Taştığım zaman “Tamam sus artık, anne deme bana” diyorum, “teyze bakar mısınız?” diye devam ediyor… İnanın benim kız ayrı bir yazı konusu olur. Hatta yazı dizisi olur.

Her ne olursa olsun, her ne yaparsa yapsın, benim kızıma olan sevgim (her anne gibi) asla azalmaz, tükenmez ve kirlenmez. Elbet bu ergenlik krizleri de (inşallah) bitecek ve o da kimliğini oturtacak. Tüm ana babalar, ne kadar iyi olursa olsun, bir ergen çocuğu için hep gıcıktır. Kızımın her ne kadar tüm arkadaşları beni çok sevip, bana hayran olsalar da, ben şu an kızım için çok meraklı ve iğrenç bir anneyim.

KIZIMA NOT: Güzel kızım doğum günün kutlu olsun.

İyi ki hayat seni bana verdi…

Sahip olduğum en güzel ve en değerli hazinemsin…

Seni çok SEVİYORUM…

Babasına gittik. Aaayyyhh kâbus gibiydi : ))) ana kız cinnet geçirdik…

Gitmeden önce kızımı babasının durumu hakkında uyardım. Aklî dengesinin pek yerinde olmadığını, onunla zıtlaşmamasını ve anlayışla yaklaşması gerektiğini söyledim. “Biz üzerimize düşen görevi yapalım kızım, bize yakışan budur, bayramda ziyaret sevaptır” dedim.

Gittiğimiz andan itibaren babası başladı: “Hadiii Kadıköy’e gidelim, vapura binelim, martılara simit kopartıp atalım, benim dişlerim yok, ben yiyemem, ama martılar yiyebilir, vapurun arkasında uçuşup dursunlar, ama önce gidip pastasını alalım, dünden sipariş ettim, kendi seçsin, neli olsun?” Aayyhh hiç nefes almadan taramalı gibi başladı yine. Kızı da “yok ben gelmek istemiyorum, pasta da istemiyorum, buraya da sadece babaannemi görmeye geldim”

dedi ama, babasının susacağı yok. Babaanne, dede de susturamadı. En sonunda ben müdahale etmek zorunda kaldım: “D Zorlama kızı, istemiyor işte, bizi kalkıp gitmek zorunda bırakma. Zaten sırf senin bu huyların yüzünden kız hiç gelmek istemiyor, otur şurada sakin sakin.” Öte yandan da üzüldüm. Adam kızına pasta almak için kendince plan yapmış. Ama bu kadar baskıcı olması kızı sinir etti. En sonunda kız da bağırarak “istemiyorrruummm gelmek” deyince sustu. Sonra giyindi kendi pasta almaya gitti, Allah’tan gitti de hepimiz rahat bir nefes alabildik.

O arada babaanne ve dedeyle sohbet edebildik. Halası da gelmişti. Baba pasta ile döndüğünde, hep birlikte mumlarını üfledik, yedik ve resim çektik.

Ziyaret bitip de kapıdan çıktığımız an kızım “oohh beee! Fenalık geldi içime, bir daha da bu son olur, ya da D evde yokken gelirim” dedi. Yolda kızım bana “anneee D niye böyle oldu?” (uzun yıllardır baba demiyor) diye sordu, ben de “sahip olduğu rahatsızlıktan dolayı (Allah’tan ne diye sormadı.) Karaciğerinde de problem varmış, iyi değil, gördüğün gibi akıl sağlığı da pek yerinde değil, tedavi alıyor, umarım kısa zamanda toparlar” diye yanıtladım.

Gerçekten D’nin durumunu ben de kestiremedim. Çok zayıf, kara sarı rengi var. Ağız çevresindeki yaralar düzelmiş gibi ama karnı bir garip şişmişti. “Bak toparlıyorum, göbek de yaptım” diyor, ama değil. Annesi bazen mide üstüne kadar şişliğin çıktığını söylüyor. “Dalağına baktılar mı?” diye sordum ama “sirozum ben” diye geçiştirdi. Hafızamda parçaları birleştirdikçe tanı aldıktan sonra bir daha doktora bile uğramadığını anladım. O dönem yoğun olarak alkol almaya da devam ettiğini duyuyordum. Ne zaman ki HIV aktif hale geçti ve durumu AIDS tablosuna ilerlemeye başladı o zaman doktora gitmeye başladı. Geç müdahaleler çok büyük risk taşır.

Masada bir ara D kızına “neden gözlerini benden kaçırıyorsun” diye sordu, kızım da “şu an yemek yiyorum” diye kıvırdı. Kızım bir ara kulağıma eğilerek “anne… ben babama ‘kullandığım bu numara benim değil, arkadaşımın, onun için sana numarasını veremem, ben telefon kullanmıyorum’ dedim, haberin olsun.Sakın sen de verme, tamam mı?” diye fısıldadı… “Peki kızım vermem,” diye söz birliği ettik.

Ahahhaa D bir ara mutfakta beni kenara çekip “bak o kahpeee bana ne iftiralar atmış” diye savcılık kâğıdını okutmaya çalıştı, “aman bana ne beee, beni ilgilendirmiyor” dedim. Belli ki annesi ve babası biz gelmeden “kızın (benim kız yani) yanında sakın bunları apık sapık konuşma” diye tembihlemiş.

Çok şükür bu ziyareti kazasız belasız atlattık. Öfffffff… Valla Allah o anaya babaya sabır versin… Aman çok şükür iyi ki ben zamanında bu adamdan paçamı kurtarmışım.

Hafızamda ona ait anıları, yüreğimdeki acıları, kötü izleri silebiliyorum ama hatırası HIV hep benimle…

SON BÖLÜM

Sonradan baba bana sms yazdı ve “…’in (kızımızın) yeni numarasını bana yollar mısın?” dedi. Kız vermek istemiyor. Sonra ben kızımı karşıma aldım konuştum. Babasının numarasını verdim ve istiyorsa ona yazmasını söyledim. Dün de baba bana tekrar mesaj yazdı:

”Bir sese bir nefese o kadar çok ihtiyacım var ki. Demek ki yalnızlık buymuş. Sağol, kızım beni aradı.”

22 Aralık 2006 / 20: 06

Bu mesajı alınca ne hissetmeliydim bilmiyorum?..

“Oohh müstehak sana, beter ol!” demem gerekirken, Sadece yüreğimde yine bir acıma hissi belirdi…

Kızkulesiii