Kainata ne kadar hayranlıkla bakıyorsam, onun bir uzantısı olan dünyaya da o kadar yadırgayarak ve hüzünle bakar oldum.
Bu algımda yalnız olmadığımı, hatırı sayılır büyüklükte bir grup insanın, kavramakta-kabul etmekte zorlandıkları gidişata bunalmışlığın acısından ya da güçlü bir yalnızlık duygusunun derinliğinden baktığını hissediyorum.
İnsan eliyle oluşturulmaya devam eden acıları saf ışığın altında görebilenler hayata uymakta iyice zorlanır, kendilerini kandıramaz, dünyaya aldanamaz, insana güvenmekte zorluk çeker oldu.
Büyük acıların, tüm yüzyıllarda ve çağımızda hala devam ediyor olması, insana dair belletilen tüm aydınlık kavrayışları sorgulatacak, yerinden oynatacak bir kerteye geldi.
Carl Sagan’ın bir kitabında, “aslında hepimiz birer yıldız tozuyuz” dediğini hatırlıyorum…
14 milyar yıl süren evrimin mirasçıları, atomlarında milyarlarca yıllık bilgi taşıyan ilk yıldız torunları olduğumuzu söylüyor Sagan.
Milyonlarca yıl süren karmaşık bir evrimin sonucunda her geçen gün biraz daha akıllanarak, gelişerek varlığımızı sürdürmemiz gereken yeryüzünde bu gün olmaya devam edenler, tohumlarımıza nüve olan yıldız parçalarına, bilgi yüklü yaşam tozlarına ne olduğunu düşündürüyor insana.
En babayiğidin üzerinde 90 sene kalabildiği şu canlı küreye ve üstünde yaşayanlara bu gün yaşananları reva görenler, müthiş bir döngü içinde durmaksızın devinen bu muhteşem fabrikanın yıldız tozu katmayı esirgediği üretim artıkları mı acaba?
Akıllara durgunluk verecek kadar ihtişamlı bir başlangıçla hayat bulan evrenin sonsuz hikayesinde rol almış insanın defter-i kebirindeki kirli hesap sayfalarını kim-ne zaman yırtıp atacak, ki açılsın temiz sayfalar?
Ayıplı masallara dinleyici, kanlı filmlere izleyici kılarak ruhumuzu tüketen bu senaryolardan Godo’mu gelip kurtaracak bizi?!
Tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm tutsaklıkların, tüm barışların, tüm savaşların, tüm haksızlıkların, tüm ihtişamların, tüm sefaletlerin ve tüm acıların değişmez şahidi gökyüzü mü dile gelecek sonunda?
Kar hırsıyla dünyayı cehennem trenine bindirmiş “hayırsız torun”ları ezelden ebede seyreden, gören-duyan-kaydeden var mı ondan başka?
Evrenin sonsuz ömürlü elektronlarına yüklediğimiz kayıtları çıkarsın artık arşivinden, atıversin hesap sorarcasına önümüze.
Derin anılar fişimizi takıversin kolektif alana, kaldıralım gözlerimizi yukarıya, anlatsın bize dokuduğumuz halının hikayesini, geriye sararak filmi, becerebilirsek eğer utanalım!
Ya da kalmamışsa bizde hiç umut, saçtığı yıldız tozlarına lanet ederek indirsin şimşeklerini üzerimize Sodom-Gomore gibi, ardımıza bile bakamadan kül olalım!
Ve biz artık fark edelim, içinde debelendiğimiz bu trajediyi…
Ya vazgeçelim bu insan “mış” gibi yapma oyunundan; unutalım yücelmeye duyduğumuz öykünmeleri.
Ya da hatırlasın belleğimiz, her an değişen bu ışıklı mavi küredeki yüksek hedefimizi.
Zayıflayan tutunma hevesimiz iyice tükenmeden, bu anlamsız savruluşa birileri dur desin.
Desin de, kökleri evrenle yaşıt yıldız tozları dünyayı ziyanla değil kazançla terk etsin.
Ne olur artık bir yerlerden aydınlık gelsin!