Zaman hızla akıp geçiyor ve bizler de bu dönemde içinde yaşadığımız enerji selinden ciddi biçimde etkileniyoruz. Etkilenmeyi seçmiş olanlar giderek daha içlerine bakıyorlar. Olayları yüzeysel ve eski bilgiyle irdeleyen birçokları şimdilerde şaşkın durumdalar. Ellerinden “ne oluyor, neden çözümler işe yaramıyor, niçin hastalıklar, üzüntüler, ayrılıklar bu kadar arttı ve zorlayıcı hale geldi” sorularını sormaktan ötesi gelmiyor. Olan enerjiye daha kendini bırakabilenler ise farkında olmasalar bile iç ve dış dünyanın uyumlu olup olmadığıyla ilgileniyor. Olan her neyse içine ve derinlemesine bakmaya, kendi düşünce, duygu ve his yapısı içindeki uyumun/uyumsuzluğun durumunu dış dünyadaki yansımalardan algılamaya çabalıyor.
Olan ölür!
Kişi bir konuda alması gereken tüm dersi almış ve artık aynı durum karşısında farklı tepki vermeyi öğrenmiştir yani o konuda olmuş ve dolayısıyla bir tür ölüm yaşamıştır. İlgili konuda olup olmadığını dış dünyadaki yansımalardan, benzer olaylar karşısında ortaya koyduğu tepkiler ve elbette dış dünyadan kendisine yöneltilen geri bildirimlerle reaksiyonlardan anlar. Gerçek spiritüel kişi uzun vadede sadece bu duruma bakar ve gerisiyle ilgilenmez.
Son zamanlarda en çok aldığım geri bildirim “sen çok yumuşamışsın” şeklindeydi. Bir yıldan bu yana “Var OL’AN her şeye % 100 EVET” diyor, bunu öğretiyor, çalışmalarımın hepsinde bu temaya uygun dengelemeler yapmaya gayret ediyordum. Ağzımla söylediğimi içim de alabilmiş ki geri bildirimler “yumuşadığım” yönünde olmaya başladı. Ne mutlu!
Ancak hayat hep tozpembe değil elbette. Siyah ve beyaz kadar keskin de değil çok şükür ki. Her renk var ve hepsi de içimizden dışımıza yansıyor aslında. Karalar da beyazlar da, sarılar, pembeler, kankırmızılar ve yeşillerle morlar da…
Yumuşamışım yumuşamaya da çay içi galeta değilim henüz. Köşeler, kara alanlar, kankırmızılar, sivri çıkıntılar var hala içimdeki dünyada. Bunları görebiliyorum ve anlaşılan o ki hepsini tam anlamıyla kabul edememişim ki onlardan etkileniyorum. Nasıl mı bildim? Dışarıya bakarak. 🙂
Bir yıl boyunca kullandığım “VAR OL’AN HERŞEYE % 100 EVET” söyleminden, 28 Aralık gecesi içime öylece geliveren “KENDİME % 100 EVET” deyişine geçtim. Anladım ki bir şey değişmiş ve ben bir konuda biraz da OL’muşum. Biraz diyorum çünkü eski tümce tamamen unutulmadı. Hatta yeri geldiğinde ikisini bir arada “VAR OL’AN HERŞEYE ve KENDİME % 100 EVET” şeklinde kullanıyorum.
9 Ocak günü hem “Hoş geldin 2011” demek hem de yeni olumlama tümcemizi söylemek üzere toplandık arkadaşlarla. O gün bir ağ kurmaya başladık. Aynı tümceyi söyleyen her biri kişi aynı zamanda bu tümceyi diğer dile getirenlerin üreteceği aynı titreşimli enerjiye bağlanma niyeti de taşıdıklarından ağı hemen orada kuruverdik diye düşünüyorum. Ağın kurulduğunu da dış dünyada meydana gelen haller ve buna bağlı geri bildirimlerden anladık zaten.
Hemen o gün Facebook duvarımdan tümceyi paylaştım ve arzu edenleri de ağa katılamaya davet ettim. Ağın kurulduğu andan başlayarak ben de aynı tümceyi elimden geldiğince çok tekrarlıyordum.
Dış dünya benim içimin tam bir yansımasıdır. Yaşamının çok uzun yıllarını ruhsallığı ön plana çıkarmış neredeyse bunu yemiş, bunu içmiş, bununla yatıp bununla kalkmış biri olarak artık bu konuda hiçbir şüphem yok (Bu benim inancım, siz böyle düşünmek zorunda değilsiniz. Böyle düşünmemeye izinlisiniz ve bunu bana geri bildirecek olursanız ben bu söyleminizi içimin henüz bu realiteyi % 100 kabul etmediğinin ve bu yüzden dış dünyanın bana bu yolla farkındalık yarattığının bildirimi olarak kabul ederim.)
Ağı yaratana kadar her sabah ve her akşam düzenli, gün içinde ise aklıma geldikçe kullandığım “KENDİME % 100 EVET” tümcesi oldukça kolay ve değişim açısından da çok zararsızdı. Ağı kurduk ve…
İçimde bir öfke başladı anlatamam. Okurların bildiği hırsızlık korkum tavan yaptı, bir arkadaşım verdiği sözden dönüp “ben bu konudaki tüm sorumluluğu alıyorum ve buradan gidiyorum, sana da ……. Öneriyorum, al ve sus” dedi önerisinin elle tutulur hiçbir yanı yoktu ve elbette sorumluluk almak da bu değildi, ona çok kızdım ve hatta içimden onu paralamak, öldürüp kurda kuşa atmak geldi. Hayatımda ilk kez kendimi “Vallahi de çok kızgınım, billahi de çok kızgınım, ayna mayna vız gelir, onun ciğerini söküp çiğ çiğ yiyesim var” derken buldum. Şaşırdım, korktum ve hemen orada bir dizilmeme düzenleyip enerjiyi boşaltmak için gayret ettim.
Onunla konuştum ve durumu ona bildirdim, sonradan bunu bana karşı silah olarak kullanabileceğini bile bile yaptım ve yine de sorunu çözemedim. Daha da öfkelendim ve her öfke krizimde daha yüksek sesle “KENDİME % 100 EVET” demeye devam ettim.
Öncelikle tüm spiritüel hocaların kolayca düşebildiği bir tuzakta olduğumu/yaşadığımı fark ettim. Spiritüalizma ile uğraşan kişiler en çok düşük titreşimli duygularından korkarlar. Korkunun kendisi başlı başına sevginin olmaması anlamına gelse de onlar bunu zihinsel olarak bilseler de yine de düşük titreşimli duygu yaşamaktan ya da yaşadıklarında bunu dile getirmekten korkarlar. (Buradan anlaşılan: Hiçbiri korkuyu sevmez aslında.) En çok da öfke ve kızgınlık duyduklarını gizlerler. “Ben öfkeli değilim, korkularımı aştım hamt OL’sun” diye yalan söylerler. Yalanı diğerlerine değil kendilerine söylerler. Öyle ya! Kendi içine dönüp bakan, her şeyde kendi aynasını gören biri nasıl olup da başka birine kızabilir ya da kırılabilir?
Böylece kısır döngü başlar. Kızdıkça bastırırlar, bastırdıkça onları kızdıracak insanlar artar ve yine de sevgi kelebekleri olma gayretlerini elden bırakmayıp kendileriyle çok büyük bir zorluk içinde yüzleşecekleri bir deneyim yaratma yolunda güvenle ilerler. Pek çoğunun önünde sonunda egosuna yenik düşmesi bu haldendir.
Bunları yazarken içlerinde pek çok da (yerli yabancı) arkadaşım olan spiritüel insanları yargılamıyorum. Sadece benim de zaman zaman içine düştüğüm o tuzağı açıklıyorum ve bu deneyimi yaşayan her bireyin benim de bir yansımam olduğunu % 100 kabul ettiğimi bir kez daha belirtiyorum.
Facebook duvarımda yukarıda sözünü davet yazısını paylaşmamdan hemen sonra, ben ve “KENDİME % 100 EVET” ağına katılanların büyük çoğunluğu tam bu noktada konuya parmak basmak gerektiğini anladık,. Her birimizde daha önce baskılanmış, yok sayılmış ne kadar kırgınlık, kızgınlık, öfke, korku hatta yakıp yıkma, yok edebileceğini sanma ve buna bağlı öldürme arzuları varsa, hepsi ama hepsi bir anda arenada kendi sahibiyle dövüşen gölgeler gibi ortalığa saçılmaya başladılar. (Oysa daha bir hafta kadar önce “insanlar ölümün bir son değil sadece nefes almak için konulan ders arası olduğunu bilse yine de birbirlerini öldürmeye ya da ölümle tehdit etmeye yönelirler miydi” diye sormuştum. Ayna ayna söyle bana benden katil var mı bu dünyada?)
Facebook duvarımda “KENDİME % 100 EVET dedikçe karşılaştığım psikopatlığın sınırı yok ya-huuu” yazdım. Sözünü ettiğim dışarıdan içeriye yani bana yönelik psikopatça davranışlar falan değil, düpedüz kendi içimde gizlide köşede kalmış ve benden başkalarına yönelmekte olan şeylerdi.
Arkadaşlardan biri “harbi mi? Demeyelim mi yani?” diye sordu ve ben de ona:
“- Şimdi bu çalışmanın egom üzerindeki etkisini anlatan tümceyi paylaşıyorum. Sıkı durun çünkü egonun bu kadarını başka hiçbir yerde duymuş, görmüş olamazsınız.
İçim: Yaa sen vazgeç bu çalışmadan, bu çok ağır geldi bana.
İçimin başka yanı: Yok yok devam et! Arınmaya devam.
İçimin başka bir köşesi: Yaa! Kızım, ölecek misin? Salla! Dünyayı sen mi kurtaracaksın?
İçimin EGOsu: Yaa! Kızım, sen devam et. Belki de Dr. Len’in (Ho’oponopono öğretisini batıda yaygınlaştıran önemli bir hocadır kendisi ve Joe Vitale tarafından kaleme alınan Zero Limit Kitabı aracılığıyla adını duyurmuştur) sadece bir koğuş kadar psikopat mahkûmla sınırlı tuttuğu iyileşmeyi sen tüm insanlık için başarırsın.
BEN: Eh! Pes Vallahi. Egomun derecesi de…”
biçiminde bir yanıt verdim. Sonra “kendi içinizin en sapık yönleriyle karşılaşmaya cesaretiniz varsa söylemeye devam edin elbette. Ben demeye devam ediyorum her şeye rağmen” diye bir şeyler ekledim. Sonuç olarak gerek açıkça oradan yazan ve gerekse özel mesajla durumunu bildiren tam 58 kişi içsel dünyalarından dışarı taşan korku, öfke, kırgınlık, kızgınlık gibi duygularını dile getirdiler.
Tüm bunlar olurken sevdiğim bir dostum da başka bir platformda “spiritüel insanlar öfkeli olmazlar” mealinde uzun bir yazı yazdı ve o yazı geldi benim gözüme kendini soktu. Canım içim yaaaaa :P.
Bütün bu olanlardan sonra, aradan sadece 1 hafta geçse de benim içim sakinleşmeye ve zihnim de olanı daha iyi algılamaya başladı. KENDİME % 100 EVET dedikçe öfkemi ve diğer düşük titreşimli duygularımı daha fazla kabul edip onurlandırdıkça onlardan özgürleşmeye başladım. Kolay olmadı hatta çok ciddi saldırılar da aldım ve yine de saldıranların da içimin parçaları olduğunu kendime söyleyerek, onları da kabul edip onurlandırarak yola devam ettim.
Gerçekten ruhsal bir insan olduğunuzda bazı bilgileri öyle dökerek saçarak yaşamaya başlarsınız. Sonra bir gün sizden öğrendiklerini hayatlarına katmak isteyip içsel programlarına yenilen insanlara karşı yukarıdaki Facebook alıntısından da görebileceğiniz gibi son derece dürüst açıklamalarda bulunursunuz.
Sizin korkunuz yoktur. İçiniz dışınız BİR OL’sun diye, içinizle dışınızın eşzamanlı uyum içinde olmadığı zamanlarda enerjinin sıkışacağı bilinciyle, en cesur halinizle duygunuzu, hissinizi ve onları harekete geçiren düşüncelerinizi açıkça dile getirirsiniz. Ancak bunu yaptığınızda duygunuzun titreşimini baskılamak yerine akıp gitmesine izin verebileceğinizi öğrenmişsinizdir çoktan.
Diğerleri sizin çoğu olay karşısında “peki” demenize alışmışlardır. Bir insan olduğunuzu ve öğrendiğiniz doğrulara göre çalışmayı öğrenen zihninizin sizi etkileyebileceğini unutmuşlardır adeta. Siz duygusuz olmalısınızdır. Hele hele öfke gibi korku kökenli ve düşük titreşimli bir enerjiniz varsa… Aman aman! sizden ne spiritüel olur ne öğretmen. Olsa olsa siz yargılanması ve hemen dışlanması gereken, ipliği pazara çıkarılıp herkese “işte bakın, görün, ne düşündünüz ne çıktı altından” denilmesi gereken birisinizdir.
Kendi edimlerinin sorumluluklarını alamayan o varlıklar olarak sizin öfkenizden dolayı sizi yargılarlar. Yüce Yaratan’ın “ben öfkeli bir Allah’ım” dediğini unutup sizi yargılarken içinizdeki öfkelenme hakkını kullanan ve bunu da dürüstlükle dile getiren tanrısal parçanızı (dolaylı olarak Yüce Yaratan’ın kendisini) yargıladıklarını ise bilmezlikten gelirler. Böylece sorumlu olmayacaklardır olandan…
Gerçek ve yine de mesnetsiz bu saldırılar karşısında daha da öfkelenebilir, kızıp intikam alma arzusuna bile kapılabilirsiniz. Gerçekten ruhsal bir yaşam sürüyorsanız bu duygularınız ortaya çıktığında onarlı baskılamak yerine onurlandırmayı yeğlersiniz. Siz görüp onurlandırdıkça onların sorumluluğunu % 100 alabildikçe onlar da zayıflamaya, üzerinizdeki etkilerini yitirmeye başlarlar.
Diğerleri sizin henüz yüzleşemediğiniz bu realitenizi geri bildiren aynalardır sadece. Duygularınızı yaşamaya izin verdikçe, dile açıkça getirip onurlandırdıkça, kendinize öfkeli, kızgın, kırgın, intikamcı, kinci, yalancı, katil olma izni verdikçe o insanlara yönelik duygularınız da dönüşmeye yerlerini önce kabule sonra anlayışa ve en son derinden gelen sarsılmaz bir sevgiye bırakmaya yönelirler.
KENDİME % 100 EVET demeye başladığınız anda içinizde olduğunu görmeyi ve onurlandırmayı reddettiğiniz her şeyi kabul etmeye başlarsınız. Onlar kendilerini gösterebilmek için dışarı çıkmış kendilerine başka insanlarda bedenler bulup size onlar aracılığıyla yansımakta olan küçük parçalarınızdan ibarettirler sadece.
Siz “EVET” dedikçe bulundukları yerleri terk edip asıl yaşam alanlarına, sizin içinize dönmeye başlarlar ki bu da son deneyimlerimizde gördüğümüz üzere son derece sancılı bir süreci tetikleyerek zor günler geçirmenize sebep olur. Tıpkı denize atılan taşın, çıkarılırken de atıldığı zamandaki kadar dalga yaratması gibi…
“KENDİME % 100 EVET” demekle içinizde beliren her türlü yüksek titreşimli duygu gibi, en düşük titreşimli korku ve öfkeyi de görebilme, dile getirebilme ve onurlandırabilme konusunda cesaretli davranmanızı gerektirdiğinden siz de zaman içinde öyle davranmayı öğrenir bunun farkında bile olmadan dönüşürsünüz. Diğerlerinin ne düşüneceği, ne yapacağı, nasıl tepki vereceği değil sizin bu var OL’AN durumla ne yaptığınız önemli olur.
Size nasıl saldıracakları, sizin dürüstlükle ortaya koyacağınız duygu ve düşüncelerinizi nasıl size karşı silah olarak kullanacakları onların ve buna vereceğiniz tepki de sizin bileceğiniz iştir. Onlar saldırdığında siz öfke duydunuzsa önce bunu kabul edip, öfkenizin içindeki düşük titreşimli enerji iyice akıp gittikten sonra “EVET! Bu durumu ben yarattım çünkü içimdeki gölge yanları ancak böyle görebilirdim ve o da bana geri yansıttı, onurlandırıyorum, hatta teşekkür ediyorum” demek sizi özgür kılar.
Kızgınlığınıza izin verdiğinizde bu tümce kısa zamanda ortaya çıkar, vermediğinizde enerjiniz o kişiye bağlı kalacağından hep onu besler. Mıknatısı buzdolabı kapağına yapıştırdığınızda ikisi de özgür değildir ve bağlılığı sağlayan enerji mıknatıstan kaynaklanır. Kendi adıma ne buzdolabı olmak isterim ne mıknatıs, ben ancak özgür olmak isterim ki bu da “ne söylerlerse söylesinler duygularımı görmeye ve enerjisinin böylece akıp boşalmasına” izin vermemle olasılık kazanır.
OL’AN ölür! Ben hala yaşıyorum. Pek çok alanda değişim geçirdim yani defalarca öldüm ancak fiziksel olarak hala burada dünyadayım. BU ne anlama geliyor. Daha OL’madım. O zaman öfkelenmeye, kızmaya, bitkinleşmeye, fakirleşmeye, yaratıcılığımı bastırmaya, korkmaya, kızmaya, içimdeki katile ve kurbana, yalana, dolana, hileye, hırsızlığa, kısacası içimde ne varsa hepsiyle birlikte KENDİME % 100 EVET, kendime izinliyim J. Siz de izinli misiniz?