Günümüz bilim dünyasının, nasıl olup da ortaya çıktığını açıklayamadığı Mısır uygarlığı ile ilgili olarak Ernest Renan şu saptamayı yapar; “Mısır, gençliğini hiç yaşamamıştır. Daha başlangıçta, olgun ve yaşlıdır. Uygarlığın çocukluk dönemi hiç olmamıştır.”(1) Mısır’da dil, Firavun Menes (MÖ. 5 bin) zamanından çok önce mükemmelliğe ulaşmış görünmektedir. Mısır’ın, tarihi tam olarak saptanamayan en eski yazıtlarında yer alan dilin, son derece düzgün bir formatta kullanıldığı görülmektedir. Bu dilin, Asya ya da Afrika dillerinin hiçbirisiyle akrabalığı yoktur. Tıpkı Mısır uygarlığı gibi, Mısır dilinin de ne bir başlangıcı, ne de bir gelişme dönemi vardır. Aynı yazı karakterlerine farklı anlamlar yüklenebilmektedir. Halkın anlayabileceği günlük kullanım dilini içeren hiyoroglifin, sadece inisiyelerin anlayabileceği, sembolik karakterler altına gizlenmiş kutsal anlamları da mevcuttur. Yazılar, ideografik, sembolik ve alfabetik olarak, üç farklı tarzda okunabilir. Mısır uygarlığında, Yukarı Mısır ya da Teb diyalektiği ile, Aşağı Mısır ya da Menfis diyalektiğinin birlikte kullanıldığı görülür. Bunlardan Aşağı Mısır diyalektiği, gelişiminin zirvesinde ortaya çıkmış gözükmektedir (2).

Menes öncesi Mısır’ı yöneten kralların listesini veren Turin Papirusunda, on tanrılık bir liste bulunmaktadır. Bu listeden sonra, dokuz sülalenin adı geçmektedir. Büyük bölümü okunamayacak kadar yıpranmış papirusun son iki satırında şu ifadeler yer almaktadır; “Shemsu-Hor’a (Horusun Yoldaşları olarak çevrilmiştir) dek hükümdarlar: 23.200 yıl. Shemsu Hor ihtiyarları: 13.420 yıl.” (3) Rakamların toplamı 36.720 yılı vermektedir. Aşağı Mısır’ın Tufan öncesi Atlantis kolonisi olduğu düşünülürse, yukarıda bahsedilen Mısır krallarının aynı zamanda Atlantis kralları da oldukları sonucu çıkmaktadır. İki ayrı dönemin tanımlanmış olmasından ve ayrıca Horus’un, Osiris’in oğlu olmasından, Osiris dininin uygulanması öncesi ve sonrasının ayrıldığı, bir anlamda Osiris’in milat olarak kabul edildiği anlamı doğmaktadır.

MS. 1. yüzyılda yaşayan Romalı tarihçi Diodorus Sicilus, “Mısırlılar, çok eski zamanlarda anavatanlarından uygarlık, yazı sanatı ve gelişmiş bir dil getirerek, Nil kıyılarına yerleşmiş yabancılardı. Güneşin battığı yerden gelmişlerdi derken, 3. yüzyılda yaşayan meslektaşı Ammianus da, eski gizemler konusunda ustalaşmış insanların, tufanı önceden öngörüp, kadim bilgi ve gizli törensel uygulamaların yitip gitmemesi için, yer altı sığınakları ve gizli yollar inşa ettiklerini iddia etmiştir (4).

Mısır’da, süleleler öncesi döneme ait mezarlarda bulunan kafatasları ve kemiklerin bir bölümünün, yerlilerinkine kıyasla daha iri oldukları görülmüştür. Mısır’ın kuzey kısmında bulunan bu mezarlarda yatanlara geleneksel olarak, “Horus’un İzleyicileri” adının verildiği ve kendi dönemlerinde toplumun yöneticileri konumunda bulundukları görülmektedir (5). Yazıyı Mısır’a getiren Toth da, bir “Horus İzleyicisi”dir. Fenike efsanelerinde, alfabe ve yazının bulucusu olarak “Taut” adı geçmektedir. Mısırlı rahip Manehto, Toth’un (Hermes Trimagistus) tufan öncesinde, tüm eski bilgileri, kutsal yazı ile tabletler üzerine kaydettiğini ifade etmektedir.

Mısır uygarlığı, hem Mu, hem de Atlantis imparatorluklarının bu topraklar üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin tufandan sonra, zaman içerisinde birleşmeleri ile meydana geldi. Her iki kolonide de başlangıçta Tek Tanrılı din ve Ezoterik öğreti geçerliyken, Mu kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini’ni uyguluyordu (6).

Osiris’in müridlerinden olan ve ondan 6 bin yıl sonra yaşayan Hermes, günümüzden 16 bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’den Nil deltasına çıktı. Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Aşağı Mısır’ın o dönemde müstakil bir krallık olmadığı görülmektedir. Sais’de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır’ın ünlü “Ölüler Kitabı”nda, “ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir. Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes dönemine kadar (M.Ö. 5.000) Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonraları İdris Peygamber olarak Tek Tanrılı dinlerin kutsal kitaplarına giren Hermes’e, Mısırlılar, aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen “Trimagistus” sıfatını layık gördüler.

MÖ. 4. yüzyılda yaşayan Mısırlı Manetho, Hermes Trimagistus’un deyişlerinin ve yazıtlarının günümüze ulaşmasını sağlamış bir rahiptir. Manehto’ya göre, 13.420 yıl süren tanrıların saltanatı Horus İhtiyarları ile sona ermiş, yerini Menes ile başlayan insan krallara bırakmıştır. Manetho, Akaşa kayıtlarının saklayıcısı, Mısır’ın yazı tanrısı ve zamanın efendisi olarak tanımladığı Toth’un, kadim bilgiler içeren 36.525 kitap yazdığını söylemektedir (7). Akaşa, maddenin özü olan ve evrenin içinde yüzdüğüne inanılan sıvıya verilen addır. Başlangıçtan bu yana tüm olaylar bu sıvıya kaydedildiğinden, Akaşa aynı zamanda evrensel bellektir. Yeterli yetkinliğe ulaşmış kişilerin Akaşa ile aynı dalga boyutuna ulaşabildiğine ve gerekli bilgileri buradan aldığına inanılmaktadır.

Manetho’nun özgün yazımından günümüze ulaşmayı başaran ender papirüslerden olan Sothis’te, “Ben, Mısır’ın kutsal tapınaklarının yüksek rahibi ve yazıcısı Manetho, efendim Ptolome’ye selamlarımı iletirim. Atamız, üç defa büyük Hermes tarafından kutsal harflerle kaleme alınan kitaplar, dünyaya ne olacağını sana gösterecektir” denilmektedir (8). Bu yazıttan, firavun Ptoleme’nin, Manetho’ya, geleceği görüp göremeyeceğini sorduğu anlaşılmaktadır.

cihangirmisir1Hermes Trimagistus’un efsanevi Zümrüt Levhalarında, “Şurası gerçek, doğru ve kesindir ki, altta olan, üstte olan gibidir ve üstte olan da altta olan gibidir ve bu bir tek şeyin mucizesini gerçekleştirmek içindir. Mevcut olan her şey, bir olduğu ve birden kaynaklandığı gibi, her şey, uyarlama yoluyla, bir tek şeyden doğmuştur” dediği, “Hermetika Külliyatı”nda, ifade edilmektedir. Hermetika, Hermes’e atfedilen özdeyişlerden oluşmuştur ve Eski Yunan kanalıyla, Floransa’daki Platon akademisine, oradan da günümüze ulaşmıştır (9). Hermetizm inancına göre Hermes, yedi kadim bilgiyi gizli bir zümrüt levha üzerine yazmıştır.

Hermes’e atfedilen Stobeaus kutsal kitabında, “Aranızda, daha kutsal bir evrenin eşiğinde duran, hakkaniyetli krallar, filozoflar, devlet kurucuları, yasa yapıcıları, gerçek kahinler, gerçek şifacılar, Tanrıların yetkin nebileri, usta müzisyenler, yetkin gök bilimciler olacaktır.” ifadeleri yer almaktadır.

Yine Hermese atfedilen ve Mısır’ın en eski felsefi eseri olarak kabul edilen Primarder’de, yaradılışla ilgili olarak şu ifadeler bulunmaktadır: “Kaostan, saf ve ışıklı ateş çıktı. Yükselince, havanın içinde dağıldı ve özü ateş içinde sinmiş olan su, ara bölgeyi işgal etti. Ateş ve su öyle iç içeydi ki, suyla kaplı olan karalardan eser yoktu.” Fransız araştırmacı yazar Francois Lenorment, Antik Tarih adlı eserinde, bir diğer Mısır papirüsünde şu ifadelerin yer aldığını söylemekte: “O, gök ve yerlerin yegane hasıl edicisidir. O, hasıl edilmemiş, doğurulmamıştır. O, başlangıçta da vardı. Herşeyi yaratandır fakat kendisi yaradılmamıştır. O, kendisinden kendisini hasıl eden tek diri Tanrıdır.” (10)

Mısır Ölüler kitabının en eski bölümlerinden olduğu kabul edilen 64. bölümün, Hermes’in kendisi tarafından günümüzden 16 bin yıl önce yazıldığı, demir bir küp bloğun üzerine lapis lazuli taşları ile kakma olarak yazılı metinde, “Ben dünüm, bugün ve yarınım. Ben yeniden doğma yetisine sahibim” sözlerinin yer aldığı, M.Ö 3.730 yılında yazılan bir Mısır papirüsünde ifade edilmektedir (11). Papirüsteki çizime göre söz konusu küpün bir kenarında, daire içinde çizilmiş bir üçgen sembolü bulunmaktadır. M.Ö. 4.260’da yazıldığı tahmin edilen bir diğer papirüste, Firavun Menkara döneminde, kralın Baş Mimarının söz konusu küp bloğu çok eski bir türbede, Tanrı Toth’un ayakları altında, bir sunağın üzerinde bulduğu belirtilmektedir.

Başlangıçta, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır olarak, iki ayrı krallık şeklinde kurulmuş olan Mısır, M.Ö. 5 binlerde, Firavun Menes döneminde, Yukarı Mısır’ın, Aşağı Mısır’ı işgali neticesinde, tek bir krallığa dönüşmüştür. İki krallığın birleşmesi sonucunda, her iki krallığın tanrıları, tek bir panteon bünyesinde birleşmişlerdir. Yaratıcı tanrının adı, Aşağı Krallıkta Aton, Yukarı Krallıkta ise Amon’dur (12). Mısırlı rahip ve tarihçi Manetho, 1. hanedanlık döneminde tek bir yaratıcıya inanıldığını ve tanrı sembollerine de, bu yaratıcının farklı vasıfları olarak bakıldığını, 2. hanedanlık döneminde rahipler örgütü tarafından alınan bir karar ile, Yaradanın kendisine tapınım yerine, iktidarı elinde bulunduran Yukarı Mısır sülalesinin inançları doğrultusunda, kutsal sembollere tapınımın başladığını ve zamanla her sembolün birer tanrıya dönüştüğünü söyler. Alınan bu kararın sonucu olarak, Mısır uygarlığı çok tanrılı sisteme geçmiştir. Yeni inanış biçimi çerçevesinde yaşayan firavunun tanrı Horus olduğu, ölen firavunun tanrı Osiris’e dönüştüğüne inanılır.Bir firavunun ölümü sonrasında uygulanan ritüeller hakkındaki ana bilgi kaynağı, ‘Piramit metinleri’ adı verilen ve Sakkara’da bulunan beş piramidin içinde bulunan yazıtlardır. Bu yazıtlardan en önemlisi, Kral Unas’a ait olan piramitte bulunmaktadır. Bu piramit, 5 piramit içinde en genç olanıdır. Bazı Mısırologlar, ritüelik törenin uygulandığı bu piramidin yaşını 4.300 olarak vermektedirler. Ancak içinde yazılı bulunan ritüelin yaşı ise, 5.300 olarak açıklanmıştır. Bu çelişkiden de anlaşılacağı üzere, piramitlerin kesin yaşı hakkında bir bilgi yoktur (13).

M.S. 2. yüzyılda Yunanca yazılan ve İskenderiye’de toplanan, Hermes’in öğretilerini kapsadığı ifade edilen Hermetika Külliyatında Aton’dan, her şeyin yaratıcısı, saf iyilik ve saf sevgi tanrısı olarak bahsedilmektedir (14). Aton, evreni kendisinden var eden kutsal ışık kaynağı ve her şeyin ilk sebebidir. Şiir formunda yazılı Hermetika’da yer alan bazı ifadeler şöyledir:

“Felsefe ruhsal çabadır, sürekli tefekkür yoluyla, Tek Tanrı Aton’un hakikat bilgisine ulaşmak için. Felsefeyi öğrenen kişi, araştırır Aton’a adanmış bilgiyi. O bilgidir ki, ifşa eder sırlarını, sayıların gücüyle düzenlenmiş evrenin. Ben üç kere yüce Hermes, erişmeniz için yüce bilgiye, kazıdım tanrıların sırlarını bu taş tabletler üzerine, kutsal semboller ve hiyerogliflerle. Tefekkür yoluyla eriştim hakikat bilgisine. İşte bu bilişle yazıyorum tüm mısraları.

Bedenimden kurtulup, düşüncelerimle uçtum. Engin ve sınırsız bir varlık seslendi bana, ‘Hermes, ne arıyorsun? Ben Tek Tanrı Aton’un düşünceleriyim. Seninleyim, her zaman ve her yerde.’ Bir anda açıldı Hakikat, gördüm sınırsız görüntüyü. Her şey Işığın içinde eridi. Sevgiyle bütünleşti.

cihangiratonAton’un Kelamı, yaratıcı fikirdir. O, kendi vasıtasıyla yaratılmış olan her şeyi besleyen, yüce, sınırsız kudrettir. O, Yücelerin Yücesi, mutlak gerçektir. Her şeyde vücut bulmuştur. Her şeyin kaynağıdır. Aton, bir sayısı gibi tamdır. Çoğalsa da, bölünse de, o kendisi kalır. Evren birdir. Güneş, ay ve dünya birdir. Bir çok tanrı olduğunu mu sanıyorsun? Tanrı birdir. Aton’dan daha görünür sanma hiçbir şeyi. O, her şeyi yaratmıştır. İşte onlar vasıtasıyla görebilirsin onu. Tefekkür et kozmosu, kadim bedeni olarak onun. Gizli olan o, apaçık bütün eserlerinde.

Bir an düşün, nasıl oluştuğunu ana rahminde. Aklına getir o usta işçiliği ve ara o sanatçıyı, Tanrı benzeri böyle güzel bir görüntüye şekil veren. Her şeyin ilkidir Aton. İkincisi Kozmostur, Aton’un suretinde yapılmış olan. İmkansızdır, ölmesi onun. Hiçbir şey varolmamıştır, cansız olan, ölü olan, Kozmos’un içinde. Aton ışıktır, sonsuza dek tükenmeyecek enerji kaynağı. Hayatın ta kendisinin sonsuz dağıtıcısı. Ruhlarımız beslenir ışığıyla Aton’un. Ra, yalnızca tefekkür yoluyla bilinen Aton’a benzemez. Ra, uzay ve zamanda var olur ve görebiliriz biz onu gözlerimizle. Güneş, bir suretidir Yüce Yaratıcının, insan ise, güneşin.

En Yüce Baba, hayat ve ışık olan, doğurdu insanlığı, kendi suretini taşıyan. Başlangıçta, ölümsüzdü insan. Ama Aton gördü ki, emeğini katamazdı yer yüzüne, onu maddi bir zarfla sarmadan. Ölümlü bir beden gerekti insana, ölümsüz bir ruh yanında. Aton birdir. Kozmos birdir ve insan da öyle. Kozmos gibi, o da, farklı parçalardan oluşan bir bütündür. Usta, insanı yaptı, Kozmosun düzeninde. Aton’un sureti denilen parçası, ruhsal ve sonsuzdur. Diğer parçası ise, dört maddesel elementten oluşmuştur ve ölümlüdür. Aton, Kozmos, insan. Kozmos, Aton’un oğlu, insan ise torunudur. Kozmos’un ruhunun parçasıdır bütün ruhlar. Hayatın başlangıcı değildir doğum. Ölüm, bir yok oluş değildir. Ölüm, çözülmesidir, yıpranmış bir bedenin. Yalnızca iyi bir ruh, Aton’u bilir hale gelir. İşte böyle bir ruh, tamamlamıştır koşusunu. Terk ettikten sonra fiziki formunu, ışık bedenli bir varlık olur.

Anla ölümsüz olduğunu. Her şeyin birlikte var olduğunu gör, zihninin içinde. Bileceksin, o zaman Aton’u. Bazıları, tanrı benzeri olur zihin yoluyla. Osiris de, bunu öğretmiştir. Tanrılar, ölümsüz insanlardır ve insanlar da, ölümlü tanrılar. Ruh beslenir, ateş ve havayla. Beden ise, su ve toprakla. Beşinci parçadır zihin, Işık’tan gelen ve sadece insana bahş olunan. Söz tek başına aktaramaz hakikati. Oysa, muhteşemdir Zihnin gücü. Söz, yol gösterdiği zaman ona, bulabilir gerçeği ve huzuru.

Aton bir müzisyendir, besteleyen Kozmos’un ahengini ve aktaran her bireye, kendi müziğinin ritmini. Ahenksiz hale geldiğinde müzik, suçlama sen müzisyeni. Belki gevşemiştir, çaldığın lirin teli. Tatsız bir ses vermektedir, bozarak melodinin kusursuz güzelliğini. Bir sanatçı, ilgi kurduğunda soylu bir tema ile, yayılır şahane bir müzik, dinleyenleri hayrette bırakarak. Aton’un gücü, kusursuz yapacaktır, senin de müziğini.

Ben, yerde ve gökteyim, suda ve havadayım. Ben, her yerde var olan, varoluşum. Zihnimle görüyorum, Zihin’i. Biliyorum, Bir’i. Hayatla kaynayan bir pınar görüyorum. Ben Zihin’im. Şimdi sen, bu sırları öğrenmiş olduğuna göre, söz vermelisin sessiz kalacağına. Bu öğretiler, özel olarak kaydedilmiştir, yalnızca Aton’un, bilmelerini istediği kişiler tarafından okunsun diye.”

Hermetika’ya göre, Aton, ilk ışık kaynağıdır. Evreni, kendisinden var etmiştir ve evren ile özdeştir. Ra, bu kutsal ışığın fiziki sembolü olan, kendi güneşimizin adıdır. Evrene hayat veren Aton, dünyamıza hayat veren ise, Ra’dır. Dünya üzerindeki kutsallığın simgesi durumundaki firavuna da, aynı nedenle Ra unvanı verilmiştir.Ra, gözle görülen fiziki ışığın kaynağının adıdır. Aton ise, gözle görülemeyecek olan ruhsal ışık kaynağı. Diğer bir deyişle, Ra, Aton’un fiziki plandaki temsilcisidir. Aton, nasıl tüm evrene hayat vermişse, Ra da, dünyamıza hayat vermektedir. Hermes, bir Atlantis kolonisi olarak ortaya çıkan Aşağı Mısır’ın kurucusudur. Bu nedenle Aton, Atlantis kökenlidir ve Tek Tanrının, Osiris dinindeki ifadesidir.

Amon ise, aynı Tanrının, bir Mu kolonisi olarak kurulmuş olan, Yukarı Mısır’daki adıdır. Ra, her iki devlette de, Tanrısal gücün fiziki ifadesi olan, kendi güneşimizin sembolüdür. Aşağı Mısır’ın, Yukarı Mısır tarafından işgali sonucunda, Mısır tek bir devlet haline gelmiş, bu arada galiplerin tanrısı Amon ön plana çıkarken, mağlupların tanrısı Aton, geride kalmıştır. Bir başka ifadeyle, Amon da, Aton da, yaratıcı Tanrının isimleridir. Bu en eski yaratıcı Tanrı, bir güneş kursu ile sembolize edilir. Güneş Tanrı ‘Ra’ ile özdeşleştirilmiş ve ikili Amon-Ra adı altında, başındaki bir güneş kursu ile tahtta oturan şahin başlı firavun olarak sembolleştirilmiştir.

Aton adına kayıtlarda, Kraliçe-Firavun Haçepsut döneminde de rastlanmaktadır. Firavun 2. Tutmosis’in (İ.Ö. 1492-1479) dul karısı olan Haçepsut, firavunun ikinci dereceden bir eşinden olma küçük oğlu, 3. Tutmosis’in tahta geçmesinden sonra naiplik görevini üstlenmiş, naipliğinin 7. yılında, kendisini Kraliçe-Firavun ilan etmiştir. Kraliçe Haçepsut tarafından, Karnak tapınağına şu ifadelerin yazdırıldığı görülmektedir: “Ben, canlıyı yaratan, toprağa gücünü veren ve dünyanın yaradılışını tamamlayan Aton’um”…

cihangiramonKraliçe Haçepsut’un döneminde, güneşe tapan Yemen Sabalarının, Gize yaylasındaki büyük piramide hacca gittikleri bilinmektedir. Sabalara göre, inşasına yardım ettikleri piramitler, yıldızlara ve gezegenlere adanmıştır ve kendi soylarının atası ve piri olarak kabul edilen, Hermes’in oğlu olan ve kavime adını verdiğine inanılan Sab, büyük piramidin altında gömülüdür. Diğer bir deyişle, Saabilerin kökeni, Hermes’in oğlu Sab’a dayanmaktadır. İleride görüleceği gibi, Harran Saabileri Hermetik bir inanca sahiplerdir. Harran Saabilerinin bir kolu olan Yemen Sabaları da, Hermes’e inanmaktadır. Her üç halkın da en önemli tanrısı “Güneş”tir. Döneminin Saba Melikesi ile ilişkisi olduğu anlaşılan Kraliçe Haçepsut’un, Sabaların inançlarından etkilenmiş ve Aton’u öne çıkartmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu dönemde Aton, Tek Tanrı değil, sadece Mısır Tanrılar Panteonundaki önemli tanrılardan birisidir (15).

Mısır’da Maat yasası geçerlidir. Doğruluk, adalet ve hakikatin her alanda hakim olmasına dayanan Maat felsefesi, bir din değildir. Herhangi bir dini inanca dayanmayan Adalet kavramı, insanlık tarihinde kolay kolay görülmeyen bir uygulamadır. Dini bir inanca dayanmayan adalet kavramı, Mısır’ın Maat felsefesinden hareketle birçok ezoterik ve batıni ekolün düşünce tarzını oluşturmuştur.

Başlangıçta düzeni ve felsefeyi temsil eden Maat, giderek bir tanrıça olarak algılanmış ve tanrılar panteonundaki yerini almıştır. Bu panteona göre, tanrıça Maat’ın erkek kardeşi, Ay tanrısı Toth’dur. Başında ay küresi, elinde bilgelik asası taşıyan bir ibis kuşu olarak sembolize edilir. İnşaat sanatı ve dinin öğreticisi, İlahi kelamın efendisi ve İlahi sırların sahibi odur ve insanlığa okumayı, yazmayı ve tıp bilimini o öğretmiştir. Mısır tanrılarının en eskilerinden bir diğeri de, Ptah’dır. Başlatıcı anlamına gelen bu tanrının diğer adları, ‘İlahi Sanatçı; İlahi İnşa Edici’dir. Sembolü, iki kenarı açık karedir. Bu tanrının Yukarı Mısır inancında, Mu dinindeki, evreni kaostan düzene geçiren dört temel elemana tekabül ettiği düşünülmektedir (16).

Mısırın dini inanış biçimi, ruhun ölmezliği inancı ve yeniden doğuş felsefesi, Firavun 2. Seti döneminde, M.Ö. 1.320 yılında, baş katip Anana tarafından yazılan ve kendi adıyla bilinen ‘Anana Papirüsü’nde, açıkça görülmektedir:

“Şahit olun bu tomarda yazılanlara. Okuyun, ey siz onu doğmamış günlerde bulacak olanlar, eğer tanrılar size okuma yeteneğini bahşetmişse. Okuyun, siz geleceğin çocukları, sizden hem çok uzakta, hem de çok yakınınızda olan geçmişin sırlarını, okuyun.

İnsanlar, yalnızca tek bir kere dünyaya gelip, sonra da burayı ebediyen terk etmezler. Birçok kereler, birçok yerlerde yaşarlar. Hepsi de, mutlaka bu dünyada olması gerekmiyor da. Her bir yaşamla diğerlerinin arasında, karanlık bir perde vardır. Nihayetinde kapılar açılacak ve başlangıçtan itibaren ayaklarımızla girdiğimiz bütün odalar, gözlerimizin önüne serilecektir.

Dinimiz bize, ebediyen yaşadığımızı öğretir. Şimdi, ebediyette son olmadığına göre, başlangıçta da olmaz. O bir dairedir. Dolayısıyla, eğer sonsuza kadar yaşıyorsak, sonsuzdan beri, hep yaşıyor idik.

İnsanların gözünde, Tanrı birçok yüzler alır ve her birey yalnızca kendisinin gördüğünün, gerçek Tanrı olduğuna yemin eder. Oysa hepsi yanılmaktadır, çünkü hepsi de haklıdır.

Ka’larımız, yani ruhsal bedenlerimiz, kendilerini bize çeşitli yollarla gösterirler. Her insanın içinde saklı, sonsuz bilgelik kuyusuyla temas etmek, gerçeğe göz atmamızı sağlar ve talimatla gelen bizlere, harika işler becerme kuvvetini verir. Ruh hakkında bedenle, ya da Tanrı hakkında eviyle, hüküm verilmemelidir.

Mısırlıların Skarabe Böceği bir Tanrı değildir. O, Yaradanın sembolüdür. Çünkü o, bacaklarının arasındaki çamur topağını yuvarlayarak, oraya yumurtalarını bırakır. Tıpkı Yaradanın, yuvarlak olduğu anlaşılan dünyayı, kendi etrafında yuvarlaması ve bu suretle, orada hayatın meydana gelmesini sağlaması gibi.

Tüm tanrılar yeryüzüne sevgi gönderirler ki, dünya onsuz ayakta duramaz. Benim inancım, sizinkilerden belki daha açık olarak, hayatın ölümle sona ermediğini ve bu yüzden, hayat sürdükçe onun ruhu olan sevginin de süreceğini öğretir.

Görünmeyen bağların gücü iki ayrı ruhu, dünyada öldükten çok sonra da, bir araya getirecektir. Bir varoluşta, bir arada olan ruhların, bir diğerinde de buluşmaları olasıdır ve hangi nedenden olduğunu bilmeksizin, bir araya getirilebilirler. İnsan, bir çok kereler doğar. Fakat geçmiş yaşamlarını bilmez. Ara sıra, bir gündüz düşü, ya da aniden zihnine gelen bir düşünce, onu geçmiş yaşamlarındaki bir sahneye götürebilir. Bu sahne ona tanıdık gelse de, onu ne zaman ve nerede yaşadığını zihninde belirleyemez. Bununla beraber, en sonunda, tüm geçmiş yaşamları kendilerini ifşa edeceklerdir.” (17)

Ölüler Kitabında, her ruhun en sonunda, gök yüzüne doğru uçacağı ve ışınmaları canlıların vücutlarına yaşam veren, yeri güneş olan, Evrensel Ruhta eriyeceği yazmaktadır (18). Evrensel Ruh, tüm ruhların kaynağı olan Ruh, bütün yaratıkların ilk menşeidir ve diğer tüm tanrıları da o yaratmıştır. Bu tanrılar, Evrensel Ruhun sadece birer tezahürüdür. Evrensel Ruhun sembolü, Horusun Gözüdür. Bir kişinin ölümü sonrası okunan duada, “Ey ölü, Osiris, rahibin açtığı gözüne, Horusun gözünü koyuyorum” denilmektedir. Kuş şeklini alan ölünün ruhu, Hurusun Gözünde eriyip, bu yaratıcı ışıkla birleşecek ve kendisi de, hayat kaynağının bir damlası olacaktır.

Mayalara ait günümüze ulaşan ender el yazmalarından olan Torana el yazmasında ve Cortesianus Kodeksinde, Mu ülkesinin batışı nakledilmiştir (19). Torana el yazmasında ayrıca, Can hanedanlığı döneminde yaşayan, Prens Coh ve kızkardeşi ve eşi kraliçe Moo’dan bahsedilmekte, Coh’un erkek kardeşi Aac’ın, krallığı ele geçirmek için prens Coh’u öldürülüşü anlatılmaktadır. Bu efsane, Mısır terminolojisine, Osiris-İsis ve Set üçlüsü olarak geçmiş görünmektedir. Firavun Osiris, iktidarı ele geçirmek isteyen Set tarafından öldürülmüş ve cesedi parçalanarak, dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Osiris’in karısı İsis, kocasının parçalarına bir araya getirmiş, onun yeniden doğmasını sağlamış ve cinsel ilişkiye girmiştir. Bu ilişki sonrası, Osiris tekrar ölerek tanrılar alemine dönerken, İsis, oğlu Horus’u doğurmuştur. Horus, amcası Set ile savaşarak, onu yenmiş ve yer altı alemine çekilmeye zorlamıştır. Bu andan itibaren, ölen her firavun Osiris, yerine geçen de Horus olarak anılmıştır. Amerikalı araştırmacı Augustus Le Plongeon, kendi araştırmalarını yayınladığı “The Origin Of Egiptians” adlı eserinde, eşinin ölümü ve krallığın Aac’ın ele geçmesi üzerine Kraliçe Moo’nun, kendine sadık olanlarla birlikte Mısır’a geçtiğini ve burada daha önce yerleşmiş olan Mayalarla birleştiğini yazmaktadır. Moo, İsis adı ile, bu yeni ülkenin kraliçesi ilan edilmiş, zamanla tanrıçalaşmıştır. İsis’in, Mısır dilindeki diğer adı da “Mut” veya “Tmau”dur. Ruhların göçtüğü batıdaki Amenti diyarının kralı olarak, Osiris’in sembolü, ayaklarının üzerine çökmüş leopar, yani Sfenks’dir. Amenti’nin kraliçesi olarak, İsis’in sembolü de, diz çökmüş leopardır. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Sfenks, Aşağı Mısır’ın, Atlantis kolonisi olduğu dönemde yapılmıştır. Peki ya ilk piramitler?

Günümüz Mısırologlarının büyük bir bölümü, Gize’deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak, M.Ö. 3.000 yıllarını verirler. Ancak, bu tarih kesin değildir ve bazı uzmanlar, bu piramitlerin, söz konusu tarihten çok daha önce yapılmış olabileceklerini kabul etmektedirler (20).

Eski Mısırlıların, piramitlerdeki yer altı odalarını, bunlardaki incelikli sanat yapıtlarını gerçekleştirmek için nasıl aydınlattıkları anlaşılamamıştır. Meşale ya da yağ lambası kullanıldığına dair, duvarlarda hiçbir is izi bulunmamaktadır. Derinliklerde ayna kullanımı da mümkün değildir, çünkü, bu derinliklere ulaşana kadar ışığın yansıması, giderek azalacaktır. Mısır’daki Denderah tapınağı duvarlarında, ilginç bir çizim bulunmaktadır. Araştırmacı yazar Charles Berlitz, bu tuhaf şekli şöyle tanımlamaktadır; “İçinde uzun, yılansı bir tel bulunan ve bir transformatöre bağlı, örgülü kablolara ve yüksek gerilimli yalıtıcılara tutunan, 1.5 metre uzunluğunda ampuller…” (21)

misirdandera3

Sadece Keops piramidinin yapımında, 2 milyon 600 bin adet, dev blok taş kullanılmıştır. Bu dev bloklar, yüzlerce kilometre ötedeki taş ocaklarından çıkartılmış, yüzeyleri pürüzsüz denecek ölçüde düzeltilmiş, yapı alanına kadar taşınmış ve burada metrelerce yükseğe çıkartılarak, birbirlerinin üzerine pürüssüz bir şekilde oturtulmuştur (22). Bu imkansız inşaat, 3 bin yıl önceki teknoloji ile nasıl gerçekleştirilebilmiştir? Uzmanlar, günümüz teknolojisini kullanarak dahi, böyle bir yapının en az, bir yüzyılda bitirilebileceğini söylemektedirler.

Piramitlerin yapımıyla ilgili bir Arap efsanesine göre, dev taş bloklar, bir rahibin, elindeki asayı üzerlerine vurması ile ağırlıklarını yitiriyor, tüy kadar hafif olarak havada hareket ettirilebiliyor ve tam yerlerine yerleştiriliyorlardı (23). Burada ifade edilen, günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı, Sonik Enerji biliminin, inşaatlarda kullanımıdır. Babil tabletlerinde de, taşların kaldırılmasında, sesin kullanıldığına yönelik işaretler bulunmaktadır.

Arap filozof ve bilim adamı İbni Batuta, piramitlerin, sanatları ve bilimleri Tufandan korumak için inşa edildiklerini yazmaktadır. Bir Kıpti papirüsünde de, “piramitlerin duvarları üstüne, bilmin, gök bilminin, geometrinin, fiziğin gizleri ve çok yararlı bilgiler yazıldı” ifadesi yer almaktadır. Kıpti tarihçi Mesudi, Keops piramidinin tufandan 300 yıl önce, kadim bilgileri muhafaza etmek amacıyla, firavun Surid tarafından yapıldığını iddia etmektedir. Ancak, kadim bilgilerin üzerine yazıldığı kaplamalar zamanla yok olmuş ve bu bilgiler de yitirilmiştir (24). Fransız yazar Gerar De Nerval, bir Türk hikaye anlatıcısından aktardığı, “Saba Melikesi Belkız” menkıbesinde, aynı iddiayı dile getirmiştir. Hikayede, Adem’in torunu, Kain’in oğlu Tubal Kain, kendisinin tufan sırasında yaşamakta olduğunu, kadim bilgileri korumak amacıyla inşa edilmiş olan Piramitlerin içinde saklanarak, felaketten kurtulduğunu söylemektedir. Tubal Kain, kendi ırklarının, dünya varoldukça duracak çok büyük bir piramit diktiğini, bu piramidin, Menfis şehrinin yakınlarındaki Gizeh ovasında olduğunu söyler. Tubal Kain, “Bu piramidin dışarıya açılan dar bir kapısı vardı. Eski dünyanın son günü olan tufanda, bu kapıyı ben kendi ellerimle ördüm” der. Atası Enoch’tan (Hermes) gelen bu kadim bilgiler, birisi taştan, diğeri madenden, iki sütun üzerine kazınmıştır ve tufandan sonra, bilgiler bir sonraki uygarlığa emanet edilmiştir (25).

cihangirpiramit

Büyük piramitler, tufan öncesi teknolojisi kullanılarak, Hermes rahipleri tarafından inşa edilmiştir ve bugün sanıldığı gibi sadece birer firavun mezarı değildirler. Firavun mezarları olmalarının yanı sıra, piramitlerin asıl işlevleri, kadim bilgilerin saklandığı ve inisiasyon törenlerinin yapıldığı birer mabet olmalarıdır. Tufan sonrasında yapılmış olan ve ilk piramitlere kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta çocukça birer taklit niteliğinde olan diğer piramitlerin yegane işlevi ise, firavun mezarları olmalarıdır.

Yunanlı tarihçi Heredot, ilk piramitlerin ve sfenks gibi birçok gizemli eserin Tufan öncesinde yapıldığını doğruluyor (26). Mısırlı rahipler Heredot’a, bu piramitleri, tufandan önce Mısır’ı yöneten firavun Surid döneminde, Hermes rahiplerinin, “üstatlık sırlarını” daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısırlı rahiplerin verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan kabaca bir hesaplama, piramitlerin, günümüzden en azından 12-13 bin yıl önce yapıldıklarını ortaya koymaktadır.

Bu ilk piramitlerden, özellikle Keops piramidi ile ilgili bulgular, bu piramidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya da özellikle yerleştirildiğini gösteriyor. Piramidin yapımında kullanılan ölçüler, binlerce yıldan bu yana matematik ve geometri bilimlerini kullanan, büyük mimarların eseri olduğunun ispatı niteliğinde.

Edouard Schure’nin, inisiasyon törenleri için özel inşa edildiğini söylediği (27) Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyon ile çarpımı, dünyanın, güneşten yaklaşık uzaklığı olan 149 milyon kilometreyi vermektedir. Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya böler. Keops aynı zamanda 30. paralel üzerindedir ve bulunduğu nokta, dünyanın diğer gizemli noktaları ile, büyük bir uyum içinde birleşir. Piramitin tepesinden doğuya uzatılan dümdüz bir çizgi, Tibet’in başketi Lhassa’ya ulaşır. Bu noktadan 60 derecelik bir açıyla dönüldüğünde, Atlantik okyanusuna, yani batık kıta Atlantis’e varılır. Yine bir 60 derece dönüldüğünde ise ulaşılan yer, Yukatan yarımadasındaki Maya piramitleridir (28).

Hermes mimarlarınca inşa edildiği bu denli açık olan Keops piramidinin içinde varlığı saptanan çeşitli odalar, bunların ateş ve ölüm odaları olarak törenlerde kullandıklarını ortaya koymaktadır.

Keops piramidindeki bu gizemli mabetten kimler geçmedi ki? Musa, Orfe, Pisagor, Platon ve niceleri…

Hermes ve onun devamı olan baş rahiplerin yönetimindeki Mısır, Ezoterik doktrinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici firavunların, aynı Mu’da ve Atlantis’de olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır’da, Ezoterik sırlar, bu güçlü örgütlenme sayesinde rahatlıkla korunabildi. Ölüler Kitabında, yalnızca inisiyelerin bildiği sırların varlığından bahsedilmekte, eski Mısırlıların, Keops piramidinin yapımından çok önce, yaradılışın sırlarına inisiye edildikleri yazmaktadır. Tüm rahipler, Sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için, ketumiyet yemini ederlerdi. Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için, en küçük sırrı dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu. Bu inisiasyondan geçmiş olduğu anlaşılan Heredot, Sais tapınağındaki bir töreni anlatırken, “Sırları iyi tanırım ve onları ifşa etmekten kaçınırım. Tıpkı, Ceres’teki enstitülere ilişkin olanları, aleniyete dökmekten kaçınacağım gibi. Ancak, dinimin izin verdiği kadarını anlatabilirim” demektedir (29).

Mısırlı rahip Suchis, Solon’a,Mısır’da bir rahipler kastının ve kendi başlarına zanaatlarını uygulayan bir zanaatkarlar grubunun var olduğunu, bunların, diğerleriyle asla karışmadığını anlatmıştır. Bunların dışında ayrıca, savaşçılar, avcılar ve hayvancılar da vardır (38). İlk örgütlenmelerinin Mu ve Atlantis kıtalarında başladığı sanılan zanaatkar kuruluşları ve özellikle de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapımında aktif rol oynadılar. Mısır’daki bu loncaların devamı niteliğinde olan Yahudi loncalarının, Süleyman Mabedi’nin inşasında oynadıkları rol, daha yakından bilinmektedir.

Amerikalı araştırmacı Augustus Le Plongeon’a göre, Mısır’da, iki din anlayışı mevcuttur. Bunlardan ilki, sırlara inisiye olan rahipler içindir ve tamamen Tek Tanrıcıdır. Bu dinde, imgeler ve çok tanrılı dinin putları yoktur. Plongeon, en eski piramitlerde bunlara rastlanmayışını, iddiasına ispat olarak göstermektedir. Plongeon’un tarif ettiği bu din, kadim Osiris dinidir. Diğer din olan Amon-Ra dini ise, yozlaşmıştır, çok tanrılıdır, şatafatlıdır ve çeşitli törenlerle, halkın gözlerini ve zihinlerini oyalamak içindir (30).

Bu yozlaşmış dine sadece bir tek firavun, gizli Osiris dini rahiplerince inisiye edilmiş olması kuvvetle muhtemel olan, 4. Amonhotep (M.Ö. 1353 – 1335) karşı çıktı. Amonhotep, çok tanrılı dini kaldırmaya ve “Aton Dini” (31) adını verdiği, Tek Tanrılı bir din oluşturmaya çalıştı. Daha önce ifade edildiği gibi, Osiris, günümüzden 22 bin yıl önce Atlantis’teki, Mu Tek Tanrılı dininin kurucusuydu. Mu’da, kıtanın adı olan Mu’ya atfen Amun (Amon) olarak tanınan Yüce Tanrının adı, Atlantis’te, kıtanın ismine uygun olanak Atun’a (Aton) dönüşmüştü. Mu kolonisi olan Yukarı Mısır’ın, Atlantis kolonisi olan Aşağı Mısır’ı işgali sonucu Amon, Aton’u yenmiş, Ra olarak kullanılan firavunların unvanları da, Amon-Ra’ya dönüşmüştü.

İki ülkenin birleşmesinden binlerce yıl sonra, Firavun Amonhotep, ilk Tek Tanrılı Aton Dinine dönmeye çabaladı, ancak çok tanrılı dinin rahipler örgütünün engelleri ve halk yığınlarının bilgisizliği nedeniyle çabalarında başarılı olamadı. Amonhotep, halka kabul ettirmeye çalıştığı dini inancı doğrultusunda, adını değiştirdi ve “Aton’un Işığı” anlamında Akhenaton adını aldı (32). Kendisini, Aton’un peygamberi diye nitelendiriyordu. “Ank em Maat”, ‘Maat (hakikat, doğruluk ve adalet) içinde yaşamak’, Akhenaton’un ilkesi buydu. Akhenaton, yaşamı boyunca, Amon inancını yıkmak ve rahiplerini yok etmek için elinden geleni yaptı. Ancak, güçlü Amon dininin çok tanrılı rahiplerini yok edemedi. Halk, kendi inançlarının yok edilmeye çalışıldığı düşüncesiyle, şiddetle karşı koydu. Akhenaton’un adı, halk arasında “Kafir Krala” çıktı. Ölümünden hemen sonra yerine oğlu Smankare geçtiyse de, Amon’un yobaz rahipleri, içine cinler girdiği iddiasıyla yeni firavunu beyninden ameliyat ettiler. Beyinciği çıkarılan Smankare kısa süre sonra öldü. Akhenaton’un Firavunluğu döneminde Aton rahipleri olarak ortaya çıkan Osiris rahiplerinin büyük bölümü de, çok tanrıcılar tarafından öldürüldü. Tahta geçen Akhenaton’un ikinci oğlu Tutankhaton, henüz çok küçüktü ve Amon rahiplerinin baskısı ile, adını Tutankhamon olarak değiştirdi ve eski çok tanrılı dine dönüldü. Tutankhamon’un, çok genç yaştaki şaibeli ölümü ile, Aton inancı tarihin tozlu yaprakları arasına katıldı.

Hayatta kalan Osiris rahipleri, Aton adını kullanmaktan vaz geçerek, daha önce olduğu üzere, çok tanrılı dinin rahipleri gibi görünmeyi sürdürdüler. Onlar, görünüşte Amon rahipleri, ancak gerçekte, Tek Tanrılı kadim dinin savunucularıydı. Mısır’ın, Babil ve Pers istilalarına uğraması da, kardeşlik örgütünün faaliyetlerini, büyük bir gizlilik altında sürdürmek zorunda bıraktı. Osiris öğretileri, yüzlerce yıl boyunca, yeraltında da olsa, rahipler aracılığıyla varlığını sürdürdü ve İskenderiye Okulunun kurulmasında etken oldu. İskenderiye Okulu ile öğretinin, felsefi bir akım görüntüsü altında, farklı dinlere mensup aydınlara ulaştırılması mümkün oldu.

İSKENDERİYE OKULU

İskenderiye okulu, Mısır’ın Yunan kökenli firavunu, Potolemi Soter (Batlamyus) tarafından kurulmuştur. Bu okulda, tüm bilim dalları, astronomi, kozmogoni, matematik, doğa tarihi, coğrafya, tıp öğretiliyor ve aralarında Euclides ve Archimed’in de bulunduğu, tüm dünyanın ünlü bilginleri burada ders veriyordu. Potolemi okulu bünyesinde 700 bin eseri toplamıştı. Bunlardan 400 bini, müze adı verilen bir bölümde tutuluyor, 300 bini de, Serapis Mabedinde saklanıyordu. Julius Sezar’ın MÖ. 47‘de İskenderiye’yi fethi sırasında müze ve içindeki 400 bin eser, bir kaza sonucu yandı (33).

Hristiyanlığın bu topraklara ulaşmasından sonra, MS. 408’de İskenderiye Patriği Teophilus, putperest tanrılarına ait, halen varlığını sürdüren mabetlerin kapatılması emrini verdi. Tüm mabetler, ortadan kaldırıldı ve Mısır’ın çok tanrılı din inanırları katledildi (34). Kadim hiyoroglif yazısının kullanımı yasaklandı. MS. 416 yılında Piskopos Cyril, diğer mabetler gibi, Serapis mabedinin ve içindekilerin de yakılması emrini verdi ve kalan 300 bin kitabın büyük bir bölümü de, bu yangın sonucu ortadan kalktı. Yine de, gizli bir grup, eski öğretileri sürdürdü ve kadim yazı formunu, okuyup yazmaya devam etti. Yangından kurtarılabilen birkaç bin kitap ise, MS. 642 yılında, Müslüman istilası sırasında, Halife Ömer’in emri ile yakıldı. Bu istila ve yangın sonrasında, eski öğretilere bağlı kalan son grup da dağıldı ve kadim yazı, 19. yüzyılda, yeniden ortaya çıkarılıp deşifre edilene kadar, tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Kimi batıni çevreler, bu yangından da kurtarılan birkaç yüz eserin, gizli bir yerde halen saklanmakta olduğunu iddia etmektedirler. İskenderiye kütüphanesinin başına gelenler, Maya kütüphaneleri ve kitaplarının da başına gelmiştir. İspanya’nın Güney Amerika’yı istilası sırasında, MS. 1565’te Psikopos Diggo De Landa, tüm Maya yazılı eserlerinin imhası emrini vermiştir (35).

Kaynakça

1- Hope Murry- Atlantis, Efsane mi Gerçek mi?- AD Kitapçılık- İstanbul 1994- Sf. 156

2- August Le Plonge- Mısırlıların Kökeni- Ege Meta Yay.- İstanbul- Sf. 153

3- Hope M.- İe.- Sf. 161

4- Hope M.- İe.- Sf. 44

5- Hope M.- İe.- Sf. 44

6- Santesson Hans Stephan -Batık Ülke Mu Uygarlığı- RM Yayınları- İstanbul 1989

Sf. 91.

7- Hope M.- İe.- Sf. 237

8- Hope M.- İe.- Sf. 183

9- Hope M.- İe.- Sf. 160

10- Hope M.- İe.- Sf. 163

11- Gener Cihangir- Hiram Menkıbesine Farklı Bakışlar- Barış Yay.- Ankara 2001- Sf. 138

12- Gener C.- İe.- Sf. 147

13- Gener C.- İe.- Sf. 126

14- Freke Timothy/Gardy Peter- Hermetika- Ege Meta Yay.- İstanbul 1997- Sf 26-159

15- Gener C.- İe.- Sf. 148

16- Schwarz Fernand- Maat- Yeni Yüksektepe Yay.- Ankara 2001- Sf. 74

17- Gener C.- İe.- Sf. 139

18- Champdor Albert- Mısır’ın Ölüler Kitabı- RM Yayınları- İstanbul 1984- Sf. 78

19- August L.P.- İe.- Sf. 101

20- Schure Edouard – Büyük İnisiyeler – RM Yayınları – İstanbul 1989 – Sf 172

21- Hope M.- İe.- Sf. 167

22- Scognamillo Geovanni – Dünyamızın Gizli Sahipleri – Koza Yayınları – İstanbul 1973 – Sf. 38

23- Hope M.- İe.- Sf. 182

24- Hope M.- İe.- Sf. 185-186

25- De Nerval Gerard- Doğuya Seyahat- Kültür Bakanlığı Yay.- Ankara 1984- Sf. 171

26- Von Danıken Erich- Tanrıların Arabaları – Milliyet Yayınları – İstanbul 1973 – Sf. 147

27- Schure E.- İe. – Sf. 178

28- Von Danıken E. – İe. – Sf. 133

29- August L.P.- İe.- Sf 198

30- August Le Plonge- İe.- Sf. 198

31- İnan Afet – Eski Mısır Tarihi- İstanbul 1956 – Sf. 108

32- Gener Cihangir- İe.- Sf. 152

33- Akin Asım- Tarih Boyunca Masonluk- Hacettepe Yayınları- Ankara 1998- Sf. 72

34- August Le Plonge- İe.- Sf. 132

35- August L.P.- İe.- Sf. 55

Cihangir Gener