Ben hiç aheste olamadım.

Acele acele yapardım sahilde yürüyüşü bile.

İnsanlar “tadını çıkar” dedikçe ben daha çok acele ederdim. Tadını çıkarırken “boşa” harcanan vakitte hayatın geri kalanı kaçmıyor muydu ki?

Yürüyen metro merdivenlerinden yukarı çıkarken ben de tırmanırdım durup beklemek yerine. Duranları da kınardım; sağlıklı insanlar neden hareket etmiyorlardı ki?

Yurt dışına tatile gittiğimde, gezeceğim şehirde daha ilk günden en az 40 bin adım atardım. Bir de bakardım 3 günde gezeceğim şehir daha ilk günden bitmiş…

Aşırı aheste olduğu için beraber vakit geçirmeyi reddettiğim insanlar bile olmuştur. Onların yanında “boşa” geçirdiğim vakit benim için adeta bir direniş gibiydi.

Biriyle konuşurken sorduğum bir soruya cevap gelebilmesi için gerekli alanı, kendi sorduğum soruya kendi verdiğim varsayımsal cevaplar ile harcardım. İnsanlar düşünürken nasıl bu kadar yavaş olabiliyorlardı ki?

Nereye gidersem gideyim, her zaman yanımda bir kitap olmuştur. Olur ya gün içinde başımıza bir şey gelir ve eve geri gidemezsem zamanı “boşa” harcamış olmayayım, en azından kitap okurdum!

Ve tabi ki, hayatın çeşitli oyunları karşısında planladığım gibi gitmeyip bana “boşa” zaman harcatan her şeye öfkelenirdim. Nasıl olur da ben bir arı gibi vızır vızır, verimli ve üretken yaşamaya çalışırken böylesi şeyler başıma gelirdi ki?

Ve evet böyle şeyler tabi ki hep benim başıma geliyordu. İstisnasız.

Ben bir şeye gönül verdiysem gecemi gündüzüme katıp aşkla çalışabilirim, gereken tüm fedakarlıkları yapabilirim, istikrar ve disiplinle kendimi gönül verdiğim şeye adayabilirim. Bunların hepsi çok güzel özellikler gibi duruyor değil mi? Açıkçası benim yıllarım böyle geçti ve bu süre boyunca bu karakter özelliklerinin adanmış olduğumuz şeyler için olmazsa olmaz olduğunu düşündüm, kendimi şanslı hissettim. Ancak bundan 2 ay kadar önce yaşamaya başladığım rahatsızlıklar ve o adanmışlıkla ilerlediğim yolda yaşadığım bir yaralanma sonucunda uzun bir tetkik sürecinin ardından 3 hafta boyunca fizik tedavi gördüm. Bu süre boyunca yerimden kımıldayamamak bir yana, hayatımın geri kalanında da yapamayacağım pek çok şeyin olduğunu fark ettim. Gerçekten de fizik tedavi bittiğinde doktor bazı basit gibi görünen ancak benim geçmişte abartarak yapmış olduğum aktiviteleri asla yapamayacağımı söyledi. Mesela asla merdiven çıkamayacaktım. Yürüyen metro merdivenlerini tırmanan ben artık sağa geçip meditasyon halinde huzur içinde bekliyor, bir metro tünelinden çıkmam yaklaşık 15 dakika sürüyordu. Günde 40 bin adım atmak şöyle dursun 10 dakika sabit ayakta duramıyordum. Vakit kaybı olarak görüp görüşmediğim aheste insanlar şimdi bana en çok eşlik edenler olmuşlardı.

Yeni aheste yaşantımdan çıkarım olarak paylaşmak istediğim şey; yavaşladıkça kuşların, çiçeklerin, böceklerin, sahillerin ne kadar güzel olduğunu daha çok fark etmem değil. Zamanın genleşmesi. Örneğin, modern hayatta 3X hızıyla akıp giden zamana yetişmek için 3X hızıyla hareket ettiğimizde zamanı yakalıyoruz belki ama aslında kendimizi aynı zaman dilimine sıkıştırmış ve aynı kaynaklar ve aynı şartlar tarafından kuşatmış oluyoruz. Ve tabi ki bu şartlarda varlığımızı sürdürmek için aynı eforu göstererek yolumuza devam etmek zorunda kalıyoruz. Bu şekilde yarattığımız gerçeklik sürdürülmesi zor gibi görünse de aslında uzun vadede konfor alanımız haline geliyor. Ancak eğer izleyici olarak kalıp 3X hızıyla akan zamanı X hızıyla izleyebilirsek meydana gelen 2X hızındaki boşluğun hangi kaynaklar, hangi fırsatlar, hangi yeni boyutlara ait bilgilerle doldurulabileceğini biliyor muyuz? Evet X hızında hayatın güzelliklerinin ve hediyelerinin daha çok farkına varabileceğimiz doğru, ama bunu hiç biz dinlenirken bizim yerimize de çalışan ve aradaki 2X’lik boşluğu dolduran yaratıcı bir sistem, besleyen ve büyüten sevgi kaynağı olarak da düşündük mü?

Evet ben yıllarımı aşkla çalışarak geçirdim ve hep bunun tek yol olduğuna inandım. Yaşadığım sakatlık sonrasında meydana gelen zaman boşluğunda; ben her hafta video koyamasam da Youtube kanalı takipçilerimin kısa bir sürede 2’ye katlandığını, 10 yıldır çalıştığım şirkette vermek istediğim ancak bir türlü fırsat yaratılamayan eğitimleri vermem için tüm gerekli koşulların fazlasıyla sağlandığını, gecemi gündüzüme katmadan asla olmayacağını düşündüğüm fırsatların kolaylıkla önüme serildiğini, yoga asana pratiğimin kaygısız bir efor ve yumuşaklıkla sular seller gibi aktığını, istediğimde zamanında gelmeyen yardımların ben dile getirmeden önüme konduğunu, hayatıma katkısı olmayan her şeyin bu dinginlik ve durgunlukta tutunamayıp 3X hızıyla (modern hayatın hızıyla) benden uzaklaştığını deneyimledim. Olmayan duaya amin denmeyeceği gibi, durgun sularda filizlenemeyecek tohumları da beslemeyi bıraktım. Beslenmesi gerekenler için ise fazlasıyla birikmiş olan kaynakların bu dinginlik ve durgunlukta coşarak bolluğa ve berekete kavuştuğuna şahit oldum.

Peki ben yıllar boyunca 3X hızında hareket ederek aşkla çalışmasaydım da bu sonuca ulaşır mıydım? Yoksa yıllarca atıl bir şekilde X hızında mucizeleri bekliyorken mi bulurdum kendimi? Bu ikisi arasındaki dengeyi geç olmadan bulabilmek için hangi kaynaklarımın farkına varabilirim? İnsan aklı dediğimiz ve mucizelerle dolu olsa da bütünün belki de yalnızca milyarda birine etki edebilen mekanizma nereye kadar hayatımıza hakim olmalı? Nereden sonra bu kısıtlı akıl aradan çekilip tüm yetkileri ilahi akla, yüksek bilince, sonsuz ve sınırsız yaratıcı kaynağa bırakmalı? İlahi akıl zaten burada ve her yerdeyse, onu en baştan yaşayacak bütünlüğe kavuşabilmek için nasıl seçimler yapabilirim? Bu soruların yanıtlarını hayatımın bir sonraki dönüm noktasına bulabileceğim.

Dönümlerimizin kolaylıkla olması dileğiyle…

Seda Vardı

Nefes koçu. Tutkulu bir yoga öğrencisi. Yolun kendisine aşık. Çok okur, çok yazar, çok deneyimler, çok paylaşır. Rehberlik yolunda yumuşaklıkla öğrenmeyi ve paylaşmayı öğrendiği için huzurlu. Kendine ve insana dokunmanın hazzını erkenden keşfettiği içinse çok şanslı... Bugünlerde kendini spiritüel transformatör gibi hissediyor; aldığı tüm eğitimler, katıldığı tüm inzivalar, okuduğu yüzlerce kitap, yaşadığı binlerce farkındalık deneyimi... bunların hepsi gerçek bilgiye dönüşmek üzere kaleminin ucunda.