Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla MSN’de konuşuyordum. Bana bir kızla tanıştığını internet üzerinden ve kızın bir süredir ilaç kullandığını ve hayattan umudunu kestiğini söyledi. Kızdan ilk başlarda hoşlandığı için de yardım etmeye çalıştığını, fakat bir türlü ona ulaşamadığını, ne yapması gerektiğini sordu. Tabii ki bir yandan da kızdan ilk baştaki hoşlanma da sona ermişti, fakat hani o “spiritüel” olmanın getirdiği bir nev’i misyonerlik hissi vardır ya, bu düşünce ona baskı yapıyordu. Onunla olan diyaloğum da bu yazıya esin kaynağı oldu esasında.
Bir kere en başta şunu kabul edeceğiz: “kendini tanıma yolu”nda yürümeye çalışmak, hadi biraz daha genel ifadeyle spiritüel olmak demek, asla ve asla melek olmak demek değildir. (Burada melek olmak demekle kastım, kendini herkese kayıtsız şartsız hizmet etmeye adamış varlıklar anlamında.) Fakat ruhsal bilgiler, tersinden anlaşılmaya çok müsait bilgiler olduğu ve biz insanlar da, yetiştirilişlerimiz açısından bol bol suçluluk duyguları aşılanarak büyütüldüğümüz için; bu bilgileri okumak sonucunda, meleklik misyonunu üstlenmeye ve herkese yardım etmeye mecburmuşuz gibi davranmaya son derece yatkınızdır. Eh bir de ruhsal bilgileri okuduğumuz vakit aldığımız heyecan, bir kaba bir ifadeyle şeyim hıyar diyene tuzla koşma psikolojisini de beraberinde getirdiği için karşımıza çıkan her türlü sorunlu insanı “hakk’ın yoluna” getirmeye çabalarız. Zaten bunu yapmaya çalışmadığımız vakit de kendimizi suçlu hissederiz.
İşte bu noktada bu hali yaratan motivleri incelemek gerekiyor:
Bir kere en başta dediğim gibi suçluluk duygusu çok derin bu konuda. Yukarıda bahsettiğim arkadaşım da bunu söylüyordu. Karşımıza gelen her kişinin mutlaka bir sebeple geldiği gerçeği vardır elbette, fakat bu sebep illa “ben ona yardım etmeliyim midir?” sizce. Böyle bir düşünce varsa içinizde hemen soruyu sorayım size: “siz kim oluyorsunuz da o kişinin karşınıza, sizin yardımınıza ihtiyacı olduğu için çıktığına inanıyorsunuz?”. (Biraz sert gelebilir size bu soru ama devamını bekleyin.) Bu dünya üzerinde kendine yardım etmeyen birine, kimse de yardımcı olamaz. Ha olabilir, kendine yardım etme isteğini uyandırabilirse ancak ki zaten bu kadar kendinden vazgeçmiş bir insana da ancak işin profesyonelleri yardımcı olabilir, siz olacağım diye kendinizi zorlarsanız, ya kendinizi harap edersiniz; ya da karşınızdaki kişi bir süre sonra sizi suçlamaya başlayabilir. Ayrıca tabii ki karşımıza bizim de yardımcı olabileceğimiz insanlar çıkacaktır ve birbimize yardımcı olarak hızla ilerleyebilir ve gelişebiliriz bu dünya üzerinde ama benim bahsettiğim konu bu değil! Benim bahsettiğim kendini yardımcı olmaya zorunlu hissetme hissi. Siz peygamber misiniz ya da başmelek mi ya da başka bir ulu varlık mı ki böyle insanlar karşınıza çıkıyor ve siz onun sizin karşınıza bu nedenle çıktığına emin oluyorsunuz? Acaba yardıma ihtiyacı olan siz olabilir misiniz? Acaba karşınıza bu insanın çıkması, sizin ona yardım etmeniz değil de, onun size, sizin “hiçbir şeyi yapma mecburiyetiniz olmadığı ve bir insan olarak seçim şansınızın olduğu” gerçeklerini hatırlatmak için çıkmış olabileceğini düşündünüz mü?
Evet evet, kusura bakmayın, egonuz incinecek ama burada yardıma ihtiyacı olan sizsiniz. Siz önce kendinize yardım edin ve kendinizi biraz inceleyin ve tanıyın. İnceledikçe ve tanıdıkça şunu göreceksiniz ki; bu dünya üzerinde iradeniz dışında hiçbir şeyi yapma zorunluluğunuz yok. Siz bu dünya üzerinde seçim hakkı olmayıp sadece hizmet görevinde olan bir melek değil, her türlü seçim gücünü elinde tutan bir insan olarak geldiniz. (Ayrıca muhtemelen melekler de dünya üzerinde bu güçle gelen, ama kendini değersiz görüp melekleşmeye çalışan insanların hallerini şaşkınlıkla izliyorlardır.) Size kendinizden başka kimse hesap sormayacaktır vay ona niye yardım etmedin diye. (Aman yanlış anlaşılmasın, kastettiğim yolda giderken trafik kazası geçirmiş birini görmezden gelmek gibi bir durum değil. Ha tabii orada da görmezden gelmek bir seçimdir, ama burada kastettiğim bu değil. Günlük yaşamda karşımıza çıkan insanlarla olan ilişkilerimizden bahsediyorum. Tabii ki yolda yaralı yatan bir insanın yardımına koşarız, ama kendinden vazgeçmiş bir insanı hayata ikna etmek için kendimizi paralamak zorunda değiliz, bundan bahsediyorum altını iyice çizeyim.) Tek sorumluluğunuz kendi vicdanınızdır ve esas sorun da burada ya zaten…
Bu noktada vicdan kavramını da incelemek şart. Vicdanımızda toplumun ve ailemizin bize yüklediği değerler çok etkilidir, ama bir de insanın ruhsal vicdanı vardır. Bunu hemen somutlaştırarak şöyle anlatabilirim: Ben bir olayı değerlendirirken tabii ki ailevi ve toplumsal değerlerim öncelikli olarak hücum eder, ama ben geriye çekilip bu olayı kendi ruhuma ve yüreğime sorarım ve ona göre hareket ederim. Yukarıdaki arkadaşımız, içinde bulunduğu spiritüel toplumda yoğun biçimde görülen ve bir nev’i misyonerlik olarak değerlendirebileceğimiz “yardım etme” dürtüsü ile ruhunun söylediği “kardeşim, senin derdin başını aşkın ve kız zaten hayatını harcıyor, sen enerjini ona tüketeceğine, kendine harca” sözleri arasında kalmış. E yardım etmezse bilinçaltında genel toplum tarafından ekili “cehenneme gitme” veya “başına kötülük gelme” (mecaz anlamda) korkuları devreye giriyor (ki toplumun verdiği suçluluk hissinin ardından gelen cezalandırma sistemi budur), ederse de kendi ruhuyla çelişiyor. İşte bu noktada alınabilecek en güzel ders bence, kişinin ruhunu dinleme ve ona uygun olarak hareket edebilme gücünü kazanması. Ama bu noktada altını çizmem gereken çok önemli bir nokta daha var:
Tabii ki karşımıza yardımcı olabileceğimiz insanlar gelecek. Fakat onlara yukarıda anlatmaya çalıştığım güdüler eşliğinde yardımcı olabileceğinizi sanıyorsanız kendinizi kandırırsınız. Karşınızdaki insanın ruhu da hassas ve yüzeyde görünmese bile, o da içsel olarak sizin ruh halinizi hissediyor ve suçluluk duyguları ve meleklik psikolojisi içinde kendisine yaklaşacak birinden yardım alamayacağını biliyor. Ama mesela öncelikle kendine yardım etmeyi seçen ve meleklik psikolojisiyle hareket etmeyip, insan olma seçimini yapmış bir kişi de kendisinden yardım isteyen herkese, eğer kendi de isterse yardımcı olabilir. (Ama…)
Bu son cümlede üç anahtar kelime bütünlüğüne dikkat çekmek istiyorum: yardım isterse, kendi etmek isterse ve insan olma seçimi. Bunu direk kendimi örnek vererek anlatayım. (Ben oldum anlamında anlaşılmasın bu lütfen, öyle bir son yok bu hayatta, ama kendi aldığım dersler anlamında) Bir kere benim meleklik psikolojim çok kısa sürdü. Az biraz melek olayım dedim daha bu yola ilk başladığımda, baktım tepeme çıkacaklar. Eh ben de keyfine ve kendine düşkün (hatta biraz da bencil) biri olarak “eeeeh hiç çekemem bu ayakları” deyip, tepeme çıkanları bir güzel postaladım. Hayır demeyi önceleri başaramasam bile, gün geçtikçe daha fazla yapmaya başladım ve şu anda bazı zamanlarda zorlansam bile “hayır”ı rahatlıkla diyebiliyorum. Karşıma benden yardım isteyen insanlar çıktığında ise öncelikle benim kimseye yardımcı olamayacağım gerçeğini biliyorum. Ben sadece karşımdaki insana, kendisine yardımcı olabileceği yolları işaret edebilirim, ama onun adına o yolda yürümeme imkan yoktur. Yine çok sevdiğim bir hikayeden bir bölümle netleştireyim burayı: Adam çukura düşmüş ve imdat istemiş, oradan geçen bir arkadaşı çukura atlamış. Adam da ama şimdi sende bu çukurdasın demiş, arkadaşı da evet ama ben daha önce düştüm buraya, çıkış yolunu gösterebilirim. İşte böyle bir durumda ben çukurdan çıkış yolunu gösterebilirim, ama çukurdan çıkacak olan karşımdakidir. Yine ayrıca daha önce düşmediğim ve çıkış yolunu bilmediğim çukurun içine de atlamam, çünkü sonra ben de onun içinde kalabilirim. Malum yol üzerinde çukur çok ve benim de her çukurun çıkış yolunu bilmeme imkan yok, ama daha önceden o çukura düşmüş birisi, çukurun içindeki insana yardımcı olabilir ve benim orada kendi hesabıma yapmam gereken seçim “bilmediğin çukurlara atlama”dır.
Tabii ki yardımcı olmaya çalıştığım insanlar var ki ben bu anlamda yardımsever biriyimdir. Ama dediğim gibi kendi sınırlarımı biliyorum ve seçim gücümü de. Yardımcı olabileceğimi hissettiysem, zaten içimde öyle bir güç oluşuyor ki (bu kendiliğinden oluyor, hiç öyle konsantre, meditasyon gerektirmiyor) karşımdaki insana gerçekten dokunabildiğimi ve yol gösterebildiğimi görüyorum. Onlar da bunu algıladıkları için yardımı kabul ediyorlar ve harekete geçiyorlar. Onlara el uzatmak tamamen benim seçimim ve zaten içimden gelmeyen hiçbir durumda elimi uzatmıyorum, zaten istemeye istemeye uzatılan el de, “elinde patlıyor”.
Ben konuştuğum arkadaşıma kısaca “önce kendine yardım et”, sonra da “suçluluk duygusuyla hareket edersen, kimseye yardımın olmaz” dedim ve ardından da “hoşlanacak birilerini arıyorsan, dünya kadın dolu, denizde de bu bağlamda balık çok, git başka birilerini ara” diye ekledim ve ardından yine bir şey daha ekledim (her ne kadar karşıdaki insanların tavrından önce bizim kendi duruşumuz önemli olsa bile, bunu da gözardı etmememiz gerekiyor): “karşındaki insan aynı durumda napardı? Büyük ihtimalle sana içinden ‘seninle mi uğraşacam lan?’ deyip naş çekerdi.” Dediğim gibi tabii ki karşımızdakilerden önce kendi tavrımız önemli, ama kendini tanıma yolu’nda olmak demek de enayi olacaksınız ve kendi niyetinizi süistimal ettireceksiniz demek değildir. (İyi niyet demiyorum, çünkü yukarıdaki paragraflarda anlatmaya çalıştığım üzere, bu çaba bir “iyi niyet” değil, farklı bir durumdur ve zaten siz bu durumu çakasınız diye karşınıza sizi bir güzel sömürecek insanlar çıkar, taa ki siz akıllanana kadar.)
Yazının sonuna geldik ve ben bu konu bağlamında bir tavrı atladığımı görüyorum. Ona da değinip yazıyı tamamlayayım: Bir de çevremizde kendisinden yardım istemeyenlere, illa yardım edeceğim diye didinenler vardır. Adam sorunludur (tabii sorun kavramı tartışmalı bir kavram, ama rahat anlatım için kullanıyorum böyle), ama sorunlarıyla mutludur ve kimse bana dokunmasın ben böyle yaşarım diyordur, ama birileri gider başına çöker ve illa sana yardım edeceğim diye tutturur. Genellikle de böyle tipler, esasında kendi hayatında kendine yardım etmeyi becerememiş tiplerden çıkar ve sorunları olduğunu söylediğim adamın hayatı için gerçek sorun bu tiplerdir. Adam hayatında sorunlarıyla mutluysa ve kimseden bir şey istemiyorsa bırak öyle kalsın yahu, sana ne? Ama yok illa yardım edecek bizimki. Tıpkı Hıristiyan misyonerlerin yediği halta benzer bu. Güney Amerika’ya gitmiş bunlar ve bakmışlar ki yerliler çıplak geziyorlar, bu yerlileri cehennemle öyle korkutmuşlar ki zavallılar elbise giymeye başlamışlar. Tropik iklimde yağmur boldur ve üstlerindeki elbiselerin ıslaklığı tutması yüzünden yerliler hastalanır ve ölmeye başlarlar. Eh Hıristiyan misyonerler de kendilerine göre yardımcı olmuşlar di mi? Neyse “sorun” kavramı üzerine tartışmayı başka bir yazıya bırakalım ve yazıyı tamamlamış olalım, değil mi İnsan kardeşlerim…