Herşey yaratılış öncesi başladı. Bizler birbirlerinin gözlerinde birliği gören muhteşem bütün ve parçalarıydık ve yepyeni bir deneyime hazırlanıyorduk. Varolduğumuzu ilk defa deneyimleyecektik ve herkes bakışlarıyla birbirleriyle sessizce ve büyük bir sevgiyle antlaşmalar yapıyordu, “seninle şunları şunları deneyimleyeceğiz”diye. Onu ilk defa orada görmüştüm. Çok yoğun bir sevgiyle bana bakıyordu, ben de aynı yoğunlukla ona. Gözlerimiz kesiştiği anda anlamıştık birlikteliğimizin çok uzun süreli olacağını. Biz birbirimize en yoğun deneyimlerden birini yaşatacaktık ve öğretecektik: “Sevgi”yi…
İlk seferinde dünyaya karı-koca olarak geldik. Birbirimizi görür görmez aşık olmuştuk ve tanımıştık açıkcası. Muhteşem bir duyguydu bu. Yer 1. Viktorya dönemi İngiltere’siydi. Ben zengin bir ailenin oğluydum ve o da zengin bir ailenin kızı. Maddi olanaklar açısından problemimiz yoktu, manevi olarak da… yalnız yolculuğun başlaması sürecinde bazı sapmalar gerekiyordu, senaryo gereği ve yaşamın akışında bu sapmalar başladı. Benim işlerimde olan bozukluk nedeniyle ben kendimle ilgili sorunlar yaratmaya ve yaşamaya başladım… işle ilgili problemler kendinizi sevmenizle ilgilidir ve benim sevgiyi maddesel dünyada öğrenme senaryom gereği “sevgisizlik”i yaşamam gerekiyordu. Bunun için kendimden şüphe duymamı sağlayacak iş bozulmasını soktum hayatıma. Kaynağımı temsil eden güvenlik dolu bir aile ortamından, şüphe duymamı sağlayacak bir başarısızlık senaryosuna geçiş yaptım ve bu dengemi altüst etti. Kendimi içkiye verdim ve çevremdekileri; en çok da onu ihmal etmeye başladım. Halime çok üzülüyordu ve açıkcası anlam da veremiyordu bendeki bu değişime ama işte sonuçta senaryoyu biz yazmıştık ve bizimkisi birkaç yaşama sığacak ve bize birçok muhteşemliği yaşatacak büyük bir antlaşmaydı…
Benden ilgiyi kaybedince ve yıkılışımı gördükçe o da içine dönmeye başladı ve ruhu çıkış aramaya başladı. Yakın arkadaşlarımdan birisinin özel ilgisini görünce de ona kırgınlıklarını örtmek gibi bir nedenle karşılık vermeye başladı ve aşık oldu. Bu aşk bir süre sürdü ve taa ki ben birgün eve gelip onları yatakta yakalayıncaya dek devam etti. O anda zaten paramparça olmuş ruhum, yokolmuş gibi hissetmiştim ve ne yapacağımı bilemez halde silahıma sarılmıştım. Önce onları öldürmeyi düşünmüştüm, önce de onu ama silahım tek atımlıktı ve o tek kurşunu kendi üzerimde kullanmayı seçmiştim. Arkamdan çok ağladı ve hayata kendini kapattı. Ölünceye kadar da başkasıyla olmadı o hayatında sevgili uzun yol arkadaşım. Bu bizim sevgiyi öğrenmek yolunda, tam zıddını yaşamamız için gerekli ortamı yarattığımız bir yaşantımızdı ve deyim yerindeyse “evrende dosyamızı açmıştık”. O da öldüğünde öbür tarafta sevgiyle karşılaştık, aynı bakışlarla baktık birbirimize ama aramızda artık bir mesafe vardı “olması gerektiği” gibi… İkinci hayatımızda bir baba-oğul olarak geldik Rusya’da. O benim oğlumdu ve geçmiş yaşamda yaşadığım “iş başarısızlığı”nın getirdiği kaybedişleri ruhumda taşıyarak gelmiştim dünyaya. O da kendini suçlamayla… ikimizin arasında çok büyük bir sevgi vardı, ama kesinlikle söyleyemiyorduk. Ben çok sert ve disiplinli bir babaydım ve deyim yerindeyse resmen oğlumun aazını ediyordum. Sürekli onu çalışması konusunda zorluyordum ve en ufak hatasında da tepesine çullanıyordum. O da bu baskılarım karşısında sadece kendini daha da suçlu hissediyordu. Onu çok seviyordum ve korumaya çalışıyordum geçmişin etkileriyle, ama bilakis onu acısını daha da arttırmaktan başka birşey yapmıyordum. Açıkcası bu senaryo arayı daha da açmamızı sağlamak için yarattığımız bir senaryoydu. Ama açarken bile gözlerimizde gelmeden önce gördüğümüz o sevgi pırıltısını taşıyorduk hep. Ama ifade edemiyorduk ve edemedikte hiç. O hayatta ben yaşlanıp öldüm ve o da kendini baskıdan kurtulmuş, ama buna karşın ezik ve ömür boyu tırsık biri olarak geçirdi ve bitirdi.
Yine döndüğümüzde bu sefer yine sevgiyle birbirimize bakıyorduk ama bayağı bir uzaklardan… bu, size garip gelebilir; “hani ölünce herkesle yakınlaşacaktık” gibisinden düşünceleriniz de olabilir, ama senaryonun hakkıyla oynanabilmesi için tiyatrocuların kulis arkasından başlamalarını benzetebiliriz oyuna… birbirlerinin oyuncu olduklarını ve sahneden dışarı adım attıklarında kanka olduklarını bilirler ama sahneye adım atmadan önce, hele ki ellerinde “sevgiyi anlatacak ama trajik bir oyun” varsa kendilerini konsantre etmek için böyle davranabilirler ki bizim ki böyle olmuştu…
Arada yaşadığımız birkaç yaşam daha oldu ve bunlarda da bazı parantezleri açtık ve kapattık. Ama şu anda ayrıntılarını göremiyorum, sanırım çok da önemli değil. 3. en önemli kesişmemiz yine İngiltere’de oldu. 17. yüzyıl civarlarıydı ve yine iki aşıktık. Daha doğrusu ben ona aşıktım ve o da benden hoşlanıyordu. Ama ona aşık olduğunu söylediğimde beni reddetti ve müthiş bir hayalkırıklığı benliğimi sarmıştı. Hayalkırıklığı, acıya; acı tepkiye; tepki öfkeye ve öfke de eyleme dönmüştü. Ona birşey yapmadım, ama kendimi yollara atarak unutmaya çalıştım acıyı. Gemiye atladığım gibi orası senin, burası benim gitmeye ve ondan uzaklaşmaya başladım. O da bu arada daha önceki yaşamlarımızda çözemediğimiz suçluluk duygusuyla başbaşa kalmıştı… Sonra birgün gemimle Karayipler’e giderken bir fırtınaya yakalandık ve gemim battı. Boğulurken aklımdaki tek düşünce “bunun nedeninin o olduğuydu”.
Tekrar karşılaştığımızda artık bakışlarımızdan final senaryosunu yazmamızın zamanı geldiğini ve tüm açık parantezleri kapatıp birbirlerimize öğrettiklerimizi yaşayıp, başlangıçtaki gibi sevgiyle sarılıp yolumuza devam etmemiz gerektiğini okuyorduk.
Annemle yaşadığım onca şey ben de çeşitli tepkiler oluşturmuştu. En basitinden okulda ailelerin geldiği törenlerde onlara pek yaklaşmazdım ve uzakta dururdum. Mezuniyet törenimde bile onlara uzak durmuş ve başkalarının aileleriyle geçirmiştim zamanınımı. Onlar benle gurur duyuyorlardı ve çok seviyorlardı, ama o zamanlar bunları görecek durumda değildim. Annemle yakınlaşma sürecimizi başlatan olay benim Ankara’ya üniversiteye gidişim oldu. İlk gittiğim zamanlarda onun telefonlarına bile çıkmıyordum açıkcası ve tepki duyuyordum. Ama zaman onu ve ailemi ne kadar çok sevdiğimi anlattı bana. Hatta bir ara tası tarağı toplayıp onlarla yaşamayı bile istedim. Bu süreç içinde annem babamla bir uzaklaşma dönemi geçirdi ve 1 sene yanımda kaldı. Benim yaşantımı ve düşüncelerimi görünce tüm tarzı allak bullak oldu. Ama bu, onda büyük bir değişim yarattı. Korkak ve korumacı annemi daha rahat ve sallamaz bir hale geldiğini gördüm. Derin depresyondaydı ve hatta 2 defa da intihar etmeyi denemişti. İntihar olayı da beni çok sarsmıştı açıkcası. (Eh geçmişten kalma bir deneyim) Ama tüm bunların sonunda o değişmişti ve gelişmişti işte. Bu arada anneme ve babama ilk defa “seni seviyorum” dediğim zamanları hatırladım bir an şimdi. Çok zorlanmıştım ama şimdi onlar benim dememi beklemeden söylüyorlar bunu. Geçen gün anneme “seni seviyoruuuuuummmmm” diye mesaj attım, o da bana “ben de seni seviyorummmmmmmmm annik” diye yanıt atınca bayağı şaşırdım. Kadının tarzı bile değişmiş anlayacağınız…
İlk andan beri yanımda olan ve bana muhteşem armağanlar veren büyük ruh ve yol arkadaşım. Sana yaşadığımız herşey için sonsuz kere teşekkür ediyorum. Son büyük armağanın ise adına “affetmek” denilen ve aslında verilen armağanları kabul edip, karşındakine sarılmak olan sonsuz sevgi paketi. Bu paketi “doğal olarak” çok sıkı düğümlediğin için sana kızdığımı biliyorum, ama emin ol ki bu kızgınlığım “içinde muhteşem bir hediye olduğunu bildiğim paketi hemencecik açma” çabamdı ve sabırsızlığımın da sonucuydu. Şu anda o paketin içindekini görüyorum ve bana hediyenden ötürü hissettiğim duyguları anlatmam imkansız. Başardık sevgili dostum başardım. Sana herşey için çok teşekkür ediyorum ve seni çok seviyorum. Bundan sonra birbirimizi ilk gördüğümüz andaki gibi yaşayabiliriz. Artık yanyana, aramızda mesafe olmadan yürüyebiliriz; tıpkı ilk sefere başlamadan önceki gibi elele…
Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum.