Onunla ilk karşılaşmamız 2001 Ağustos’una rastlar. Ankara’daki yoğun işlerimden bunalıp tatil için ailemin yanına Kuşadası’na gelmiştim. Tipik bir yaz akşamı ve bin bir ricayla dışarıya eğlenmeye çıkarılan ben. Hiç keyfim yoktu. Tatilimin son 2 günüydü ve Ankara’daki kız arkadaşımı çok özlemiştim. Kafam karmakarışıktı. Dresden’deki ana firma, benden daimi olarak Almanya’da faydalanmak istiyordu ve bana reddedemeyeceğim bir öneride bulunmuşlardı. Bu, kariyerim için bulunmaz bir fırsattı ve ben de esasında düşünmeden bu teklifi kabul etmiştim. Fakat bilinmeyen bir el, benim gidiş motivasyonumu devamlı düşürüyordu. Oradan hiç ama hiç korkmuyordum. Daha evvel 8 ayımı Dresden’de geçirmiş, orayı çok sevmiş, tamamen adapte olmuş, kendime epeyce arkadaş yapmış, hatta içeri girer girmez o çok sevdiğim “Dunkles Beer”imi doldurup herkesin benimle hevesle muhabbet ettiği her akşam takıldığım bir barım bile olmuştu. Gitmek için gün sayıyordum ama gidebileceğime de hiç inanmıyordum. Tüm bu karmaşalar canımı sıka dursun, birden pistte biriyle dans etmekte olan ve arkası dönük olmasına rağmen büyük bir heyecan duyup içimin titremesine sebep olan onu fark ettim. 5 dakika içerisinde tanışmış, kısaca birbirimize hayat hikayemizi anlatmış kahkahalarla dans edip birlikte eğlenmeye başlamıştık bile. Gece, ikimizin de herkesi gaza getirip mehtapta sabaha karşı denize girmemizle son buldu. İçimde hiçbir sıkıntı kalmamıştı artık. Ankara’ya dönecek, işlerimi halledecek ve de ardıma bile bakmadan ülkemden ayrılacaktım. Sanki yeniden doğmuş gibiydim. Ne var ki hesaba katmadığım bir şey vardı ki o da kader ve oynadığı tatlı oyunlar…
11 Eylül tarihine kadar her şey yolunda gitti. Tam da o tarihte şirket bilgisayarında gezinirken, Türkiye müdürümüzün Almanya aleyhine yaptığı ve bizimkileri tek kelimeyle mahvedecek bir dosya buldum. Kısa ve karışık bir süre sonunda, olan oldu ve Türkiye müdürümüze görevden el çektirildi. Onun yerine beni getirdiler ve bizim Almanya işi de böylelikle suya düştü.
Eski patronumun yaptığı olumsuzlukları temizlemek tam 5 ayımı aldı. 2002 yılına Ankara’da hayatımın son 8 yılının geçtiği ve benim için alternatifsiz olan o gri kentte sevgilim ve arkadaşlarımla neşe içerisinde girdik. Ocak ayı ise enteresandı. Devamlı içimden bir ses bana Ankara’ dan ayrılmamı söylüyordu. Buna bir anlam veremiyordum. Aşkımla, arkadaşlarımla, işimle bütün hayatımı o şehirde kurmuştum. O kent benim evimdi ve başka bir şehirde kendimi rahat hissedemiyordum. Bütün bunlara rağmen hiç unutmayacağım 02/02/2002 tarihinde saat tam da 12:22 de, Ankara’ da ki bütün hayatımı o zamanki sevgili arabam beyaz Broadway’ime doldurup İzmir’ e bilinmezliklerle dolu bir dünyaya yola çıktım.
“Bir kenti, böylece bırakıp gitmek. İçinde bin korku, bin bir soruyla…”
İzmir’de sahip olduğum tek şey ailemin bir evi ve yazlıktan tanıdığım birkaç arkadaştı. Arkamda bıraktığım ise bir sürü dost ve hayatımın en mutlu yıllarını birlikte geçirdiğim, onsuz bir hayatı asla düşünmediğim sevgilim. Korkunç bir depresyona girdim ve bu tamı tamına 6 ay sürdü. Kendimi eve kapattım ve yalnızlığın karanlığına gömülüp gittim.
Nihayet 6 ay sonra evde gene boş boş otururken, içimden bir ses dışarı çıkmamı söyledi bana. Bu çağrıyı reddetmedim ve Alsancak’a inmeye karar verdim. Yazdan kalma bir İzmir akşamıydı ve sokaklar oldukça kalabalıktı. Benimse gözlerim ısrarla birini arıyordu, ama kim? Cevap, karşı kaldırımdan koşarak geldi: Aslı… İşte ilk temelleri bir Ağustos akşamında Kuşadası’nda atılan yolculuk başlıyor! 6 ay boyunca süren depresyonum, 1 buçuk saat içerisinde sona erdi. Artık günlerim işlerime asılmakla, gecelerim ise saatlerce onunla telefonla konuşmakla geçiyordu. Hayatında biri vardı ve okumakta olduğu okulun son dönemindeydi. Bu yüzden görüşme imkanımız olmuyordu fakat ben çok mutluydum hayatımdan. En azından sosyalleşmiştim ve belirgin bir arkadaş çevresine kavuşmuştum. Bir gece gene telefonlaşırken, hafta sonu birlikte Kuşadası’na gitmeye karar verdik ve gittik de. Ayaklarımız bizi o ilk karşılaştığımız mekana götürdü ve sessizce dans etmeye başladık. İkimizin de hayatında birileri vardı ve bu sebeple içimdeki kıpırtıyı mutlaka bastırmam gerekiyordu. Tek hatırladığım uzaktan onun dans edişini izlerken onun beni yanına çağırması ve tüm bedenimi titreten bir tutkuyla sarılmamız oldu. Zaman, mekan, koşullar tamamen anlamını yitirdi. Sanki bulutların üzerindeydim, dünya diye bir gezegen dahi yoktu. Hayatımda geçirdiğim en unutulmaz hafta sonuydu. Bir araya geldiğimizde yaramaz çocuklar gibi oluyorduk. Tamamen aynı şeylerden zevk alıyor, aynı anda aynı şeyleri yapıyorduk. Bir hafta sonra gene zamanı, mekanı ve koşulları unutup birlikte tatile çıkmaya karar verdik. Çalıştığım şirkete ait Kartal marka arabaya atladık ve yüreğimizin götürdüğü yere gittik. Ne var ki birlikte olduğumuz zamanlarda unuttuğumuz gerçek bir dünya ve birlikte olduğumuz insanlar vardı. Bu, ister istemez beraberinde bazı sorunları da getiriyordu. Bu şekilde geçen birkaç ay sonucunda ise artık resmen birlikte olmaya başladık.
Birlikte kolay kolay tekrarlanamayacak bir 8 ay yaşadık. Birlikte yaptığımız en sıradan aktiviteyi bile müthiş bir hale getirebiliyorduk. İkimizin de en büyük hayali olan interrail seyahatini birlikte başardık. Bir kadının gözlerindeki mum ışığı ve şarap kadehinin ışıltısının içerisinde kaybolmanın ne demek olduğunu gördüm. Ne var ki ilişkimizi muhteşemleştiren aynılığımız, kendisini yavaş yavaş çatışmalarımızda da göstermeye başladı ve ilişkimiz acı bir şekilde sona erdi. Sonrası, sessizlik. Uzun bir süre birbirimizden hiç haber alamadık. Birbirimizi görmek istemiyorduk ve birbirimizden nefret ettiğimizi düşünüyorduk. Hesaba katmadığımız her zamanki gibi kader oldu.
Ayrılmamızın üzerinden neredeyse bir yıla yakın bir süre geçmişti. Bir gün Alsancak’ta kız arkadaşımla oturup şarap içerken, gözlerim uzaktaki bir masada arkası dönük oturan bir kıza kilitlendi. Olağanüstü bir zarafetle oturmuş, karşısındaki beyle muhabbet ediyor, bir yandan da şişeden bira içiyordu. Ben dalgın bir şekilde onun yüzünü merak ederekten ona doğru bakarken birden arkasını döndü ve beni nazikçe selamladı. Tahmin edeceğiniz üzere Aslı ile yeniden karşılaştığımız bir andı o.
O günden itibaren sıkça onu düşünmeye başladım. Karşılaşacağımız anları hep hissediyordum artık. Ne zaman Alsancak’a inecek olsa, ayaklarım beni de Alsancak’a sürüklüyor, önce içimde o bildik beni heyecanlandıran his ortaya çıkıyor ve en geç yarım saat içerisinde de onunla karşılaşıyordum. Pekiyi, ben ne hissediyordum? İnanın hiçbir fikrim yoktu.
Bir Cuma akşamı, onun işten çıktığını bildiğim bir saatte ona bir mail attım.
“Aslı, seninle kalabalık bir yerde karşılaşsak, sen bana o bildik ses tonunla ‘Nasılsın’ desen, toplu halde bir yerlere gitsek, gülsek, eğlensek…” diye. Ertesi gün, Alsancak’tayım. Ailemle beraber alışverişe çıkmışız ve dışarıda tam anlamıyla bir insan seli var. Derken sanki bir el kafamı çeviriyor ve gözlerimi o kalabalık içerisinde bir noktaya odaklıyor. İşte o odak noktasının bana doğru şaşırarak gelip bana “Nasılsın” demesiyle de neye uğradığımı şaşırıyorum. O da alışverişe çıkmaya karar vermiş ve ayakları onu Alsancak’a getirmiş. O günün akşamı ise müthişti. Hep beraber bir şeyler yapmaya karar vermiştik. Önce bende toplanacak, daha sonra ise Alsancak’a gidecektik. Gelenler arasında Aslı’nın da olduğunu öğrendiğimde ne yapacağımı şaşırdım. Neredeyse bir yıl sonra ilk defa evime geliyordu ve sanki evimin duvarları bile bunu coşkuyla kutluyorlardı. Evde dinlenen müzikler, özellikle John Lennon’dan hep ona yakıştırdığım ‘Woman’ şarkısı, Amsterdam’da, hayatımda sadece bir kez yaşayabildiğim “Tek vücut, tek kalp, tek beyin” deneyimini birlikte yaşarken dinlediğimiz ‘Jealous Guy’, hatıralarımı bir bir canlandırdı. Sanki hiç ayrılmamış gibiydik. Fakat birbirimizden de belirgin bir şekilde uzak duruyorduk. Ta ki benim evden Alsancak’a bir mekana gidene kadar. Gecenin ilerleyen saatlerinde mekanın merdivenlerinde karşılaştık. Bakışmamız sadece 1 saniye sürdü. Birden bire öyle bir sarıldık ki, bütün mekanı alev gibi bir sıcaklığın kapladığını söylesem herhalde mübalağa etmemiş olurum. Dakikalarca sarıldık, hem de sımsıkı. Ne müzik, ne insanlar, ne mekan; hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Sadece o ve ben vardık. Gece, el ele sokaklarda koşmamız ve onu eve bırakmamla sona erdi. Ne var ki ona sırılsıklam aşık oldum. İmkansız bir aşk mıydı, yoksa başka bir şey mi deneyimlememiz gerekiyordu da ben fark edemedim, inanın bunu sorgulamıyorum. Hayata karşı değişen bakış açım, aylar süren bir tutku kasırgasından sonra nihayet benim durmam gereken noktayı bana gösterdi. Herkesin kendini bulma yoluna çıkışının bir hikayesi vardır ya; işte bu da benim hikayem oldu. Ona karşı beslediğim en saf ve güçlü sevgide dahi mutlaka bir arzu, tutku ve aşk vardı. Bununla başa çıkmam gerekiyordu. Bir yol ayrımına gelmiştik ve onu bir daha görüp göremeyeceğimi bilmiyordum. Uzun bir süre de çok sık görüşemedik. Görüştüğümüz anlarda da oldukça ilginç bir şekilde ne kadar paralel bir hayat yaşıyor olduğumuzu fark ettim. Birbirimizden habersiz olarak benzer zamanlarda hayatımıza birini sokup çıkarıyorduk. Gelgitleri sık ve şiddetli olan tutkulu bir ilişki yaşarken onun da benzerini yaşadığını öğreniyorum. İlişkimin gelgitlerinde ‘git’ konumundayken onu aradığımda, aynı şekilde onun da o konumda olduğunu görüyorum. Bir araya geldiğimizde ise, artık aşk ve tutku olmasa da, o her zamanki içten gelen çocuksu coşkuyu her zaman yaşıyorduk. Birbirimize değer verip pek çok şey paylaşıyorduk.
Ne var ki en son yaşadığım karmik bir sorun sonucunda, Aslı’yla yollarımız tekrar ayrıldı. Her şey, ben “Dur!” diyene kadar karmanın öngördüğü şekilde cereyan etti.
Benim yaşadıklarıma bir şekilde tanık olan sevgili hocam, Aslı ile benim tipik bir eş ruh fenomeni yaşadığımızı söyledi. Hakikaten aramızda bu şekilde bir bağ olup olmadığını bilmiyorum. Bildiğim tek şey, onun benim yakın bir yol arkadaşım olduğu. Hayat, ikimizin yolunu her zaman bir yerlerde kesiştirdi. Gene kesiştirecek de. Sanırım bizim de yapmamız gereken, bu realitenin bilincinde olup bu yolculuğu nasıl hızlandırıp konforlandıracağımıza karar vermek.
Hepimizin hayatında, kadın olsun veya erkek; her zaman yakınında olan, aynı şeylerden zevk alabildiğimiz, birlikte aynı yöne bakabildiğimiz insanlar vardır. Onlar, bizim yol arkadaşlarımız ve tanrı tarafından bize sunulmuş bir lütuf. Umarım, hepimiz buna idrak edip birbirimizi anlayabilir ve yolumuzda emin adımlarla yürüyebiliriz.
Hayatımızdan sevgi, şefkat, ışık, neşe eksik olmasın.