Hmmm sağlam ve içgörü kazandıracak bi soru… Bakalım benden neler çıkaracak ortaya 😉
Bu sayı doğrusuna duygusallık ekseni de diyebiliriz, sizin hatrınıza. 🙂 Yani hayata-yönelik-tutumlanma faktörlerinden birisini, bir boyutu ele almış olalım… Pozitif yönde gittikçe daha “duygusal” negatif yönde gittikçe daha “katı” bir tutum kendini gösterir. Bu “katı” kutbunu ne biliim, “rasyonel” veya “duygusuz” veya “duygularına kapalı” vs vs gibi farklı bazı sıfatlarla değiştirebiliriz belki. Şimdi bööle geldi işte!..
Yani + kutba doğru yaklaştıkça daha salya sümük; daha kriz yönetimi zayıf; daha önce-hisset-soona-hareket-et tipte; aşk, öfke, keyif, bunalım gibi güçlü, yoğun duyguları daha dolu dolu yaşayan; hatta bu gibi yoğun duyguların şuurlu/şuursuz müptelası olan; duyguları daha yoğun yaşadığı için daha hızlı mod değiştiren; yine daha yoğun yaşadığından, “acı” deneyimleri
ile diğer kutuptakilere göre daha fazla pişen; çevreden daha kolay etkilenen bi insan karakteri çıkıyor ortaya…
Diğer kutba doğru ise, daha sarsılmaz; daha dengeli; daha az coşkulu; önce karar verip soona aşık olan; nasıl hissettiğine aldırış etmeden, o noktada nasıl davranılması gerektiğini düşünüyorsa ööle davranan; vb vb bir tutum ağırlık kazanıyor…
Bu eksen üzerinde hareket, “duygusallık-katılık” dualitesi içinde harekettir. Duygu konusunda taraf tutmaktır… “Hissettiği” veya “reddettiği” duygularıyla özdeşleşip, ben-liğini onlarla tanımlamasıdır insanın…
Ama başka bir bakış açısı daha var — ve ona inandığımız sürece, en az “duygu ne kaka bi şeydir be!” veya “ay ben hissetmezsem ölürüm kız!” inançları kadar gerçektir, doğrudur! 🙂 Şöyle : duygular yalnızca, hayatı hissetme uzuvlarımdır, hayata tepkilerimdir, hayatla etkileşim araçlarımdır…
Bu tutum, bu bilinç daha doğrusu, duygusallık ekseni üzerinde değildir! Dışına demirlemiştir. Ben-liği değildir duyguları veya duygusuzlukları. Herhangi bir durumda beliren bir duyguyu inkar etmez, “bu değerli, hissedeyim, bu yanlış, almiyayım” demez… Ve bilir o duygunun “ben”e ait olmadığını… Yani bağımsızdır duygusallık ekseninden — yani nötr’dür duyguya karşı! Bu lahana endamıyla oturmak değildir… dinginlik eylemsizlik değildir çünkü!… Tam tersine: bu sayı doğrusu içindeki bir insan gibi sınırlı, seçilmiş bir duygu portföyüne ve dahi belli bir aralıkta tutulan duygu şiddeti/yoğunluğu seviyesine sahip değildir bu bilinç… “An”a göre tepki verir! özgürce… dolu dolu… “Tanrı”ca… Neden o duyguyu yaşadığını, bunun ne kadar erdemli olduğunu sormaz, çünkü o an onu doyasıya hissetmekle salıvermiş olacağını yani beraberinde taşımayacağını, yani onun kendisinin bir parçası olmadığını bilir…
Diğer taraftan, kesinlikle pasif hissedici olmak demek değildir nötr insan olmak… Bir duygudan hoşlanmadı mı? (çok yetersiz kalıyo burda hoşlanmak fiili gerçi!) Kendisini kendisi kadar geniş hissetmesini mi engelliyo o duygu? Eyvallah, naapiyim, bu da bi duygu, bu da Allah’tan gelme… Hem bak tapir diye hayvan bile var, bu niye olmasın!… Değil işte… O duyguyu dolu dolu hissedip salıverdikten soona onu tetikleyen realiteyi tekrar yaratcak düşünceleri barındırmaz zihninde…
Daha yüksek bir benliğe sahip olduğunu bilmenin de ötesinde, sadece gözleyendir, farkında olandır o… Yüksek benlik bile “geçicidir” o farkında-olan noktasından — tabi epey bi uzun-vadeli yatırım olabilir, o ayrı! 🙂
Biraz peygamber kıvamı olmuş bu çizdiğim tipleme ama bakmayın siz ööle durduuna 🙂 Hepsi birden olmuyo, doğru. Ama kendimizi, tepkilerimizi gözlemlersek yalınlıkla, yavaş yavaş neleri etiketlediğimizi, neleri kendimize yediremediğimiz için yadsıdığımızı görüyoruz… Ve bunları salıverdikten sonra, o “an”a verilecek tepkilerimiz = duygularımız da o kadar koşulsuz ve doğal hale geliyor.