Malumunuz Picasso Bey geçenlerde İstanbul’a teşrifte bulundular. Hem de ne teşrif… Tüm İstanbul O’nun adıyla çalkalanır oldu. Bu sanatsever toplum Picasso’ya bir ilgili görmelisiniz. Meğer tüm halkımız O’nu bekliyormuş da haberimiz yokmuş. Neyse efendim bir pazar sabahı erkenden, biz cahil birkaç kişi toplanıp, sergiye gittik. Erken dediysem; hani sıra vardır belki, çok beklemeyelim, çıkışta da öğle yemeği yiyelim niyetindeydik. Boşa dememişler evdeki hesap çarşıya uymaz, diye. Emirgan boydan boya Picasso severler tarafından zapt edilmiş. Sahil-i deryada insanlardan dizilmiş bir kolyenin parçaları gibi uzanıp gittik. İçerde yer kısıtlı parti parti giriliyor. Neyse tee nerelerden kalktık geldik, bekliyoruz. Mis kokulu simitleri kemiriyoruz derken hafiftenden yağmur atıyor… Yani herşey olması gerektiği gibi. Çeşitli zorlu etapları atlatıktan sonra içeri giriyoruz. Ve girdiğimiz anda anlıyoruz ki, beklediğimiz her ana deymiş.
Bir dehanın ruhu tüm binaya sinmiş. Sizi varoluşu karşılıyor. İşe o andan itibaren, kendinizi bu dehanın gözlerinden dünyayı görmeye bırakıyorsunuz. O’nun gözleri bir anda gözlerimiz, beyni bir anda beynimiz oluyor. Bir de bakıyoruz ki, işler o kadar da tıkırında değil hani. Evet Picasso’nun gözleri dünyaya olduğu gibi bakıyor ve bizlerin ruhunda bir sarsıntı vuku buluyor.
Günlükleri var eserlerinde, kadınları, aşkları, umutları, çocukları, öfkeleri … İnsana dair ne varsa… Ama O’nun gözlerinden ortaya koydu dünya görüşünün dehasını da görmemek mümkün değil. Sadece olduğu gibi olmuş bir deha, bir sanatçı… Sergi salonunda dolaştıkça eserlerinden fışkıran düşünceleri beyninize doğru yol kat etmeye başlıyor. Zamansız, yersiz, mekansız, kırılmış eserler. O’nun gözlerinde görünenin ötesi var. O’nun ruhunda bu dünyanın tüm boyutlarının izdüşümleri. Seramik çalışmalarından “Güneş” dalıyor fikrime… Bu güneş nerdedir, kimdedir bilinmez. Ama bu dünyadan gözükmeyen bir Şems misali, almış sergideki yerini.
Katlardan oluşan sergi salonu sanki O’nun yolunun izinden parçalar taşıyor. Ve bizler de basamaklardan birer birer çıkıyor, iniyoruz.
Bir de görsel biyografi hazırlamışlar sağolsunlar, başlıyoruz izlemeye… Ne zaman ne yapmış ne etmiş derken, vaktî zamanında Kominist Parti için, hazırlamış olduğu “Güvercin” düşüyor gözlerimizin önüne. İşte bundan sonra barışın sembolü olmuş, bu güzel güvercin. Tatmin olmuyoruz madem öyle bir daha seyredelim şu bilgileri diyor, yeniden seyretmeye başlıyoruz. Nedense gözlerim güvercinin hüznüne takılıyor. Bu büyük dehanın dünya barışı için resmettiği bu güzel güvercin, dünyaya hüzün dolu bakıyor. Daha dikkatli baktığımda görüyorum ki, hüznün ötesinde doğasından gelen bir kabulleniş var sanki…
Bizler dünya denilen boyutta eksi ve artıların ahengine ne kadar uyum sağlarsak o kadar varolabiliyoruz. Hal böyleyken Picasso’nun güvercininin bedenindeki ve gözlerindeki hüzün neden? Belki Picasso’nun hayat verdiği bu minik güvercin, insanların kabul etmekten ve görmekten kaçığı pekçok şeyin farkındadır. Tıpkı Picasso gibi… Bu dünyaya ait ilkel enerjilerin içinde kainatın efendisi olacak kudrette sahip bir ruh, nasıl olur da daha oluşundan ortaya çıkan bu tezatlığın, içindeki ritmi tüm evren boyutunda yakalayabilir? Aslıda herşeyin sadece bir andan oluştuğu bu dünyada bu hem bir anın olması kadar güçlü, hem de sadece bir an kadar güçsüz. İşte gerçeklikle yaşadığımız dünya boyutunda aynı kapta pişmek zorundayız. Bunu başaran marifet sahibi kişilere (Picasso’da dahil olmak üzere) bir kez daha selam olsun!
Bizim Dünya Barışı için Picasso’nun gözlerinden çizilen bu güvercin, duruma pek bir umutsuz bakıyor. Peki biz nasıl bakıyoruz? İnsan kendini nasıl bilirse, dünyayı ve tüm yaşam formlarını da öyle bilirmiş. Bu kadar kavga kıyamet acaba kendisiyle bile sürekli kavga eden biz insanoğlunun eseri olmasın sakın…
Diyeceğim odur ki, kişi kendini bilmeli evvelden ve ezelden.. sonra da yaşadığı yani kendi ellerimizle yarattığımız bu dünyaya… Atılan her kahkahada, aşık olan her gönülde olduğu gibi acı çeken, öldüren her yürekte de bizlerden bir parça var. Bu dünyayı oluşturan biz insan formları, oluşan her enerjinin de sorumlusuyuz. Her zaman ve önce kendimizden başladığımız ahenk içinde bir dünyada, teklikte buluşmak dileğiyle…