Biliyorum canın yanıyor. Hem de çok… hatta karnını kepçeyle kazıyorlarmış gibi hissediyorsun. Bazen o acı kalbini vurur, o günleri de iyi bilirsin. Bazen de etlerin lime lime olur sanki… Ama en zoru da ateşler içinde yanıp kül olmaktır… Hepsini iyi bilirsin, bilirim.
Cesaretine de hayranım senin. Böyle anlarda kaçmayışına… Kendini alkol, uyuşturucu, fuhuşturucu ve bilumum yolla uyuşturmayıp o acının içinde kalışına… içten içe biliyorsun, bu acı geçilmeli, yanıp kül olmalı gerçek sandığın her türlü sahtelik, sen zannettiğin her türlü illüzyon… Biliyorsun bunu. Ve de bu yüzden acının içinde kalmaya izin veriyorsun ya!
Çünkü yandın daha önce! Defalarca yandın. Çok yandı canın, ama çok. Tıpkı şimdi yandığı gibi… Karnın kepçeyle kazınırcasına… Bazen birden fazla gün sürdü bu yanma… Ama eninde sonunda biliyorsun ki… Gördün ki geriye kaldı sadece hakiki olan, öz olan, gerçekte var olan. Ben ona diyeyim elmas, sen ona de ışık. Ama sarıp sarmalanmış sahteliklere ve sanmışsın ki sen bunu hakikat. Ve yanan sadece oymuş . Sen sandığın sen… Ve ertesi sabah uyanınca bakmışsın ki geriye kalmış sadece ben diyeyim elmas, sen de ışık. Parlak masmavi gökyüzünde sıcacık bir güneşin parlaklığında bir ışık… hep beklediğin… hep arzuladığın o parlaklık…
İşte bu yüzden izin veriyorsun acıya da, yanmaya da… Kalıyorsun canın ne kadar yansa da… Her ne kadar yananı canın sansan da…
Bu satırları okuyan can… eğer yanıyorsa canın acımasızca bilesin ki değilsin yalnız. Bu can da yanmakta… Ama müjdeler olsun ki geçecek bu elbet ve kalacaksın o pırıl pırıl hakikatle başbaşa… Yeter ki yanmanın içinde kalabil; erteleme, reddetme, uyuşturma, kaçma.