Benim için hayatı dolu dolu yaşamanın tek anlamlı yolu bir diğer insanın kâlbine, onu iyi yönde dönüştürebilecek ve ilham ile doldurabilecek şekilde dokunabilmek. Elbette ki her kâlp kendine dokunulmayı istemez.
Eğer bu yolda kendime bir hayat amacı edinmeye karar verseydim bu amaç insanlara, deneyimledikleri zihin hallerini deneyimlemeye mecbur olmadıklarını anlatabilmenin bir yolunu bulmak olurdu. Elbette bunu öğrencilerimin bir bölümüne öğretebiliyorum ama bunu tüm öğrencilerime, tüm insanlara anlatabilmenin ortak bir yolunu keşfedebilmeyi çok isterdim.
İnsan zihni tam anlamıyla şekil alabilen bir özden oluşur. Bunca yıllık gözlemlerime, kendi ustalarımdan öğrendiklerime ve kadim metinlerden anladıklarıma dayanarak beynin bilinci değil bilincin beyni yönettiğini ve deneyimlediğimiz her şeyin kesintisiz akış ve değişim halindeki bir zihnin ürünü olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle de zihin şekil alabilen bir özden oluşmaktadır. Şekil alabildiği için de zihnin deneyimlediği her hâl değiştirilebilir ve zihin hiçbir şekilde deneyimlemeye zorlandığı zihin halini deneyimlemek zorunda değildir.
Bunu başarabilmek ve zihinsel hallerimizi özgürleştirebilmek için ilk olarak hissettiğimizi hissetmek zorunda olmadığımızı anlayabilmeliyiz. Hissettiğimizi hissetmek için belli bir düşüncenin sürekli olarak bu zihin halini orada tutması gerekmektedir. Kaygının var olmasını sağlayan en büyük güç, kaygılanmama kaygısıdır. Kaygılı insan, eğer kaygılanmazsa kendini kaygılanacak bir durumda bulacağını zanneder. Bu sebeple de “kaygıyı sonlandırmak için kaygılanmak” diyebileceğimiz bir kısır döngüye yakalanır. Bu kısır döngü hatalı düşüncelerle beslenir ve sürdürülür. Eğer hatalı düşünceler varsa kaygı vardır, hatalı düşünceler yoksa kaygı yoktur.
İnsanın kendine şu basit soruyu sorması gerekmektedir: Eğer kaygı dolu düşünceleri sürdürürsem gerçekten de bu düşünceler kaygımı ortadan kaldırmamı sağlayacak mı?
Bu noktada yapılacak gerçekçi bir gözlem bize, kaygı dolu düşüncelerin zannettiğimiz gibi kaygılandığımız durumun çözümüne bir katkı sağlamayacağını kanıtlayacaktır. Ayrıca o an hissettiğimiz stresin ortadan kalkmasını da sağlamadığı gibi tersine stresin şiddetini artırmaktadır. Yanlış anlamalarımız nedeniyle “eğer kaygılanmazsak kaygılanacağımız bir duruma düşeceğimize” inanmaktayızdır. Bu durumun bize anlattığı gerçek şudur: kaygı dolu düşünceleri bırakmak sorunun çözümüne OLUMSUZ bir katkıda bulunmayacaktır. Bu, ilk önemli anlayıştır. Eğer kaygı dolu düşünceleri bırakmanın bize zarar vermeyeceğini anlayabilirsek o zaman kaygı dolu düşünceleri sürdürmek yükünü sırtımızdan atabiliriz. Kaygı verici bir ihtimalin kendisinden çok daha zararlı olan tek şey kaygılanmazsak kendimizi kaygı verici bir durumda bulacağımız yanılgısıdır. Aynı şekilde kaygılanmamıza sebep olan durum bir İHTİMAL, dolayısıyla HAYALİ olmasına karşın kaygılanmamız gerektiğine inandığımız için hissettiğimiz stres GERÇEKTİR.
Peki kaygı verici bir olasılık karşısında, örneğin “Ya gelecekte hasta olursam?”, “Ya gelecekte parasız ve sersefil bir hayat yaşarsam?”, “Ya gelecekte tek başıma yaşlanır ve ölürsem?”, “Ya patronum beni işten çıkarırsa?” tarzı bir düşünce karşısında düşünmemeli miyim? Hayır, düşünmeliyiz. Sadece kaygı yaratacak düşünceleri kullanarak düşünmemeliyiz. Bunun için kaygılanmanın duruma olumlu bir katkı sağlamadığını sadece olumsuz katkı sağladığını anlamalıyız. Durumun çözümü için gerekli olan düşünme biçimi analitik, gözlemci düşünme biçimidir.
Kısacası iki tür düşünce ile düşünebiliriz: Bunlardan ilki Budhist felsefede PAPANÇA olarak adlandırılan ve eldeki yetersiz verilerle varsayıma dayalı, vesveseli düşünme biçimidir. Burada bizi mutsuz eden düşünme biçimi budur. İkinci düşünme biçimi ise eldeki verilerin doğru değerlendirildiği, yapabileceklerimiz ile yapamayacaklarımızın net bir şekilde belirlenmesini takiben, yapabileceklerimizi yaptığımız, yapamayacaklarımız için hasara hazırlandığımız ya da kabullenmeyi kabul ettiğimiz bir düşünme biçimidir.
Özetlemek gerekirse, hissetmek ZORUNDA OLDUĞUMUZ olumsuz zihin halleri yoktur; yanlış anlamalarımız sebebiyle koruyup sürdürdüğümüz ve bu sebeple olumsuz zihin hallerine yakalandığımız KUSURLU DÜŞÜNCELERİMİZ vardır. Zihin son derece yoğurulabilir ve şekil alabilir bir malzeme olduğu için tercih ettiğimiz düşüncelere uygun tepkileri verecektir.
İşte bu sebeple zihnin ve kalbin üç yüce güçle, yani farkındalık, konsantrasyon ve bilgelikle eğitilmesi gerekir.
Konu üzerinde yazılacak çok şey olduğu ortadadır. Açıklanması gereken, çalışılması gereken çok şey olduğu da ortadadır. Bununla birlikte bunların bir sosyal medya ortamında derinlemesine incelenemeyeceği de gün gibi ortadadır. Yine de umarım ki sabırla okuduğunuz bu yazı size doğru düşünme biçimi yoluyla neşeli ve huzurlu bir zihin hali geliştirmek için ilham vermeyi başarır.
Dostluk duygularımla