– Hanımefendiciğim, ben doğduğum vakit üzümlerin toplanma zamanıymış. Hatta aynı gün bizim sarıkız yavrulamış.

– Güneş doğarkenle kuşluk vakti arası bişeymiş doğum saatim.

– İstanbul doğumluyum, Yay burcuyum, bekarım. Haritama bi bakılabilir mi acaba?

– Bir plates kursuna yazılmak istiyorum ama hangisini seçeceğimi bilemiyorum. Sizin şu yıldızlar ne der ki? Ah yoksa tarot kartlarına mı sorsak.

İnsanların kendi hayatlarına dair, atacakları adımlara dair, öngörmek istedikleri konulara dair bilgi sahibi olmak istemesi çok eski uygarlıklardan bu yana hep var. Krallıkların hüküm sürdüğü zamanlarda hükümdar ve eşdeğerlerine danışmanlık yapmak için kullanılan kehanet yöntemleri, yüzyıllar içinde bireysel danışmanlıklara kadar uzandı. Kehanet Sanatı adı altında anılan tüm yöntemlerin gerçekte ‘potansiyel olasılığı değerlendirme ve yorumlama sanatı’ olduğunun izah ve idrak süreci ise halen devam etmekte.

Astrolojik öngörüler, isimlerine ‘okuma’ demeyi tercih ettiğim tarot, rune vb. yöntemler, psişik yeteneklerle edinildiği varsayılabilecek görsel, işitsel, bilişsel formatlarda duyular dışı idrak halleri ve bunlara dayalı tüm danışmanlık yöntemleri asla ve asla ‘daimi kesin değişmez’ geleceği anlatmaz. ‘’Anlatmamalıdır’’ etik ilkesini bir yana bırakarak, ‘Anlatmaz’ kısmıyla ilgilenelim bir miktar.

Bireylerin, toplumların hatta gezegenin olası geleceğine ilişkin yapılan her öngörme çalışması, geçmişe bakarak yapılır. Örneğin hermetik öğretilerde ve majikal yöntemlerde kullanılan sembollerin oluşturulduğu ilk zamanlardan bu yana, kollektif bilinç ve bilinçaltı biçimlendirmesiyle meydana gelen sembolizma, tarot kartlarında da kullanıldı. Aynı semboller, gezegenleri daha doğrusu gezegenlerin ruhsal kavranışlarını açıklamakta yardımcı oldu. Tüm bu sembolizma, insanlığın ve bireylerin bilinen varoluşlarından bu yana, elde edilebilen ‘data’lara dayanılarak oluşturuldu. Yani bireylerden ve toplumlardan, dolayısıyla insanlığın tarihi boyunca yaşanan deneyimlerinden elde edilen tekrarlı, düzenli, ölçülebilir, istatistiki veriler aynı özelliklere sahip yeni verilerle karşılaştırıldı ve genellemelere ulaşıldı. Bir başka deyişle, belli bir periyodu izlemeyen, gözlemlenebilir düzenlilikte tekrarlanmayan, nicel bakımdan sayılıp ölçülebilir olmayan hiçbir bilgi, bu sembolizmanın kullanıldığı alanların hiçbirinde referans noktası olarak yer etmedi. Yani ‘gelecek’ ile ilgili her şey, ‘geçmiş’in yansıması olarak şekillendi.

Yansımalara bakmak ve doğru öngörmeler yapabilmek için, geçmişe ait verilerin tam ve eksiksiz olması önemlidir. Dolayısıyla ‘kuşluk vakti’ ‘bağbozumu’ ‘kırkikindi yağmurları’ gibi zamanlamalar yeterli done verememekte. Elbette birey yaşamının nirengi noktalarına dair tarihler, aile bireylerine ait veriler vb ile yapılacak uzun ve detaylı çalışmalarla doğru tarih ve saate ulaşılabiliyor ancak en ideali, örneğin bir harita oluşturmak için gereken verilerin, en başından doğru ve ölçümlenebilir muhteviyatta temin edilebilmiş olması.

Hal böyleyken, bu köklü, saygın ve meşakkatli çalışmalar içinde ‘hangi plates kursuna yazılsam’ sorusu, benim içimde de ‘neden ki’ sorusunu tetikliyor. En basit kararlarımızı bile neden okuma yöntemlerine danışıyoruz? ”Bizim yıldızlar ne der ki” sorusundan önce ”sizin içinizdeki galaksi ne diyor”u dinlemek daha iyi değil mi? O galaksinin ritmini, sesini, ruhunu kavramakla makro evrenin ritmini kavramak arasındaki bağın değerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Bir de İnsan denen varlığın kendi kaderini değiştirebilmekteki eşsiz gücünü yadsımamak…

Destelerin arasında kartlardan kart seçip, yıldızlardan fal tutup, taşlarla vizyon görmekten önce o kartı, o haritayı, o taşı seçmek isteğimize neyin neden olduğunu ayrımsamakla başlıyor yolculuk… Kehanet sanatları ancak o yolculuğa adım atmaya cesaret ettiğimizde yola ışık düşürebiliyor. Aksi halde, yıldızlara baktırıyoruz da maalesef fallarda çıkmıyor o beklediğimiz ‘şey‘…

Aynı şarkıları terennüm edip duruyoruz ve ‘söylenmedik yeni bir şey’ kalmıyor kadim gökkubede…

Banu Nirun