Hayat kesintisiz devam eden ve sonu gelmeyen acılarla dolu ama hayatta ızdırap yok. Izdırap doğadan çok insanın icadı. Her insan hayatta ardı arkası kesilmeyen acılar deneyimlemek zorunda olsa da bunların canını yakması ancak acıyı ızdıraba dönüştürmesi ile mümkün. Ne üzücüdür ki insan acıdan ızdırap yarattığını fark edemeden karşılaştığı her acıyı ızdırap sanıyor. Bu sebeple, acıyı ızdırap sandığı için onu yok etmek üzere yanlış bir şekilde harekete geçtiğinde ızdırap doğuyor. İnsan acıdan ızdırap imal ettiğini ve ızdırabının kaynağının zihni olduğunu anlamadan ızdırap çekip duruyor. Şüphesiz ki talihsizlik olarak görünen korkunç acılar ve bu acıyı yaşayan zihnin kaçınılmaz şekilde ondan ızdırap yarattığı durumlar var.Yavrusunu yitiren bir annenin bu acıyı ızdıraba dönüştürmemesi çok zor.

İşte bu sebeple ızdırap çeken tüm insanlar için, ırka, dine ve milliyete aldırmadan kalbimizde derin bir şefkat hissetmeliyiz. Bu şefkat, bu anlayış yargısız ve çözüm arayan bir zihne ulaşmamızın ilk anahtarıdır. Bu anahtar daha yüksek anlayışların kapısını açabilir.

Ülkemizde şiddeti gittikçe artan acılar karşısında kalbimizdeki şefkatin uyanması için daha ne kadar acı gerekiyor? Her bir acıyı dindirmek için girişilen hatalı eylemler, adeta bir tür Yunan tragedyası yaratıyor. Bu topraklar gittikçe kimsenin haklı, kimsenin haksız olmadığı, çözümsüzlüğün kan dökmek için davetiye çıkardığı topraklara dönüşüyor. Bu, aydınlığa giden yol değil. Bu ne yazık ki karanlığa ve daha büyük ızdıraplara giden yol.

Dünyanın karanlığını aydınlatamayacağımı biliyorum. Ben sadece, öfke, korku, açgözlülük ve cehaletin kalbimde yarattığı karanlığı aydınlatmaya çabalıyorum. Kalbimdeki aydınlık arttıkça onu, dünyanının bulunduğum küçücük bir köşesini, sevdiklerimin, öğrencilerimin, dostlarımın bulunduğu köşesini aydınlatmak için kullanıyorum. Ben ne dünyayı ne ülkemi aydınlatma gücü olan küçük bir adamım. Küçük bir adamın saçacağı kadar ışık yaymaya çalışıyorum. Benim gibi diğer küçük adamlara ilham verip onların da aynısını yapmasını umut ediyorum.

Eğer gücünüzün sınırlarının farkındaysanız o zaman o gücü elinizden gelen en iyi en aydınlık yol için kullanmalısınız.

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.