Başka kim olabilir ki?

Öyle mi diyorsun? İstersen bir daha düşün…

Korkuların kaynağı nedir?

Belki ancak doğduğumuz ana geri gidersek korkusuz ne demek anlayabiliriz. Eh, biz o güne dönemeyeceğimize göre yeni doğmuş bebeklere bakın. Duyabilecekleri korkular hayatta kalmak üzerine; yani koruyucu ve besleyici olan annenin uzaklaşması, bedenin yaşam şartlarının tehdidi… sorabilsek onlar buna korku bile demiyordur ya!

Geçenlerde sevgili arkadaşım Cem Şen’in son kitabını -Nefes Kitabı- okurken insan beyniyle ilgili yazdığı bir bölüm oldukça hoşuma gitti. Beynimizin 3 bölümden oluştuğunu anlatıyordu kısaca -o kadar hoşuma gitti ki bu aralar bu bilgiyi sohbetlerimde kullanıyorum- sürüngen beyin denilen ilkel beyin sadece yaşam fonksiyonlarıyla ilgileniyor ve alışkanlık geliştiriyor, ikinci memeli beyin ise duyguları yönetiyor, bunun üzerinde insanı insan yapan soyut düşünme, geleceği planlayabilme, strateji kurabilme ve mantık yürütebilme gibi özellikleri veren beyin var nam-ı diğer serebral korteks ve en önemli parçası neo-korteks! Özetlerken bile durumun genel çerçevesi kendini belli ediyor: yaşam fonksiyonları = ilkel beyin, buna hayatta kalmayı sağlayan öfke, korku, çiftleşme dahil ve tabii alışkanlıklar; duygular = memeli beyin, sevgi, paylaşma, koruma ve de bunlarla birlikte sosyal yaşam… en üstte ise hani o kıvrımlı kıvrımlı bildiğimiz beyin var ya, düşünebilen parçamız, bizi biz yapacak farklılaştıracak bölüm. İşte “gerçekten korkan sen misin?” sorusunu ona soruyorum…

Eğer kontrol sürüngen beyinde ya da memeli beyinde ise tamamen onların ihtiyaçları doğrultusunda bir karar alınacaktır. Sürüngen beyin hayatta kal diyecek ve statüko’yu korumak isteyecektir -herhangi bir çatışma durumunda sürüngen beyin çoğunlukla galip gelen!-. Memeli beyin ise -daha iyi mi kötü mü bilemedim:)- duyguları devreye sokacaktır. Her ikisi de görevlerini yapar ama ilerlemeye yönelik bir karar alınmasını iyi niyetleriyle (!) sabote edebilirler. Özellikle statüko, yenilikçiliğin ve gelişmenin en büyük düşmanı olur. Tabii ki, bize kattığı çok şey var, hayatı hergün yeniden keşfetmek pek de keyifli olmazdı, mevcut bir alışkanlıklar zinciri bize çoğu günlük işlemi kolaylaştırır. En başında, beden işlemlerinizi hatırlamanız gerekmez, otomatik olarak yerine getirilirler. “Hadi, nefes almayı unutma” demek tuhaf olurdu -dakikada 15 kez nefes aldığımız düşünürsek oldukça da zahmetli!- ya da akşam 11 civarı karaciğere şimdi çalışabilirsin demek… Bu temel ihtiyaçların bu kadar kolay karşılanması ne güzel ama, hayatın çok yönlülüğü işin içine girince herşey farklı bir yüze sahip oluyor. Diyelim ki hep alıştığınız bir iş ve ilişki içindesiniz ancak bazı yönleriyle sizi artık yeterince tatmin etmiyor, değişim istiyorsunuz, sürüngen ve memeli beyin panik halinde devreye girecektir. Evet, endişe ve korkularla yüzleşmeye hazır olun! Nerden buldular bunların kaynağını? Çok da uzakta aramayın, kendi içinize bakın!

Doğduğunuz andan itibaren yüklenen her bilgi bunun kaynağını oluşturacaktır. Bir çocuk için karanlık -hatta öcüler vardır- masallarda devler ve kötü şeyler yapan cadılar, kaybetmek vardır, ödüller ve cezalar, sevgi bile korku konusudur cezaların parçası olarak. Gizlemeye çalışsak da ölüm vardır, her bir ebeveyn kendi korkarken ölümden nasıl anlatsın ki bu aslında doğal diye. Bir düşünün doğmak aslında en korkulası şey olurdu bu zihniyetle, yoktan var olmak, büyümek değişmek… Sevinçle karşılarız her doğumu, olmayan dişlerimiz çıkarken mutlu oluruz ya da boyumuz uzadığında, cinselliği keşfetmek cazibelidir… Ya kaybetmek, yaşlanmak, yok olacağını düşünmek… Neden korkarız bu kadar? Sadece kaybetmekten mi? Sahip olmak neden bu kadar önemli? Kimliğimizi neden sahip olduklarımızla sınırlamak isteriz hep? Ne kolaydır kimliğini yitirtmek o zaman, elinden al yeter…

İnsan yaradılışı itibariyle amnezi halindedir. Yani, unutmuştur. Nereden geldiğini, kim olduğunu ve nereye gideceğini… Gelişler bizi korkutmaz ama gidişler hep korkutur. “Her son yeni bir başlangıçtır” diyen o söyleme kinayeli bir gülümsemeyle karşılık veririz. Bugün yaşlılıkla başlayıp çocukluğa dönen tuhaf (!) bir hayat film konusu olmuştur, fantastik Hollywood yapımları işte…

Ben size korkmayın demiyorum, aslında korkun, hayatta kalmak için korkun, karşınızda sizi tehdit eden gerçek (!) bir durum varsa durmayın kaçın ya da kendinizi savunun, ama her korkuda bir sorun kendinize “gerçekten korkan sen misin?”… Eğer korkunuz yaşamsal değilse, eğer korkunuz size anlatılan hikayelerle bezenmişse, o zaman derim ki bu korku size ait değil!

Yüzyılların korkuları, insanları kontrol altında tutmak için icat edilmiş korkular, bugün korku kültürleriyle yaşamaya mahkum olmuş toplumlar… Bilgisizliğin getirdiği korkular ya da günümüzde fazla bilginin…Farkında mısınız? Artık fark edin.

Her zehirin bir panzehiri vardır. Korkularınızın panzehiri de içinizde, yine sizin düşünce sisteminizde, harekete geçirin yeter. Hani, o kıvrımlı kıvrımlı tanıdık beyin var ya, düşünebilen beyin, tüm çözümlerin kaynağı da orda. Tek yapmanız gereken sürüngen beyni sakinleştirip düşünmek.

Artık fark edin -ya da etmeyin- ama, en temel görevimiz sadece düşüncelerimizi kontrol etmektir.

Melike Belkıs Doğar