Geçtiğimiz Eylül ayı içinde sessiz sedasız bir kitap düştü piyasalara ve yayıncısı da derKi’ye bir kopya gönderdi incelememiz için. Bendeniz de “Hadi bakalım bir Türk yazarın spiritüel romanı nasıl oluyormuş” diye okumaya başladım. Hatta yayıncı ile telefonda konuşurken şaka ile bana takılıyordu: “Artık derKi’nin en iyi 10 kitap listesine de sokarsınız Thumos’u” şeklinde. Ama açıkcası buna ihtimal vermiyordum, hele ki derKi’nin ilk 10’undaki kitaplar düşünüldüğünde. Fakat kitabı okumaya başladığımda, büyülendiğimi hissettim. Karşımda layetayın bir kitap yoktu, dünya çapında bir başyapıt vardı. Acaba bu ilk sayfaların yarattığı heyecanlardan mıdır diye düşünüp, kararımı son sayfaya bırakayım derken, kitap bittiğinde bu düşüncemin eksilmediğini, bilakis pekiştiğini gördüm. Bugüne kadar okuduğum en heyecan verici ve beni en çok etkileyen spiritüel romanı tamamlamıştım. (Evet, MS. 2150, Dokuz Kehanet, Yuvaya Yolculuk gibi muhteşem romanları tabii ki es geçmiyorum. Ama Thumos, içeriği itibariyle yeni bir çığır açabilecek bir kitap ve yazarı da Türk.) Ardından romanın yazarı Cem Şen’le röportaj yapmak istedim ve aşağıdaki konuşmayı yaptık. Bu röportaj sonrasında, kitaba olan hayranlığım ve hele de kurguyla gerçeğin karışımı olduğunu öğrendiğimde şaşkınlığım iyice arttı. Bu röportajı aslında derKi portal için yapmıştık ve Cem Şen, 25. sayımızın kapak röportajı konuğu olacaktı. Cem, 25. sayımızın halen kapak röportajı konuğu, ama bu röportajın da 24. sayımızın kapağında yer alması gerektiğini düşündük. Çünkü uzun zamandır spiritüel edebiyat açısından bu kadar heyecan verici bir eser okumamıştık ve daha da güzeli bu romanı bir Türk yazmıştı. (Maalesef bunun dezavantajı da mevcut. Cem’in adı Michael, Jack, John olsa muhtemelen yeni bir Secret dalgası yaşanırdı dünyada, ama şu anda yaprak kımıldamıyor.) (Ayrıca siz hangi spiritüel romanda Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili bölümler okudunuz ki?) İşte karşınızda bu röportaj ve Thumos’u okuyup okumama kararınızı bu röportajdan sonra almanızı, ama okuduktan sonra da röportajı tekrar okumanızı öneririm. Böylece röportajın bazı kısımlarını daha iyi oturacağına inanıyorum.

Ben Thumos’u derKi’nin en iyi 10 spiritüel kitap listesinde görüyorum, fakat sence Thumos nasıl bir kitap? Bildiğimiz anlamda spiritüel mi, yoksa başka bir tür mü? Sen nasıl tanımlarsın?

Bildiğimiz anlamda spiritüel bir roman değil belki; ama bana göre yine despiritüel bir roman. Bunun nedeni insanlara tanıtılan spiritüalizm ile gerçek spiritüalizmin farklı olması. Günümüzde spiritüalizm olarak adlandırılan akım milyarlarca dolarlık bir pazara dönüşmüş harika bir denetim mekanizması. İnsanlara gerçek spiritüalizm yerine onun bir takım ilkelerinden yola çıkan ama bir noktaya vardırmayacak şeyler anlatılıyor. İnsan, özellikle de günümüz insanı ise, kurtulmaktan çok kurtarılmak istediği için bu hazır ilaçlara, mucizevi reçetelere başvuruyor. Thumos hiçbir şekilde insanlara rahatlık verecek, mutlu ve gülümseyen yüzlerle, saçlarını evrimin rüzgarlarında savurarak neşe içinde kat edecekleri ruhsal bir gelişim vaadedmiyor. Onlara yola çıkmaktan, bilinmeyene atılmaktan ve tam sorumluluk almaktan bahsediyor.

 

Aslında bu cümlelerinden sonra sorulabilecek bir çok soru var ama spiritüalizmle ilgili soruları 25. sayımızda yapacağımız röportaja bırakıyorum (ki orada Cem Şen’in görüşlerini sayfalar dolusu okuyabileceksiniz) ve tekrar Thumos’a dönmek istiyorum.

Peki şu anda kitapçıda yanyana duruyor olsak ve sen de bu kitabın yazarı değil de okuru olsan ve ben de Thumos’la ilgileniyor olsam. Neden bana bu kitabı önerirdin?

Kitabı sana önermezdim. Bu kadar acımasız olmazdım bi kere. Ama kitabı eline aldıysan sana temel olarak belki bazı sorular sorabilirdim. Bir şeyi değiştirmen gerektiğini düşünüyor musun diye sorardım mesela. Sen de büyük olasılıkla utanır çekinir hayatında her şeyin yolunda olduğunu söylerdin bana. Ben de yeniden sorardım. Yola çıkmak ister misin diye. Sen yine utanır ve zaten yolda değil miyim gibi bir şeyler söylerdin. Ben de sana niçin bu kitabı okumuyorsun belki aklından geçen bir şeyleri bulursun derdim. Eski bir Çin atasözü Öğrenci ustayı bulmaz usta öğrenciyi bulur der. Bu, çok doğru. Belki bu kitap ustaların bir çağrısı olabilir; kim bilir?

Ne yalan söyleyeyim. Onca kitap okudum ve kendimi tanıma yolunda yürümeye çalıştığımı düşünüyordum. Bu saatten sonra beni ne bu kadar çok etkileyebil ki diyordum. Ama Thumos beni dağıttı. Hele kitaptaki ölümsüzleri düşününce… Kendimi çok yetersiz hissettim. Daha gidecek çok yolun, yiyecek çok fırın ekmeğin var oğlum, sen de kendini bir şey sanıyorsun dedim. Ayrıca kitap cidden çok acımasız bu bağlamda. Öyle çiçekler böcekler saçan bir spiritüel roman değil. Gerçekleri çat çat insanın suratına çarpan bir ayna gibi sanki. Bu anlamda rahatsız edici yönü de kuvvetli. Yani bir kitap okudum hayatım değişti, ne mutluyum artık kitabı değil bu kesinlikle.

Teşekkür ederim; demek ki amacına hizmet etmiş. Elbette kitapta bir değişim çağrısı var. Bizler genellikle bir tarafımıza bir şey batmazsa oturduğumuz yerden kalkmayı istemeyiz. Bir zamanlar ruhsal disiplinler konusunda gerçekten de ileri seviyeleri tırmanmayı hedefleyen bir arkadaşım vardı ki, şu anda kendisi oldukça önemli isimlerle çalışıyor. Çin’de ustasına gittiğinde usta onu kovmuş. Git, ben senin ustan değilim senin ustan batıda bir yerde demiş. Arkadaşım Hindistan’dan Çin’e her yeri dolaştıktan sonra pek çok rastlantı gibi görünen izi takip ederek Tibet’e gelmiş sonunda. Arkadan gördüğü bir insanın bahsedilen ustası olduğunu anlamış. Birilerinin yardımıyla ve bolca rüşvet dağıtarak ustanın evini bulmuş sonunda. Eve ulaşan merdivenlerin başına geldiğinde usta kapıyı açmış ve seni bekliyordum nerede kaldın demiş. Bu bir Çin Zen ustası, kaligrafileri dünyaca ünlü tapınakları süslüyor; hatta Amerika’daki bazı müzelerde bile kaligrafileri var. İsmi bende kalsın dersem okuyucularımız kızmasınlar bana. Neyse arkadaşıma 6 ay boyunca eziyet etmiş usta. Köşeye sıkıştırıp sıkıştırıp koan soruyormuş ve belemeyince yumruğu basıyormuş. Adam bu arada büyük bir savaşçı, yani ondan yumruk yemek inan bana pek iç açıcı bir şey değil. Sonunda arkadaşım 6 ayın sonunda yine bir dayağın ortasında “Bir dakika usta demiş. Anladım ki ben ruhsallığa hazır değilim daha”.Aferin demiş usta, bunu anlamak için 6 aydır dayak yiyorsun benden. Sonra Çin’deki ustasına dönmüş. Çin’deki Usta buna bakıp tamam demiş şimdi temel çalışmaları yapmaya hazırsın. Bundan birkaç yıl once yeniden Tibet’teki bu ustayı görmeye gitti arkadaşım. Kore’ye gitmiş usta, oradaki gerçek Buda’nın enkarnasyonu ile görüşmeye… Maitreya Budha ve Anna Budha diye iki kişi olarak enkarne olmuş durumda. Dalai Lama da saygısını göstermeye gitti bu kişilere bu arada. Neyse arkadaşım Tibet’te kendine bırakılan mektubu alınca Kore’deki bu tapınağa gitmiş. Tapınaktaki rahipler, ustanın 4 yıldır inzivada olduğunu ve hiçkimseyi görmek için dışarıya çıkmadığını söylemişler. O sırada usta dışarıya çıkmış ve arkadaşıma bakmış: “Kimsin sen?” diye sormuş. Arkadaşım adını söylemiş. Bir daha “Gerçekten kimsin sen?” diye sormuş usta, arkadaşım yine adını söylemiş. Usta adını biliyorum tabii ki… ama sen hala anlayamamışsın demiş ona. Kimsin sen derken içindeki Daimon’u, gerçek kişiliğini soruyormuş ona. Soruna yeniden dönersek…. İnsanlar gerçekten de ruhsal gelişim hakkında komik fikirlere sahip. Thumos, insanlara gerçek ruhsallığı anlatmak için ve onları yolculuğa davet etmek için yazıldı. Bu yol, zayıfların ve sorumluluk alamayanların yolu değil ne yazık ki. İkinci ve üçüncü kitapları bekle. Sanırım orada konular çok daha açılacak.

O zaman “gerçek ruhsallık” bize gül bahçesi vaad etmiyor kesinlikle, kan ve gözyaşları içinde bir yolculuk bu.

Belki illa kan ve göz yaşı gerekmiyordur ama kesinlikle hayalperest olmamayı ve tam sorumluluk almayı gerektiriyor. Bir Tibetli usta, “Gerçeğe giden yol hilelerle ve tehlikelerle doludur. Ama yalnızca güneşli günlerde yürürsen asla hedefe varamazsın,” der. Bu çok doğru bir söz. Ruhsal yol zorluklarla doludur; ama insanın nefesini kesen bir yoldur.Ondan daha anlamlı bir yol bilmiyorum; tarih boyunca geliştirildiğini de sanmıyorum. Nefesini tutarak o yolda ilerlemek, her adımda içini dolduran canlılığı, gücü ve özgürlüğü hissetmek akıl almaz bir duygu. Elbette tembellere göre bir yol değil. Bu nedenle de gerçek bir çağrıdan doğmalı. Haftasonu kurslarıyla ya da part time yapılacak bir şey değil. Her şeyden önce aşık olmayı gerektiriyor. Aşık olan bir insanın sevdiğine ulaşmasını engelleyecek bir şey biliyor musun sen? Ben bilmiyorum. Aşık olan sevdiğine ulaşmak için her şeyi yapar; kendinden bile vazgeçer. Gerçek ruhsal yol aşık olmadan kat edilemez. Aşık olmalısın, o zaman dikenler o kadar can yakmıyor.

Thumos’u okurken şu his bende çok yoğundu: Sahneleri o kadar canlı anlatmışsın, o kadar yaşatıyorsun ki okura, bir insan bunları yaşamadan, bu kadar iyi anlatamaz diye düşündüm. Çünkü ne kadar yaşamışsan, o kadar iyi hissettirebiliyorsun okura. Thumos’u ise ben okumadım, yaşadım resmen. Bunda da senin payın yüzde yüz. Bu noktada şunu sormam gerekiyor: Bu romanın ne kadar kurgu, ne kadarı gerçek?

Bir kısmı kurgu bir kısmı ise gerçek. Ne kadarının gerçek olduğunu söylemeyi çok isterdim ama beni engelleyen şeyler var: Sözler, yeminler, sevgi ve saygı. Yalnız şunu söyleyebilirim: Ruhsal temeller ile ilgili anlatılan her şey gerçek. İnci gerçek, ruhsal gelişim adımları gerçek ve Düşler Ustası gerçek; elbette ondan gerçek diye bahsedilebilirse…

Peki ya Lilith? O ne kadar gerçek? Bir erkek olarak, böyle bir kadından etkilenmeyecek erkek yoktur diye düşünüyorum ve insanın aklına şu geliyor tabii: gerçekten böyle bir kadın olabilir mi?

Ne yalan söyleyeyim kendi adıma ben de çok etkilendim. (KAHKAHA)

Kitapta öyle bir kadınla birlikte olmanın normal bir insanı öldürebileceği yazıyor, hadi işin sevişme kısmını geçelim, dünyevi anlamda böyle bir kadınla birlikte olabilme şansı var mı? Bana olamaz gibi geliyor, çünkü bizler ruhumuzdaki eksiklikleri karşımızdakinin varlığıyla gidermeyi seçiyoruz çoğunlukla ve bu yüzden sahiplenme duygumuz yoğun. Ama Lilith boyutundaki bir kadına sahip olma şansı olamaz gibi geliyor ki zaten o boyutta sahiplenme diye de bir şey de olamaz diye düşünüyorum.

Evet. Sahiplenme diye bir şey yok. Bizim bulunduğumuz noktada öyle bir ölümsüzle birlikte olma şansı ne yazık ki yok. Eğer kaderimizde varsa tanışabiliriz belki. İnsanın kaderi (sıradan bir insanın) 3 şey tarafından etkilenir:

1. Babanın kim olduğu kaderini belirler

2. Kiminle evlendiğin kaderini belirler

3. Nerede ve ne şekilde öldüğün kaderini belirler

Bunun dışında 2 aşama daha var ki bu kader aşamaları sıradan olmayan bir insan için geçerli:

4. Bir ölümsüzle tanışmak kaderini belirler

5. Bir ölümsüz olmak kaderini belirler

Gördüğün gibi öyle bir insanla tanışmak zaten 4. aşama. Elbette, Lilith büyük ustalardan bir tanesi Thumos’ta, ama inan bana çoğu büyük usta, kadın ya da erkek aynı etkileyiciliğe sahip. Bu ustalarla tanıştığında genellikle bir tanesine şöyle ya da böyle aşık oluyorsun ve yolda yürümek kolaylaşıyor. Bu aşk elbette bedenden gelen bir aşk değil, daha üstün bir aşk, Ama yine de aşk.

Bu yanıtından sonra tabii şöyle bir soru sormam farz oldu: Kitaptaki ölümsüzler gerçek mi? Yanıtından dünya üzerine ölümsüz insanların varolduğu gibi bir sonuç anlaşılıyor. Bunu gerçek anlamda ölümsüzlük anlamında mı kullanıyorsun, yoksa metafor olarak mı?

Evet gerçek anlamda Ölümsüzlerden bahsediyorum. Metafor yok ve evet ölümsüzler var.

Yani ciddi anlamda ölümsüz insanlardan bahsediyoruz değil mi? Bunlar varlar yani?

Yok diyemem çünkü varlar.

Nasıl yani? şimdi Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ün emrinde çalışmış bir Hadad var mı gerçekten?

Atatürk’ün emrinde çalışmış bir Hadad’tan bahsetmeyi çok isterdim tabii ama bu, savaşta ortalıkta dolaştığı söylenen ak cüppeli dedeler ve gökten inen bulut gibi olmaz mıydı sence? İnsanlar benim güvenilirliğimi ve inanılırlığımı sorgulamazlar mıydı? (gülme efekti) Bu arada benim dedelerim Çanakkale’de savaştılar. O savaşta neler olduğunu, en azından cephelerde neler olduğunu birinci elden biliyorum. Güç gerektiğinde benim babamın duası da o inanılmaz ağırlığı kaldıran Yahya Çavuş (doğru mu hatırlıyorum acaba adını?)’un ki gibi “Kuvveti illahi billahi aliyyül azim”di.

Yine kitaptan hareketle, Atatürk’ün araştırttığı bilgi neydi? Ölümsüzlere dair bilgi mi?

Aslında evet. Kazım Mirşan bence o ekolün temsilcilerinden. Elbette adı ölümsüzlük değil orada. Ama Türk uygarlığı dünyaya tanıtıldığı gibi bilimden yoksun göçebe bir uygarlık değil kesinlikle. Güneş Dil teorisi çok önemli bir teori. Niçin araştırmalar şu anda Cumhurbaşkanlığı arşivlerinden kayıp? Ama Atatürk, Türk milletinin köklerinde çok önemli bir şey olduğunu biliyordu. Bu kökleri bugün Mu ve Atlantis olarak adlandırılan uygarlıklara kadar gidiyor. Maalesef ömrü yetmedi bu araştırmaları tamamlamak için. Sümerli Ludingra’yı oku, Sümer döneminde bire bir şu lafı ediyor: Artık kültürümüz bitti. Eskiden doğuda bir yerde bir felaket yaşanmış ve bizi yaratan kültür 7 koldan yayılarak dünyaya yayılmış. Bir kolu da Sümerleri oluşturmuş. Talepkar tanrılara ilk olarak Sümer yazıtlarında ratlayacaksın. İsimlerini bile yazmışlar.

Peki sen Türkiye’nin gidişatına nasıl bakıyorsun? Nereye gidiyoruz? Ne gibi güçler hakim? Altın Çağ yolunda bir aşama mı bu? Karanlık adamların etkisinden bahsediyordun kitapta, Türkiye üzerindeki etkilerinden. Biraz açar mısın?

Her zaman bahseliyen şu jeopolitik önemden daha önemli bir konu bu. Eğer dikkat ettiysen Hadad ile Thumos’un eğitiminde Hadad uzun uzun Atatürk’ü anlatıyordu. Bu bölüm bence dikkatli incelenmesi gereken bir bölüm. Türkiye çok ama çok değerli bir bilginin mirasçısı. Bu bilgi yalnızca bu topraklarda ve bir de Moğolistan’da bir yerde var. Moğolistandaki sufi ustalar Taoculuğun çok önemli bir ekolü olan Lung Men Pai yani Ejdarha Kapısı ekolü ile aynı bilgiye sahipler. Lung Men Pai iki ekolün yani benim kitapta Varlık ve Potansilyel diye adlandırmayı seçtiğim iki yolu bir araya getirildiği ender bir okul. Okulun kurucusu, Cengiz han ile birlikte Avrupa’ya kadar gelen ve Cengiz han ile dalga geçebilen tek insandı ve bir ölümsüzdü. Cengiz Han ne kadar istese de ölümsüzlüğün sırrını ona öğretmedi ve Cengiz Han’ın dokunamadığı tek insandır. Neyse konuya döneyim yine. Bu toprakların ruhsal bilgisi ne yazık ki yitti gitti. Şu andaki bilgi o büyük bilginin kırıntısı bile değil. Bugün kendimize ait olan bilgiyi ne yazik ki oralardan bir yerlerden alıp getirmek zorundayız. Türkiye o kadar önemli ki, bana göre son kale ve eğer bu son kale yıkılırsa, dünyayı hiç de iç açıcı şeyler beklemeyecek. Son zamanlardaki gelişmeler ne yazik ki çok endişe verici. Umarım bir an önce bizim insanımız kendi içindeki değerleri, şu anda anlatılan kandırmacalara aldırmadan yeniden kazanabilir. Ruhsallık ve din bezirganlığı en berbatı. İsa, kuzu postunda gelen kurtlardır bu sahte peygamberler der. Çok ama çok dikkatli olmalıyız. Türkiye şu anda kış gününde, ince buz tabakasının üzerinden geçen bir savaşçı gibi. Buz kırılırsa ya da yanlış adım atılırsa sonuçları tüm dünya için çok acı olacak. Bu nedenle bir an önce içimizdeki gerçek değerleri yeniden açığa çıkarmalıyız. Bak, Kazım Mirşan gibi büyük bir tarih ustasını bile küstürdük. Kazım Mirşan okuyun bir sürü şey öğreneceksiniz. Kazım Mirşan, herkese küsüp Bodruma çekildi. Allah uzun ömür versin ama seksenlerinin ortasında bir adam. Tüm dünya eserlerini yalanlamaya kalktı ve bir tek adam bile Türkiye’den doğru düzgün destek vermiyor ona. Bence göklere çıkarılacak insanlardan bir tanesi. Umarım Thumos, insanımıza bir parçacık uyanma zili olur.

Kitaptaki çalışma yoluna girmeye niyetli bir kişiye ne önerebilirsin? Bunun yolu her şeyi terketmek midir? Bir insan işini, eşini, çocuklarını seviyorsa, illa bu yol için onları terk etmeli midir? Bu kısım çokça yanlış anlaşılır mesela. İlla Thumos gibi bir kasabaya inzivaya mı çekilmelidir? Yoksa büyükşehir hayatında da “ölümsüzlük yolu”nda yürünebilir mi?

Evet büyük şehir hayatında ruhsal gelişim ya da ölümsüzlük yolunda yürümek mümkün. Pek çok usta kalabalık şehirlerde yaşayan, çocuğu olan hatta sigara içen insanlardır. Eğer bir insan kalbini bu yola verir ve onu önceliği yaparsa bir şeyi terk etmesi gerekmez. Bir usta, kamyon şöförüymüş, bir sokak çocuğu iken bir ölümsüz tarafından bulunup yetiştirilmiş. Yanlış hatırlamıyorsam 4 çocuğu var. Parasızlık içinde kamyonlarda direksiyon sallayarak ölümsüz olmuş. Gördüğün gibi her şekilde yolda yürümek mümkün. Hele hele bizim yaşadığımız rahat hayatları yaşayan insanlar için çok mümkün; tek sorun bu çalışmaları önceliği yapması insanın. Kahramanın yolunda yürümek için bir kahraman olmalı ve kahramanca şeyler yapmalı insan. Bunun için eşini ya da çocuğunu terk etmek gerekmiyor. O bir kaçış olurdu herhalde. Tam sorumluluk almalısın. Bu çalışmalar herkes için ama ölümsüzlük yalnızca tanrı isterse olur. Orası kader. Buna rağmen yola çıkmak geciktirilmemeli. Yolda ne kadar ilerleyeceğimeze kaderimiz karar vermiş durumda zaten. Ben o kitabı alan hemen herkesin bu yol için aday olabileceğine inanıyorum. Ama ne kadar ilerleyeceğini bilemem.

Bu noktada her ne kadar kitabın biraz dışında da bir soru olacak ama Usta deyince sen ne anlıyorsun? Çünkü artık etrafımızda neredeyse öğrenciden çok usta veya master dolu. Bunların çoğuna kartvizit master diyorum ben. Onlarcasını tanıdım ama gerçekten usta diyebileceğim sadece iki kişi vardı. Peki sana göre gerçek ustayı anlatır mısın?

Ben usta tanımından ilk olarak bir ölümsüzü anlıyorum. Gerçek ölümsüz olmayan bir insanın usta olacağına inanmakta zorlanıyorum. Ama böyle bir insan öğretmen olabilir ve öğretmenler çok değerlidir. Örneğin ben bir öğretmenim; ama bir usta değilim. Ustanın en azından yolun üçte ikisini tamamlamış olması gerektiğine inanılır. Bu kadarını tamamlamamışsa bile en azından yarısında olsa iyi olur. Master lafı komik bir laf. Zaten İngilizce’den dilimize girme ve anlamı bile tiksinti veriyor bana. Usta çok daha güzel bir tanım mesela. Ustanın, öğrencide simya anlamında dönüşüm yaratabilecek ya da bu dönüşümü yönlendirebilecek bir insan olması gerekir. Gerçek usta, kendi ölümsüz benliğini tanıyan insan olması gerekir. Unutma bir kez daha mecazlarla, metaforlarla uğraşmadığımı hatırlatırım. Mecazi anlamda kendi benliğini tanımasını anlatmıyorum. Gerçek benliğini tanımak için, Çin terimlerini kullanmam gerekirse, insanın en azından Ru Ding deneyiminden yani küçük ölümden geçmiş olması gerekiyor. Bu deneyimde insan ölür ve 7 gün ölü kalır. Sonra tek bir nefesle geri döner. Sufilerin başında niçin mezar taşı şeklinde başlık vardır? Onlar ölüp bu dünyaya dönenlerdir. Ölmeden usta olunmaz. Bir sanatı öğrenirsen belki zanaatkar olabilirsin. Örneğin reiki öğrenip onda iyi olabilirsin ama bu seni ruhsal anlamda bir usta yapmaz. Eğer istersen o işin ustası diyebilirsin ama ruhsal yolun ustası olmak başka bir şey. Ha eğer kendine öğretmen diyorsan hiçbir sorun yok. Ben bir öğretmenim ve bunu rahatsızlık duymadan söylerim; ama kendime bir usta demem ve denilmesini de istemem. Çünkü bir usta değilim. Ustaları tanıyınca kendisi için böyle bir terimi kullanamıyor insan.

Kitabı okurken, insan izlediği birçok filmden etkiler buluyor. Mesela en başta Matrix’ten, sonra John Grisham’ın The Firm romanından uyarlanan filmden, sonra bir spiritüel yolculuk hikayesine dönüşüyor, en sonunda ise X-Men’i izliyor gibi oluyorsun ki zaten insanların kafasını ölümsüzler hakkında en çok karıştıracak yer burası; çünkü bilimkurgu filmlerinde izlediğim sahneler gibi buradaki bölümler. Sen bu kitabı yazarken bu filmlerden ne kadar etkilendin? Yoksa bu filmler mi aslında yaşanan bu olaylardan etkilendiler. Veya bizlere filmlerle çok fazla hikaye aktarıldığı için, birileri bizlere bu olayları “geç oğlum film bunlar” hissini yaratmaya çalıştılar?

Ne güzel. Hayır herhangi bir filmden etkilenmedim. Hatta kitabın ilk metinlerini okuturken bir arkadaşım ya düşler ustası kırmızı koltuğa oturuyor Matrix’te de vardı o. İnsanlar oradan almışsın diyecekler şimdi onu başka bir şey yapsana dedi. Ben de yapamam çünkü kırmızı koltuğa oturuyor ne yapayım dedim. Ama etkilenmek olmasa da bir tür saygı olarak benim için çok önemli olan bir insandan aldığım bir iki yer var: Okuyucular bunu bulmakla uğraşmasınlar da hemen ben söyleyeyim. Seksenli yılların sonunda biliyorsun ortalıkta bir Trevanian fırtınası esiyordu. Herkes ona ulaşmaya çalışıyor ama kimse ulaşamıyordu. Ben de kendisine ulaşmak için bir mektup yolladım yayıncısına. O aralar mektuplarım rahmetli İlhan Güngören’in evine gelirdi. Aylar sonra bir gün rahmetli, elinde bir mektupla büroya girdi, sana İngiltere’den bir mektup geldi dedi. Zarfın üzerine de bir şeyler karalamış not almak için. Mektubu açtım ve bir baktım ki Trevanian’dan bir mektup. Mektuplar aracılığıyla birbirimizi tanımayan iki arkadaş olduk sanırım. Yazım tekniğim onun tarafından çok etkilendi. Ve ilk kitabımda son derece bilinçli bir şekilde bir kaç küçük yerde, ama inan bunlar çok küçücük şeyler, onun kitaplarına bir tür saygı olarak, ona saygı olarak minik alıntılar yaptım. Sanırım iki yerde. Umarım yukarıda bir yerlerde onu güldürmeyi başarmışımdır. Çünkü böyle numaralardan hoşlanan bir yazar.Eğer buna bir etkilenme diyebilirsek böyle bir etkilenme oldu yalnızca ama filmler ya da diğer kitaplardan asla bir etkilenme olmadı. Matrix’e gelince…1. film gerçekten olağanüstüydü ama 2. ve 3. filmlerde gereksiz dövüşlerle, hani tabiri caizse itiş kakışla (üstelik de beceriksizce yapılmış koreografilerle) bence asıl mesaj gümbürtüye gitti. Bu arada kesinlikle filmler ve kitaplarla bir takım gerçek bilgiler gümbürtüye getiriliyor. Bir şeyi baskı altına almanın ya da yok etmenin en iyi yollarından bir tanesi. Şu anda ruhsal disiplinler ile ilgili yayınların büyük bir kısmı, büyük medya gruplarının denetimi altında yayınlanıyor. Biraz kurcalarsan yurt dışındaki bu çokuluslu şirketlerin kimler olduğunu hemen bulabilirsin. Hatta Hollywood’un büyük bir kısmı bile ellerinde. Gerçek bilgiyi iyice sulandırıp halka denetimli bir şekilde verebiliyorlar. Günümüzde ruhsallık milyarlarca dolarlık bir pazar,meditasyonundan kitabına, malzemelerine filmlerine kadar. Bir grup, gerçekten bir şeyler anlatan insan ise kıyıda köşede kalmış ve eserleri ne okunuyor ne de izleniyor. Herkes Secret’ı biliyor ama söyle bana hanginiz “Temptation of a Monk”u izlediniz? Sanırım hiçbiriniz. Bu nedenle artık Thumos gibi eserler de biraz insanlara hitap edecek kimliğe bürünmek zorunda.

Peki ölümsüzler ile x-men arasında bağlantı kuracaklara yanıtın?

Elbette ruhsal çalışmaların önemli etkilerinden bir tanesi beyin üzerinde oluyor. (Ki x-men de sanırım beyindeki ya da genlerdeki bir tür başkalaşımdan yani mutasyondan kaynaklanıyordu filmde.) Beynin kullanılmayan ya da yeterince iyi kullanılmayan bazı bölümleri aktif hale geliyor. Zaten bu nedenle tehlikeli ya. Çünkü bütün hormonal sistemde ve beyinde değişimler olmaya başlıyor. İnsanın bunlara çok iyi hazırlanması lazım. Bu değişimlerden geçince elbette insanlar x-men’e benzer bir takım beceriler kazanıyorlar. Ama hiçbir usta bu güçlerin peşinde değildir. Onlar yolda belli aşamaları kat ettiğinin bir göstergesi olarak gelir. Bazı ustalar öğrencileri eğlendirmek için ufak tefek numaralar yaparlar. En bilineni de bir odun yığınını bir anda yakmaktır mesela, ama hicbir zaman bu yeteneklere takılıp kalınmaz. Bunlar önemli şeyler değil. Önemli olan ruhsal evrim. Kitapta özellikle kullandığım bir laf vardı: Telefon dururken niçin telapati ile uğraşıp enerjimizi harcayalım diyorlar. Buna benzer şeyi kilima kullanan bir usta söylemiş. Klima varken niçin Qi enerjimi bedenimi serinletmek için kullanayım demiş. Komiklik olsun diye etmiş o lafı ama elbette bir nedeni vardır o lafı etmesinin.

Son olarak şunu sorayım: Thumos’u yazmanın gerçek amacı ne, neyi bekliyorsun, neleri değiştirmeyi umuyorsun, kimlere erişmeye çalışıyorsun? Sonuçta verdiğin bilgiler, her ne kadar kurgu da olsa işin içinde, cidden sarsıcı şeyler, hele ki ölümsüzlere dair anlatıların insana güzel bir fantezi geliyor, iyi bir hayalgücü var bu adamın dedirtiyor. Fakat bir yerlerde de “acaba” sorusunu sorduruyor. Bu röportajda da o “acaba?” iyice büyüdü çünkü anladığım kadarıyla ölümsüzler diye bir durum söz konusu. Peki bu bilgiyi açmak niye, niçin şimdi?

Aslında gerçekten de iyi bir hayal gücüm vardır. Ne de olsa her şey önce bir hayalle başlıyor. Bu kitabın uzun bir geçmişi var aslında. Beklentim, insanların ruhsal evrim diye bir şeyin mümkün olduğunu ve bunun ne şekilde olabileceğini anlamaları. Bir diğer beklentim de dünyanın şu anda pek de iç açıcı bir durumda olmadığının anlaşılması ve bunun için sıradan önlemlerin ötesinde bir şeyler yapılmaya başlanması. Hepimiz Matrix filminde kozaların içinde yaşayan insanlar gibiyiz. Bize bir gerçeklik sunuluyor ve bizler de buna inanıyor, ötesini sorguladığımızı sanırken bile bize sunular gerçeklik modelinin kıyılarında dolaşıyoruz. Bir örnek olarak sana ne anlatacağım bak: Eğer beni keser ve akşam ailene ziyafet çekerksen büyük ihtimalle bunu öğrenen çocuğun ve eşin bundan çok kötü etkilenir, ağır bir ruhsal travma yaşarlar ve sen de bir deli olarak akıl hastanesine tıkılırsın. Ama 50 – 100 yıl önce pasifik kıyılarındaki bir yerli olarak bunu yaptığında hiç kimse ruhsal travma filan yaşamazdı ve sen de akıl hastanesine tıkılmazdın. Çocuğun bu durumdan etkilenmezdi bile. Benim çocukluğumda boşanmış anne babaların çocuklarına acıyarak bakılırdı. Onlarda Freudian anlamda travmalar beklenirdi ve görülürdü de. Günümüzde ise pek çok boşanmış anne baba var ve çocuklarda o anlamda fazla bir travma görülmüyor. Bunun nedeni artık herkesin bu gerçekliği yaşıyor olması. Okullarda neredeyse her iki çocuktan birinin anne babası boşanmış durumda. Senin anlayacağın gerçeklik içinde bulunulan zamana ve genelin kabulüne göre biçim değiştiriyor. Fakat bir de GERÇEKLİK var ki o biçim değiştirmiyor. O her zaman aynı. İşte bu gerçekliğe uyanmak için ilk olarak bize dayatılan gerçeklikten çıkmak gerekiyor. Thumos belki bu gerçekliğe uyanmak için bir zil olabilir umudum var. Belki çok burnu büyük bir umut bu ama niçin olmasın ki? Bilginin niçin şimdi açıldığı sorusuna gelince…. Sen gerçekten daha uygun bir zaman düşünebiliyor musun? Şakası yok, dünya gerçekten tatsız bir noktaya ilerliyor. Bir tür kıyamet tellallığı yapmak ya da insanların korku içinde ruhsal disiplinlere dönmesini sağlamak filan istemiyorum. Böyle bir amacım kesinlikle yok. Ama durum ortada… Bir an önce bir şeylerin değişmesi lazım çünkü şöyle ya da böyle değişmek zorunda kalacak. İçinde yaşadığımız büyük şehirlerde bir kaç hafta su ya da elektrik olmadığında ya da araçlar çalışmadığında büyük ölümler olur. Pamuk ipliğine bağlı yaşamlar yaşıyoruz. Çocuklarımız bile depresyon ilaçlarına mahkum. Kimi bilimin kimi dinin bizi kurtaracağını söylüyor. Oysa gerçek bunun ötesinde bir yerlerde duruyor. Bunun için bir an önce harekete geçmeliyiz. Büyük bir acı yaşanmadan biraz temkinli davranarak ve biraz aydınlanarak pek çok şeyi düzeltebiliriz. Bak 68 kuşağı bir gecede her şeyi değiştirme gücüne sahipti ama asıl meseleyi gözden kaçırdılar. Bir devrimden bahsetmiyorum ama artık uyanmak gerektiğini söylüyorum. Daha ne kadar bu paraya et yiyebiliriz, ne kadar petrol kullanabiliriz, ne kadar üreyebiliriz, ne kadar delirebiliriz? Dün, bir haftalık bir meditasyon kampının dönüşünde bir dağ köyüne uğradım. Orada köyün muhtarı ile oturdum. 8 hane kalmış köyde, bütün gençler şehirlere gitmiş, kalanların tamamı yaşlı. Hepsi de sevimli insanlardı, kolay kandırılır insanlardı aynı zamanda. Yanımdaki arkadaşlarım ne kadar saf bunlar dediler. Bir başka arkadaşım da saf olmamalarını gerektirecek bir durum yok, strateji kurmaları gerekmiyor dedi. Bizler durmadan stratejiler kurmaya zorlanıyoruz ve saflığımızı durmadan yitiriyoruz. Belki, belki, bunu çok isterdim, Thumos ve devam kitapları insanları birazcık uyandırabilir. En azından senin sorduğun gibi acaba demelerine neden olabilir.