Nefessiz kaç dakika dayanabilirsiniz ?

Dünya rekorunu elinde bulunduran Tom Sietas’in derecesi 8 dakika 47 saniye.Ben, 2 dakika dahi nefesimi zor tutabiliyorum.Günlük yaşamımızda çoğu zaman nefes aldığımızın farkında değiliz.Ama nefes almak yaşamımızda en önemli eylemlerden biri.Nefes ile içimize çektiğimiz hava,nefesi verirken çıkardığımız ses,kalbimizin ritmik atışları hepsi bütünü tamamlayan parçalar.

 

Bütündeki yerimizi günlük yaşamda anlamaya çalışırken doğal ritmimizden sessizce uzaklaşır ve dengeyi unuturuz. Ritmin doğamızda var olduğunu biliyoruz ama bu kendini bilmez bir vuruş değil. Yogi Harinam Baba Prem Tom Beal; “Ritim, içinde niyeti barındırmak zorundadır. Eğer niyet yoksa nabız atışı gibi kendini sürekli yineler” diyor. Bildiğiniz gibi kadim öğretilerde nefes almak öğrenilmesi gereken ilk eylemdir. İşte bu yüzünden yoga üstadları ve meditasyoncular önce düzenli ve derin nefes alma teknikleri üzerinde çalışırlar. Derin ve düzenli nefes alma, vücudun ritmini dengeler ve beyin, ruh & bedene odaklanır. Bir süre sonra da alfa bandına geçiş yapar.

 

Yaşamımızda ki diğer önemli ritm, kalbimizin atışıdır. Kalbimizin biyoritmi bir metronoma benzetilir. Sürekli vücudumuza kan pompalamakla meşgul olan kalbimizin çıkardığı ses; lab dab lab dab gibi bir şey. Duygusal olarak heyecanlandığımızda ise kalbin atışında ritim değişir. Aslında bunu beynimiz yapar ve bütün duygusal değişimleri kalbe aktarır. Sevinçli olmak,mutlu olup heyecanlanmak hoş, ama üzüntü, stress oldu mü beyninizi salım tutmak gerekiyor sanırım. Aman kalbiniz, bir vurusu kaçırıp ritmi bozmasın – önem verilmezse hastalığa yol açabilir. Bu yüzden niyeti sağlam,nefesi derin, zaman zaman kendine odaklanmak,”normale” dönmek gerekir.

 

Ne ilginçtir ki davul üstadları, davulun vuruşlarıyla, kalbi senkronize ederler. Geçenlerde tanıştığım Brezilyalı davulcu arkadaş ,davul çalmak istiyorsam, kalbimin ritmini dinlemem gerektiğini söyledi. Davul,insanoğlunun keşfettiği ilk müzik aletlerinden biri. İlk dini figür ve şifacı olan Şamanların bildiğiniz gibi, en önemli aleti davullarıdır. Davul, Şamanı transa geçirir,onu başka boyutlara çıkarır, ruhlarla konuşmasını sağlar ve şifa verir. Şamanlar için davul, hem müzik aletidir; hem de evrenin sembolü olarak kullanılır. Afrika’daki cadı doktorlar da, belli frekanslarda ki davul vuruşunun, ateşi düşüreceğini ve diğer belirtileri iyileştireceğini binlerce yıldır biliyorlar. Batı Afrika davulu olan djembe özellikle şifa ayinleri için kullanılır. Müzik terapi ile ilgilenenler, davulun yarattığı resonansın şifa özellikleri olduğunu iddia ediyorlar. Güçlü davulların arasında kaldığımızda, davulların sesi vücudumuzda resonans yaratır. Davulun vuruşları, vücudumuzun her hücresine kadar etki eder ve bilinç durumumuzu değiştirir. Son yapılan araştırmaların sonucuna göre göre bu theta bilinç durumudur.
 

Diğer önemli müzik aleti ise, ilahı sesi olan ney’dir. İnsana en yakın olan müzik aleti diye bilinir. Ney’de, direk hava ile bedenin bütünleştiğini görürüz. Ney’in, Sufi geleneğinde yeri nefes ile direk ilgilidir. Nefes, bilinçten yanı Allah’tan gelen havadır ve herşeye akar. Ney’in Mevlevilik’te de önemli bir yeri vardır. Mevlana’ya göre müzik Allah’in dilidir. Müzik manevi temizlenmeye, ferahlamaya ve yücelmeye yardım eder. Ruhu temizler ve tedavi eder. Gerçek müzik insana hayvanı hisleri hatırlatmak söyle dursun O’na “sonsuz varlığı” hatırlatır, sezdirir. Bunda en etkili ses ise ney şadasıdır. Bildiğiniz gibi Mevlevilikte Sema geleneği vardır. Sema’nın sözlük anlamı; işitmek, dünyasal herşeyi bırakıp dinlemektir. Terim olarak, dinsel müziği dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Sema geleneğinde 7 bölüm var ve ilk üç bölüme kısaca değinmek istiyorum:
 

1-   Ellerini çapraz olarak kavuşmuş semavenin duruşu Bir’lığı sembolize eder.Semaven ellerini açar ve sağ el yukarı doğru uzanır. Allah’in hayrı üzerine olsun ve sol eli dünyaya uzanır.Aşk olsun.

2- Allah’in yaratılışı buyurmasıdır.Allah “OL'” der.Ve bu davul sesiyle sembolize edilir.(Davulun “yaratilis”bölümünde kullanılışı gerçekten ilginç.)

3-   Ney’in taksimi başlar.Bu herşeye yaşam veren nefesi temsil eder.

Şemazenler kendi etrafında dönerek transa geçerler.Bu trans halindeki beyin dalgalarını ölçen oldu mü bilmiyorum ama theta bandına yakın oldukları söylemek yanlış olmaz.

 

Ney’e göre teknik ve yapı olarak çok farklılıklar göstermesine rağmen Avustralya’da yaşayan Aboriginlerin, Didgeridoo’sundan sözetmeden geçmek olmaz. Didgeridoo en eski müzik aletlerinden biridir. Aboriginler aslında doğa insanlarıdır ve doğanın seslerini dinlemeyi severler. İşte doğanın bu seslerini en yakın çıkarabilen müzik aleti Didgeridoo’dur. Değişik bir nefes tekniğiyle(circular breathing) havanın sürekli dolaşmasıyla sesin devamlılığı sağlanır.Bu aletten çıkan derin bir ses olup,bu sesin içindeki ritimler ve armonik yapı çok zengindir.Tibetlilerin derin vokaline benzetilir.

 

Tibet’li Lama Je Tzong Şenge, bir gün (yıl 1433), etkileyici bir rüyadan uyandı. Rüyasında öyle bir ses duydu ki bu dünyada ona benzer bir ses daha duymamıştı. Çok derinden gelen, düşük frekanslı bir sesti. Bir insan sesinden çok, bir hayvanın homurtusuna benziyordu. Bu sesin yanında, ilk sese uyarlanmış ikinci bir ses daha vardı. Bu ses daha yüksek frekansta ve temizdi. Sanki bir çocuğun şarkı söylemesi gibiydi. Rüyasında bu iki farklı ses, aynı kaynaktan geliyordu. Bu kaynak ise ta kendisiydi. Tibet’li Lama rüyasını söyle yorumladı; Bu rüyada O’na, erkek ve kadın enerjilerini ifade edecek dini şarkı tekniği öğretilmişti. Ertesi sabah günlük dualarına başladığında bu sesi çıkarttı ve diğer monklara da öğretti. O yıl Tibet Lhasa’da, Gyüme Tantrik manastırı kuruldu. Bu rüyada duyulan şarkı tekniği, gırtlak vokalidir. Armonik yapıda, gırtlaktan şarkı söylemektir. Bazı araştırmacılara göre ise; bu rüya anlatımı etkileyici bir hikayedir ama, gırtlak vokaiı Moğolistan’da önceden bilinir ve Şamanlar tarafından uygulanan bir tekniktir. Ayrıca geleneksel armonik şarkı söyleme geleneği bir çok kültürde de vardır.
 

Gırtlak vokali, insanın vokal cihazı tarafından yaratılan armonik frekansların, havanın yardımıyla, ağzın rezonansına ayar yaparak yapılır. Bu açıklamadan ben de pek bir şey anlamadım merak etmeyin. Anlamak için bu tarz vokali dinlemek gerekiyor. Genellikle gırtlak vokalinde yaratılan sesler, alçak, pes humlar ve yüksek perdede flüte benzeyen melodilerdir. Moğolistan’da “Hoomi” adı verilen gırtlak vokalı ile Tibetli rahiplerin “one çord” vokalleri karşılaştırıldığında; Moğolistan’daki vokalin çok düşük temel perdeden ve derinden gelen bir rezonans ile söylenildiği görülür. Budizmden önce Tibet’te Bon diye bilinen şaman geleneği vardı. Bon dini şarkıları geleneği üzerine çok az bilgi olmasına rağmen, Moğolistan’daki şamanların geleneğine yakın olduğu sanılıyor.
 

Müzik insanoğlunun duygu ve düşüncelerini en iyi aktarabildiği bir araçtır. Derinden bizi yakalar ve bedenimizle oynaşır. Söz ise özellikle sesli harfleriyle enerjisini çevresine yayar ve canlılarla etkileşir. Öyle ki ağzımızdan çıkan her söz, havaya ses dalgasını yayıyor. Bu bağlamda sözün bedenimizde ve diğer bedenlerde rezonans yarattığını söyleyebilirim. Sözün içinde de niyet olması gerekiyor. Yani enerjisinin yoğunluğu önemli. Duygusal farklılıklar değişik enerjileri ortaya çıkarıyor. Örneğin üzüntülü-kızgın ya da sevinçli &mutlu hallerimizin enerjisi çok farklıdır.
 

İşte niyetin ve dinsel şarkıların canlılar üzerinde etkisini merak eden araştırmacılar ilginç sonuçlarla ortaya çıkıyorlar. Bunlardan biri; Japon Masuru Emoto. Kendisi şu moleküllerinin ses ve niyetimizden etkilendiğini iddia ediyor. Emoto suyun çeşitli durumlarda fotoğrafını çekmiş ve incelemiş. Temiz suyun kar tanesi gibi göründüğünü, kirlenmiş suyun ise çamur gibi olduğunu fotoğraflamış. Çamurlu suya bir din adamının şarkı söylemesi sonrası, kirlenmiş suyun kendini yenilediğini ve kar tanesi gibi olduğunu iddia ediyor. İnanılmaz! Başka bir bilimsel araştırmaya göre işe; ses dalgalarının, geçtiği maddenin yapısını değiştirdiği kanıtlanmış. Çeşitli elementlerle yapılan deneylerin sonunda ses dalgalarına maruz kalan elementlerin yapısında değişiklikler saptanmış. Şimdi aklıma saatlerdir bilgisayarın hum sesini dinlediğim geldi. Şu an bu yazıyı okurken bilgisayarınızın karşısında maruz kaldığınız düşük frekanslı sesler sizin de yapınızda değişiklik yapabilir. Umarım yazının içeriği bir denge sağlıyordur. 🙂

 

Neyse; yüzyıllardır bilinen, uygulanan, bizi doğayla ve evren ile bütünleştiren, Bir’lık bilinç durumunu sağlayan heceler var. Bunlara Mantra adını veriyoruz. Mantranın belli frekanslarının bedenimizde yarattığı rezonansın, hücre yenilenmesi yaptığı iddia ediliyor. Mantralar kısaca; uygulayanda değişik amaçlı bir sonuç üreten, bir ses formülüdür. En çok bilinen Mantralar arasında;

OM:
 Hindu geleneğinden gelen bir Mantradır. Sanskritçe bir sözcüktür. Bütün sesleri içinde barındırdığına inanılır. Bu yüzden “OM herşeydir, OM sonsuzdur” denilir. Tibet Budizminde ise Buddha’nın vücut, akıl ve konuşma üçlemesini temsil eder.Aydınlanmış OLandır. Mesela şimdi OM hecesini 20 30 saniye çekerek sesli söyleyin. Farkettiyseniz OM hecesi vücutta titreşim yaratır.

AH: Dünya üzerinde bir çok Tanrı ve Tanrıça isimlerinde görülür. Bu yüzden AH sesi kutsal bir hecelemedir. Örneğin;Allah. Nefes alıp verişimizde içimize çektiğimiz nefesi dışarı verirken AH sesini çıkartırız. AH sesinin kalp çakrasının sesi olduğu düşünülür.Tibet Budizminde, toplu yapılan meditasyonlarda hecelenen mantralar ile, topluluk birbirlerine ayar yapıp, birbirlerini rezone ederler. Öyle görülüyor ki AH çekerek birbirinin kalp atışı, beyin dalgalarına uyum sağlanabiliniyor.
 

HU: Tanrı’nın evrensel adı olarak biliniyor. Ülkemizde de HU çekme bilinen bir mantradir. Doğaya çok yakın bir ses olduğunu söyleyebiliriz. Suyun akışı, flütün sesi,rüzgarın ağaçları sallarken çıkardığı seslere çok yakın gerçekten.
 

Sözden müziğin titreşimlerine gelirsek, Himalayalar’da binlerce yıldır bir müzik aletinden çok meditasyon ve şifa için kullanılan Tibet çanakları (Tibetian bowls) ve canları duymuşsunuzdur. Şimdilerde müzik terapi merkezlerinde bu çanaklar ve çanlar vazgeçilmez aletler olmuş. Çanaklar geleneksel olarak 7 metalden yapılır ve bedenin enerji merkezlerini (cakralar) aktive ettiğine inanılır. Kötü enerjiyi temizlediği ve derin meditasyon (theta) getirerek şifa ve Birliği sağladığı iddia ediliyor.
 

Dr Mitchell Gaynor, (director of Medical Oncology and Integratıve Medicine at the Cornell Cancer Prevention Center in NY), ses terapisini, Tibet çanaklarını, kristal canakları, dinsel şarkıları, mantraları, kanserli hastalar üzerinde uzun yıllardır kullanıyor. Dr Gaynor’a göre; “Eğer sesin titreşim olduğunu kabul ediyorsak, o zaman titreşimin fiziksel oluşumumuzun her parçasına etki ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Sadece kulaklarımızdan deği,l hücrelerimizden de algılıyoruz. Sesin fiziksel düzeyde şifa verdiğine bir neden derinden bize dokunması ve bizi duygusal ve ruhsal anlamda transforme edebilmesidir “diyor. Dr Mitchell Gaynor’un ses titreşimleri üzerine yaptığı araştırmaların sonucunda; çanaklar, kanser hücrelerinde bulunan ritimsiz hareketlere etki ediyor ve uyumlu transformasyon sağlıyor. Diğer bir araştırma ise California üniversitesi İnsan Bilimleri Enstitisü’nden geliyor. Bilim adamları Voyager 1 ve 2’nin kayıtlarını incelerken, Uranus’un halkaları tarafından üretilen seslerin gerçekte Tibet çanakları tarafından üretilen seslere yakın olduğunu keşfederler. Jüpiter’den çıkan sesler, yüksek frekanslı yunus balığının seslerine çok yakındır. Araştırmacılar kozmik titreşimlerin düzene girmeyi ve hücresel iyileşmeyi stumüle ettiğini söylüyorlar. Tibet çanakları rüya çalışmalarında deneklerin rahatlaması için kullanılıyor. Çanakların titreşiminin eski davranışların kırdığı ve yenilediği ileri sürülüyor.

 

Şimdi ilginç bir görüşe gelmek istiyorum: Bir astro-seismoloji uzmanı olan Prof. Kurtz ‘a göre; bütün bu dünyasal sesler; davul,tibet çanakları vs. aslında dünyasal olmayan kaynaktan meydana gelirler.

Prof. Kurtz; “Seismoloji bizim objelerin içindeki titreşimleri incelememize izin verir. Biz bunu uzun yıllardır dünyada yapıyoruz. Mesela büyük bir depremden sonra dünya çan gibi çınlar ve ses dalgalarının nasıl dünyada dolaştığını, yol aldığını inceleyerek deprem hakkında bilgilere ulaşırız. Yakın zamanlarda artık bunu yıldızlara da uygulamaya başladık” diyor. Bu teori aslında Pisagor’a yanı 2500 yıl öncesine gidiyor. Pisagor’a
göre evren armoni üzerine kurulmuştur. Yıldızlar, gezegenler dönerken kendilerine özgü bir hum sesi çıkarır ve her gezegenin kendi müziği vardır. Bu müzik sadece Tanrıların ya da ölümsüzlerin dinleyebileceği bir iletidedir. Pisagor’a göre her 7 gezegen kendi notasını merkeze uzaklığına göre -ki bu dünyadır- üretir ve bu müzik her yerdedir (music of spheres, kürelerin müziği). Pisagor’a göre farklı müzik modları farklı insanlara farklı biçimde etki eder. Bununla ilgili ilk çalışmalar bildiğiniz gibi ilk müzik terapi merkezi olan Bergama’da uygulanmıştır.
 

Belki Pisagor haklıydı! Gerçekten de evrendeki herşeyin kendi müziği var. Daha geçenlerde Perseus galaksi kümesinin notası keşfedildi. Perseus kümesinde, ses dalgaları kara delikteki aktivideki patlamalardan meydana geliyor ve Perseus galaksi kümesi çınlıyor, yankılanıyor. Astronomların anladığına göre, bu bilinmeyen ses dalgaları kümeyi çok sıcak bir gaz olarak tutan enerjinin de kaynağı. Peki Perseus kümesinin nota değeri ne? Ses dalgalarının en yüksek olduğu nokta ile sesin hızını ölçüt alarak yapılan ortalama hesaplara göre kozmik nota; B flat’in 57 oktav altındaki orta C’nin üstünde bir yerlere denk geliyor.
 

Bence de evrendeki herşey titreşiyor ve kendi ses değeri var. Bizim için önemli olan ise yaşamımızı, kendimizin ve yaşadığımız doğanın seslerinin farkında olarak yaşamak.

 
 

Kaynakça:

http://www.uclan.ac.uk/research/highlights/4.htm

http://chandra.harvard.edu/press/kits/perseus/blackholesound.htm

http://www.semazen.net

Nalan Warren