Ne zaman posta kutuma bu fani konuyla ilgili bir mail düşse güleyim mi, ağlayayım mı, yoksa hakikaten bizimkilerin “ Ulan! Sen şimdi burada, şöfor milletinin raconuna çizik mi attın?!” tarzı komplekslerine mi kızayım, bilemiyorum.

Cumhuriyet yürüyüşleri, laiklik sloganları, yanan ampuller, birleşen partiler… falan filan derken bir gaza gelme halleri yaşanmaya başlandı, bir türlü o enerjiyi akıtacak yer kalmadı, herkes durduğu alanda zıplar halde kaldı ya, bu sefer milleti salak sulak polemiklerle gaza getirme aşamasına geçildi. Herşey halloldu, yeni sorunumuzun ismi konuldu; “Türkiye Hindi mi?! Hindiyse, hep böyle hindi mi kalacak?” Vatana, millete hayırlı olsun!

Bu, milliyetçilik yapacağım derken, “ Beyin hücrelerimi gereksiz neye yorup, karşımdakine sıçrama yapsam?” durumları insanı düşündürüyor ve hakikaten de canını sıkıyor.

Acaba, siz bir Hintli’nin Türkiye’de kendi ülkesi için; “ Niye Hindistan?! Hindi miyim ben yani?!, Bundan sonra senin memleketten gelen her mektup Hindu dilinde yazılacak, başka türlü kabul etmiyorum” veya Mısırlı’nın “ Mısır Alfabesi kullanılarak ülkemin yazılması şartını getirdim.” dediğini? Ya da soruyu şöyle çevireyim, entellektüel zekası 0-3 yaş arasında dolaşmadıkça Mısır’a mısır derken aklınıza yazın, tatil beldesinde sütlü sütlü kemirdiğiniz mısır geldi mi? Hindistandan gelen bir arkadaşınıza “ He he heeee Hindisin sen, hindiiiii” diye dalga geçtiniz mi? Bunları yaptıysanız, söyleyecek bir söz yok, işiniz Allah’a kalmış. Neyse ki, Çin Halk Cumhuriyeti postalar konusunda aynı sorgulamaları yapmıyor yoksa fena halde yanmıştık!

İngilizce ister hapıralım, ister köpürelim uluslararası bir dil. Yani, uluslararası ve akademik yazışmaların Türkçe yapılma devrimi gerçekleşinceye kadar Fransızı, Çeki, Romanyalısı, Çinlisi, Japonu kendi dilleriyle değil, ortak bir dille anlaşma yoluna gidecekler. “Hayır efendim, herkes kendi dilini konuşsun, uluslararası toplantılar kadınların konken ve çay partilerine dönsün!” diyenlere de “ Fikir özgürlüğü var, söyleyin ama gülüp geçeriz.” demekten başka bir şey kalmıyor. Bunun alternatifi nedir? “Evet kardeş, herkes kendi dilinde konuşsun kendi dilinde dinlesin.” Veya “Herkes Türkçe konuşsun, dünya dinlesin!” Heee, evet!

Ha, tartışmanın şu noktasında hemfikirim, eğer Türkiye’de Türkçe bir yazışmada ya da konuşmada “o.k. o.k. tamam!” deniliyorsa, “yav ki (doğrusu yahudur ), yaw” kullanılıyorsa, bana özenti geliyor, itici… “ Ayyy şekercim, sizin oralarda ne derlerrrr?!” ci… Hoş değil ama “Kesin kellesini!” demek hiç değil, Türkçe olarak yayımlanan ve okumayı özendirecek yayınların arttırılmasıyla sorun çözülür. Yoksa, okumayan ama bilgisayara bakıp sohbet odalarında bilimum karşı cins, hemcins… peşinde koşanlarla bu ilerleme kaydedilmez. Zaman içinde Türkçeye yer etmiş Farsça, Arapça kelimelerin yayınlarla Türkçeye çevrilmesi ve kullanılması yoluyla geliştirilir.

Yine karşımıza çıkan nedir o zaman? Uzun vadeli planlar…Türkiye’ye pek uymaz böyle işler. Hemen etki tepki istenir bizde. Öyle, eğitime, sağlığa, Ar-Ge ye falan yatırım…O hoooo! Zor iş… E kolay mı, adam o kadar seçilmek için cepten yemiş, onun karşılığını almadan bırakır mı o kırmızı pembemtrak derili koltuğu?

“Bak Allah’ın yabancısının yaptığına? Bizi hindi yerine koymak ha? Dönüyorum dolaşıyorum düşünüyorum sıkılıyorum abi! Az uz bir sorun değil bu şimdi. Bizim memleketi kendi dilinde isimlendirmek?! ( Üstelik, bunun orjinali sanki Türkiye’den de gelmiyor ) Allah’ın İngilizi… Deli olucam ya, mağara zamanlarında neyse ne, hindinin birine bakarken aklına “ Aaaa ne kadar da Türkleri hatırlattı bana bu hindi şimdi” diye çıkarıvermiş Turkey’i ağzından, ogün bugündür Türkiye olmuş Turkey! Yani düşünüyorum, aklıma başka bir şey de gelmiyor…ama delleniyorum abi!”

Cumhuriyet gazetesi zamanında bir uygulama başlatmıştı, köşe yazılarını TDK’nın yayımladığı Türkçe kelimeleri kullanarak veriyordu. Hiç unutmam adamlar kendilerini yırtıyorlardı “ Kalem değil yazgaç!” falan diye. Ne oldu? Yazgaçı kullanan bir Allah’ın kulu var mı? Sonra, bu insanlar yani kalem, kitap, zürafa, belediye, tayyare, sıfır… daha aklıma gelmiyor, hayatımızın içinde olan ve sürekli Türkçe diye konuştuğumuz kelimeleri kullananlar ( ki hepsi Arapça kökenli ) bir tutturdular hindi meselesi, öz Türkçemiz halleri, sormayın gitsin.

Dil yaşayan bir organizma gibi. Dünyanın her yerinde en zengin diller bile farklı kültürlerden etkilenerek değişiyor. İnsanlar gibi değişken, sabit kalmıyor. Dayatma olmazzzzz, eğitimle çözülür. Huuuu! Sesim geliyor muuuuu?!

Türkiye’yi ele alalım… “ü” harfi adamların kelime dağarcığında yok. Türkiye diyene kadar ister alevli çemberden atlayın, ister beşli perende atın yabancı ülkelerde yaşayan, bizim gibi yabancılarla birlikte olanlar bilirler, Türkiye dedirttiremezsiniz. Mümkün değil ü sesini çıkartamaz. “ğ”, “ş”, “ç”, “ö” seslerinde de zorlanır. Nasıl bir Türk, öğrendiği ikinci yabancı dili aksanlı konuşur ve bunun önüne geçilemezse aynı sorun yabancı uyruklu insanın dili için de geçerli. Bizlerin, “w” “v” “ r” harfini onlar gibi telaffuz edememiz örnek verilebilir.

Kısaca, turkey yani hindi akla olsa olsa bir tek soruyu getirir, “ Hindi Türkiye’den mi gelme?” Hayır, hindi Meksika’dan İspanya’ya, oradan da Kuzey Amerika’ya geçmiş bir kuş türü. Bunu, inanın embesil olan dışında kimse espri konusu bile yapmaz. Ben, 14 yıldır İngilizce konuşan insanların içinde yaşıyorum, iki yıldır kırk milletin kırkının bir arada olduğu Arap Emirliklerindeyim, bir kişinin gelip de böyle bir şaka yaptığını duymadım.

Bu yazılanlara tecrübe ya da başka kültürü tanıyan, yaşayan bir insanın gözlemleri değil de olayları çarpıtan biri diye bakmak da sizin seçeneğiniz tabi ki. Yine, her zaman yaptığım gibi kendi yaşamımdan öğrendiklerimi ve gözlediklerimi aktarmaktan, bunları yaşayamayıp göremeyen, görmeyi reddedenler yüzünden vazgeçmeyeceğim. Zira, her birey kendi deneyimleriyle bir hayat görüşü oluşturur, orası da baki.

İngilizce’de bu isim benzerlikleri Misnomers adı altında toplanmış. Yalnız Turkey için geçerli de değil üstelik. Misnomers’ın açıklaması ise şu şekilde verilmiş; İngilizcede kullanılan ve bilgisizlikten, zaman aşımından, dil özellikleri yüzünden deformasyona ya da değişikliğe uğramış kelimeler. Türkiye, işin başlangıcında Türkiye olarak yola çıkmış olsa da İngilizce kullanımında “Turrkiyye” diye diye Turkey’e dönüşme ihtimali yüksek. Şimdi sen adamın ağız ve dil yapısını değiştirip “ Hayır Türkiye diyeceksin!” diyorsun. Bir de onu bırakın öyle yazıp posta yollayacak diye de ekliyorsun! Londraya London’mı diyoruz peki biz? İngiltere’ye Britian mı? İngiltere’de ayrıca, Fransızca’dan gelme! İngilizler Anglo Saxon, dönüşüyor Angles, yine dönüşüyor Ingletere ( Ingles ) ve Eng ve land yani Fransızcada o bölgenin insanları ve toprak parçası ( Ingleterre ) ve biz onu kendi dilimize adapte ediyoruz, yine dönüşüyor, İngiltere. Kuşkusuz, dil bilimi okumuş insanlar bu tip konulara çok daha çarpıcı örnekler getireceklerdir. Zaten, tez elden rica ediyorum getirsinler ki bu arada sırada hortlayan ve bir yere de varamayacak olan, sonu dipsiz kuyu tartışma bitsin artık!

Türkiye’deki bazı milliyetçi akımları takip edenlerin bakış açısı “ Ben onlar gibi olmak zorunda mıyım, onlar benim gibi olsun!” “E peki…” derler kardeş, “Kim sanayi devrimini senden önce yaptı?” “Kim teknoloji konusunda, bilimsel tez aşamasında ürün çıkartmakta birinci?” “Kim yazı makinasını icat etti? Kim bu makinayı 200 yıl sonra ülkesine ıkına sıkına kabul etti?” “Kim Ar-Ge konusunda en büyük yatırımları yapıyor?” “Kim uzaya ilk mekiği yolladı?” “Kim teknoloji üretip, bunu pazarlıyor?”… İşte…Maalesef böyle “Benim gibi olsunlar!” dayılanmalarıyla bu iş dönmüyor dünyada. Ha! döner, senin kendi çevrende döner, global anlamda bir tek topaç çevrilir bu polemiklerle. Zaten, bence yapılmak istenen de bu. Oltaya gelmemek, gerçek sorunları netliğini bulandırmamak bizlerin ellerinde.

Geçen gün, televizyona ilik nakli yapılamadığı için kanser olan ve gözlerini yitiren pırıl pırıl bir çocuk geldi. Gönüllü olarak ilik nakli yaptırmak isteyen bir adam dört yıl bu uğurda hastane hastane dolaşıp kaydını yaptırdığını, bir kere bile kendisine dönülmediğini anlattı. Anne ve baba Anadolu’mun bağrından kopup profesör olmuşlar evlatlarının derdinden, acısından. Bir oğlan daha yitip gitmiş gözlerinin önünde eriyerek…Neden?!!! İlik nakli için banka yok Türkiye’de!!!! Bir sorumlu bağlanamadı. Ama logara düşen çocuk için çıkan maganda anneyi suçlamayı bildi! Anneye dava açılması gibi bir ekstra magandalık daha yapıldı da artık, kör göze parmak diye geri alındı.

Ben hastanedeyken ikizlerimizden canıyla cebelleşen için ki prematüreler belli aralıklarla kan istiyorlar, el kadar şeylerin dengeleri bir alçalıyor bir çoğalıyor, anneden yeni doğum yaptığı için kan alınamıyor, babanınki uymayabiliyor. Eğer kimseyi tanımıyor iseniz sürükleniyorsunuz. Deli danalar gibi bir oraya bir buraya koşuyor, geriye sayıyorsunuz, şimdi bir şey oldu, olacak…

Arkadaşlardan biri Ana okulu öğretmeni, velilerine haber veriyor, bir baba işini bırakıp hastaneye koşuyor, bu adam gönüllü… Hemşire tarafından bir dayak yemediği kalıyor. Geldiğine geleceğine pişman oluyor, bana bunlar aktarılınca aklım yerinden oynuyor. Hastanede gönüllü defteri varken bir insana insanca (!) yardımcı olunamıyor. Ki, bu yardımlaşma konusunda hayvanlardan alacağımız çok dersler var o yüzden hayvan demek de istemiyorum, ne sıfat bulayım bilemiyorum. Bilirsiniz, belki, kan içen yarasalar aç kalan diğer yarasalarla yemeklerini paylaşabiliyorlar.
Söylemiyorlar eşşek kadar defterin orada olduğunu, bilmeyen çaresiz, saçını başını yoluyor. Başka bir gün ben ortalığı yırtıp terör estirdiğim için gönüllü defterini buluyorum, tanımadığım bir adamcağız orta halli, parası bile yok taksi tutmaya ki, acilen minibüsle hastaneye gelip, yiyeceğim yemeğimden kestiğim parayı kabul etmiyor ve geldiği gibi yardımını yapıp gidiyor.

Bu ülkede böyle insanlar da var, heryerde olduğu gibi ama iyi insanlarla övünüp sistemi kurtaramayız. Avrupa ülkelerinde insanların bireysel çabaları üzerine kurulmaz sistemler. Bize de öğretilen oydu. Sistem insanın üzerindedir. Bizim baktığımızda çok az dönemler dışında bireylere yüklenen bir kahramanlık anlayışı vardır. Kan vermeye gelenler de benim için isimsiz birer kahramandır ama o yaşananları, o duygusuzluk ve kimi kime anlatacağım kaosunu kurtarabildiler mi? Hayır!

Üstelik, bütün bunlar Türkiye’nin belli başlı, büyük hastanelerinde yaşanıyor beyler bayanlar! Bu, televizyona çıkan insanların evlatları gözlerinin önünde Türkiye’nin bu insani yönden, sosyal devlet olmasının getirisiyle yapılması gereken atlandığı için ağlıyorlar. Almanya’dan birilerine bağlılar, O ilik vermezse bu çocuklarını da yitirecekler. İsyan ediyorlar, her ülke kendi vatandaşına öncelik veriyor çünkü. Onların, harcayıp da yurt dışında bu işi yaptıracak milyarları yok. Anne zaten bir evlat yitirmiş, diğerini de göz göre göre yitiriyor diye sessiz sessiz ağlıyor.

Ve bir yanda entellektüel zekası üç ile beş yaş arasında dolaşan bir grup, bunları bırakıp Türkiye Hindi mi?! polemiğine girişiyor! Haaa Hindi! Ama ismi Turkey olduğu için değil, daha insani değerlerini oturtamadığı, gideceği yolda bir arpa boyu mesafe katedemediği için. “Glu glu glu” dolaşıp, gereken konulara değil bambaşka konulara emek ve zaman yatırımı yaptığı için. Halk olarak bunlarla oyalandığımız için.

Bu konuyu ortaya atanlar var ya, muhtemelen kendi aralarında “glu glu glu!” diye gülüşüyorlardır. “Ulan, Yine attık bir yem abi tuttular da…” diyorlardır. Ve bu mesele bitsin, hani şans eseri uygulanmaya falan konsun, ikinci aşama köpeklerin havlarken çıkarttığı sesler ve hindinin İngilizce dilinde yaptığı glu glu sesinin gobble gobble olmasına döner.

“Aaa sizin memlekette hindiler bile İngilizce glu glu mu diyor?”

“ Evet, bizde köpekler de woof woof der”

“ Olmaz kardeşim! Benim memlekete girer girmez senin köpeğin hav hav diyecek!, yoksa almam içeri!”…

Bu hikaye böyle uzar gider… Bizimkiler öyle kendi kendine kural çıkarır, başkası dinlemez, postacı eline ne geçerse yerine götürür, aradan beş yıl geçer, hadiii konu baştan sarılır.

Kolay gelsin ama bizim böyle dertlere kafa yoracak zamanımız da, enerjimiz de yok. Almayalım, teşekkürler…

Reyhan Bull