Yıllardan 1963… Sonbahar… Dünya tarihinde önemli bir sonbahar. Kennedy vurulmuş, dünya bu suikastla donup kalmıştı. O sene aynı zamanda Ankara Koleji tarihinde de önemli bir dönüm noktasıydı. Yıllarca duvar arkalarından birbirlerini izlemiş, sokaklarda tanışmış; ama okulda ayrı binalarla ayrılmış kızlar ve erkekler artık eğitimde birleşecek, aynı sıraları paylaşacaklardı. Heyecan doruktaydı. O yıl ben de Lise 1’e başlamıştım. Hiç unutmam şubem 1F’ydi. Kolejin popüler kızları Fransızcayı seçmişlerdi ek ders olarak. Birkaç gün içinde bizim sınıfa bir akım başladı. Herkes 1F’de okumak istiyordu. Ben, tüm eğitimin boyunca o yıla değin hep takdir alan bense,
dönembaşı sınavlarda hep çakıyordum. Malum nedenlerle!

İşte böyle ergenliğin en heyecanlı günlerinde o meşhum telgraf evimize ulaştı ve bir bomba gibi yerleşik düzenimizi alt üst etti. Hidrojeolog olan babama Suudi Arabistan’dan geri çevrilemez bir teklif gelmişti. O telgrafla üç kişilik çekirdek ailemizin geleceği hiç düşünemeyeceğimiz bir şekilde değişecekti. Kurulu düzen bozulmuş ve aile 1963’lerin Suudi Arabistan’ına doğru yola koyulacaktı.

*****

Ayrılma günü gelip çattı… Benim için adeta yaşamın sonuydu. Yaşadığım kenti, yeni sınıfımı, tüm arkadaşlarımı arkada bırakarak bir bilinmeyene doğru yola çıkıyordum.

1963, Kasım sonu Dahran havaalanına indik. Uçaktan havaalanına doğru ilerlerken, uçak motorunun ısısının uzaklaştıkça azalmadığını farkettim. Neden sonra bunun Suudi Arabistan sıcağı olduğunu keşfettim ve orada ilk kez çöl sıcağı ile tanıştım.

Babam Tarım Bakanlığında görevine başladı. Bir ev bulunup kiralandı. Ancak o yıllarda benim Suudi Arabistan’da okuyabileceğim bir okul bulunamadı. Akla gelen ilk seçim Beyrut oldu.

Annemle birlikte tekrar yola koyulduk. Bu kez Beyrut’taydık! Kente iner inmez belki de yaşamımın sonra ermemiş olabileceğini fark ettim. 1963 yılları ve Beyrut! (Özal’ın yıllar sonra Türkiye’ye getireceği değişimler işte bu nedenle beni hiç etkilemeyecekti.) Okul bulmakta oldukça sıkıntı seçtik. O kadar çok okul vardı ki seçim gerçekten zordu. Sonunda bir misyoner okulu olan Beirut Evangelical School for Girls’de karar kılındı. (Evangelical’ın anlamını da oğul Bush’la 2000’lerde öğrenecektim!) Bir kez daha bir kızlar okuluna, hem de yatılı olarak kaydım yapıldı. Ancak bir sorun vardı. Okul yönetimi Beyrut’ta bir veli istiyordu, fakat bizim koca kentte bir tek tanıdığımız yoktu.

Annemin Beyrut’ta son günleriydi. Beni bırakıp Arabistan’a kocasının yanına dönecekti. Belki yıllar sonra keskin bir Feminist olmasının arkasında yatan onun, bu seçimiydi. Herhalde onun için de zor günlerdi. O güne dek hiç ayrılmadığı tek kızını, hiç tanımadığı bir kente bırakacak ayrılacaktı. Para bozdurmak amacıyla meşhur Hamra Caddesinde bir pasajın içinde küçük bir “exchange” dükkânına girdik. Döviz alışverişi yanında hediyelik güzel parçalar da satılan bir dükkandı. Sahibi ufak tefek bir adam, bizi güler yüzle karşıladı. Ancak asıl sevgi seli bizim Türk olduğumuzu keşfettiğinde başladı. Barvir Tersakyan, Türkiye’den Beyrut’a göç etmiş bir Ermeni’ydi. Gelsin çaylar, Türk kahveleri, gitsin muhabbet derken yıllarca sürecek dostluğun ilk adımları atılıyordu o gün. Barvir Amca’nın kızının da benim yeni kayıt olduğum okulda öğrenci olduğunu duyunca annem ezile büzüle, Beyrut’ta kimseyi tanımadığımızı anlatıp, onun ismini velim olarak verip veremeyeceğimizi sordu; Barvir Amca de, bunu büyük bir mutlulukla kabul etti. Galiba bu güvenden biraz da gururlandı. İnsanların doğduğu büyüdüğü toprağa bağlılığını, aynı tarihi paylaşmanın bu insanları nasıl birleştirebileceğini işte o gün başlayan bu dostlukta anlayacaktım.

Okulumuz bir misyoner okuldan beklenecek katı kurallarla yönetiliyordu. Yatılı öğrenciler ancak cumartesi öğleden sonraları okuldan çıkabiliyorlar ve çıkmaları için de velisinin kapıdan gelip alması ve akşam tam saat 6’da tekrar kapıdan bırakması isteniyordu. Önceden hiç tanımadığım, hiç bir aile bağlantım olmayan Barvir Amca veya karısı her Cumartesi gelip beni okuldan alıyor ve sonra da bırakıyorlardı. İlk aylar, belki de ilk yıl Tersakyan ailesinden daha yakın dostluklarım olmadı. İhtiyacım yoktu ki… Cumartesi günlerimi onlarla ya da kızları Aida ile geçirirdim. Bazen okuldan izin alınır, tüm hafta sonu onlarla olurdum. Beyrut’un daha mütevazi bir köşesinde o mütevazi evlerinde beni ne güzel ağırlarlardı. O hafta sonları özel Türk yemekleri pişirilir, Barvir Amcam’da bir tek rakı atardı. Beyrut’taki Ermeni camiasının bir parçası, genç Türk dostlarıydım. Onların bayramlarında onlarla olur, büyüklerini ben de ziyarete giderdim. Zamanla benim de bir arkadaş çevrem olmaya başladı. Hafta sonları yeni dostlarımla birlikte oluyordum. Tersakyan ailesi bunu çok olağan karşıladı ama yine her Cumartesi beni okuldan alıyorlardı. Onlar işlerine ben de arkadaşlarıma… Annemle anlaşmışlardı. Ne zaman gereksinim duysam o küçük dükkana Barvir Amca’ya uğrar, harçlığımı bitirdiğim için para isteyebilirdim. Beyrut Amerikan Üniversitesi’ne başladığımda artık Barvir Amca Cumartesi görevinden kurtulmuştu; ama dostluğumuz hep devam etti. Her Hamra Caddesi’ne çıkışta ona uğrar, Christmasları da kutlamayı unutmazdım. Barvir Amca dışında en çok alışveriş ettiğim dükkanlar, hep Ermeni dostlardı. Bana özel muamele yaparlar, inanılmaz indirimler uygularlardı.

*****

Peki sonrasında ne oldu? 1970’le birlikte bir değişim başladı. Önceleri algılamakta zorluk çektim. Tanımadığım, özellikle genç Ermeniler, Türk olduğumu anlayınca bana bir husumetle bakar olmuştu. Ta ki o Nisan 1971’de üniversitede Türk haftasının yapılacağı binaya saldırdıklarına değin. Ben de o binada mahsur kalmıştım. İlk defa annemin eli Barvir Amca’ya uzanamamıştı. Bu konuyu onunla hiç tartışmadık, ama onun da bu olaydan hoşnut olmadığını biliyordum. Bizim dostluğumuz ben Beyrut’tan ayrılana kadar sürdü gitti.

1971 ilkbaharıyla birlikte Lübnan’da karışmaya başlamıştı. Üniversite boykottaydı. 1971 Haziran’da mezun olup, Tersakyanlar’la vedalaşıp Türkiye’ye döndüm. Bir daha Barvir Amcalar’la hiç görüşemedik. Lübnan’da iç savaş başlamış, onlar da apar topar bu sefer Amerika’ya göç etmişlerdi.

*****

Yıllarını yurtdışında geçirmiş bir olarak, şimdi 61 yaşımda geriye dönüp baktığımda o sevdiğim şehir Beyrut artık Beyrut değil. Arkadaşlarım dünyanın dört bir yanına dağılmış… Ancak tüm bu dostluklar arasında sıyrılan, farklı olan bir Tersakyan ailesi var. Şimdi tüm deneyimlerimle o dostluğun, vefanın ne denli önemli olduğunu çok daha iyi anlıyorum. Amerika’da onları bulma çabalarım hep hüsranla sonuçlandı. Keşke onları bulabilsem… Keşke Barvir Amcamla kucaklaşsak… Onların da ayni şeyleri hissettiklerinden eminim. Keşke dostları düşman kılmaya çabalayan güç düşkünlerine başarısızları anlatabilsek… Keşke Barvir Amcam’la birlikte dostlukların siyasetten çok daha kalıcı olduğunu kanıtlayabilsek…