6 senedir Cihangir sokaklarında yaşıyorum. Onca soğuğa, hastalığa, tehlikeye rağmen nasıl ayakta kaldım ben de bilmiyorum. Belki çoğunuza garip gelebilir. ‘Cihangir’de kedi olmak’ aslında sadece kedilerin değil, sizin bile istediğiniz bir şeydir. Oysa yanlış tanıttılar bizi de, burayı da… Siz de kanıp geldiniz, hatta kiminiz yerleştiniz. Azıcık güneş yüzünü gösterdi mi sokaklara indiniz, café’leri şenlendirdiniz. Ressamdınız, oyuncuydunuz, gazeteciydiniz, müzisyendiniz… Belki meşhurdunuz, belki de sadece onları merak ettiniz. Firuzağa Camisi’nin etrafında az yiyecek aramadım. Tostunun parçasını bana uzatan da oldu, cenaze geldiğinde ayağa kalkmayan da…. Bazen unuturdunuz , çay içmeye geldiğiniz yerin cami avlusu olduğunu.. Tabut doğru yere gelmişken öyle bir çalım atardınız ki, son ziyaretinde pişman ederdiniz merhumu bile….
Parlak hayatlarınızı, parlak yaşlarınızı, parlak aşklarınızı hep burada yaşamayı seçtiniz. Ne güzel! Cihangir, hepinizin mazisinde size gülümsetecek şeyler hatırlatacak. Peki ya bu parlaklık altındaki kirliliği hiç düşündünüz mü? Mesela beş para etmeyecek bir evi bile kat be katı fiyata size vermeye kalkışanlar… Geceleri sokaklarda tek başınızda dolaşmayı bile lüks haline getiren gaspçılar… Evinizde ise soyulmamayı başka bir lüks haline getiren hırsızlar… Arabanızı düzgün bir yere koymaya neredeyse kira kadar bedel isteyen otoparkçılar… Koymadığınızda patlatılan bir kelebek camının arkasında kalan kuşkular… Kaldırımlarda ayakkabınıza yapışan kakalar…
İlginçtir ki bazılarınız onları bile bizlerden biliyor. Oysa ki bizim kakamızı sadece toprağa yapıp, sonra da kapattığımızı bilmiyor. Bilmediğiniz şeyler yüzünden aslında ne kadar çok içimiz, canımız yanıyor. Ama olsun, sizin birbirinize verdiğiniz zararları gördükçe, bize miyavlamak bile düşmüyor.
Neyse ki yaz yaklaşıyor. Havalar, geceleri dişlerimizi birbirine vurdurmayacak kadar ısındı. Gene bu yıl dostlardan çok kayıp verdik. Birçok semtin aksine ‘kedi besleme noktamız’ var. Bir-iki ‘kedi dostu’ sağolsun, ilgileniyorlar. Ama salgın hastalıklarımız anlatılır gibi değil. Çoğumuz soğuk havalarda donan iltihaptan ötürü yeşil burunlarla geziyoruz. Rengim siyah da, yeşil yakışıyor. Sokaklarda ezilenlerimiz de cabası. Hadi anladık hızı seviyorsunuz. Bizi bıraktım da, ara sokaklarda gezinen insanları hiç mi düşünmüyor musunuz?
Şimdi gün geçmiyor ki yeni bir café açılmasın. Bu bizim için de iyiye işaret. Ne kadar mutfak, o kadar tok karın demek. Hala aranızda bizlerden şikayet edenleriniz var ama önemli değil. Sizin birbirinizden ettiğiniz şikayetlerin yanında bizimki sorun bile değil. Yeter ki siz hiç vakit kaybetmeden her mekanı keşfedin. Hepsine gidin, tüm marine edilmiş etleri, karamelize tatlıları, fıçıda yıllandırılmış şarapları, ismi iki satıra anca sığan yemekleri yiyin bakalım. Okuyun dergilerde, gazetelerde ‘Yeni Trend Cihangir’ yazılarını… Okudukça gelin, geldikçe inanın. Zannedin ki burası müthiş bir yer. İnsanından kedisine, binasından parkına… İstanbul’un göbeğinde yok başka böyle bir yer…
Aslında haksız sayılmazsınız. Gerçekten bu kadar merkezde ve burası kadar adam edilmeye çalışıp, metrekaresine bile pahalar biçilemeyen başka bir yer yok. Ama bunun da sebebi siz değil misiniz! Ne coğrafik konum, ne inanılmaz mimari, ne müthiş iklim, ne harika tabiat… Söylesenize lütfen, burada insandan daha popüler ne var?
Evet evet siz siz olun, Cihangir’de herkesi tanıyın. Burnundan kıl aldırmayan manavından, cool bakkalına kadar… Uzun saçlı garsonundan, Dostoyevski okuyan otopark bekçisine kadar… Renkli saçlarınızdan, marjinal kıyafetlerinizden, kocaman köpeğinizden tanısınlar sizi… Eşofmanla sokakta dolaşmanın keyfini bilirken, aynı şekilde gördüğünüz bir başkasının – hele bir de makyajsız ve ünlüyse – arkasından konuşmayın. Bir zamanlar sokak köşelerinde içtiğiniz biraları unutmayın ki, denizi ayaklar altına alan merdivenlerde toplaşıp bir şeyler içen insanlara garip garip bakmayın.
Biz ki bugün bir vicdanın merhametinde soluduğumuz nefesimizi, yarın bir arabanın tekerleğinde vermeye çoktan hazır olmak zorunda kalan bir azınlığız. Her ne kadar ismimiz ‘Cihangir Kedisi’ne çıktıysa da, kabul edin artık! Ne Cihangir kaldı, ne de kedisi…
Cihangir’de olup da gerçekten burada doğup büyüyen kaç kişi kaldı ki? Evler renove ediliyorken hayatlar da gözden geçti. Çoğu tanıdıklarımız, o gülümseten anılarını da yanında götürmek suretiyle buraları terketti. Kimi gürültü dedi, kimi güvenliği bahane etti. Gene de ne kadar zariftiler ki, araya karışmaya çalışan, hatta o da yetmezmiş gibi buraların sahibiymişçesine ahkamlar fışkıran insanlara dokunmadılar bile…
Onlar kadrajdan sessizce ayrılırken kalanlar, kendilerine hibe edilen bir semtin en şaşalı döneminde ufacık bir rol kapmak için birbirlerini yiyorlardı.
Ne de olsa Cihangir, tüm yersizlerin yeriydi.
Aynı bizim gibi…