Acı üzerine yazmak istiyorum. Özellikle de aşk acısı üzerine. Hatta o cayır cayır yanma üzerine. Ama nasıl başlayayım bilemedim. Böyle tasavvufi bir şiir yazsam dedim. Öylesi çok var diye düşündüm ve de ay ne güzel denilip paylaşılmaktan öte gidilmiyor zaten. Hem bizden çok ötelerdeymiş gibi algılanıyor o dizeler ve herkes de birbirine eldeki sıcak patatesler gibi atıp duruyor, ama kimse ötelerine ilişmiyor hani. Ben de doğrudan yazayım istedim o acıyı bu yüzden…

Defalarca yandım acıyla fakat bunun bilincine hiç varamamıştım daha önce. Esasında yandığım şeyin, yani terk edilmenin veya reddedilmenin acısını, aşk acısı zannetmiştim. Tıpkı “sahip olmayı” aşk zannettiğim gibi. Hikayeyi hepimiz biliriz. Birisinden fena halde hoşlanırsınız. Sonra o da sizden hoşlanır ve birlikte olmaya başlarsınız. Ardından bir şeyler yolunda gitmemeye başlar ve sonra da ayrılırsınız. Canınız yanar. İçiniz acır. Veyahut daha en başında reddeder sizi ve reddedilmenin acısıyla eve alınmayan sokak kedisi gibi miyavlamaya başlarsınız yanık yanık kapıda…

Ben bunu defalarca yaşadım ve de bunu aşk zannettim. Sonra bir gün, sevgili Meryem Suna‘nın gittiğim ilk kampında bir deneyim yaşadım. Bir kızdan hoşlandım orada, ama o an için en olmayacak kızdı o benim için ve beni fena halde reddetti. Hiç unutmuyorum bir cuma gecesiydi ve kampta parti vardı. Fakat benim için cayır cayır yanıyordu acıdan. Öyle bir acı ki anlatamam size… Herkes dans ediyordu keyifle ama ben yanıyordum. O gece yanarak geçti ve sonra Meryem beni bir kenara çekti: “Hasancım, yandığını görüyorum. Ama sen hep senin en canına okuyacak kızları buluyorsun. Hayatında seçtiğin kızların hepsinin ortak özelliği, erkeğe öfkeli olmaları. Sen o kızlara derman olamazsın. Onlar bir dişi enerjide şifa bulmalılar önce ki sonra erile açılsınlar. Dişilerle çalışmalılar, seninle değil. Sen hayatında da seni isteyen başka kadınlara kapatıyorsun kendini. Dönüştür artık bunu” dedi ve benim odağımı bakmam gereken yöne çevirdi. Evet, canım halen yanıyordu; fakat Meryem’in doğru noktaya parmak bastığını fark ettim. (Nitekim sonrasında o kızlar, çeşitli dişil enerji çalışmalarına katılarak kendilerini şifalandırdılar.) Ben ise kendimi ertesi gün açmıştım ve hemen muhteşem bir can beni buldu ve hayatımın en muazzam meditasyonlarından birisini yaşadım onunla…

Daha sonra bu yanma ve acı hissini gözlemlediğimde, aslında yananın ben olmadığımı, BEN zannettiğim ben olduğunu anladım. Bunu hep şöyle anlatırım: Bir elması alıyorsunuz ve gazete kağıtlarına sarıyorsunuz. O kadar çok sarıyorsunuz ki artık elmas görünmez oluyor. Sonra o kağıtları çamura buluyorsunuz ve geriye kocaman bir küre oluşuyor. İşte ben kendimi hep o çamura bulanmış gazete küresi zannediyordum. Ama canım evren, Meryem’in kampında ben sandığım beni fırına attı. O kağıt bulamacı cayır cayır yandı. Hem de ne yanış. Kül oldu kül! Ertesi sabah uyandığımda canım yanıyordu, ama geriye bir elmas kalmıştı küllerin arasında… Ve de işte gerçek Ben oradaydı… O elmasta…

Bir diğer örneği ise yine Meryem’in kamplarında yaşadım. Canım kadar çok sevdiğim bir arkadaşım, bir dizilim esnasında enerjisel olarak yanmaya başladı. Ama öyle böyle bir yanma değil. Cayır cayır yanma enerjiyle. Yerlere yatıyor, ağlıyor, bağırıyor. Tabii ilk tepkim hemen yanına koşup, onu söndürmek ve ona destek olmak oldu. Ama Meryem’e baktım, yerinden hiç kıpırdamıyor ve izliyor. Eğer tehlikeli bir durum olsa bir kere O kalkar ve müdahale ederdi, sen kim oluyorsun deyip yerime oturdum. Sonrasında bittiğinde bize açıkladı. Sufilerin aşkın ateşinde yanma dediği süreci yaşadı arkadaşınız ve artık özgürleşti. Böyle durumlarda ilk tepkimiz koruma, kollama, destek olma, teselli etme olur; ama bu ona yapabileceğiniz bir iyilik değil, onun sürecine müdahale olur dedi. Nitekim katıldığım kamplarda çeşitli şekillerde ağlayan, canı yanan, çığlık atan vs. nice arkadaşımız oldu. Ama hiçbirimiz onlara müdahale etmedik. Çünkü onlara iyilik etmeyeceğimizi biliyorduk. Orada ruhun bir ifadesi vardı aynı zamanda ve bizim müdahalemiz onların ifadesine de müdahale olup, onların akışını baltalayacaktı. Nitekim süreçleri tamamlandığında nasıl rahatladıklarını ve özgürleştiklerini görüyorduk…

Sevgili Kardeşim,
Eğer cayır cayır yandığını hissediyorsan o anda, bırak kendini yanmaya ve acıya… Bırak yansın canın… Ama bil ki bu geçici, sen zannettiğin sen yanıyorsun orada, ardından gelecek gerçek sen, dinecek ızdırabın… Ve eğer yanıyorsa canın, lütfen söndürmeye çalışma onu alkolle, uyuşturucuyla veya başka bir şeyle… Çünkü bu sadece erteleyiştir aslında… Şu anda sonsuza kadar kurtulma fırsatıdır sana verilmiş. Onu gör, hisset ve izin ver. O acı, o yanma dönüştürsün seni… Belki çok zorlar ama o ateş gerçek gücünü de çıkartır senin ortaya…

Ve birisinin yandığını görüyorsan AŞKın acısıyla, ızdırabıyla bırak yansın. Ona derman olmaya çalışma. Şifa vereceğim diye çabalama. Hem sen kimsin ki talep etmeyen birisinin işine karışıyorsun. Talep etse bile ol yanında ama fazla kurcalama… Teselli etmeye çalışma… Sadece şunu söyle ona: Bağır! Bağır! Bağır! Yan! Yan! Yan!… Bu gece böyle ama yarın sabah bambaşka bir gün… Giden gitti ve gitsin de… O kalışıyla değil, gidişiyle sundu sana AŞK’ı… Özgürlüğü… Varlığı… Onu kutsa… Ona teşekkür et… Onu onurlandır… Çünkü o AŞK’ın vesilesiydi sana… Vesilelerden yansır AŞK, taa ki yansıyanın kendindeki AŞK olduğunu anlayana kadar… İşte o zaman geriye ne nesne kalır, ne beden, ne de vesile… AŞK’ın kendisi olursun her zaman… Herkeste, her şeyde var olur o Sonsuz Olan…

İşte O’dur AŞK… Her daim sende VAR OLAN…

Bu yüzden YAN… YAN… YAN… Kül olana kadar YAN…

Sen YAN ki… Doğsun senden AŞK olan…

AŞKLA…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...