Ve yaradılışta ilk ses vardı…..

Sabah kuşların cıvıltısıyla içim ferah bir şekilde şöyle tatlı, tatlı gerinerek yüzümde bir tebessümle kalktım. Yaşamın bana günaydın deyişi böyle oldu yaşamım boyunca. Yağmur yağdığında, su tanelerinin yere çarptığında çıkardığı pıtırtı ve bulutlar arası sohbetler sırasında çıkan gök gürültüleri de doğanın benimle iletişimi, bana seslenişiydi. Hiç dinlediniz mi var oluşun seslerini, vakit ayırıp karşınızdaki canlıyı gerçekten dinlemeyi ve anlamayı denediniz mi?

Anlamak, anlayamamak, anlaşılmak, anlaşılmamak insanın ve hatta canlının en önemli problemlerinden diyebiliriz. Birçok yaşanılan, içinden çıkılamayan problemin ana nedeni budur. En doğru şekilde kendini ifade etmek her zaman yapılabilen bir şey değildir çünkü duygularımız bize hükmeder onların etkisiyle konuşur davranırız, çünkü karşımızdaki kişiyi önce anlamaya çalışıp sonra konuşmayı alışkanlık edinmediğimiz için, çünkü hep anlaşılmak derdindeyiz anlamak değil. Anlayamadığımız zaman sormayız, anladığımızı sandığımızla yetinir ona göre yargılarız. Çoğumuz için anlayamadığımızı kabul etmek bile bir gurur meselesidir, kendimize bile itiraf etmeyiz. Bazımız da ise “anlayamamak” adeta gerçekliğimizi kapatan bir perde gibi var olanı görmemize mani olur ve bizim yaşamda doğru bir şekilde ilerlememizi engeller.

Kendini en iyi şekilde ifade etme sanatı denildiğinde hani bazı insanlar vardır son derece hızlı, akıcı ve renkli konuşur ve yazar. Adeta ağzından bal akar denilir, işte bu kişiler için geçerli değil bu söz. Çok fazla olmasa da böyle insanlarla karşılaştım bu yönlerine hayran kaldığımı söylemeden edemedim. Ama kendini en iyi şekilde ifade etme sanatı bu insanlar için neden geçerli değil? Benim anlatmak istediğim bu sanat, kullanılan kelimelerin süsü değil de, duygular yoğun yaşanırken kişinin önce karşısındaki insanın ne durumda olabileceğiyle bağlantı kurup onunla olan iletişiminde seçerek kullandığı kelimelerdir. Bunu yapabilmek bir sanattır. Yani, bunu yapmak için insanın bir durup düşünmesi, durumu tartması, karşısındaki insanı anlamaya çalışması ve bütün bunları zihninde mantıklı ve objektif değerlendirmesinin sonucunda duygu katarak konuşması gerekir. Buna aynı zamanda olgunlukta diyebiliriz. Duyguların etkisi ile hemen tepki vermek yerine daha objektif bakarak konuşmak. O zaman o an yaşadığımız duygu bize ve hayatımıza hükmetmemiş olur.

Bahsettiğim “En İyi Şekilde ifade Etme Sanatı” bunu mükemmel bir şekilde yapan bir erkeğe geçenlerde bana gelen bir danışanımın yaşadığı bir deneyimde

Şahit oldum. Danışanım çok hoş bir bayan, güzel kültürlü 32 yaşlarında bir mühendis ama romantik bir içyapıya sahip. Bir iş toplantısında yurt dışından gelmiş olan Kolombiyalı bir iş adamıyla tanışmış ve birbirlerinden çok etkilenmişler.

Yazışmalar telefonlar derken evlilik konuşmaları başlayınca onu ülkesinde görmeye gitmiş, ailesiyle tanışmış. Bilin bakalım ne olmuş genç bayan iyice aşık olmuş çünkü adam son derece romantik ve bir masal prensi gibi davranıyor ama bir o kadarda ayakları yere basan birisi ve ona kendini son derece değerli hissettirmiş. Döndükten sonra 4 ay daha devam etmiş her gün telefonlarda en az 2 veya 3 kez konuşmaları mesajlaşmaları, Skype’tan görüntülü görüşmeleri. Sonra az biraz aksamalar başlamış. Malum olan “işlerim çok yoğun” bahanesiyle ama aksama fazla olmadığı için bayan biraz gıdıklansa bile fazla şüphelenmemiş.

Bu genç bayan bana geldiğinde adamın birçok hediyeler ve kocaman bir buket çiçek gönderdiğini ve bunlar eline geçer geçmez telefon ederek ayrılmaları gerektiğini söylediğini, anlattı. Ayrıca bir mesajla tekrar onun kendisi için ne kadar özel, önemli ve değerli olduğunu ama aralarındaki mesafenin 4 ayda onu ve hislerini yıprattığını, önlerindeki evlenmeden önceki birbirlerini tanıma sürecinde kilometrelerin zaman geçtikçe daha da monotonlaşma ve uzaklaşma yaratacağını bu yüzden onu üzmek istemediği için ayrılmaları gerektiğini yazmıştı. Danışanımın buna tepkisi şöyleydi “Hiç canım yanmadı, hatta ona daha da aşık oldum ve bundan dolayı aldığı karara saygım var”.

Hayatımda ikinci kez ayrılırken hediye gönderildiğini duydum ve böylesine şefkat dolu ve özel bir ayrılık olayı ile karşılaştım. Adamın kendini ifade edişindeki yumuşaklık, özen o kadar farklıydı ki. Bir insan karşısındaki kişiye değerli olduğunu ama ayrılmaları gerektiğini ancak bu kadar güzel anlatabilirdi. Seçtiği kelimeler basit ama nasıl anlatsam sanki sihirli gibiydi. Bu adam, arzu ettiğim fakat o güne kadar daha önce benzer bir başka olayda ancak bir kez rastladığım, “kendini en iyi şekilde anlatma Sanatı”nın en güzel örneğiydi. Bu adamın kendini ifade ediş şekli inanılmaz güzel.

Evet, eskiler buna “Dil Büyüsü” derlerdi, demek ki değer verdiğini hissettirmek büyü gibi.

Şimdilerde insanlar telefona cevap vermeyerek ayrılıyor. Neden

Bu hale geldik? Artık insanlar diğer kişiyi önemsemiyor, uğraşmak istemiyor.

Eskiden herkes birbirini tanırdı ve ayıp olmasın diye bir düşünce vardı. Tanıştığım hipnozla çalışan bir genç bana “insanı kandırmak önemli değil bir araştırma yapılmış ve devamlı nüfus arttığı için mutlaka başka birileri gelecektir” demişti. Bu nüfusun fazlalaşması insanları birbirine yabancılaştırdı ve komşular arası bir soğukluk yayıldı. Hatta tanımadığınız komşunuzun kapısını çalın ve kendinizi tanıştırıp merhaba deyin. Sizin arkanızdan “bu deli midir nedir” diye düşünmesi olası çünkü samimiyet, sıcaklık artık böyle algılanıyor. Bunu değiştirmek bizim elimizde çünkü atalarımızdan bize aktarılan Türk olma özelliklerimizin içinde “candanlığımız, misafirperverliğimiz, yardımseverliğimiz” yatar. Sesinizi kullanın çekinmeden merhaba deyin insanlara.

Kuantum mekaniğinde atomun daha alt yapılarına indiklerinde fark ettikleri küçük yuvarlak keman teli gibi, her yeri dolduran titreşerek ses çıkaran parçacıklara süper sicim adını vermişler. Fizikçiler bundan Allah parçacığı diye de bahsediyor. Var oluş koca bir senfoni, müzik. İnsanın kendini ifade edişi de aslında bir şarkı olmalı. Hayata ağlayarak başlarız bu kendimizi ilk ifade edişimiz bir aryadaki en yüksek nota gibi. Kendimizi ifade edişimize dikkat edersek birçok sorun gelişmeden en güzel bir şekilde hal olur.

Durum bu ama davranışlarımız, söylediklerimiz karşımızdaki kişiyi anlama şeklimize bağlı olarak bizi tetikler. Böylece yaşamda duygular bizi bir enerji girdabı olarak içine çeker, her şeyimizin gidişatı aslında onların etkisi altındadır ve bizi biz olmaktan çıkarız. Duygulara hükmetmek büyük uğraş isteyen yapılması zor bir iştir. Doğu da bunu tapınaklarda ancak özel eğitimlerle uzun yıllar içinde geliştiriyorlar. Oysa bu hikâyedeki bahsettiğim olgunluk, duygulara hükmedebilmek ARTT sistemi ile kolayca kalıcı bir şekilde elde edilmekte.

ARTT ile uzun süre sıkıntı ve üzüntü yaratabilecek hatta kişiyi çıkmaza sokabilecek bir problemi çok kısa sürede yüz seksen derece tersine çevirmek mümkün. Buna misal olarak yapmış olduğum bir çalışmayı aktarmak en güzeli. İki yıldır sevgili olan bir çift bir türlü evliliğe gidemiyordu, evliliği erteleyen bu sefer bu ilişkideki bayandı. Erkek bana danışmaya geldiğinde bu durumun onu rahatsız ettiğini hatta işine kendini veremediğini, kendini havada asılı hissettiğini söyledi. Bir yıldır ne söylersem söyleyeyim, ne yaparsam yapayım sonuç değişmiyor ve aldığım cevap “biraz daha zamana ihtiyacım var “ oluyor dedi. Onunla yaptığımız başarılı seanstan üç gün sonra bana telefon etti ve heyecanla anlattı, dün akşam yemeğe çıkmıştık ve bana aniden “sonbaharda evlenirsek sana uyar mı, gün alalım mı?” diye sordu dedi. Bu kadar çabuk olumlu bir değişim kadar mutlu edici bir şey olabilir mi! Dedim ya duygular bazen bizim yaşamımızda doğru bir şekilde ilerlememize mani olur, kendimizi yaşamamızı engeller.

Sizlerin biraz daha fark etmenizi sağlamak amacı ile seanslarımda rastladığım yaşanmışlıkları aktarıyorum. Yaşamımızda sevdiklerimizi duygularımızın etkisiyle kurban etmeyelim diyorum.

Ben istiyorum ama asıl sizin istemeniz değişimi yaratır çünkü adım atmanıza sebep olur.

Bir kez daha vurgulamak bu konuya dikkatinizi çekmek ve bir zihin açıklığı yaratma umuduyla söylüyorum; duygularımızın etkisiyle en sevdiğimize nasıl bir zarar verdiğimizi anlamadan davranabiliyoruz.

İki gün önce gelen 50 yaşında ki panik atak hastası danışanımın seans sırasında aklına anneannesinin o beş yaşındayken söyledikleri geldi, “yavrum sen küçüksün duaların kabul olur senin” dua et annenle baban için yoksa öldüklerinde cehenneme gidecekler çünkü onlar inanmıyorlar dinimizin gerektirdiği şeylere.

Annen başını kapatmıyor her bir tel saçı kadar defalarca yanacak cehennemde.

Dehşet içinde omuzlarım bu sorumlulukla çöktü annemin upuzun saçları vardı ve o kadar da gürdü ki benim her sabah ve akşam 40 kez enzübillahi şeytani racim ve Elham okumam gerekiyordu dedi danışanım. Korku bununla başlamıştı hayatında. Eminim anneannesi onu bilerek korkutmak istemedi; amacı sadece alışsın, dua etmeyi mutlaka öğrensin idi. Korkarsa mutlaka dua eder diye düşünen anneanne torununu istemeden ömür boyu sürecek bir panik atağa itti.

Sevgimle

Güneş Tan