Bakarsın gözlerinin içine sevgilinin… Vuslatın hasretiyle geçirmişsindir yıllarını. O’nu bulmak, O’na kavuşmak, O’nu kucaklamak için… Sayısız kalpte, gözde, bedende, kokuda aramışsındır O’nu… Umut etmişsindir bu sefer O geldi diye. Ama olmamıştır işte, olmamıştır. Bir yere kadar gelmiştir ve sonrası… Sonsuz bir boşluğa yeniden düşüş!

Ama şu anda bakıyorsun işte O’na… O yeniden karşında. Eriyorsun kalbindeki okyanusun içinde. Kucaklıyor seni her zerrenle… Kucaklanmamış bir yerin kalmamış… Okyanusun değmediği yer yok teninde… Aşkla bir bütün olmuşsun maşuğunun sonsuz yüreğinde…

Kendinden geçmişsin aşkla… Bedenin daha önce tanışmadığın nice hormonu pompalamakla meşgul… Gözlerin bakıyor, ama bir başka… Her yer bir başka artık… Pırıl pırıl… Işıl ışıl…

Yanından geçen canlara bakıyorsun. Dudakların bir başka gülümsüyor. Sözlerin bir başka büyülü… Bir başka okşuyor canların bedenini… “Sen bir başkasın, ne oldu sana böyle?” diyorlar gülümseyerek. Başını hafif geriye yatırarak bir kahkaha atıyorsun, ama çok da uzun değil. Nasıl anlatabilirsin ki bu halini? Aşk diyeceksin, o da sana diyecek ki “Ha aşk mı? İşte Instagram’da sürtüyor yine!”

Aşkı bu sanıyor ne yapsın maşuğunu arayan ama henüz aşık olamamış fakir. Elbette onun da bileceğini biliyorsun bu hali bir gün… Bir zamanlar sen de böyleydin. Zannederdin ki sana aşkı sunacak başka bir kişi, başka bir kimlik, başka bir beden… Ver bana, onu ver! diye nice kavgalar etmemiş miydin sen de aşk zannettiğin adına… Ama şimdi biliyorsun ki o başka bir şeymiş, aşk değilmiş aslında. Aşk kelimesi de yetmiyor ki ama bu hali ifade etmeye diye düşünüyorsun sevgilinin kokusu ruhunda dolaşırken…

Tadını almak da istiyorsun aşkın… Uzatıyorsun dudaklarını O’nun hafif nemli ve etli dudaklarına… Öpüyorsun hafiften… Sonra bir daha… Sonra bir kere daha… Ama hırsla değil! Mekanik hiç değil! Bir başka…

Gözlerin gözlerinde, kokun kokusunda, dudakların dudaklarında ve kulağına eğilip diyor ki “Çok bekledim seni, ama senin beni beklediğinden çok değil. Biliyordum çünkü bana geleceğini ve hep sabırla bekledim seni, bir yandan da izliyordum acı çekerken benliğini… Defalarca seslendim sana. Dedim ki, AŞK’ım ben buradayım, bekliyorum seni sabırla, hasretle, varlığımla… Ama kulakların duymaz olmuştu o zamanlar ızdıraptan, ulaşamadım sana… Ama hiç vazgeçmedim sana seslenmekten, AŞK’ım diyerek seni sevmekten… Biliyordum… Biliyordum bana geleceğini… Söz vermiştik birbirimize aşkın nefesiyle…”

Derin bir nefesle daha çektin O’nu içine… Titremeye başlamıştı bedenin meşkle… Yükselmeye başlamıştı içinden bunca yıldır uyuyan bir kudret ve ele geçiriyordu seni… Ellerin olmuştu sevgilinin sırtında dolaşan bir tüy… Dokunuyordun O’na milyonlarca yılın hasretiyle… Şefkatli dokunuşlarınla hızlanıyordu nefesi ve açıyordu kendini iyice sana… Biliyordun ki akıyordun O’nun bedenine şefkatle, aşkla… Sadece BİR olan siz değildiniz biliyordun, bütünleşiyordu bedenlerinizdeki her hücre diğeriyle… Trilyonlar BİR olmuştu İKİnizde… İKİ BİR olmuş salınıyordu aşk okyanusunda gitgide artan şehvetle…

Nefesler nefeslere, bedenler bedenlere, beyinler beyinlere, menziller menzillere, ruh ruha karıştı gitgide ve artık ayıramaz olmuştu onları hiç kimse… Hem niye ayırsınlar ki gözleri kamaşmış halde şahit olurken bu BİRleşmeye… Titreşmeye başlarken ruhları er geç herkesin yaşayacağının bilişiyle… Geriye ise sadece kutsama ve kutlama kalmıştı bu sevişte…

Ve sen artık yok olmuştun sevgilinde O çoktan erimişken seninle… Nerede başlıyorsunuz, nerede bitiyorsunuz bilmiyordunuz ki… Bir başlangıç, bir son var mı halbuki… Gezelim evreni diyordun, bir bakıyordun ki evren sensin… Boyutlar diyordun, tüm boyutlar da sensin. Ya sevdiklerim dedin bir anda… Bir de baktın sevmediğin ne kalmış ki var oluşunda…

Seven ve Sevilen… Aşık ile Maşuk… Eril ile Dişil… Yin ve Yang… Daha nice ifadeler sayılabilir Sen ve O’nun adına… Ama hepsi komik geliyor sana şu anda. Kelimeler manasız… Salınıyorsun aşkın içinde bir o yana bir bu yana…

Hep arzuladığın buydu. Hep istediğin de… Artık O’nu buldun ya… Sonsuza kadar kalabilirsin yanında… Sonsuz güven burada, aşk burada, varlık, biliş, dinginlik, huzur… hepsi burada! Artık daha başka ne isteyebilirsin ki… Sonsuz doyum ve tatmindesin şu anda… Bırakıyorsun kendini tamamiyle ve teslim oluyorsun OLAN’a…

Ne kadar kaldın bu halde bilmiyorsun. Ama birden ellerini hissediyorsun sevgilinin, sana şefkatle dokunan… Gözlerini açıyorsun. Gözleri gözlerinde… Bedenine bakıyorsun… O’nun bedeni ve senin bedenin… Biraz şaşırıyorsun. Neden BİR olmuşken ayrıştık ki böyle? Sonsuza kadar BİR olabilecekken seninle?

Gülümsüyor yine başını döndüren kokusu eşliğinde… “Ben buradayım her daim… Seninle… Aşkla…” diyor o gülümseme. Ama sonra kabul etmesi zor kelimeler geliyor kulaklarına… “Şimdi dönmelisin Dünya’ya!”

Dünya’yı duyduğunda itiraz etmek istiyorsun aniden… Dünya mı? Oraya mı? Niye? NİYE! Ben seni bulmuşken şu AN’da… Neden bırakıyorsun beni yeniden! Bir şey mi yaptım? Neden ayrılıyoruz yine, neden! Nefesin hızlanmış. O halden tepetaklak düşmüşsün bir anda… Korku, kaygı, endişe… Hepsi birden hücum etmiş bedenine… Ama O şefkatle dokunuyor sana bir kere daha yine ve yine… Dokunuşu güven verici, ama niye bitiyordu ki bu? Niye ayrılmak zamanıydı ki yine!

Hafifçe eğiliyor kulağına… Kokusu… O kokusu yok mu… Ondan yoksun mu kalacaktın yeniden! Acıyordu için delicesine…

Sonra akmaya başladı sözleri ruhuna… “Asla! Artık ayrılık yok AN’da… Ben buradayım parmağını her uzattığında… Her hücrendeyim AŞK’ım… Maşuğun eridi VEDUD’unda…  Şimdi beni göreceksin, duyacaksın, hissedeceksin, tadacaksın, koklayacaksın Dünya’daki her saatinde, her saniyende, her dakikanda…

Dönmelisin AŞK’ım, dönmelisin! Varlığımızın her halini keşfetmelisin. Birbirimize söz verdik buluşmak üzere ve bir söz daha verdik geri dönmen üzerine… Nice aşıklar eridiler aşkla da bu yolda, dönemediler geriye… Elbette bu da bir seçimdir AŞK’ım, eriyip kalmak AŞK okyanusunda… Ama sen dön geriye ve hatırlat var olduğunu AŞK’ın younu Aşk Aşk diye yanan canlara… Ve de beklediğini maşuğunun aşığını hasretle sonsuz zamanda…

Ve onlara tekrarla şunu: ‘Sevgili bekler seni, sen O’na gelene kadar sabırla… Gelişini kutlar ama gidişini bir başka kutlar aslında… Çünkü bilir ki ne zaman arzulasan O’nu, geliverirsin artık O’na… Biliyorsun sen şimdi o yolu nasılsa… Ve O da merak ediyor Dünya’yı senin gözlerinden… Keşfedelim yaşamı diye beklemişti senin gelişini asırlarca…’ Şimdi git ve yaşa AŞK’ım… Ben seninleyim yeniden. Her daim içinde, her daim yanında…”

Sözleri söndürmüştü içinde yanan alevleri… Kızgınlığın da, şaşkınlığın da, öfken de gitmişti geri… Bir başka heyecan vardı içinde… Eminsin ki artık sevgilin, maşuğun, aşkın, O her daim Seninle…

Ve koca bir dünya var keşfedilecek O’nunla birlikte… Önünde…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...