Sayın Başbakan,

Türkiye İhracatçılar Meclisi konuşmanızda, eylemlerle ilgili konuşacağınız muhatabınızın kim olduğunu sordunuz. 

Muhatabınız benim. Bu ülkenin bir vatandaşı, bir aile babası, bir işadamı ve diğer bütün kimliklerimle, ama en önemlisi bir vergi mükellefi ve bir seçmen olarak size taleplerimi yazıyorum. 

İlk olarak, sizin ve ana akım medyanın iddiasında olduğu gibi, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini protesto eylemiyle başlayan bugünkü olaylar, asla bununla sınırlı değil. Bunu siz hepimizden iyi biliyorsunuz. Bu birçok kişinin yazdığı gibi, “ben yaptım oldu”culuğa bir baş kaldırı. Bunu böyle değerlendirmelisiniz.

Konuşmanızda, ülkenin büyüdüğünden ve zenginleştiğinden bahsettiniz. Hükümete gelmenizden önce mali piyasaların düzenlenmesi ve tek parti iktidarı istikrarı bunun doğal nedenleri de olsa, hükümetinizin bu konudaki katkılarını kimse reddetmiyor. 

Yine konuşmanızda, çoğunluğun daha önce baskı görmüş olduğunu söylediniz. Siyaset bilimi yüksek lisansım var, ve size katılıyorum. Atatürk’ün dehasının yarattığı dönüşüm, ne yazık ki o zamanlar bütün dünyada hâkim olan otoriter devlet anlayışı ve eğitimlilerin eğitimsizlere üstünlük sağladığı bir devlet yönetim biçimi nedeniyle, çoğunluklar tarafından hazmedilmedi. Kendisi de en büyük eksiğinin içtimai meseleler olduğunu söylemiştir. Bu nedenle dindarlar, devlet sisteminin dışında kaldılar.

Bunun iki sonucu oldu. Birincisi, merkez sağ partilerin içinde, hükümet olsalar bile iktidar olamadılar. İkincisi, bu yüzden devlet vizyonundan uzak kaldılar. Özal’a kadar bir sermaye birikimi de yapamadıkları için, devletin yönetimine aktif olarak katılamadılar.

Sizin iktidarınızda durum farklılaştı. Çok başarılı örgütlenme biçiminiz ve artık elinde sermaye gücü olan çevre burjuvazi sayesinde, adım adım ilerlediniz, ve önce devlet yönetimini öğrendiniz, sonra da merkezdeki eğitimlilerin elinden erkleri alıp, ilk kez iktidar olabildiniz.

İlk 2 döneminizde bunu başardınız. Ancak, anayasa referandumundan sonra durum çok değişti. O zamana kadar kimseyi karşınıza almamış, ılımlı mesajlar vermiştiniz. Mütedeyyin bir iktidar vardı. Sonra bir anda, dindar bir iktidara dönüştünüz. Hatta ne yazık ki, bir konuşmada geçtiği gibi, kindar bir neslin hükümet ettiği bir ülkeye dönüştük.

Bu tezleri dile getiren bir çok kişi oldu, ve ezberlemişsinizdir. Ama seçmen tabanınıza, ve daha da ilginci, muhalefetin başarısızlığına olan güveniniz, sizi hem despotizme, hem nepotizme götürdü. Kadrolaşma konusundaki çalışmalarınız öyle bir hal aldı ki, eskiden devlet yönetiminden uzak tutulmuş olduğu konusunda mutabık olduğumuz kadrolar dışında, devlet yönetiminde dindar olmayan hiç kimse kalmadı. Bu noktada, yargı da tarafsızlığını yitirdi, ve dindar iktidar istemeyen kim varsa, bir bahaneyle yargılanmaya başlandı.

Aslında bugün yaşananların tohumları o günlerde atıldı. Çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğu seçtiniz. Ve çok sevdiğim hocam Prof. Dr. Nur Vergin’in tanımıyla, o günden sonra, dindar olmayanların bir daha hiçbir zaman devlet yönetimine gelemeyeceği bir sistem kurmaya giriştiniz. 

Kanunlar, eğitim-öğretim sistemi, hatta bankacılıkta bile, dindar renkler çok arttı. Parti tabanınızın çoğunluğunu, Türkiye’nin çoğunluğu olarak algılamaya başladınız. Ve aslında icraatınızın demokrasiden otoriterliğe geçişi de sadece bu yüzdendi. 

Sayın Başbakan,

Artık durma zamanı. Çünkü 3. döneminiz, eğer durmazsanız, bir baskı ve zulüm dönemi olarak hatırlanacak. Diğer muhaliflerinizden farklı olarak, ben sizin kendi vicdan normlarınıza göre kötü niyetli olduğunuza inanmıyorum. Bu ülke ve bu millet için doğru olduğuna inandıklarınızı yapmaya çalışıyorsunuz. Ama doğru da, yanlış da rölatif. Ve bu büyük millet geleceğine sizin şahsi doğrularınıza göre karar vermeyecek.

Artık durma zamanı. İsrail ve Suriye, hatta Türki devletlerin liderleriyle şahsi kırgınlıklarınızla ülke dış politikasını, işadamlarını kategorize ederek, ekonomik eşitlikleri, sigara ve alkol gibi konulardaki seçimlerinizle insanların yaşam tarzlarını, çok çocuklu aile modeli beklentinizle, cinsel özgürlükleri dizayn edemezsiniz. Siz bu ülkenin şeyhülislamı değil, başbakanısınız…

Artık durma zamanı. Çünkü haksızlık yapıldığını söylediğiniz dindarlar, artık haksızlığa uğramayacak kadar güçlendi. Ve artık, dindar olmayanlara büyük haksızlıklar yapılıyor. Devlet politikalarında, hatta temel atma törenlerinde sürekli olarak kullanılan dini referanslarla, rencide ediliyorlar. Ve baskıcı politikalar nedeniyle gelecekten umutsuzlar.

Artık durma zamanı. İçkili araba kullanılması konusunda cezaları çok arttırın, hatta içkili olarak işlenmiş bütün suçların cezasını katlayın. Sigara içen biri olarak, sigara içenlerin SGK primlerinin arttırılması bile bana mantıksız gelmez. Ama bir işyerinin ticari kayıpları göze alıp içeride sigara içtirip içtirmemesi, ya da kimseyi rahatsız etmeden, herhangi bir yer ve saatte alkol alınması sizi ilgilendirmez. Bu bireylerin ve kurumların seçim haklarını sınırlamaktır, despotizmdir. Sizin göreviniz özgürlükleri arttırmaktır, daraltmak değil.

Artık durma zamanı. Öfke bir hitabet sanatı değildir. Şeyh Edebali referansınızla da çelişir. Eğer bütün ülkenin Cumhurbaşkanı olmaya niyetiniz varsa, çatık kaş, düşük omuz karizması yerine, gülümseyen bir bilgeliğe geçiş yapmalısınız. Hz. Ömer’i hatırlayın, biz deniz kıyılarında, Fırat’ın kıyısında kendini kaybolmuş hisseden kuzularız. Bunu anlamalısınız. 

Artık durma zamanı. Eğitim sisteminde, gençlerin nasıl bir nesil olacağında bütün ülkenin söz hakkı var. Ben çocuklarımın fikri, irfanı ve vicdanı hür olmalarını istiyorum. Dindar olmak isterlerse buna kendileri karar versinler istiyorum. Madem imam hatipleri açtınız, normal okullarda din dersi ısrarı niye? İsteyen dindarlar çocuklarını bu okullara verebilirler, ama dindar olmayanların çocuklarının din eğitimi almaları, hatta üniversite gibi evrensel akıl gerektiren bir kurumun giriş sınavında din dersi soruları sorulması, kesinlikle dini bir baskıdır.

Artık durma zamanı. Tekrar ediyorum, ben kötü niyetli olduğunuzu düşünmüyorum. Ama üslubunuz, empozisyonlarınız, “yaparım bilirsin” tavrınız, kişisel referanslarınızı topluma mal etme çabanız, ve ortak geleceğimizi şekillendirirken bizleri yok saymanız, artık bu ülkenin enerjisini emmeye başladı. Biz artık durmayacağız. Elimizden alınan bütün özgürlüklerimizi geri alacağız. Erbakan Hoca, “kanlı mı kansız mı olacak?” demişti. Biz kanlı bir seçeneği asla seçmeyeceğiz. Siz de seçmeyin. 

Artık 12 Haziran 2011’deki balkon konuşmanızı hatırlama zamanı. Orada “74 milyonun her bir ferdinin yaşam tarzı, inancı, değerleri bizim üzerimizde emanettir. Bize oy verenlerin de, vermeyenlerin de yaşam tarzını inanç ve değerlerini onurumuz namusumuz şerefimiz olarak göreceğimizden, hiç kimsenin kuşkusu şüphesi tereddüdü olmasın.” demiştiniz. 

Sayın Başbakan,

Son icraatlar nedeniyle çok büyük kuşku ve tereddütlerimiz var. Maalesef, artık size inanmıyoruz. Bizi rahatlatın, yaşam tarzlarımıza, inançlarımıza ve değerlerimize karşı yaptığınız bütün işlemleri geri alın. Yoksa ne yazık ki, meydanlardaki bu eylemler, zaman ve mekân sınırlarından bağımsız olarak, sürecek.

Eski futbolcusunuz, top sizde artık. Eğer ülkenin şampiyon olmasını istiyorsanız, hepimizin motive olacağı bir takım oyununu kurun. Hepimizin parçası olmaktan mutlu ve gururlu olacağı bir takım ruhu yaratın. Yoksa, ne 2023, ne 2071, hakkını alamayanlar bu hakları için mücadele ettikçe, ilk 10’a girmek bir yana, klasman dışı bile kalabiliriz.

Korkut Keskiner

Ali Korkut Keskiner