Aynı inancın sevdalıları

Türkiye’den binlerce kilometre ötede başka bir ülkede sizi hiç 70 yaşında yaşlı bir kadın sırtına alıp gezdirmek istedi mi? Adını, geçmişini bilmediğimiz o yaşlı kadın hiç tanımadığı bir insanın elini tutarak,  “Gel oğlum sana soframda bir lokma yedireyim” dedi mi? Yüzünde yılların acıları, yorgunluğu ve dramı bulunan yaşlı Bosnalı’nın ismi Zeliha İslamgoviç’ti. Yaşlı, yorgun ve güzlerinde hem gülümseme, hem de gözyaşı dinmeyen Zeliha İslamgoviç’in teklifi bana Şair Haydar Ergülen’in şu dizelerini hatırlattı:

İki kişi gibiyim

Şimdi azala azala

Birden iki kişi kaldım

Hangimizden bakılırsa bir

Birinin aynısı bu yitik zamanda

İnsan ne kadar azalsa

Bir insanın aynası

Yarısında karşı karşıya

Yüz yüze yarısında…

Bayrampaşa Belediyesi’nin organize ettiği Bereket Konvoyu’nun son durağı Bosna Hersek’ti. “Kardeşlik Sınır Tanımaz” sloganıyla yola çıkan Bereket Konvoyu, Balkanlar’da tam 7 ülke, 25 şehir dolaşarak onbinlerce Müslüman’la birlikte iftar sofralarında buluştu. Zenica’da iftarın verileceği spor salonunun bulunduğu sokakta karşılaştığım Zeliha Nine beni, “Selamünaleyküm” diyerek selamladı. Şaşırdım. Yanıma geldi. Bana, “Türk müsün?” dedi.  “Evet” cevabımla birlikte gözyaşları içinde bana sarıldı. Elimi tuttu, öptü ve göğsüne götürdü. İşin doğrusu alışık olmadığım bir durumla karşılaşmıştım. Sanki yıllardır konuşmaya hasret kalmış Zeliha Nine. Hiç nefes almadan Boşnakça konuşuyordu. Bizimle birlikte iftar sofralarına katılan ve bizi yalnız bırakmayan, Bosna Hersek’te üniversite okuyan Fazlı’ya, “Zeliha Nine bizden bir şey mi istiyor” diye sordum. Fazlı, “Hayır. Seni sırtına alıp biraz taşımak istiyor” dedi. Kanım dondu. Gözlerimden yaş süzüldü. “Neden” diye sorduğumda şunları söyledi Zeliha İslamgoviç:

“Geçmişte Osmanlı bize sahip çıktı. Şimdi ise sizler Türkiye’den, kilometrelerce uzaktan gelip burada bir lokma ekmeği bizimle paylaşıyorsunuz. Savaşta bir oğlumu ve torunumu kaybettim. O süre içerisinde de Türkiye’den gelen kardeşlerim, evlatlarım acımıza ortak oldu. Bizimle gözyaşı döktü, bizimle öfkelerini paylaştı. Dedelerimiz, atalarımız hep Türk insanının merhametinden bahsederdi. Ben savaş sürecinde buna kendi gözlerimle tanık oldum. Onun için, borcumu ödemek için gücümün yettiğince sizi sırtıma alıp  taşımak istiyorum.”

Bizleri unutmayın

Utanmıştım, sıkılmıştım, üzülmüştüm ama gurur da duymuştum. 70 yaşında bir yaşlı kadın göz yaşları içerisinde duygularını anlatırken, “borcunu” ödemek istiyordu. Zeliha Nine’nin elini tuttum ve iftar salonuna birlikte gittik. Ekmeği bölüştük, çorbayı içtik. Birlikte dua ettik. Sonra sarılıp, ağlayarak ayrıldık.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, AKP İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu, Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda Türk, Bereket Konvoyu’nun son durağı olan Bosna Hersek’te yer aldı. Bütün amacın Balkanlar’da Osmanlı’nın bıraktığı mirası yeniden canlandırmak, bir lokma ekmeği birlikte paylaşabilmek olduğunu belirten Hüseyin Bürge, “Türkiye’nin daha fazla bu bölgelere gelmesi lazım. Gerçekten bizlere ihtiyaçları var. Desteğimizi onlardan hiçbir zaman esirgememeliyiz” dedi.

Türkiye’nin desteği önemli

Zenica’daki iftar buluşmasına genci yaşlısı binlerce soydaş katıldı. Zenica Belediye Başkanı Hüseyin Sımayloviç, “Bu 6 bin kilometrelik yolu kapsayan iftar programımızda, bizi de bir durak olarak görmenizden dolayı size teşekkür ediyorum. Buradan memleketinize hatıralarla dönün, bizleri unutmayın. Bir de iş adamlarına sesleniyorum, gelin buraya yatırım yapın, biz sizlere her türlü kolaylığı sağlamaya hazırız. Ben ve bütün halkım Türkiye’ye her zaman minnettardır. Bölgenin şu an en önemli sorunu işsizlik ve geçim sıkıntısı. Dost, kardeş Türkiye’nin yardımıyla, Allah’ın izniyle bu sorunumuzun da üstesinden geleceğiz.”

Yüzler asık, sokaklar mahsun

Bayrampaşa Belediyesi’nin öncülüğünde gerçekleşen iftarın geçmişte ve savaş sürecinde yaşanan kardeşlik bağlarının geliştiğine dikkati çeken Zenicalı yaşlı Boşnak Müslüman Halil Karayiç, sofrasındaki pideyi paylaşıyor bizimle. Türkiye’ye her zaman minnet duyduklarını belirten Karayiç, “Bu karşılıklı sevgiden beslenen ilişkilerimizin sonraki nesillere aktarılması için ben çocuklarıma, torunlarıma sürekli anlatıyorum. Önce Sırplar, ardından Hırvatlar’la yaşanan savaş bizi çok hırpaladı. Sokaklar halen savaşın acımasızlığıyla utanç abidesi gibi her gün karşımıza çıkıyor. Yüzler asık, sokaklar mahsun, binalar solgun. Hep birlikte ayağa kalkmalıyız” dedi.

Aynı kitabın kardeşleri

İftarda bir konuşma yapan Başbakan Yardımcısı ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin de, “Sanıyorum bu ilk kez düşünülmüş ve uygulanmış bir etkinlik. Bunu ilk düşünen ve uygulayan Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge’ye teşekkür ediyorum. Burada kardeşlerimizle iftar açtık, bu mutluluğu anlatmamıza imkan yok. Aynı inancın sevdalıları olan aynı kitabın kardeş kıldığı insanlar olarak, mübarek bir ayda, bir araya gelmek, hem bunu Türkiye açısından, hem de yörede yaşayan insanlar açısından önemsiyorum. Bu dünya barışına da katkı sağlayacaktır. Bu kardeşlik ve karşılıklı anlayış yaygınlaştıkça, bu coğrafyada yaşanan olumsuzlukları tekrar yaşama gibi bir noktadan bu bölge ebediyen uzaklaşacaktır” dedi.

Gençler camilere akın ediyor

Bosna’da 1992 yılının ilkbaharında başlayan savaş acımasız yüzünü kısa sürede gösterdi. Bosna’nın kuzeyini hedef alan saldırıların amacı bu bölgelerden Boşnak ve Hırvatlar’ı uzaklaştırarak Sırp devletini kurmaktı. Sırplar’ın bu saldırıları bölgedeki diğer etnik gruplar için tam bir felakete dönüştü. Kuşatma altındaki şehirler ve mülteci kamplarında pek çoğu çocuk ve yaşlılardan olmak üzere binlerce Müslüman işkence edilerek öldürüldü. Bosna’nın bütün şehirlerinde savaş yıllarının acımasızlığından sonra, insanların yüzüne bir tebessümün yerleşmeye başladığını görüyorsunuz. Barışın, insanlara verilen en güzel şeylerden biri olduğunu anlıyorsunuz, o tebessümü gördükçe. Yine de zor, savaş yorgunu bir şehrin, kasabanın, mahallenin ve köyün sakini olmak. Zenica’da verilen iftarın ardından camide teravih namazı kılmaya giden halkı gözlemliyoruz. Büyük bir çoğunluk gençler ve çocuklardan oluşuyor. Özellikle Osmanlı’nın dağılma sürecinden sonra ve savaş sırasında Müslümanlar’a uygulanan baskı, şiddet, işkence ve öldürme olayları gençleri dine bağlamış. Cami cemaatinin büyük bir çoğunluğu genç kız ve erkeklerden oluşuyor. Bölge için en önemli sorun işsizlik. İşsizlik belini büküyor insanların. Savaş yıllarında ülke dışına çıkmak zorunda kalan birçok üretken insan, geri dönmemiş. Saraybosna başta olmak üzere ülkenin birçok şehrinin sokaklarında çok sayıda dilenci var.

Bosna’nın babası Aliya

1992 yılında başlayıp tam üç yıl süren acımasız, amansız savaşın bıraktığı izler bütün dramlarıyla birlikte yaşıyor, Sarajevo, Tuzla, Zenica ve Mostar sokaklarında. Bütün dünyanın gözleri önünde olan ve üç yıl süren savaşta ölen 250 bin kişiden 130 bininin masum Müslüman insanlar olduğu belirtiliyor. 1992 yılında bağımsızlığını ilan eden Bosna Hersek’i Türkiye başta olmak üzere birçok ülke tanıdı. Bosna’nın 22 Mayıs’ta Birleşmiş Milletler’e yaptığı üyelik başvurusu kabul edildi. Aliya İzetbegoviç, Bosna’nın babası. Herkesten önce, şehitlerin ve gazilerin babası. Baba evini ziyaret eder gibi, önce şehitlerin arasında yatan Aliya’ya gitmelisiniz Sarajovo’ya vardığınızda. Bitmeyen bir yağmur gibi gökyüzünden yere yağan, yeryüzünden göklere yükselen derin bir hüzün.  Yüzyıllar önce kavuşan ellerin, acıyla, gözyaşıyla, kanla birbirinden koparılışı, sevginin, simsiyah, dev çivilerle acımasızca çarmıha gerilişi… Bütün dünyanın tanıdığı ismiyle, Aliya İzetbegoviç, Sarayevo’ya bakan bir yamaçta, şehitlerinin, askerlerinin arasında yatıyor. Aliya İzetbegoviç ölmeden önce bıraktığı vasiyetinde, “Beni Osmanlı şehitlerinin bulunduğu mezarlığa defnedin. Özel bir anıt, yapıt istemiyorum” diyerek Osmanlı’nın, halkının,  şehitlerinin yanına defnedilmek istemişti.  Bosna Hersek’te, Balkanlar’da bıraktığımız insanlar, bıraktığımız emanetin bedelini, defalarca ödediler. Son acı ise hem bizim, hem de tüm dünyanın gözleri önünde oldu. Bütün dünya, Bosna’da insanlığın her gün öldüğüne, her gün katledilişine şahit oldu. Tanıklık etti. Bosna Hersek’in kalbi sayılan Saraybosna’ya gelince, ilk önce tüm Müslümanlar’ın ve Bosna Hersek’in “Babası, atası” sayılan Aliya İzetbegoviç’in kabrini ziyaret edip şehitlere dua edilir.

Osmanlı mezarları

Sarajevo’da genç şehitler ile tarihin belgesi gibi duran Osmanlı mezarlığının arasından küçük bir yol geçiyor. Şehitler ve gaziler, dünyada ve ahirette birbirlerine çok yakın. Şehitliğin bulunduğu mezarlığa gidenler önce tarihi mezarlığı ikiye bölen yolda dua ediyor. Ardından şehidi olan mezara gidip duasını yapıyor. Bosna Hersek’in bütün şehir ve köylerinde özellikle 1992 ve 1993 ölüm tarihli yüzlerce mezara rastlayabilirsiniz. Çünkü savaşın en acımasız dönemi bu iki yılda olmuştur. Şehit mezarlarının hepsinde ay yıldızlı bayrak bulunur. Gezi boyunca bize rehberlik yapan AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, İvo Andriç’in bir yorumunu Osmanlı kabristanının yanından geçerken şöyle anlatıyor: “Yıllar geçtikçe, taşları biraz daha toprağa gömülüyor Osmanlı mezarlarının. Ve toprağa gömüldükçe, heybetleri artıyor…”

Bu topraklarda yatışımız, bir daha ayrılmamak üzere sevdiğimizin delilidir. Aşık olunacak bir şehirdir Saraybosna. Hele, son savaşta aldığı yaralardan sonra, daha da derinleşmiştir çizgileri. Evlerin, binaların duvarlarındaki kurşun yaraları, bomba delikleri, sokaklarındaki, çarşılarındaki bomba izleri şehrin gövdesine işlenmiş yüz binlerce madalya gibi duruyor şehirlerde, köylerde. Sırplar’a ve Hırvatlar’a karşı verilen mücadelenin sonucunda bütün görkemiyle ayakta kalmayı başarabilen Osmanlı mezarları, yapıları ve Boşnaklar’ın direnci tüm dünyaya adeta bir ders niteliği taşıyor. Bütün ülkeyi bir anne şefkatiyle saran yüksek dağları, pırıl pırıl akan ırmakları ve tarihin içinde yürüdüğünüzü hissedersiniz Bosna’nın her sokağında, ilçesinde ve köyünde.

Başçarşı’da Türk kahvesi 

Bosna Hersek’te görülmesi gereken yerlerden birisi de Başçarşı. Başçarşı, İstanbul’daki Beyoğlu gibi hareketli bir yer. Türkiye’den bu ülkeye giden Türk öğrencilerle dolaşırken bir grupla karşı karşıya geliyoruz. Herkes meraklı gözlerle onlara bakarken Adem başlıyor anlatmaya, “Bunlar Mladi Muslumani Grubu’nun elemanları. Savaş sırasında gençler arasında çok etkili olmuş bir grup. Genç Müslümanlar anlamına geliyor.” Çarşı içerisinde dolaşırken duvarlarda, Aliya İzetbegoviç’in resimleri, savaştan anıları yansıtan çalışmalar, Fatih Sultan Mehmed’in fermanı ve bazı program duyuruları var. Ancak, eski günlerin hareketliliğini, ne yazık ki göremiyoruz. Osmanlı Çarşısı’nda Türk kahvesini içtikten sonra, kahvede yanımızda oturan gençlere yaklaşıyorum. Türkiye’den geldiğimi söyleyince hepsi birden ayağa kalkarak “buyur” ediyorlar beni masalarına. Gençlerden birisi hemen atlıyor, “Mladi Muslumani ile bir ilgimiz yok” diyor. Devam ediyor genç Rafid, “Birazdan, klibimizi seyredeceğiz. Bu bizim ilk klibimiz. Siz de izlerseniz, çok seviniriz.” Gençlerin hatırını kırmayarak Türkiye’den gelen bazı konukları da masalarına davet edip gençlerin ilk klibini birlikte izliyoruz. Ayla ve Rafid, birlikte söylüyorlar. Romantik, biraz da hüzünlü bir şarkı. Tarihi mekanlarda çekilmiş. Ayla’ya savaşı soruyorum, “Acı, yıkıcı, yaralayıcı ve tamir edilmesi güç derinlikler bıraktı hepimizde” diyor. Savaş sırasında, babası Saraybosna’daymış. Ayla, annesi ve kardeşleriyle birlikte İtalya’da mülteci olarak kalmışlar.

Her evde bir gurbetçi var

Bosna Hersek’te Osmanlı’yla başlayan aydınlanma süreci savaşla birlikte hız kesmeden devam etmiş. Bu yüzden kentte ciddi bir entellektüel gelişme söz konusu. Boşnaklar, Avrupa’nın ortasından varlıklarını devam ettirebilmek için felsefe, edebiyat ve teoloji alanında güçlü isimler yetiştirmeye çalışıyor. Bosna’da felsefe, ilahiyat ve İslam felsefesi alanında yetiştirilmiş ve halen yetişmeye devam eden çok sayıda kadın ve genç var. Ülkenin tamamında her ailede mutlaka bir gurbetçi bulunuyor. Savaştan sonra hayatta kalanlar ülkeye ekonomik gelir sağlamak için Avrupa’nın birçok ülkesine çalışmaya gitmiş. Başkent Saraybosna’nın iki yüzü var. Kentin ilk bölümü Osmanlı mimarisinin izlerini bütün dokusuyla yaşatırken, ikinci bölümü Avusturya-Macaristan döneminin izleriyle dolu. Birinci kısımla ikinci kısım ortada bizim Arnavut kaldırımı dediğimiz yolun bıçak gibi kesilmesiyle başlıyor. Boşnak gençler bu kenti bir uçtan bir uca tıpkı İstiklal Caddesi’nin turlar gibi gezerken, ezan sesini duyduklarında Begova (Gazi Hüsrev Paşa) Camii’ne doluşuyor.

Ezan sesini susturamadılar

AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz gezimiz boyunca bize Bosna Hersek’le ilgili tarihi bilgileri anlatıyordu. Savaş sırasında da bu bölgeye gelip birçok Bosnalı Müslümana yardım edip destek olmuş. Öyle ki, yol boyunca dağların arasından giden her bir kilometrede anısı olduğunu anlatıyordu. Savaş sırasında tünellerin, yolların Sırp ve Hırvatlar tarafından bombalandığını, kullanılmaz hale geldiğini belirtiyordu Gündüz. Şehirlere yardımları, destekleri ulaştırmak için günlerce dağ yollarında yürüdüklerini söylerken gözleri dolu dolu oluyordu. Bosnalılar, dünyada üç yerde ezan sesinin kıyamete kadar dinmeyeceğine inanıyor; Mekke, İstanbul ve Bosna. Bu yüzden kentin aylarca elektriksiz ve susuz kaldığı günlerde şehrin semalarında ezan sesi duyulması için ellerinden geleni yapmışlar. Arada sırada kente elektrik verildiğinde erkekler savaşta olduğu için Boşnak kadınlar ellerine mikrofon alıp ezan okumuşlar. Bosnalılar kendilerine Türk denmesinden hoşlanıyor. Boşnak mısın? sorusuna çoğu “Hayır, Türk’üm” diye cevap veriyor.

Aşk’ın şiddete cevabı: Mostar

Bazı yaralar sarılsa da iyileşmiyor; yaralı kentlerin kendine gelmesi ise hiç kolay değil. 1992 yılında başlayan ve giderek şiddetini arttıran Bosna savaşı sırasında Hırvat topçu ateşiyle 9 Kasım 1993’de yıkılan Mostar Köprüsü’nün herkesi göz yaşına boğan “düşüşü” tüm Müslümanlar’ı derinden yaraladı. Savaş yaralarının bıraktığı izleri, Mostar Köprüsü’nde de, insan üzerinde ve tarihi dokusunda da halen görmek mümkün. Mostar Köprüsü, Mostar’ı ikiye ayırır. Doğu ve Batı Mostar. Doğu’da Müslümanlar, Batı’da ise Hırvat’lar yaşıyor. Her Mostarlı’nın anlatacağı bir ‘öteki’ öyküsü var burada; tanıklık için câmiler, hamamlar ve köprünün konuşması gerekmiyor… Dört asır boyunca kentin iki yakasını birbirine bağlayan Mostar Köprüsü, etnik kavganın kültür cellâtlığına dönüştüğü bir dönemin zorlamasıyla, göz açıp kapama süresinde, varlığını yitirdi. Mostar’a hakim bir tepeye mevzilenen Hırvat topçular, köprüyle birlikte beş asır sürmüş bir uygarlığı da yıkmışlardı. Mostar’da yıkık veya yıkılmaya yüz tutmuş tarihi bina sayısı oldukça fazla. Özellikle Osmanlı döneminde yapılan yapılar adeta “ağlayarak” onarılmayı bekliyor.

Gökkuşağını parçaladılar

Mostar, Mimar Sinan’dan el almış Mimar Hayrettin’in eseri değil artık, ancak yine de yobazlığa ve uygarlık düşmanlığına inat, kentin iki yakası arasında tarihe tanıklık etmeyi sürdürüyor. Osmanlı döneminde Mostar’da yapılan 43 cami’den birçoğu şimdi ya yıkılmış, ya bombalanmış. Ayakta kalabilenler Türkiye’nin de destekleriyle onarıldı. Tıpkı  yeniden imarından sonra kapıları bir kez daha ibadete açan Karagöz Bey Camii’ni yaptıran Osmanlı beyi gibi… Tıpkı Osmanlı’ya sadrazamlık yapmış Sokullular ve pek çok Balkan kökenli devlet adamı gibi… Bir gün, bir ateş düştü köprünün ortasına. Ayırmak için. Koparmak için. Irmağın üstünde kavuşan eller, parçalandı. Şair Kamil Eşfak Berki, köprünün vuruluşunu, o günlerde Mostar Köprüsü’ne Ağıt’ında, şiirin diliyle “Gökkuşağını parçaladılar / Üstünde nişanlılar buluşur / Üstünde şairler karşılaşırdı / Mostar Köprüsü’ne ateş ettiler” mısralarıyla anlatıyordu.

65 Türk taş ustası onardı 

1566 yılında, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Büyük Mimar Sinan’ın Rumelili çırağı Mimar Hayrettin tarafından yapılmıştı Mostar Köprüsü. Özenle kurulmuştu, güzel güpgüzel. Bütün taşlarına insan eli değmiş, bütün taşları aşkla işlenmişti. Bir hilal gibi, bir çiçek gibi, ‘gökkuşağı’ gibi kondurulmuştu Neretva ırmağının üzerine. Mostar Köprüsü’nün yeniden onarımı için Türkiye’den 65 taş ustası günlerce ter döktüler. Türk ustalar gece gündüz çalışarak 20 metre yükseklikteki 26.80 metrelik ayak açıklığıyla Avrupa’nın açıklığı en büyük kemerinin yapımını tamamladı. Proje 3 milyon 700 bin Euro’ya tamamlandı. Mostar Köprüsü, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerin himmeti ve UNESCO’nun gayretiyle yeniden inşa edildi.  450 yıl önce kullanılan taşların bir bölümü ile o taşların çıktığı ocaktan yeni üretilen malzeme kullanılarak inşa edildi yeni köprü… Her haliyle biraz melul görünse de, bir inadı temsil ettiği için, varlığını sürdürmesi en az eski köprü kadar anlamlı.

Mostar’ı yıkan tepeye haç

Boşnaklar, önce Sırp, ardından da Hırvatlar’la amansız bir savaşla karşı karşıya kaldı. Gücü, takati tükenen Boşnaklar, Osmanlı döneminde yapılan ve Müslümanların “kalesi” sayılan Mostar’ın kurşunlanmasını, bombalanmasını büyük bir üzüntü içerisinde izliyorlardı. Tüm Dünyanın gözleri önünde süren acımasız savaşın ardından Müslümanlar’a duyulan kin ve nefretin utanç abidesi gibi bir belge duruyor Mostar’a hakim Hun Dağı. Hun Dağı’na yerleşen Hırvat topçular, tepeden onlarca top atışlarıyla ağlaya ağlaya yıkılan camiler, binalar ve Mostar Köprüsü’ne isabet eden topların atıldığı dağa Hırvatlar oldukça büyük bir haç işareti dikmişler. Mostar’ın her yerinden görünen bu haç işareti aynı zamanda ışıklandırılmış. Tepeye dikelen haç’ın Kosova’da ve diğer şehirlerde de olduğunu öğreniyoruz.

Blagay’da Sarı Saltuk

Tarihi kaynaklara göre Türkmen dervişlerinin Rumeli’ye akınları 13. yüzyılda başladığını gösteriyor. Sarı Saltuk, bu dervişlerin öncülerinden. Dervişler elbette bu ülkelere savaş için değil, sevgi için geliyorlar. Bu yüzden, dervişlerin buralardaki izleri, Osmanlı fetihlerinden daha eski. Blagay’daki tekke, o dervişlerin hatırasını bugüne kadar taşıyor. Dağ büyüklüğündeki bir kayanın içinden doğan ırmağın suyu buz gibi. AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz otobüslerle Blagay’a giderken, “Suyun içerisinde çıplak ayakla bir dakika durana benden mükellef bir kuzu” dedi. Ancak hiç kimse buz gibi suya girmeye cesaret edemedi. Irmağın doğduğu yerde, kayalara işlenmiş, kuşyuvası gibi bir ev, Blagay Tekkesi. Uzaktan bakıldığında, mimarisiyle, beyazlığıyla, yüzük taşını andırıyor. İçinde, Sarı Saltuk’un makamı ve Sarı Saltuk’un dervişlerinden ‘Açıkbaş’ adıyla bilinen zatın türbesi bulunuyor.

Her yerde Türk kahvesi

Fatih Sultan Mehmet ve ordusu bu topraklara gelmeden, bir Osmanlı dervişi 1466’da Mostar’ın Blagay beldesine gelip yerleşmiş. Sarı Saltuk olarak tanınan bu zat dünyanın en büyük su kaynaklarından olan Buna Nehri’nin doğduğu mağaranın yanına medresesini kurmuş. Buna Nehri’yle birlikte bölgenin manevi susuzluluğu da bu kaynaktan giderilmiş. Sarı Saltuk’un dünyanın 8 yerinde kabrinin bulunduğunu söyleyen dervişleri, onun kurduğu dergâhı onararak havası, suyu ve eşsiz güzelliğe sahip beldedeki canlılığı sürdürmüşler. Biz de dergahı gezip Buna Nehri’nin kaynağından su içiyoruz. Dergâhta haftada iki gün halka açık zikir yapılıyor. Bölge halkı Sarı Saltuk’un kabrini ziyaret edip Buna Nehri’nin bu eşsiz güzelliğinden nasipleniyorlar. Blagay, Adriyetik’e 45 kilometre mesafede. Mostar’a 150 kilometre Neritva Nehri kıyısından o eşsiz tabii güzellikleri izleyerek gelirken Yablaniça Gölü’nün kıyısında mola vererek Türk kahvesi içiyoruz. Burada her yerde çay bulunmasa da Türk kahvesi mutlaka bulunuyor. Tarihi güzelliği kadar tabii güzelliğe de sahip Bosna için neden bu kadar kan döküldüğünü bu güzelliklere baktıkça anlıyoruz.

Evimizin mutfağı

Bosna Hersek’te mutfak kültürün bir parçası. Önünüze bir sofra açıldığında, “Ben bu yemeklere hiç yabancı değilim” diyorsunuz. Yemek isimleri de hemen hemen Türkiye’yle ortak. Sarajevo ve diğer şehirlerde ev yemekleri yapan lokantaların tamamında pişirilen yemekler birbirine benzer. Zenica’da bir lokantaya girip, sahibinden pişirdiği yemeklerin isimlerini yazmasını rica ediyorum. Skembe Çorba, Begova Çorba, Paçe, Dolme, Kzartma, Bamja, Cevab, diye sıralıyor yemeklerini. Cevab, ‘kebap’ın Boşnakçası. Köfteye de cevab diyorlar. Boşnakların da bir köftesi var ama, bizdeki köfteye göre biraz büyük hacmi. Börekçilerden birinde, servis yapan genç hanıma adını soruyorum. Hatice, diyor. Aşina bir isim. Buradaki isimler, hep öyle. Böreği, tepsiyle sacın altına koyuyorlar. Sacın üstü, köz ve kül. Dengeli bir sıcaklıkta, tandırda pişer gibi pişiyor börek. Bizdeki böreklere göre daha itinalı hazırlıyorlar.

 

Rakamlarla Bosna Hersek

Resmi adı: Bosna Hersek

Konumu: Güneydoğu Avrupa, Balkan Yarımadası

Yüzölçümü: 51.129 kilometrekare

Başkenti: Saraybosna

Anayasa: 14 Aralık 1995

Nüfus: 3.922.205 (tahmini)

Etnik Dağlım: Sırp yüzde 31, Boşnak yüzde 44, Hırvat yüzde 17, Yugoslav yüzde 5.5, diğer yüzde 2.5.

Diller: Boşnakça, Sırpça Hırvatça

Dinler: Müslüman yüzde 40, Ortodoks yüzde 31, Romen Katolik yüzde 15, Protestan yüzde 4.

(İlk Yayın: Tercüman Gazetesi)

Erhan Öztürk