Bazen düşünmüyor değilim hani şu benim yüksek benlik üvey mi acaba diye! “Aşağıya bir pamuk prenses lazımmış” deyip ağzıma bir parmak bal çalıp yolladı yine beni buralara bir de “aman haa korkma ben hep arkandayım, kollarım, korurum, yalnız değilsin bıdı bıdı”. Eh geldik koşa koşa tabii ayaklarımız bir yerlerimize vura vura. Pamuk prenses olacağız yaa… Geldik ama bir de ne görelim, ne parti ne balo! Ehem küçük hanım, prenses kadromuz doldu sizi şimdilik külkedisi olarak atıyoruz, çıtooonk, idare ediverin durumları yani… Eee hani baloydu hani prensti filan deyince “sabret” dedi, “asıl balo senin içinde gizli, onu keşfedip çıkarman gerek, bunun için de bu zorlu yolu geçmen gerek. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Şimdi sana zor, kötü filan gelebilir ama aslında en yüksek hayrın olan bu, balonun yolu buradan geçer kızım” dedi. Ne olursa olsun en yüksek hayrınadır deyip saldı…
…beni bayıra eh hadi yine gerisini mevlam kayıra…
Ne öğrendik, ders biiirrr: Külkedilikle idare etmek gerekirmiş şimdilik, prenses onun içinde gizliymiş, onu kendinin keşfedip de ortaya çıkarman gerekirmiş. Anladım yine keleğe geldik ama şu saatten sonra artık yapacak pek bir şey de yok. Ben de başladım tabii aramaya, el mahkum bir kere. Aradım, taradım, baktım içime, dışıma bir güzel amanın bir de ne göreyim, prenses değil, ne sultanlar, ne kraliçeler varmış içimde de haberim yokmuş meğer. Tam “heheeyyyt işte buldum hazine içimde gizliymiş hakikaten, al bozdur bozdur harca” diyecektim ki yetişti geldi benim üvey yüksek benlik, daha “oh” demeye vakit kalmadan yapıştırdı tokadı hemen. “Aman ha dikkat et, egon o senin, şişinme hemen, ne oldumcuk olma, alçak gönüllü ol, tevazu göster, şımarma sakın, çarparım haaa” diye bir güzel de haşladı oracıkta… Kaldık mı yine elimiz böğrümüzde boynu bükük. Neymiişşşş egoymuş, akarmış, kokarmış, ekşiymiş, turşuymuuşşş… Yaa ne biliyorsun belki ekşi seviyorum da senin haberin yok…
Ne öğrendik, ders ikiii: ne olursa olsun yola devam etmek ve tabii yine külkedilikle yetinmeyi bilmek gerek. Tekerlek patlak, yol buzlu, çamurlu, hava soğuk mu soğuk, dolu yağıyor kafam kadar her biri, bir de fırtına ki amanın, adım atmaya imkân yok, tepelerden aç kurtların ulumaları kesiyor nefesimi. Geldi mi hepsi birden gelir adamın üzerine zaten. Diyorum ki şöyle kuytu bir köşecik olsa, saklansam fırtına dinene kadar, sığınsam. Hatta biri alsa beni, sarsa sarmalasa, ısıtsa, korusa artık hiç bırakmasa… Ne o uzakta bir karaltı mı var ne? Sesleniyorum beni görmesi için, dua ediyorum. Yaklaşıyor yavaş yavaş, bakayım, olamaz, kim bu, prens mi ne? Yoksa allahım sonunda kadro boşalmış, prens geldi mi ne diyorum. Aslında bana sıradan bir avcı da yeterdi, yeter ki beni sevsin ona güvenebileyim… Ama ne yapalım prens gelmiş bir kere gitmemek olmaz şimdi. Hemen alıyor beni atına “oh” diyorum “ne güzel şeymiş güvenmek, sığınmak, korunmak…” Aşka filan da inanıyorum o aralar tabii ve en önemlisi kimsenin yalan söylemeyeceğine… Âşık mı oluyoruz birbirimize ne, oh diyorum sonunda… Seviyoruz işte birbirimizi yaa, sözler veriyoruz filan, bir mutluyuz bir mutluyuz. Sarayın yolu epeyce sürüyor. Çok güzelmiş be birine güvenmek, inanmak, sığınmak ve kendi canın kadar sevmek. Geliyoruz saraya, amanın bir de ne göreyim, bir tek bana âşık olan, benim için canını vermeye bile hazır olan prensin HAREMİ VAR ÜLEEEEN… Yine keleğe keldik. Tabii şu benim üstün yüksek benliğin parmağı da yok değil hani bu işte. Yıkılıyorum filan tabi, hayal kırıklığı, hayata küsme diz boyu. Salak salak inandığım, aldatıldığım için öfkeleniyor, öç almak, güç göstermek istiyorum. Seninki yine yapıştırıyor tokadı. Neymiş efendim, her şeye rağmen iyi olmalıymışım, kötülüğe bile iyilikle cevap vermeli, sadece kendime ve evrene güvenmeli, hemen ayağa kalkıp yoluma devam etmeliymişim (evren de onun iş birlikçisi, bilmiyorum sanki ben).
Böyle böyle ohoo daha neler neler olmadı ki! Tabi külkediliğine de en kıdemlisinden devam… Neymiş efendim bunların hepsi dersmiş. Pamuk prenses benim içimdeymiş, çikolataymış, mışmış…
Ahh aahh, elalemde görüyoruz yüksek benlikleri.
Eh artık gece yarısı oldu, vakit doldu. Kabak oldum kabak… Ve biliyorum ki, ne yarın, ne öbür gün ne de sonraki günler, camdan ayakkabıyı hiç kimse getirip giydirmeyecek ayağıma. Of ya biliyorum onu bile benim kendim yapmam, yontmam gerek. Hala “sabret, devam et” diyor seninki. E camdan ayakkabıyı da kendim yaparım aslında yapmasına ya onu bile kendi kendime giyeceksem kimse bilip görmeyecekse pamuk prensesliğin ne anlamı kalacak o zaman? Ha külkedisi kalmışım ha pamuk prenses olmuşum… Ama neymiş kendin bil yetermiiişşş, evren zaten birmiişşşşş. E tabii Çelik de değişmiiişşşş…