“Memleket elden gidiyor” başlığıyla gelen bir mailden  bir kare. Şubat 2006 Halkalı yazıyor tarih olarak.

İnsanların korku, öfke ve galeyan duygularını harekete geçirmek üzere aynı duygularla eyleme konulmuş iletişim biçimlerini tercih etmiyorum. ”Bakınız ne hallerdeyiz! Ata’m bak ülkeme, milletime naaptılar!” biçiminde bir tarafı uf olmuş çocuk kıvamında bir yazı değil yazmak istediğim. Hatta bu biçimde dile getirilmesinden rahatsızım. Kolektif bilinç ile yayılan korku enerjisi, insanlarımızı kalp, mide ve bağırsak rahatsızlıklarına daha meyilli kılıyor.

Bir başka yanıyla, beşeriyetin özgür irade yasasına tabi olduğunu yıllardır dile getirmekteyken, yukarıdaki gibi bir sahneye de ancak seçim ve deneyim diyebilirim.

Üzerinde durduğum konu, seçimlerini bu şekilde yapan kişiler ile o kişilerin seçimlerini deneyimleyip mahzun ve hatta öfkeli hisseden “diğer” kişilerin haleti ruhiyyesi.

Özgüveni az gelişmiş bir toplum olduğumuz söylenir. Aziz Nesin, aptallık oranımızı yüzdeye vurduğunda, o oran kadar geniş bir kitleden itiraz ve küfür nidaları yükselmişti.

Mustafa Kemal Atatürk, Gençliğe Hitabesini kaleme alırken, yüksek sezgi yeteneği ile cumhuriyetin gelecek yıllarında yaşanabilecek potansiyel dramları sezmiş ve uyarmıştı.

Geçtiğimiz 20 yıl içerisinde teknoloji daha önce hiç olmadığı kadar hızla gelişti. İnsanlık yaşam kalitesini yükseltmek için çalışmaya başladı. Kendini tanıma, özgüven gelişimi, toplumsal ve kurumsal baskıların hafifletilmesi yönünde geliştirdiği bakış açısını, yine teknoloji ile tüm gezegene yaydı. İnsan ırkı olarak “kendini sev” cümlelerini bilincimize kodladık.  Sevginin, her şey üç şeyden mürekkeptir ki o da Bir’e tekabül eder cümlesiyle özetlendiğini farklı biçimlerde idrak ettik.

Hal böyleyken, yukarıdaki sahneye baktığımda bedeninden, varlığından,cinsiyetinden utanan, kendini ve çocuklarını çamurlarda yürümeye layık gören, yalnızca ellerini sergilemeyi seçen bir kolektif bilinçle karşılaşmak durup düşünmek gerektiğini işaret ediyor.

Her bir çakra, bir bilinç seviyesini her bir organ bir düşünce kalıbını temsil eder. Temel varoluş düzeyini temsil eden kök çakra, yaratıcılık yeteneğini temsil eden ikinci çakra, güven, kabul ve hazım kapasitesini temsil eden üçüncü çakra, sevgiyi alıp verebilme yeteneğini temsil eden dördüncü çakra , ifade yeteneğini temsil eden beşinci çakra, olanın ardındakini görme ve sezme yeteneğini temsil eden altıncı çakra ve Tanrısal Bilinç ile bağlantıyı temsil eden yedinci çakranın  tamamen kapatılmış olduğu bu sahnede, dünya ile paylaşılması seçilen tek bedensel bölüm eller. Eller ki hayatı kavrama yeteneğini temsil eder.

Tüm ana alma ve verme kapılarını “diğer”lerine kapatmayı seçtikten sonra hayatı nasıl kavrar insan? Hayatta ilerlemeyi temsil eden ayaklarını çamurlu yollara layık gördüğünde nasıl ilerler?  Tek fiziksel serveti bedenini utanılacak, gizlenecek parçası saymaya layık görüp karanlıklara bürüdüğünde Yaratan’ın tecellileri… düşünüyorum…

Özgür Seçimlerini “paylaş-ma-mak” şeklinde ifade etmeyi seçen beşerin  yalnızca elleriyle hayatı kavramaya çalışması, karanlıkta el yordamıyla mum aramaya benziyor. Madem el yordamını seçmiş kardeşlerimizin dramına üzülüyor ve hatta korkuyoruz, şifa için ellerimizi  oraya ve buraya koymaktan önce “özgür” bırakılmış tek parça olan elleri tutarak işe başlamak gerek diye düşünüyorum.

Banu Nirun