Türk yazın ve düşün yaşamının yaşayan en önemli adlarından biri olan Attila İlhan’ı da yitirmenin acısıyla yazıyorum bu yazıyı…

Üstelik onu tanımış, yaklaşık olarak üç yıl kadar aynı film şirketinde çalışma mutluluğuna erişmiş biri olarak, bu görevi yapmak çok zor gelse de bana …

 

Onunla ilk kez ne zaman tanışmak mutluluğuna eriştiğimi düşünüyorum ilkin…

Sanıyorum 1986 yılıydı…

İstanbul Sanat Tiyatrosu benim Çıkmaz Sokak adlı oyunumu rahmetli dostum Oben Güney’in rejisiyle Harbiye’deki Kenter tiyatrosunda sahnelemeye başlayacaktı…

Oyunun ilk gösterimini aynı zamanda gala olarak da ilan etmiştik..

Çünkü oyun, o günün koşullarında yasaklanırsa, hiç olmazsa görmesi gereken insanların izlemelerini sağlamak istiyorduk..

Barış Derneği sanıkları da uzun bir hapislik döneminden sonra o gün çıkmışlardı içerden… Onların da katılımıyla oyun sahnelenmiş ve bir film şirketinin sahibi de oyun sonrası beni kutladıktan sonra,  oyunu film yapmak istediğini, bu nedenle de ertesi gün benimle ayrıntıları görüşmek istediğini duyurmuştu bana…

İyi ki de duyurmuş…

Ertesi gün oraya gittiğimde karşılaştım Attila İlhan’la çünkü…

Fena Halde Leman” la ilgili olarak da onunla görüşmüşlerdi …

Beni tanıttılar Attila İlhan’a… O zeki ve sevecen gözleriyle süzdü beni ilkin…

Sonra da “Galiba bu Şirkette birlikte çalışacağız Cücenoğlu..” dedi bana…

Nitekim hem bizim yapıtlarımızın film haklarını  aldılar, hem de bir öneri getirerek oluşturacakları bir kurulda görev almamızı talep ettiler bizden aynı gün…

Ve yaşamımın belki de en şanslı dönemlerinden birini yaşamaya başladım böylece… Çünkü Attila İlhan’la her hafta bir  gün, öğle sonrası birlikte olmak ve onu dinlemek şansına sahip olmuştum…

Zaten şiirini biliyordum lise yıllarımdan beri…

Ancak onunla birlikte olmak, görüşlerini de hiçbir aracısız doğrudan kendisinden dinlemek ayrı bir tattı…

Bilirsiniz birine hayranlık duyabilirsiniz baştan… Ancak onunla sıkı fıkı bir ilişkiye girdiğiniz zaman bir süre sonra bu hayranlık yerini önemli bir düş kırıklığına bırakıverir… Hatta dersiniz ki keşke bu kadar yakın olmasaydım bu insanla da, bu düş kırıklığını yaşamasaydım…

Benim yaşamımda da hep böyle olmuştur bu … Nice dev olarak gördüğüm insanların bir süre sonra  “Keşke tanımasaydım bu kadar yakından… Hiç olmazsa yıkılmazdı bu yücelik..” dediğim kişilere  dönüşmesini çokça yaşamışımdır… Özellikle adı yazara, sanatçıya çıkmış bir çok kişide…  

Sevgili Attila İlhan ağabeyimle 1989 yılının sonuna kadar süren birlikteliğimizde asla bu tümceleri kullanma şanssızlığını yaşamadım…

Kuşkusuz bazı konularda, özellikle dil konusunda,  farklı düşünüyorduk onunla…

Ancak hiçbirimize, başkalarına benzemeyen bir insandı… Derinliği vardı…Ülkemizin ve Dünyanın sorunlarına yüzeysel bakmamayı, her konuda daha ulusal düşünmeyi, Mustafa Kemal’i daha bilinçle sevmeyi ve Sultan Galiyev’i ondan öğrendim…

Nazım’a olan hayranlığı, Paris’te onun için verdiği mücadele, kadınlarla ilgili sevecen yaklaşımları, ona olan sevgi ve saygımın giderek artmasına neden oldu…

Genel olarak aydın geçinenlerin her alandaki teslimiyetçi kafa yapılarıyla Türkiye’yi bir felakete doğru götürdüklerini, özellikle batıya tutsak olanların ülkemiz için korkunç bir geleceğin hazırlayıcısı olarak büyük vebal altında olduklarını, ülkemizdeki sosyalist hareketin bilmediğimiz bir çok yönünü, yakın tarihimizi farklı bir gözle değerlendirmemiz gerektiğini, hep ondan dinledim, öğrendim…

1990 Yılında o kuruldaki görevimiz bittikten sonra da, zaman zaman telefonla da olsa,  sıkıştığım, yanıt bulamadığım sorunlarımı ve sorularımı Attila ağabeyime danıştığım çok oldu… Hepsinde de, doğru yolu bulmamda değerli görüşlerini esirgemedi benden…

Cumhuriyet’te yazmaya başlamasıyla da en sadık okurlarından biri  oldum..

Yazısını okumadan evden çıkmama gibi bir alışkanlık bile kazandım bu süre içinde..

                                       *     *     *     *

En son (TV programlarını saymazsak) Etap’ta gazeteci Ayça Atikoğlu’yla

söyleşirken gördüm onu… Sanıyorum yedi  sekiz ay kadar önceydi…

Her zamanki gibi yanına gidip  hatırını sordum saygıyla ve ayrıldım yanından…

                                        *     *     *     *

İyi ki böyle bir insan yaşamış ülkemizde, dünyamızda…

Bir sanatçının hem sosyalist olması, hem de bağımsız olarak kalması  gerekliliğinin en güzel örneğiydi… 

Ne kadar şanslıyım…   

İyi ki tanımışım onu…

Artık görev halkımızındır

Bir an evvel halkımız da tanımalı Attila İlhan’ı…

Tanımalı da, duraksamadan  değiştirmeli bu ülkenin, onun deyimiyle “makus” talihini

Konuk Yazar