Memlekette terör enflasyonu var!.. PKK terörü, trafik terörü, kapkaç terörü, gıda terörü derken Cumhuriyet 28 Şubat 2011 tarihli nüshasında; “Günde ortalama 5 kadın erkek terörünün kurbanı olurken alınan önlemler yetersiz kalıyor daha kaç kadın ölecek” haberini manşete taşıdı.

Kadınlar korunmuyor Kadınları hedef alan “namus”, “töre” cinayetlerine şimdi de ayrılık cinayetleri eklendi. Eşinden, sevgilisinden ayrılmak isteyen kadın, kendisini mülkü gibi gören erkekler tarafından katlediliyor. 2002’de 66, 2007’de 1011 kadın cinayete kurban gitti. 2010’un ilk yedi ayında da 226 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa boşanan kadınları ve evlilik bağı bulunmayanları korumuyor.

Genelde gazetelerin tümünde üçüncü sayfalarda kendine yer bulan bu tip haberler artık ön sayfaya terfi etmiş bulunuyor!..

Olumlu şeylerden pek eser olmayan ülkemizde, son 7 yılda kadına yönelik şiddet olayları yüzde 1400 artmış !!!

Sağlıklı istatistiki verilerin pek tutulmadığı memleketimizde, taciz ve tecavüze uğrayan kadınların nerdeyse yarısının zaten korktukları için şikayette bulunmadıkları tahmin ediliyor.

Televizyonda denk geldiğim bir tartışma programına katılan avukat hanım; “Katil tecavüz ettikten sonra öldürdüğü maktul için ‘İşveli bir sesle saati sormuştu’ dedi” diyor. Ve ilâve ediyor; “Kadıncağız hayatta olmadığı için katilin iddiasının doğru olup olmadığını sorma şansımız yokki!..”

Kırk yamalı bohçadan farksız memleket ‘Kadın’ konusundada tam bir cadı kazanı görünümü arz ediyor.

Tek güne sığdırılan kavramlarla aram hiç yokken ve daha 8 Mart’a gelmeden Cumhuriyet Gazetesi’nin 25 Şubat 2011 tarihli nüshasında yan yana şöyle iki haber yeraldı;

CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na başvurarak “Mardin 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin N.Ç. kararı ve Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi profesörü Orhan Çeker’in kınanmasını” istedi. Arıtman, başvurusunda “Kararda bir çocuğa tecavüz eden erkeklerin ‘iffetli’ kabul edilerek ceza indirimi uygulaması, kız çocuğunu pazarlayan iki kadına ise ‘iffetsizlik’ nedeniyle ceza indiriminin yapılmaması ağır bir cinsiyet ayrımcılığıdır. Ülkemizde ilâhiyat profesörü bilim adamları bile cinsel taciz ve tecavüzde kadını peşinen suçlu gören bakış açılarıyla bu bireye karşı işlenmiş ağır insanlık suçuna meşruiyet kazandırmaktadırlar” dedi.

Adana Kadın Platformu üyesi kadınlar, kadına yönelik şiddeti protesto etti. Artan kadın cinayetlerine tepki göstermek için İnönü Parkı’nda eylem yapan kadınlar, “Kadına yönelik şiddete son”, “Erkek vuruyor, devlet koruyor”, “Kadına uzanan eller kırılsın”, “Ölmek öldürmek istemiyoruz” ve “Yaşasın kadın dayanışması” şeklinde sloganlar attı. Çevreden geçen kadın ve yurttaşlarında destek verdiği grup, alkış ve ıslıklarla şiddete karşı önlem almayan yetkilileri protesto etti.

Leyla Alp, Erkek dekolte giyerse yazısında

Dekolte giydi diye tecavüze uğraması hak görülen de biziz, şiddet görende. Dekolte konuşan erkeklere bir şey olmuyor. Misal adının başında “Prof” olan bir adam ” dekolte giyene tecavüz ederler” diyor.

Kadınların işi bu ülkede çok kolay. Ah biz kadınlar … Kıymetini bilmiyoruz biz bu rahatlığın. Bir elimiz yağda hâlbuki bir elimiz balda.

Bizim namussumuz bile erkeklerden soruluyor mesela. Kimse bizden sevgilimizin, eşimizin namusunu sormuyor. Biz de temizlemek zorunda kalmıyoruz. Elimizi kana bulamamız gerekmiyor, en fazla bedenimiz kana bulanıyor. Namus belasına dökülen kan, bizim kanımız oluyor. Erkeklerin sorumluluğunun yanında lafı bile olmaz. Kanımız feda olsun. Dekolte giyindiği için erkek arkadaşımıza hakaret etmek zorunda kalmıyoruz. Sokakta kimseyi taciz etmiyoruz. En fazla arkamızdaki ayak seslerinden, ensemizde beliren o iğrenç nefesten tiksiniyoruz. Midemiz bulanıyor duyduğumuz sözlerden. En fazla sizin kardeşiniz, anneniz, eşiniz yok mu diyesimiz geliyor. Korkuyoruz, sokağa çıkamaz hale geliyoruz.

Erkek kardeşimizi bir kadına baktı diye, bir kadını sevdi diye adına “töre” deyip öldürmek zorunda kalmıyoruz. 12 yaşındaki kardeşimizin kendinden 50 yaş büyük biriyle evlendirildiğini görmüyoruz.

Biz on ikisinde evlendirilip korkulu düşler görüyoruz. Geleceğimiz, düşlerimiz paramparça ediliyor sadece. Çocuk olmadan kadın oluyoruz. Büyümeden çocuklarımız oluyor. Kadın olmak çok rahat…

Erkekler gibi kimseye şiddet uygulamak zorunda kalmıyoruz. Öfkelenip “kendimi kontrol edemedim” gibi bahanelerle hiçbir erkeği kemerle dövmek, başını soba borusuna vurmak, pencereden sallandırmak, ağzını burnunu kırmak zorunda değiliz. Ruhumuzda açılan yaraları saymazsak vücudumuzun çeşitli yerlerinde morluklar oluyor, kemiklerimiz kırılıyor en fazla.
Hava karardıktan sonra evine giden erkeklerin tecavüze uğramak istediklerini düşünmüyoruz. Hiçbir erkeğe tecavüz edip “o da istedi” diye kendimizi savunmamız gerekmiyor. Biz sadece tecavüze uğradıktan sonra emniyet müdürlüklerinde, mahkemelerde aşağılanıyoruz. Travma yaşıyoruz. Hayatımızın geri kalanını bu izi taşıyarak geçiriyoruz.

Bizden boşanmak istedi diye eşimizi öldürmeyi düşünmüyoruz. Öldürmüyoruz… Çocuklarımızı babasız bırakmıyoruz. Bizim sevgimiz öldürmeye yetecek kadar güçlü değil nefretimiz de öyle. En fazla kapımıza dayanan eşlerimizden korkup karakola gidip yardım istiyoruz. Sonra bizi öldürecek kadar seven kocalarımızla evlerimize geri gönderiliyoruz. Öldürülüyoruz. Bir tende can bizim ki ne önemi var.

İşimiz kolay velhasıl. Rahatımıza bakalım. Böyle bir ülkede kadın olmanın tadını çıkaralım. Nasıl olsa namus belasına dökülen kan da bizim alınan can da. Dekolte giydi diye tecavüze uğraması hak görülen de biziz, şiddet görende. Dekolte konuşan erkeklere bir şey olmuyor. Misal adının başında “Prof” olan bir adam ” dekolte giyene tecavüz ederler” diyor. Ama bir düşünün eğer erkek dekolte giyerse…

demiş.

Bir başka görüşte;

Hayri Bal, Washington D.C. bilgilendiriyor:

Kadının dekolte giyim, makyaj vesair unsurlarla erkekleri cezbedişini doğru bulmayan ve bu cazibeyi kadının başına gelebilecek cinsel taciz ve tecavüzü makul gösterecek bir neden olarak kabul eden erkek davranışı klinik bir  vakadır. Bu  davranışta, kadının cezbetme gücünü şiddetli kıskanma duyguları yer almaktadır.

Bu durum LATENT HOMOSEXUALITY denilen gizli eşcinselliğin en belirgin özelliğidir.  Özellikle kapalı ve muhafazakar toplumlarda yetişen ve kendileri bizzat taciz  ve tecavüze uğrayan erkeklerin ileri yaşlarda bu klinik bulguları göstererek kadınların cazibesini aşağılamaları  yaygındır.

H. Melton, Purdue Üniversitesi Psikoloji Bölümü

27.Şubat.2011 Cumhuriyet Gazetesi’nde Hikmet Çetinkaya’nın Aynaya Bakıp Utanalım… başlıklı yazısında ise;

Kadınlarımız neden acılı ve hüzünlüdür Türkiye’de?

Gözlerimiz Tunus ve Mısır’dan sonra Libya’da.. Ama Türkiye’de neler olup bitiyor farkında mıyız?

Birkaç gazeteci değindi olup bitenlere. Kürt sorununun çözümü için “Güneydoğu’dan ikinci bir eş alalım, hasım değil hısım olalım” diyen Rize Belediye Başkanı AKP’li Halil Bakırcı hakkındaki suç duyurusuna savcılık takipsizlik kararı verdi.

Nedenini bilmeyenlere söyleyeyim: “Başkanın bu sözleri fikir özgürlüğü kapsamındadır!..”

***

AKP Genel Merkezi’nin açtığı soruşturma sonucu Halil Bakırcı, üç ay süreyle partiden ihraç edilmişti.

Bu haberi gazetelerde okuyunca uzun uzun düşündüm…

İleri demokrasi, özgürlükler, izlenen gazeteciler, bilim insanları, siyasetçiler…

Mardin’de sekiz yıl önce 26 erkeğin tecavüzüne uğrayan N.Ç’nin davası bitmiş… 13 yaşındaki N.Ç’nin “kendi isteği”yle fuhuş yaptığı ortaya çıkmış.

Yani erkekleri baştan çıkartmış.

Yargı böyle bir gerekçe gösterdi ve tecavüzcüler ya en düşük cezaları aldı ya da verilen hapis cezaları paraya çevrildi, ertelendi.

***

Bizim öyle Mısır’a, Tunus’a, Libya’ya bakmamıza gerek yok.

Önce aynanın karşısına geçip kendimize bakalım, 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenlerin neredeyse aklanması karşısında utanalım.

Kadın cinayetlerini düşündüm… Son on günde kaç kadın öldürülmüş, anımsamıyorum…

***

20 yaşındaki Fatih Karaduman, sevgilisiyle elele…

Yaşları 15-16 arasındaki dört kişi, “ahlaksız herif” diyerek üstüne çullanıyorlar Fatih’in ve döverek öldürüyorlar.

Kaç kişi anımsar bu olayı?

Kız çocuklarını erkek kardeşlerine öldürten bir toplum, adına töre denilen o vahşet, Batman’daki kızlarımızın, kadınlarımızın intiharları.

Beş gün önce sokak ortasında dört aydır ayrı yaşadığı kocası tarafından öldürülen dört çocuk annesi Arzu Odabaşı.

Adana’da, İstanbul’da, Ankara’da, Mardin’de, İzmir’de işlenen kadın cinayetleri…

Hepsi iç içe…

***

Bereketli topraklarında yaşadığımız Anadolu’da, o güzelim Türkiyemizde kan kokusu değil, barış ve kardeşlik çiçeklerinin kokusunu solumak değil midir hakkımız!..

13 yaşındaki N.Ç. ve daha niceleri… Kadın bedeninin teşhir edilmesi safsatası… Kadın açık giyinirse erkeği tahrik eder palavrası.

Onun için diyorum, bırakalım Tunus’u, Mısır’ı, Libya’yı, aynaya bakalım, kendimizi görelim…

Utanalım!..

Satırları yeralıyor.

Sıklıkla gittiğim turlardan dolayı Cumhuriyet’i bazen gecikmeli okuyorum. Hemen yukarıda paylaştığım haberin bulunduğu aynı günkü gazetede yeralan bir diğer haberde manşet; HSYK Yargıtay ve Danıştay’a üye seçerken, kadın yargıçlara “negatif ayrımcılık” uyguladı ‘AKP yargısında kadına yer yok’ şeklinde idi.

İlhan Taşçı’nın bu uzunca haberinden kısa alıntılamak gerekirse;

Kadın vali yok

CHP Genel Sekreteri ve kadın hakları konusundaki mücadelesiyle bilinen Bihlun Tamaylıgil, yüksek yargıdaki kadın temsilci sayısını değerlendirirken, Türkiye’deki kadın valilere de bakmak gerektiğini vurguladı. Tamaylıgil, “Türkiye’nin 81 ilinde tek bir kadın vali bile yok. Kaymakamlar açısından ise rakamın son derece düşük olduğunu görüyoruz. Şu bir gerçek, AKP kendi yargısını oluşturacak, siyaset,n yargı üzerinde baskı uygulayabileceği anlayışını anayasa değişikliğiyle gerçekleştirdi. Kadın, AKP’nin kendi yargısında yer bulamadı. HSYK’nin seçimini, kadının yargı alanında da yer bulamayacağına ilişkin işareti olarak algılamalıyız” diye konuştu.

Takıyye bile yapmıyorlar

Eski Danıştay Başsavcısı, ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan, HSYK’nin seçimleriyle kadına bakışını ortaya koyduğuna işaret ederken, “Ortaya farklı bir sonuç çıksaydı sürpriz olurdu” dedi. İktidarın “artık takiyye” bile yapmadığını, düşüncelerini açıkça ifade ettiklerini anlatan Çölaşan, şu değerlendirmeyi yaptı: “Yalnızca kadın açısından bakmamalı, HSYK tarafından seçilen kişilerin 2007’den itibaren toplumsal yaşamı, yargı bağımsızlığını etkileyen ne kadar olumsuzluk varsa bu süreçlerde yer alan isimler olduğunu görüyoruz. ‘Demokrasiyi araç olarak kullanırım’ diyorlardı. Şimdi de amaçlarına uygun olarak kullanıyorlar. Şaibeye adı bulaşmış, hukuk adına olumsuzlukları işlemiş kişileri, soruşturma savcılarını, bakanlık bürokratlarını; HSYK değerli üyeleri, nasıl üç gün içinde Yargıtay ve Danıştay’a itinayla seçebildiler? Bu kadar kısa sürede yüzlerce adayın ne sicilleri, ne geçmişleri ne de dosyaları incelenebilir. Bakanlıkta hazırlandı, HSYK de onayladı. HSYK Başkanvekili açıklama yapıp bu olayları boşuna kınamasın. Herkes neyin ne olduğunu görüyor.”

‘Ayrımcılığın İzdüşümü’

YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan, seçimin yöntemini eleştirerek, “Önce, sanki kendileri aday olmuş gibi bir algı yaratılarak Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme koşullarını taşıyan 5576 yargıç ve savcı ilan edilmiş, sonra bunların içinden 211’i sanki bir toto kuponu doldururcasına ve genellikle 17’ye karşı 5 oy çoğunluğu ile seçilmiştir” dedi. Kadına yönelik ayrımcılığın adeta bir izdüşümü olarak yanlıca “6 şanslı” kadın yüksek yargıcın seçildiğine işaret eden Tarhan, Yargıtay ve Danıştay’da kadın yargıç sayısının yüzde 40’lara vardığını vurgularken, seçimde yaklaşık yüzde 3’lük temsil sonucuna tepki gösterdi.

*****

8 Mart 2011 tarihli Cumhuriyet’te yazar Aslı Erdoğan’ın tespiti;

Türkiye çok açık bir biçimde şiddet toplumu. Özellikle kadın-erkek ilişkilerinde. Kadının karşısında görünmeyen bir düşmanlık ağı var ve bu çok zehirleyici. Toplumsal yapı kadına uygulanan şiddeti gizleme üzerine kurulu’ şeklinde.

Bu satırlar bana yıllar önce -sanırım Tempo veya Aktüel’de idi- yayınlanan bir titiz araştırma ürünü röportajı anımsattı.

Aile içi taciz veya tecavüzde; şayet bu iğrenç duruma maruz kalan kız çocuk olayı anlatma cesaretini gösterirse bu defa anne tarafından ayrıca şiddet ve hakarete maruz kalıyordu. Çünkü anne kurulu düzeninin altüst olmaması adına böyle davranmayı tercih ediyor ve sözkonusu kız çocuğu adeta aşiftelik yapmış ve kendisine uygulanan bu iğrençlikleri bizzat kendisi baştan çıkartarak hak etmiş muamelesine tabi oluyordu!..

Bunları okuyupta unutabilmek mümkün mü?.. İnsanın acısı katlanır. Yaşadıkları karşısında sığınacak bir liman, bir dost eli, bir kurtarıcı arayışındayken daha da ötelenmek… Böylesi bir çaresizlik muhatabını intihara mı yoksa başkasına bir kötülük yapmaya mı sürükler…

Bir başka röportajda ise kadın katillerin çoğunun uğradıkları aşırı şiddet sonucu intikam için öldürdüklerini ve anlatırken anlamsız bir biçimde gülerek olayları naklettikleri şeklindeydi.

Acı ama demekki şiddet şiddet doğuruyor!..

***

9 Mart 2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ön sayfada verdiği renkli resimli haberde; ironi yaparak:

“Kadınlar Günü neyimize!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yine şiddetin gölgesinde kutlandı. Dün yine kadınlar silahlı saldırılar sonucu öldürüldü, bıçaklandı, şiddete uğradı. Yurt genelinde gerçekleştirilen eylemlerde taciz ve tecavüz protesto edilirken siyasette eşit temsil hakkı istendi. :eşitli siyasi parti, sendika ve sivil toplum örgütü üyesi kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla çok sayıda kentte yürüyüş düzenledi”

3.sayfada ise;

Erkekler 8 Mart’ı kutladı

Biri sokak ortasında boğazını kesti, biri kurşunladı, biri üç yerden bıçakladı

Profesör kocanın işkence günlüğü

ANTALYA (AA) – Boşandığı profesör eşinden 6 yıl şiddet gördüğünü söyleyen psikolog E.K. (38), yaşadığı dehşeti anlattı. Evliliğinin üçüncü ayında eşinden fiziki şiddet görmeye başladığını ifade eden E.K. şöyle konuştu: “İlk fiziksel şiddet, bir gece sabaha kadar sürdü. Kapılar kilitlendi, telefon kabloları söküldü, tokatla değil yumrukla vuruyordu. 9 saate yakın eşimden şiddet gördüm. Sabah kalkamadığımı fark edince dışarıdan kar getirdi, küveti karla doldurup olası bir iç kanama geçiriyorsam iç kanama dursun diye beni küvete soktu. 1-2 ay evden dışarı çıkamadım.” 6 yıl süren evliliği boyunca şiddet gören E.K. “Bütün şiddet olaylarını hafta sonu yapardı ki resmi yerlere başvurmayayım diye” dedi.

Alimin zalimide bir başka oluyor!..

Yurt Haberleri Servisi-Ordu’nun Ünye ilçesinde AKP Ünye İlçe Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci sosyal paylaşım sitesi Facebook’taki sayfasına, başı açık kadınlar için “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır” yazdı. İlçede yayımlanan “Ünye Güncel” gazetesinde yer alan habere yurttaşlar büyük tepki gösterdi.

Bu sonderece densiz benzetmeye karşılık gecikmedi ve sanal ortamda; “Penceresi olmayan ev ya hapishanedir yada kerhane” şeklinde yanıt geldi.

***

9 Mart 2011 akşamı HaberTurk kanalında yayınlanan Balçiçek Pamir’in programında Ayşe Sucu ve Ali Rıza Demircan konuktu ve mevzu İslâmın Kadına Bakışı’ydı.

Ayşe Sucu; hacca giden kadınların orada tavaf esnasında nasıl taciz edilebildiğine, Diyanet İşleri tarafından hacca gidecek hanımların orada tek başına gezmemeleri, taksiye binmemeleri vb. konularda nasıl hassasiyetle uyarıldıklarına değindi.

Ayşe Sucu’nun verdiği en dehşet verici örnek ise; bundan birkaç sene evvel hacca giden bir Türk çiftten bayanın eşinin yanından kaçırılıp üç gün bulunamaması ve ortaya çıktığında başına gelmeyen kalmadığından eşi tarafından reddedilmesi ve kadıncağızın intihar ettiği idi.

Sayın Sucu; “Diyanet bu tip haberlerin duyulmasını hanımların hacca gitmekten geri duracakları için istemiyor, örtbas ediliyor” dedi. Ve “Suudi Arabistan’daki eli değnekli polisler kadınların sıkı sıkı başlarının iyi örtülü olup olmadığını denetleyeceklerine bu tip taciz ve tecavüz konularını takip etseler daha iyi olur” diye ilave etti.

Genelde taciz ve tecavüze uğrayan kadınlar hep suçlanır. Ve her nedense bu iğrençlikleri hak edecek bir şey yaptıkları, olaya bizzat kendilerinin sebep oldukları gibi bir arayış vardır toplumun bazı kesimlerinde!..

Yukarıda alıntıladığım ve bilhassa Ayşe Sucu hanımın televizyon programında verdiği sözlü örneklemelerini duyduktan sonra nutkum tutuldu. Kadına karşı olumsuz tutum, bilhassa adeta bir kefene benzeyen ihram içindeki örtülü bir kadına üstelik kutsal topraklarda taciz tecavüz gibi iğrenç uygulamalar raddesine varabiliyorsa daha neyi konuşup tartışabilir ve çözüm getirebiliriz?!

Seneler evvel Aktüel veya Tempo’da okuduğum bir araştırma sonucu, toplumda sadece varoş diye nitelediğimiz gelir ve eğitim seviyesi düşük kesimle aile içi şiddetin, kadına yönelik fena tutumun sınırlı olmadığı yönündeydi. Üstelikte kariyer sahibi okumuş bir kadının yediği dayağı uğradığı taciz ve tecavüzü saklamayı tercih edip, bu sonderece ağır yükü taşımak durumunda kaldığı yönündeydi.

Kadın olmak hangi kesimden ve sosyal seviyeden olursa olsun suç!.. Kadınsan; Vurun kahpeye!..

Bu zihniyet değişmedikçe, kanunlar çok caydırıcı bir biçimde düzenlenmedikçe, dahası uygulanabilirliği olmadıkça kapalı veya açık, gece yada gündüz, genç yaşlı demeden kadınlar şiddet görmeye devam edecektir!..

Doğudan birer hanım daha alalım, hasım değil hısım olalım, diyenlerle

Evlerdeki tüplerle, nükleer santralı kıyaslayabilen zihniyetle,

Değil kadın sorunları hiçbir şey çözülemez!..

Sayın Kılıçdaroğlu’nun belirttiği üzere; “Bu hükümet sorunları çözmekten yana değil, sorunlardan beslenme üzerine siyaset gütmektedir.”

Kadına dair olumsuz bakış açısı ta Havva’nın Adem’ elmayı yedirmesinden beri başlamıştır.

Batı toplumunda dahi; özellikle ortaçağın o karanlık engizisyon döneminde okumuş kadınların cadı muamelesi görmesi ve Jean d’Arc’ın yakılması buna tipik bir örnektir.

Erkek kadına karşı olan zaafını, zayıflığını ona baştan çıkaran şeytan muamelesi yaparak hem emellerine kavuşma hem de sonradan cezalandırma yolunu tercih etmektedir.

Eğitimsiz ve ekonomik özgürlükten yoksun kadınlar genelde bir erkekten yaşadıkları mağduriyetin sonrasında gidip bir başka erkeğe sığınmayı tercih ederek yine aynı olumsuzlukları biteviye yaşamaktadır.

Bu kısır döngüden çıkmanın yolu; hatalardan ders alıp, bu devran böyle gitmez deyip ayaklarının üstünde durmayı başarabilmekten geçer.

Genelde erkeğin kadına bakışı; sanki ehlileştirilmesi gereken bir vahşi hayvanmış gibi. Bir varlığa bu kadar dayak, baskı hangi gerekçeyle uygulanabilir. Bunun mantıki bir izahı olabilir mi?..

Ben kadın döven erkeklerin içlerinde bastırılmış homoseksüalite olduğunu düşünüyorum. Çünkü homoseksüel erkeklerin ruhları bedenleriyle kavgalıdır ve dolayısıyla olmak istedikleri cinsiyet ‘kadın’a bakışları haset doludur. Bütün olmak isteyip de olamadığı şeyi başkasında görüp fena halde haset ve fesat olanların tipik durumu!..

Toplumumuz bilhassa cinsellik sözkonusu olduğunda, gayet ikiyüzlüdür… Aile ve çevre baskısıyla kendi arzusu dışında evlendirilen bir dolu çift vardır.

Türkiye’de isim cisim açıklanmayacağına dair kesin teminat verilerek itiraf etmeleri istense; acaba kaç kadın tacize veya tecavüze uğramamış çıkar…

Dünya genelinde ‘kadın’a biçilen rollere baktığımızda; ya soyup soğana çevirip etinden sütünden faydalanılıp pazarlanmaya ya da örtülüp, kapatılıp, odalara evlere hapsedilip; sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etme zihniyetinin hakim olmaya çalışıldığını görüyorum.

Bu hangi kesimden olursa olsun pek çok erkeğin işine gelen bir durum. Toplum kadına ve erkeğe farklı roller biçmiş, değişik anlamlar yüklemiş ve o doğrultuda davranmasını, yaşamını o çerçeveye göre düzenlemesini bekliyor.

İnsan suretiyle gezen bazı yaratıklar hayvani dürtüleriyle hareket etmekten vazgeçmedikçe!..

Kadınların tecavüzden, tacizden zevk aldıkları gibi abuk bir görüşe inananların kökü toplumdan kazınmadıkça!..

Başını yobazların çektiği bir zihniyetle kadın şeytan gibi görülmekten çıkarılmadıkça!..

İnsanoğlu nefsine hakim olmayı beceremedikçe!..

Başını eğitimsizliğin çektiği kültürsüzlük ve cehalet sonucu kişiler örnek ile ibreti ayırt edemedikçe!..

Başta ana/babalar olmak üzere kız evlatları; alınıp satılabilen bir mal gözüyle görmekten çıkarılmadıkça!..

Ayrılık sürecine gelindiğinde; “Bana yar olmayanı, kimseye yar etmem!..” zorbalığından vazgeçilmedikçe,

Devlet katında yer alan, sorunları çözmekle mükellef olanlar; günde beş kadın katledilirken “Bunlar münferit olaylar” şeklinde geçiştirmeye devam etmekten vazgeçmedikçe!’..

En önemlisi; kadınlar maddi/manevi bağımsızlıklarına kavuşmadıkça, bir erkeğe tutunmadan ayaklarının üstünde durabilmeyi başarmadıkça,

Biz daha pek çok kadınımızın, kızımızın hazin öykülerini yazılı ve görsel basından izler dururuz…

Şiyma Aksekili