Olan, olmakta olduğu zamanı öyle bir doldurur ki, orada tercihleriniz, memnuniyetsizlikleriniz ya da inançlarınız için yer yoktur.  Sorun geçmişi ve geleceği, olan ile, şimdi ile karıştırmamızdadır. Geçmişte ve gelecekte daima tercihlerimiz, memnuniyetsizliklerimiz, pişmanlıklarımız ya da endişelerimiz için bol yer vardır. 

Mesele ne kadar doğal ve kendiliğinden olduğunuz ne kadar öyle olmadığınızdır. Hakikate uyanabilmek için olguların oldukları gibi olmalarına, doğal olmalarına izin vermelisiniz. Doğal ve kendiliğinden olmayan bir olgu kusurludur, gerçek değildir ve zarar verir. İnsanı cehalete ve yanılgıya sürükler. 

Kendiliğindenliğe ulaşmanın yolu bırakmaktan, fazla olandan arınmaktan geçer. 

*****

Doğduğumuz an itibariyle bir şey olmak üzere eğitiliriz. Olduğumuz hâl daima kusurludur. Öyle yemek yememeli böyle yemek yemeliyiz. Öyle konuşmamalı böyle konuşmalıyız. Şu okula gitmeli şu kitapları okumalıyız. Bizi biçimlendirmek üzere orada bulunan -meli’ler ve -malı’lar listesinden elimizden geldiğince çok şeyi yapabilmeliyiz. Elbette bizim de -meli ve -malı’larımız vardır. (Ben) Böyle olmalı, böyle olmamalıyım. (Durum, kişi, zaman, olay) Böyle olmalı ve böyle olmamalı.

Dünyadaki hemen hemen herkesin içinde “Bu (kişi, olay, durum…) yeterince iyi değil” algısı vardır. Üzerinde sakin sakin düşündüğümüzde bunun tersine karar versek bile, bir anda bir olayla karşı karşıya kaldığımızda, hemen yeterince iyi değil algısı beliriverir. Özellikle de bu olay bizim istediğimiz ve ulaşmaya, elde etmeye çalıştığımız ya da istemediğimiz, kurtulmaya çalıştığımız bir olaysa. 

Yeterince iyi değil algısı zamanda iki yöne giden bir algıdır. İlk olarak geçmişe gider ve pişmanlık hissiyle yaşanır: keşke şöyle olsaydım, keşke şöyle yapsaydım, keşke şöyle olsaydı. İkinci olarak ise geleceğe gider ve endişe hissiyle yaşanır: ya şöyle olamazsam, ya şöyle olmazsa..? 

Bu iki algı şimdiki zamandaki beni etkiler ve kendimi yetersiz bulmama sebep olur. Ben, geçmişin yarattığı “kusurlu bir varlık” olarak, kaçınılmaz bir şekilde gelecekte de kusurlu bir varlık olacak ve kusurlu işler yapacağım. Bu sebeple, bu kusurlu varlığın kusurlu şeyler yapmaması için onu ehlileştirmeli, yönetmeli, değiştirmeliyim. Kendimi bu halimle kabul etmek mi? ASLA!

İnsanların üzerinde yürüdükleri yol işte budur.

*****

Çocukken en sevdiğim hikayelerden bir tanesi küçük kara balık hikayesiydi. Belki siz de okumuşsunuzdur o hikayeyi. Küçük kara balıkların en sevdiğim özelliği akıntının tersine yüzmeleridir. Manevi öğretiler de öyledir: herkesin gittiği yönün tersine gitmekten oluşurlar. 

Bu, tuhaf ya da havalı görünmek ya da ilginç olmak için yaptığınız bir şey değildir. Sadece herkesin kaçtığı şeyin üzerine siz gülümseyerek yürürsünüz, herkesin tuttuğunu siz bırakırsınız, herkesin güldüğüne siz ağlar, herkesin ağladığına gülümsersiniz, doğal olarak da herkesin yaptığının tersini yaparsınız.

Bu nedenle uyanışa doğru ilerlediğimiz yolda ilk adım olduğumuz şeyi kabul etmektir. Hatta kabul etmekten öte olduğumuz şeyi olmayı öğrenmektir. Olduğumuz şey daima olan şey ile birlikte varolur. Olanı ve olduğumuz şeyi birbirinden ayıramayız. Olmaktan pişmanlık duyduğum ya da hayıflandığım şey geçmişin, olmak istediğim şey geleceğin ürünüyse, olduğum şey şimdinin ürünüdür. 

*****

İnsanın sabahtan akşama yaptığı şey memnun olmamaktır. Kusur bulmaktır. Ya ister ya istemez, ya reddeder ya arzular. Bu tür durumların hepsi aynı şeyi işaret eder: bundan memnun değilim. Bu olandan memnun değilim. Olandan memnun olmamak kendimden memnun olmamakla aynı şeydir. Memnuniyet “olanı” deneyimleyip, bununla ilgili bir yorum yapmaktan ibarettir. Aynı şekilde memnuniyetsizlik de böyledir. Her iki durumda da olanı şimdiki zamanda deneyimler ama yorumumu geçmiş bir zaman için, gerçekte varolmayan ve değiştiremeyeceğim bir zaman dilimi için yaparım. Bu yorumu yapmamın tek sebebi, benzer bir olayı gelecekte bu kez daha farklı, daha tercih ettiğim şekilde yapmaktır. Az önce anlattığım, pişmanlık ve endişe böyle doğar. 

İşte size akışın tersine gitmek, bir küçük kara balık olmak için ipucu: geçmişi değiştiremezsiniz çünkü geçip gitti. Geleceği değiştiremezsiniz çünkü henüz gelmedi ve onun nelerden ibaret olacağını bilmiyorsunuz. Şimdiyi değiştiremezsiniz çünkü şimdi sürekli değişim halindedir ve siz ona odaklandığınız anda geçmiş olur. Yapabileceğiniz tek şey, geçmiş ve gelecek için yorumunuzu değiştirmektir. Eğer siz memnuniyetsizliğinizi bırakır ve kendinizi ne iseniz öyle kabul edebilirseniz olgular kendi başlarının çaresine bakarlar. 

*****

Eğer bana manevi yolu tek kelime ile özetle deseniz o zaman yanıtım, “Bırakmak” olur. Neyi bırakmak? Olmayanı. Fazla olanı. Şimdiki zamana uymayanı. Bana uymayanı. Gerçek olmayanı. İnançlarımı! 

Memnuniyetsizliğim, inançtan başka bir şey değildir. Şimdiki zaman ve inanç ya da memnuniyetsizlik, arzu, nefret, istemek ya da istememek bir arada varolamaz. Şimdiki zaman, “olmak”tır, “tercih etmek ya da tercih etmemek” değil. Olmakta böyle şeylere yer yoktur. Olmakta, bu tür şeyler için boşluklar yoktur. Olan, olmakta olduğu zamanı öyle bir doldurur ki, orada tercihleriniz, memnuniyetsizlikleriniz ya da inançlarınız için yer yoktur.  Sorun geçmişi ve geleceği, olan ile, şimdi ile karıştırmamızdadır. Geçmişte ve gelecekte daima tercihlerimiz, memnuniyetsizliklerimiz, pişmanlıklarımız ya da endişelerimiz için bol yer vardır. Tek sorun, birine asla dönemeyeceğiniz, diğerinin ise asla gelmeyecek olmasıdır. İşte bırakmamız gereken şey, geçmiş ve gelecek ile ilgili gerçek olmayan ve şu anda geçerli olduklarını sandığımız bu inançlarımızdır. Bu derin bir uyku halidir, bir hipnozdur. Uyanamadığımız sürece, zamanı geçmişte ve gelecekte yaşanıyor sanır, şu anı bırakır, hayali olarak bu iki zaman içinde varolmaya çalışırız. Bunu yaparken de varolabileceğimiz tek zamanı, şimdiyi katlederiz. Şimdiyi katletmek, gerçekte olduğum şeyi katletmek ve yerine olmadığım bir şeyi, inançlardan oluşmuş bir hayali, egoyu koymaktır. Yürüyen bir ölüye dönüşmektir.

İşte biz, yürüdüğümüz yolda bunu “bırakırız”. Bir öğrenci olarak bunu öğrenir, bir öğretmen olarak bunu öğretiriz. Bırakır ve yaşamaya başlarız. 

Bırakmak, olmaktır.

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.