Başörtüsü kadının özgürlük ve bireyleşme alanı ve süreci olamaz çünkü zaten bir ikincilleştirmenin simgesi olarak dayatılmaktadır. Kadının serbest iradesiyle seçtiği bir konum olmayıp bir emrin, erkekler tarafından kadınlar üzerinde uygulanmasıdır.
17 yaşında bir çocuk, evlendikten bir hafta sonra koca dayağından intihar etti. Medyanın “kadın” olarak tanımladığı bu çocukgelinin kocası kendini şöyle savundu: “Olay günü kendisinden kahve istedim, gazete okuduğu için yapamayacağı karşılığını verdi. Daha sonra ben dışarıya çıkmak için ütü yaparken, o parmaklarına oje sürüyordu. Ben de pantolonumu ütülemesini istedim. O da karşı gelip hakaret etmeye başladı…” Bu savunmanın ne denli erkek (koca) merkezli bir söyleme sahip olduğu çok açık. Koca kahve istiyor, karşı çıkılıyor. Pantolonunun ütülenmesini istiyor ama o oje sürüyor ve karşı çıkıyor. Demek ki kadın, erkeğin bağımlısıdır, kendi serbest iradesi yoktur, karşı çıkması suçtur. Erkeğin kahve istemesi, pantolonunun ütülenmesini emretmesi haktır; kadının gazete okuması, oje sürmesi görev aksatmasıdır, suçtur, hatta günahtır. Nitekim Ankara’da görülen bir boşanma davasında davacı koca M.K., kendisinin geleneklere ve dinine bağlı olduğunu belirterek, karısı D.K. ile aralarında kültür farkı olduğunu söyledi.
M.K. gerdek gecesinde iki rekat namaz kılmak istediğini, ancak eşi D.K.’nın rakı içmeye kalkıştığını söyledi. “Bu gece içki içilir mi, namaz kılmayacak mısın” diye sorduğunu, karısı D.K.’nın kendisini terslediğini ileri sürdü. Demek ki kadın ile erkek arasında kültür farkı olduğunda, kadın erkeğin kültürüne tabi olmak zorundadır, hatta tamamen dindışı bir edim olan gerdek dinselleştirilse bile.
Çok doğal, çünkü kadın bizim coğrafyamızda yalnızca ikincil bir varlık.
Erkeğin işine yaradığı sürece ve ölçüde hayat hakkı tanınan bir cins köle. Pakistan’da bir kadın 14 erkeğin tecavüzüne uğradı. Sonra ABD’ye gitmek istedi. Pakistan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref, “Ülkenin imajını bozar” gerekçesiyle bu kadının pasaportuna el koydurtup yurtdışına çıkmasını engelledi. “Duyulması, meydana gelmiş olmasından beterdir” özdeyişi bu coğrafyaya aittir. Kadına her şey yapılabilir ama sakın duyulmasın, çünkü uygarlığın muhafızları bozulur! Pakistan uygar olmadığını bundan daha veciz ifade edebilir miydi?
İslami kesimin en çok okunan kadın yazarlarından Cihan Aktaş, “Kimileri din adına, kimileri de laiklik adına başörtülü kadınlara kafes arkasını layık gördüler. Oysa bu aynı zamanda dindar kadınların bireyleşme süreciydi” derken düştüğü çelişki içinde, erkekegemen tuzağı görememektedir. Başörtüsü kadının özgürlük ve bireyleşme alanı ve süreci olamaz çünkü zaten bir ikincilleştirmenin simgesi olarak dayatılmaktadır. Kadının serbest iradesiyle seçtiği bir konum olmayıp bir emrin, erkekler tarafından kadınlar üzerinde uygulanmasıdır. Müslüman erkekler ortalıkta manken gibi dolaşırken, Müslüman kadınları tek tipleştirme gayreti sorgulanmalıdır. Çünkü kadın bu noktaya serbest iradesi oluşmadan getirilmektedir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, “Hasta olan çocuğa nasıl 15 yaşına gelince tedavini kendin ol diyemeyeceksek, dinini de büyüyünce öğrensin diyemeyiz” demektedir. Bu kıyaslama “şaheseri”nin mantığını gündeme getirmiyorum. Ama İslamiyet’in temel hükümlerinden biri, çocuğun akli baliğ olduğunda, yani serbest iradesi oluştuğunda dinini seçeceğine dairdir. Bu da yaklaşık 18 yaştır. O halde daha önce din eğitimi yapılması, hele bunun devlet eliyle yapılması dayatmadır.
NAZLI ILICAK YANLIŞ BİLİYOR
Bir dinin felsefi anlamının, özünün çocuklar tarafından anlaşılamayacağı açıktır, o halde onlara din eğitimi verme ısrarının arkasında erkekegemen ideolojiyi benimsetme gayreti yatmaktadır. Zaten Bardakoğlu aynı konuşmasında, “Laiklik herkesin kendi işini yapmasını öngörür. Diyanet İşleri Başkanlığı da kendi işlerini yapmalıdır. Din konusunda da bu kurum konuşur; siyasetçi, bürokrat konuşmamalıdır. Biz de yasama konusuna karışmayız” demektedir. Bu ifadeyi gören bir siyaset bilimi öğrencisi bile, Bardakoğlu’nun yeni bir “Kuvvetler Ayrılığı” teorisi geliştirdiğini ve yasama, yürütme ile yargının yanı sıra dini dördüncü bir kuvvet olarak koyduğunu anlar.
Ancak din, Türkiye’de Diyanet İşleri bağlamında yalnızca Sünni İslam’dan ibarettir, diğer inançları dışlar ve bürokrasinin içinde bir kurum olarak özerk değildir, siyaset kurumunun etki ve hükmü altındadır. O halde herkes kendi işini yapacaksa, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bireyin dinsel tercihlerinden elini çekmesi gerekir.
Ama ne mümkün! Meclis camiinde bile Kuran kursu açılan bu ülkede; Başbakan’ın “Ulusa Sesleniş” konuşmasında alışılmış fonu değiştirerek, sağına Kocatepe Camii’ni, soluna da Anıtkabir’i aldığı yeni bir fon oluşturduğu bu ülkede; Başbakan’ın bu yeni fonunda camiye sağında yer vermesinin bile muazzam bir simgesellik oluşturduğu bu ülkede; atv’de programa türbanlı çıkan Nazlı Ilıcak’ın “Bu başörtüsü değil, türban. Fransızca’dan geliyor, Fransız kadınların da kullandığı türden” demesi kimseyi yanıltmamakta, herkes gereken mesajı almaktadır. Ama Nazlı hanım yanlış bilgi vermektedir. Fransızca’nın “turban” kelimesi, Farsça aslı “dülbend” olan Türkçe “tülbent”ten gelmektedir. Yani “Başın etrafına uzun ve ince bir kumaşın sarılmasıyla elde edilen erkek başlığı” veya sarık. Kelime Fransızca’da tulipan ve tulipe halini alarak lâle anlamındaki kelimeyi verdiği gibi (lâle sarığa benzediği için) tulban, tolliban, turbant, tourban konaklarından geçerek turban, yani sarık haline gelmiştir.
Turban, Fransa’da yalnızca I. İmparatorluk (Napoleon Bonaparte dönemi) ve 194045’te kadın modasında erkeksi bir tarz olarak yer almıştır, yani Fransız kadınları her zaman türban takmazlar.
MADDİ VE ZİHNİ FAKİRLİK
Kadın başörtüsüyle değil, kendine ait bir gelire sahip olarak bireyleşebilir ve özgürleşebilir. OECD’nin açıkladığı rakamlara göre, bu kuruluşa üye ülkeler arasında kadın istihdam oranı en düşük ülke Türkiye. Çalışan kadınların çalışabilir yaştaki kadınlara oranı olarak, Türkiye’den sonra en düşük oran Meksika’da; yüzde 42.8. Yani bu ülkede 1565 yaşları arasındaki 100 sağlıklı kadından 42.8’i çalışıyor. Türkiye’de ise bu oran 1990’da 32.6 iken, 2000’de 26.2’ye, 2003’te 25.2’ye, 2004’te 24.3’e gerilemiş. Bunun açık anlamı, erkeklerimizin kadınlarımızı giderek daha yüksek oranda ev kölesi haline getirdikleridir.
Dünya gayrisafi yurtiçi hasılası 2003 rakamlarıyla 36.46 trilyon dolar. Bunun yüzde 65’ini G7 denilen 7 ülke (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, İtalya, Kanada) üretiyor. Bunların yaklaşık nüfusu 750 milyon. Geriye kalan 5 milyar 750 milyon insan ise Dünya GSYİH’nın yüzde 35’ini üretebiliyor. Ve ilginç bir nokta, G7’de kadın istihdam oranı yüksek, geri kalanlarda düşük. Öyleyse Türkiye’nin başörtüsü üzerinden erkek siyaseti yaparak kadınları ikincilleştirme lüksü yok. Var diyenler fakirlikten medet umanlardır, çünkü maddi fakirlik, zihni fakirliğin öz anasıdır.
(İlk Yayın: Yeni Aktüel)