Bir erkeğe erkek demeniz için ne kadar yol kat etmesi gerekir?
— Bob Dylan
Öncesizlik ve sonrasızlık içinde Tanrı’dan başka bir şey yoktu. Hareket yoktu, ses yoktu, varlık yoktu. Olan tek şey, Tanrı’ydı. Sonsuzlukta varolan Tanrı, kendini bilme isteği duymaya başladığında, öncesizlik ve sonrasızlıkta bir kıpırtı başladı. Kıpırtı, dalgalar halinde yayılmaya başlarken, yüceler yücesi Tanrı, kendinden ayırdığı bir parçayı kendine yabancılaştırdı. Bu sayede, kendini kendisi aracılığıyla görmek istedi.
Işığını kullanarak bir evren yarattı.
Baktı ki, yarattığı şey güzeldi.
Bunun üzerine yaratmayı sürdürdü ve tıpkı kendine benzeyen, kendi suretinde, ilk grup tanrıyı yarattı.
İlk grup tanrı, kendine yabancılaşmış yüce Tanrı’dan başka bir şey değildi. Kendileri için yaratılan bu muhteşem evrende, büyük bir huzur ve mutluluk içinde yaşamaya başladılar. Her yana yayılan Tanrı’nın bilinci, varoluşlarının tek amacı ve tek kaynağı idi. Tanrının bir parçası olarak, onun bilincini içlerinde taşıyan tanrılar, deneyim ve deneyimin dayanağı olan özgür irade ile ödül-lendirildiler. Ne yaparlarsa yapmaya, ne isterlerse olmaya izinleri vardı.
Milyarlarca yıl boyunca yüce Tanrı’nın işlerini huşu içinde izleyen tanrılar, kendilerinin yüce Yaratıcı’dan ayrı bir şey olduğunu anlamakta zorlanıyorlardı.
Bir kaç milyar yıl daha geçti ve yüce Tanrı’nın kendilerine armağan ettiği “özgür irade” yavaş yavaş etkilerini göstermeye başladı. Tanrılardan bazıları yüce ve tek Tanrı’ya yabancılaşmaya başladı. Kendilerinin de yüce Tanrı’nın bir parçası olarak birer tanrı olduklarına inanıp, “Tanrılık” talep ettiler. O’nun bir parçası olarak Tanrı olmaya hakları olduğuna inandılar. Ne yazık ki karşılarında bir engel vardı: Kendilerine yakaracak, adlarını övecek kulları olmadan bir tanrı olmaları mümkün değildi.
Bunun üzerine tanrı olmayı talep eden Talepkar Tan-rılar, kendi evrenlerini yaratmaya karar verdiler. Kız kardeş-leri Merhamet ve Bilgi Tanrıçaları buna karşı çıktılar. Tanrı, taklit edilemezdi. Tanrı olmak için yüce Yaratan ile bir olduklarını anlamaları yeterdi. Tanrılar, duyduklarından hoşlanmadılar ve kız kardeşlerini aralarından sürdüler.
Ardından ilk olarak daha sonradan Yanılsama Tanrısı diye adlandırılacak olan tanrı, yüce Tanrı’nın ışığından bir miktar aldı ve diğerlerinin de yardımıyla bundan bir evren görüntüsü oluşturdu. Hep birlikte, sayısız güneş, sayısız dünya ve sayısız canlı ile doldurdular evrenlerini. İşlerini bitirdikten sonra geriye çekilip eserlerine baktılar ve bir ağız-dan, “Güzel oldu kardeşlerim; kutlu olsun!” diye bağırdılar.
Ortaklaşa yarattıkları bu evren, tıpkı Yüce Tanrı’nın yarattıklarına benziyordu. Her yer yüce Tanrı’nın erdemi ve O’nun ışığı ile doluydu.
Aradan milyonlarca yıl geçti.
Talepkar tanrılar, yaptıkları evrenin tıpkı yüce Tanrı’nın yarattıklarına benzediğini biliyor ve işleri ile gurur duyuyor-lardı. Sayısız canlı, yarattıkları evrende yaşıyor, doğup ölüyor ve yeniden doğuyordu. Yaşam mükemmel bir uyum, huzur ve tek düzelik içinde devam ediyordu. Yine de Talepkar Tanrılar kendilerini hâlâ birer tanrı gibi hissedemiyorlardı.
Bunun üzerine, kafa kafaya verip düşünmeye başladılar. Milyonlarca yıl düşündükten sonra bir çözüm bulmayı başardılar. Nasıl ki yüce Tanrı, kendini bilmek için kendilerini yarattıysa, onlar da birer tanrı olmak için özgür iradesi olan, düşünen, karar veren kullar yaratacaklardı. İçlerinden biri hariç hepsi bu çözümü çok beğendi. Bu çözümü yeterli bulmayan Korku Tanrısı öne çıktı ve “Kardeşlerim!” dedi. “Erişilmez sırlarınız ve yüce aklınız karşısında saygı ile eğilsem de sorarım size, bir gün yarattıklarımız da bizler gibi tanrı olmayı talep ederlerse ne yapacaksınız? Bizi bırakır da yüzlerini birer Tanrı olmaya çevirirlerse, o zaman bize inanan kim kalır geriye? Bize inananlar olmazsa o zaman nasıl birer tanrı olabiliriz?”
Tanrılar, kardeşlerinin bu sözleri üzerine derin düşüncelere daldılar. Kendileri gibi düşünen, akıl yürüten, özgür iradeye sahip olan ve hepsinden önemlisi “kendini bilen” kullar, yaratıldıkları anda Tanrı olduklarını anlayıp kendilerine tapmayı bırakırlardı. Evrende, Tanrı’dan başka bir şey yoktu. Bu nedenle talepkar tanrılar, yaratmak için yüce Tanrı’dan, O’nun ışığından, O’nun erdeminden ve O’nun bilgisinden başka bir şey kullanamazlardı. Tek bir malzeme vardı evrende; o da Tanrı idi.
Bunun üzerine yeniden düşünmeye başladılar. Işık, ışık-tan nasıl gizlenebilirdi? Tanrı’nın bir parçasına kendi tanrılığı nasıl unutturulabilirdi? Bir parçanın diğerine tapması nasıl sağlanabilirdi? Bunlar, tüm evren yaratıldığından beri hiç sorulmamış sorulardı.
Milyonlarca yıl geçtikten sonra, yarattıkları evrenin farklı köşelerine çekilmiş olan Talepkar Tanrılar bir araya geldiler ve geliştirdikleri çözümleri sıralamaya başladılar. Yanılsama Tanrısı, “Gözlerine karanlık bir perde indirelim ve göremesinler,” dedi. “Tanrı’nın yüce bir dağın zirvesinde olduğunu söyleyelim onlara. Yarattığım hayal dağına asla ulaşamasınlar.”
“Olmaz!” dedi Korku Tanrısı. “Nasıl ki biz kendil-iğimizi farkettiysek onlar da zaman içinde yanılsamayı farkedecekler. Tanrı’nın ışığını alevlerden oluşan korkutucu bir çukura gömelim. Oraya ulaşmaya korkup Tanrı’nın ışığını asla bulamasınlar.”
“Hayır kardeşim!” dedi, Zevk Tanrısı. “Korkular zamanla eski güçlerini yitirir. Onlara zevk dolu bir cennet bahçesi sunalım. Kendilerinden geçsin ve kendilerini aramayı unutsunlar.”
Cehalet Tanrısı ileriye atıldı ve, “Cehalet verelim onlara,” dedi. “Bilemesinler. Açlık verilim, arzular verelim. Onları tatmin etmekle uğraşırken başka bir şey düşünemesin-ler.”
“Hayır yeterli değil,” dedi Arzuların Tanrısı. “Arzu-larını tatmin ettiklerinde dikkatlerini Tanrılığa verirler o zaman. Tatminsizlik verelim ki arzularını asla tatmin edemesinler. Böylelikle kısır bir döngüde sürekli olarak arzularını tatmin etmekle uğraşsınlar.”
Tanrılar hâlâ tatmin olamamışlardı.
Öfke Tanrısı, “Öfke ile tanıştıralım onları,” dedi. “Öfkeleri endişeye, endişeleri öfkeye dönsün ki, varoluşları için koku içinde yaşarken yüzlerini umutla bize dönsünler.”
“Bu da olmaz kardeşim,” dedi Kıskançlık Tanrısı. “Nasıl korkular, bilginin gücü ile etkilerini yitirirse, zevkler de merhametin gücü ile etkilerini yitirirler. Bu nedenle tam tersini yapalım ve onlara kendimizi gösterelim. Bizi kıskan-malarını sağlayalım. Bizim gibi olmak için bize tapınmaktan başka bir seçenek sunmayalım onlara. Tanrılığın ve tanrının ışığının yalnızca bizde olduğuna inandıralım onları.”
Yanılsama Tanrısı atıldı.
“Ah kardeşlerim! Hepinizin bilgeliği karşısında derin bir huşu içindeyim. Yine de kızkardeşlerimiz Bilgi tanrıçası ve Merhamet tanrıçasının bizim karşımızda olduklarını ve bizi onaylamadıklarını unutuyorsunuz. Kullarımızın aklını karıştırıp onlara kendi tanrılıklarını hatırlatabilirler.”
Hepsi bir ağızdan “Doğru,” diye mırıldandılar.
Yanılsama Tanrıçası sözlerini sürdürdü.
“Ben ne yapacağımızı biliyorum. Dağlar aşılabilir, ateşten çukurlar keşfedilebilir, zevkler de korkular da aşıla-bilir… Bunun yerine Tanrı’nın ışığını, kullarımızın kalp-lerine saklayalım. Orada onu asla bulamazlar.”
Tanrılar bu bilge fikir karşısında gülümsemeye başladılar.
Yanılsama tanrıçası, “Işığın üzerini madde ile örtelim ki ışığı göremesinler,” dedi.
“Ve korkularla,” dedi Korku tanrıçası.
“Ve arzularla” diye ekledi Zevk Tanrısı.
Kıskançlık Tanrısı, keyifle güldü, “Ve hasetle…”
“Öfkeyi unutmayalım,” dedi Öfke tanrısı.
Yanılsama Tanrıçası, kardeşlerine gülümsedi.
“Son olarak da yanılsama ile örteriz üzerlerini!”