Uzun zamandır aklımda “Reenkarnasyon”u yazmak ama açıkçası kolay bir konu da değil öyle bir çırpıda anlatılabilecek; çünkü her şeyden önce biraz karışık bir mesele. Doğu öğretileri açısından ele alırsanız, ruhların önce taş ve hayvan olmak üzere dünyaya gelip gittikleri ve farklı hayatlar yaşayarak sürekli ruhsal tekamül yaşadıkları bir süreç. Bir hayatta yapılan hatanın da, bir başka hayatı etkilemesi gibi bir durumdan da söz ediliyor. Kimileri bu konuyu, ruhun ölünce bir başka bedene girmesi, yani bir nev’i ruh göçü olarak anlıyor. Birçoğuna göre de saçmalık, olmaz öyle şey. Dinler zaten kabul etmiyor, gel de çık işin içinden…

Ya kabul görürse…

Önce dinler konusundan başlamak istiyorum. Tek tanrılı dinlerin, reenkarnasyonun varoluşunu kabul etmeleri bir kere mümkün değil, çünkü böyle bir kabulleniş kendilerini inkar etme anlamına geliyor. Mesela Hristiyanlığı ele alalım. İncil’in düzenlendiği 325’teki İznik Konsülü esnasında, reenkarnasyonun varlığı ile ilgili bilgilerin çıkarıldığı iddia edilegelmiştir hep. Böyle bir şey var mı yok mu bilmiyorum, ama yapılan bana hiç de mantıksız gelmiyor. Sonuçta Roma İmparatorluğu’nun kalanını bir arada tutmaya çalışıyorsunuz ve din bunun için elinizdeki en güçlü koz ve elinizde de Hristiyanlık gibi henüz taze sayılabilecek, ama çok da güçlü bir inanış var. İnsanlara cennet ve cehennemi, yargılamayı anlatırken, gidip onlara, “siz yeniden bedenleneceksiniz bu dünyaya” diyebilir misiniz? Sormazlar mı o zaman, “peki biz o zaman hangi hayatımızla yargılanacağız?” diye. Daha da önemlisi, böyle bir öğreti insana bir yandan da “sen ölümsüz bir varlıksın, çünkü bak ölüyorsun, ama geri geliyorsun” demek anlamına gelmez mi? Ölüm korkusu, insanlık için en temel yaşam motivasyonuyken, siz bir anda insanlara “ölümsüz” olduğunu söylüyorsunuz dolaylı bir şekilde. Peki ölüm korkusu ortadan kalkmış bir kitleyi nasıl yönetir ve yönlendirebilirsiniz ki? Şimdi kendinizi Papa’nın yerine koyun. Yüzyıllara dayanan bir gücünüz var, müthiş bir güç ve takipçilerinizin çoğunluğunun da “yargılanma günü”ne dair inanışları ve korkuları var ve aslında gücünüz de biraz da bu korkulardan besleniyor. Şimdi siz kalkıp “reenkarnasyon vardır” dediğinizde, mevcudiyetinizi sorgulatırsınız, sisteminiz olduğu gibi çöker. (Tabii bunun alternatifi, insanların korkuları değil, sevgisi üzerine kurulu bir yapı inşa etmektir. O zaman ne dersen de, hiçbirşey çökmez; çünkü orada tam anlamıyla “yol gösterici”sindir, “sığınılan” değil.) Bu nedenle, dinlerin “reenkarnasyon”unu kabulünün mümkün olmadığını düşünüyorum ben.

Var mıdır, Yok mudur?

Reenkarnasyonun ne olduğuna dair fikrimi söylemeden önce, galiba var mıdır, yok mudur konusundaki düşüncemi söylemem iyi olacak. Reenkarnasyonun saçmalık olduğuna inanarak uzun yıllar geçirdim, sonra bir o kadar uzun yılı da saçmalık olmadığına, gayet mümkün olabileceğine; hatta bazı yaşamların hatırlanabileceğini düşünerek yaşadım. Ama en son geldiğim nokta: Olsa ne yazar, olmasa ne? Benim için önemli olan şimdiki yaşamım. Ne geçmişte kim olduğum; ne gelecekte kim olacağım derdim. Bu yaşantımı güzel, insanlığa hayırlı bir insan olmuş olarak yaşar ve son nefesimi başım dik, kalbim temiz ve bir yandan da gülümseyerek verirsem, benim için en büyük kazanç budur. Öte tarafta da ne olduğunu göreceğiz nasılsa. Ha birisi bana gelip reenkarnasyon saçmalıktır derse de anlarım onu, ben geçmişteki şu hayatımı hatırlıyorum; hatta sen de vardın derse de reddetmem. Hatta ben de hatırladığımı düşündüğüm hayatlarımı ona anlatabilirim. Fakat bir yandan da şunu düşünüyorum ki belki de gerçek hepimizin tartıştığının çok ötelerinde, ama henüz bunu kavrayabilecek durumda değiliz.

Nedir peki?

“Ölüm olayı ile bedenini terk etmiş ruhun, madde alemindeki dünyalarda, tekrar tekrar bedenlenmesine verilen addır.” (Kaynak: Dharma Ansiklopedisi) Sözlüksel tanımı bu olan reenkarnasyon, bana hep Sheakespeare’in “Dünya bir tiyatro sahnesidir” sözünü hatırlatıyor. Yani nasıl bir aktör veya aktrisi, farklı roller içinde izleyebiliyorsak orada; ruhlarımızın da Dünya sahnesinde, farklı rollerde yer alması fikri “neden olmasın” dedirtiyor insana. Mesela Al Pacino’yu bazen kral olarak izliyoruz, bazen bir mafya babası ya da bir öğretmen, bir polis, aile babası vs. Hepsinde farklı bir senaryo ve karakterler var ama sabit olan Al Pacino’nun bir oyuncu olduğu gerçeği. Belki de bizlerin de durumu böyledir; farklı senaryolar ve karakterler içinde oyununu oynayan aktörleriz…

Şu an için elimizdeki tek gerçek ise: Ne önceki, ne sonraki; yaşamayı sürdürmekte olduğumuz hayatımız. Bugünümüzü ne kadar dolu dolu, güzel, huzurlu, mutlu ve hayırlı yaşayabildiğimizdir önemli olan. Ötesi mi? Allah kerim.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...