Arayan için kendine ulaşmanın yolları her geçen gün çeşitleniyor.
İnsanlık tarihi boyunca yeşertilmiş kadim bilgiler farklı sistematik yöntemler, farklı başlıklar altında derlenerek insanın öz keşif serüvenine katkı sağlamak üzere kullanıma sunulmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz aylarda İstanbul ve İzmir, “Dinamik Tiyatro” olarak adlandırılan bir kişisel gelişim seminerine ev sahipliği yaptı, İntegral’in organizatörlüğünde.
Şamanizm, psikodrama, renk psikolojisi, derin anı süreci ve sistematik terapilerin bir derlemesi olan “Dinamik Tiyatro”yu geliştiren Mark Wentworth ve Filipe De Moura esas olarak bir “öz keşif” çalışması olan seminerle Türkiye’ye geldiler.
İstanbul ve İzmir’de Aralık ayında düzenlenen ve yüksek ilgi gören birinci seminerin ardından, 12-13 Mart tarihinde, bolluk ve bereket yaratmada ve parayla ilişkimizde bilinç ve bilinç dışımızın rolünü irdeleyen ikinci semineri gerçekleştirdiler İzmir’de.
İnsanlara yaşamlarında karşılaştıkları sorunların daha derin sebeplerini görebilmeleri için yardımcı olan, çözümler için umut ve ilham veren bu etkili metodun yaratıcılarıyla tanışarak ikinci seminere katılma olanağı bulabildim.
Mark Wentworth Kimdir?
Mark Wentworth Lizbon ve Londra’da yaşayan ve 22 yıldır kişisel gelişim üzerine çalışmakta olan bir usta; aynı zamanda “Color For Life” isimli “Renk Terapisi Eğitim Okulu”nun da kurucusu ve direktörü.
“Dinamik Tiyatro”, “dünyada bir fark yaratma” tutkusuyla 2003’te kurulmuş; halen pek çok ülkeye taşıdıkları seminerler aracılığıyla çalışmalarına kesintisiz devam ediyor ikili.
Kimi zaman duraklamaları oynadığımız, kimi zaman irili ufaklı adımlarla ilerlediğimiz “Kendini Tanıma” yolculuğumuzun bir yerlerinde karşımıza çıkan bu metot gerek imgeleterek, gerek hikayeler anlatarak, gerek renklerin dilini kullanarak, gerekse oyunlar oynatarak kristal bir ayna tuttu, kişisel geçmişlerimize, hayallerimize, bugünümüze…
Oradan yansıyan suretlerimiz bizi tekrar düşündürdü; kimi zaman hüzünlendirdi, hatta ağlattı; yer yer güldürüp neşelendirdi; “bir ben vardır bende, benden içeru”daki “ben”e biraz daha yakınlaştırmayı da sağladı ama.
“Ahh bir param olsa da gerçekleştirsem!” özlemiyle kıble edindiğimiz hayallerimizin ne kadar sahici, ne kadar öz benimize ait olduğunu irdeletti.
Gerçekleşmiş bu hayalle hayatın sonunda durup geriye baktığımızda, “işte tam buydu elde etmek istediğim, evren sana teşekkür ederim!” deyip demeyeceğimizi, o son günü gerçekten yaşamışız gibi imgeletti, hissettirdi.
Para ve zenginlikle ilgili geçmişten getirdiğimiz kültürel, ailesel inanç sistemlerimizi, “aaa ben de yoktur öyle inançlar!” derken farkında bile olmadığımız yanlış kodlamalarımızı önümüze koyarak bizi zaman zaman ters köşeye yatırdı!
Bilinçli zihnimizin söyledikleriyle bilinçdışı zihnimizin itilimlerinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu göstererek epey bir şaşırttı.
Jung’çu ve Şamanik bakış açılarınca da kabul gören, yaşamımızda karşılaştığımız her şeyin bize ve atalarımıza ait koskoca bir bilişler, inanışlar silsilesine ait olduğuna dair önermeyi bir kez daha göstererek pekiştirdi.
Kendimizde ve tüm insanlık ailesinde iyileşmeyi bekleyen yaralarımıza şefkatle baktırarak engelleyemediğimiz gözyaşlarımızla kayda değer bir katarsis yaşattı…
Ve hepsinden önemlisi, bizleri yeni bir idrak düzeyine sıçratabilecek keşif yolculuğunun kıvılcımını ateşledi; yaşamlarımıza taze bir ilham, bir büyü kattı ve gitti.
Bu eğlenceli öz keşif serüveni daha bitmeden Mark Wentworth ile bir röportaj yapmayı, bu metodu “derKi” okurlarıyla paylaşmayı kafaya koymuştum.
Engin tecrübesini doğal yaklaşımıyla bizimle paylaşan ve samimi bir “evrensel döngü” ustası olan sevgili Mark bizi kırmadı, sorularımızı içten bir istekle cevapladı.
Sevgili Mark öncelikle teşekkür ediyorum, “derKi” okurları için ayırdığın zaman ve paylaşım için; ve umarım verimli ve keyifli geçmiştir Türkiye deneyiminiz.
Türkiye’ye ziyaretimizde çok anlamlı tecrübeler edindik, misafirperver insanınızdan sıcak bir kabul görerek biz de çok şey öğrendik. Türkiye’nin ve insanlarının yansıtacağı, paylaşacağı çok şey olduğunu tecrübe ettiğimiz bu davet bizi de zenginleştirdi.
“Para ve Bolluk Yaratma” başlıklı semineriniz hakkında edindiğim duygu ve düşüncelerimi paylaştım yukarıdaki satırlarda. Yaratıcısı olduğunuz “Dinamik Tiyatro” hakkındaki sorulara geçmeden önce sizi biraz daha yakından tanıyalım isterseniz. Bu alternatif psikoloji çalışmalarına yöneliş, yeni metodlar geliştirerek paylaşma arzusu nasıl başladı?
Felipe ve ben dünyanın daha iyi bir yer olmasına yardım etmenin ortak tutkusuna sahip olduğumuzu anladık; insanlara yaratıcı sanatlar, drama, müzik ve hikaye anlatımı gibi terapileri kullanarak potansiyellerinin bütününü görmeleri ve hayallerini yaşamaları için ilham vermek üzere yola çıktık.
Bu ortak görüş ve hedef bizi 2002’de bir araya getirdi; ortaklaşa yürüttüğümüz çalışma ve paylaşımlarımız neticesinde “Dinamik Tiyatro”yu beraber yarattık. İkimizin de daha dinamik ve iş görür metodlar ararken deneyimlediği alternatif terapilerde olumlu-olumsuz deneyimleri vardı. Devamında, “Dinamik Tiyatro”yu keşfedip deneyimlemek bizim için gerçekten cennetten bir armağan, yeni bir yaşama hayat vermek gibiydi. Mecazi anlamda söylüyorum, beraber yarattığımız şeyden gurur duyan mutlu ebeveynler gibiydik; ve deneyimlerimiz bizi hala, neşe ve bilgelik vererek, şaşırtmaya, büyütmeye devam ediyor.
20 yıldan uzun süredir renkler üzerinde çalışmaktasınız ve çalışmalarınız “Renk Psikolojisi”, “Derin Anı Süreci” ve “Şamanizm”e dayanmakta… Nerede faaliyet gösteriyor okulunuz; ve yaratıcısı olduğunuz “Dinamik Tiyatro” teknikleri kişisel gelişim yolculuğunda nasıl yarar sağlıyor kişiye?
“Dinamik Tiyatro” insanlara sahip oldukları inançların, beklentilerin ve kabullerinin ötesini gösteriyor. Çalışmanın en özgün yanı, kişisel gelişim hakkında konuşmanın ötesinde, bu öğretileri drama yoluyla hayat hikayelerimize taşıyarak görünür kılmaktır.
Bu durum insanlar için oldukça özgürleştirici oluyor; kendi hayatınızdan dışarı çıkmak ve yaşam karelerinizin başkaları tarafından sergilendiğini görmek, blokajların ve duygu yüklerinin nerede meydana geldiğiyle ilgili bir iç görü getiriyor.
İnsanların çalışmamızda sevdikleri noktalardan birisi, bir araya gelerek, hepimizin bir diğerine daha zengin, daha dolu bir hayat yaşamasına yardım etmesi ve diğeriyle yarışmamanın rahatlatıcı idrakine birlikte ulaşmak oluyor.
“Dinamik Tiyatro” insanları birleştirme yeteneğine ve becerisine sahiptir; beraber çalışan ve diğerini destekleyen bir grup insan varsa, sırasıyla tanıdıkları insanlar ve diğer insanlar üstünde bir domino etkisiyle birbirlerinin hayatında bir değişim meydana getirmeleri mümkündür ve “Dinamik Tiyatro” ile bunun ilhamı yaratılır.
“Dinamik Tiyatro” çalışmaları sırasında kullanılan en başat ögelerden birisi insanı sezgiye ulaştırmak, duyguyu yakalatmak. Bir anlamda insanları sezgi ve duygularıyla tekrar tanıştırıp üzerinde çalışmalarını sağlıyorsunuz. Çalışma esnasında kişide meydana gelebilecek duygu-sezgi blokajları kolektif bilince ulaşmaya ket vuruyor mu, katılımcıların hepsi bu alana rahatlıkla ulaşıp etki alışverişine girebiliyor mu?
Herkesin kolektif bilinçdışıyla bağlantı kurma yeteneği ve potansiyeli vardır, sadece bunu nasıl yapacağımızı unutmuşuz. Bir çocuk olarak oyun oynamanın, hikayeler- karakterler uydurmanın ne kadar eğlenceli olduğunu hatırlayabilirseniz kolektif bilinçdışıyla da bağlantı kurabilirsiniz. Duygulara ve sezgilere ulaşmada en büyük engelin oyun oynamanın ve hayal etmenin nasıl yapıldığını unutmak olduğunu söylüyoruz.
Ebeveynlerimizden, eğitimcilerimizden ve diğer sosyal koşullanmalardan hayal etmenin bir zaman kaybı olduğunu ve gerçek olmadığını öğreniriz; ciddi olmamız ve dünya içinde bir yetişkin olmaya odaklanmamız söylenir. Büyüme sürecinde biz hayatın nasıl olmasını istediğimize dair hayallerimize ve hayal gücüne olumsuz bakmaya başlar; ve sezgilerimize, daha önemlisi umutlarımıza ve hayallerimize açılan kapıyı kapatmaya başlarız.
“Dinamik Tiyatro” yoluyla yapmayı hedeflediğimiz insanları yeniden uyandırmak, hayal kurmanın güzel olduğunu hatırlatmak, inanmaya başladığımızda ve harekete geçtiğimizde günlük yaşamımızda mucizelerin yer almaya başladığını göstermek. Bu adeta sihir yaratan büyücünün veya peri annenin sihirli değneklerini hayatımız üzerinde sallayıp inancı gerçeğe dönüştürmeleri gibidir. Walt Disney, “Herkesin hayallerini gerçekleştirme potansiyeli vardır, tek ihtiyacımız olan şey hayalleri sürdürme cesaretidir” der; ilk adımın hayalleri canlı tutmak olduğunu unutmamalıyız.
Şamanizm ve Jung’un öğretisiyle “Dinamik Tiyatro”nun örtüşmesi hangi alanlardadır?
Şamanizm’de bütün eski kabileler, bu kabillerin yaşlıları dünyanın bir gün uyanacağımız bir rüya olduğuna, eğer bir şeyleri değiştirmek istersek, farklı bir dünyanın olduğu seçeneğini hayal etmeye açık olmamız gereğini işaret ederler.
Jung’un yaklaşımı da hemen hemen aynıdır; arketip figürleri, tanrı ve tanrıçaları hayata indirerek bize hayallerin ve hayal gücünün dünyasını verdi Jung.
Bizim için Jung, “Dinamik Tiyatro”da göstermeye çalıştığımız farklı dünyalar arasında yürüyebilmiş ve bunların içine girmemize ışık tutan modern bir şamandır.
Hem Jung’çu hem de Şamanik yaklaşımlar, üç boyutlu bir dünyanın daha ötesini düşünmemiz ve “daha ileri seçenekler” olduğunu hayal etmemize cesaret verdi.
“Dinamik Tiyatro” da oyun sergileme ve hikaye anlatma yoluyla bahsi geçen bu dünyalar arasında köprü vazifesi görür.
Birisine, ‘bir zamanlar…’ diye anlatmaya başladığınızda yaptırdığınız zaman yolculuğundan daha hızlı bir düşünce yolculuğu yoktur; mitsel bir figürün hikayesi ya da birinin hayat hikayesi çok çabuk bir şekilde zaman içinde farklı bir mekana taşınır; ve oyun sergileme yolu ile, aniden, olduğumuzu düşündüğümüzden başka bir şey haline geliveririz.
Bir oyuna girerek rol üstlendiğimizde şekil değiştirmenin şamanik sürecinden geçeriz; böylece varlık olarak farkında olduğumuz potansiyelimizden daha fazlası oluveririz; olduğumuza-olabileceğimize inandığımız bir şeyden daha fazla bir şey olmayı deneyimleriz. Günlük hayatta hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacağına inanan bir kadının sevgi dolu bir anne rolünü oynadığını görmek gibi…
Ruhsal liderler ve doktrinler bize sıklıkla dünyanın yalnızca bir yansıma olduğunu ve iç dünyamızın ise bir ayna olduğunu anlatır; bunu biliriz, ama eğer şanslıysak bunu kalplerimizde de hissedebiliriz…“Dinamik Tiyatro” bu dünyayı herkese açar; bunu beden, zihin ve ruh vasıtasıyla deneyimlememize imkan verir.
Tüm kadim öğretilerde, “Kendini Bil-Tanı” en önemli düsturdur. Size göre de bu düstur her şeyin başı mıdır, kendini tanımış olmanın ölçüsü nedir ve neden bu denli ısrarla işaret edilmekte bu noktaya?
Jung, tüm dünyanın “kendi bilinmez yüzümüzün” bir resmi olduğunu söyler ki bu başlangıç için iyi bir yerdir. Jung aynı zamanda ‘gölge’ kavramını da tanıtmıştır.
Bunlar toplum tarafından kabul görmediğini öğrendiğimiz ve reddedilmek korkusuyla yok saydığımız benlik parçalarımızdır. Sizi eleştirebilecek ya da yargılayabilecek insanların içinde dahi kendinizin, gölge taraflarınızın farkına varabilecek halde kalmak kendini bilmenin bir adımıdır.
Bu reddedilen parçalarımızı da fark ve kabul ettiğimizde kendimizi merhametin ve anlayışın engin dünyasına açarız aslında.
Her zaman başkalarını suçlamak ya da yargılamak, kendimize dönük zorlu ve uzun bir analizden, bizim de nerelerde aynı şeyi yaptığımızı görmekten daha kolaydır. Kendimizin diğerlerinden üstün olmadığını bildiğimizde, ayrılık yaratmak, üstünlük taslamak, kınamak yerine uyum yaratmanın, ahenk ve huzur sağlamanın yollarını ararız.
Gölgelerle baş etmek, arınmak hayat boyu süren bir yolculuktur; Tanrıyla en iyi bağı kurduğunu, diğerlerinden daha bilgili olduğunu söyleyenlerin çoğunda, genellikle, en karanlık gölgelerin olduğunu gördük.
Seminerin en etkili bölümlerinden birisi (bana göre), atalar üzerinde yaptığımız çalışma idi. Yalnız olmadığımızı, arkamızda büyük bir desteğin olduğunu gördüğümüz anlar çok çok güç verici ve motive ediciydi. Şahsen deneyimleyerek çok etkilenmiş olsam da, sorularımda biraz “şeytanın avukatlığı”nı yapmayı sevdiğim için, izninizle şunu soracağım; biz orada telkinle, yönlendirmeyle bir hayal mi yaşadık; bir imajinasyon muydu bizi sarmalayan o yüksek enerji; yoksa atalarla, kolektif şuurla irtibata geçerek bir kutsal simya yaşadık mı gerçekten?
Bize göre de atalar çalışması bugüne kadar gördüğümüz en derin ve yararlı çalışmadır. Hepimizi etkiliyor ve görünmez bağları hissettiriyor. Bilinçli ve bilinçdışı olarak bizi çevreleyen enerjinin titreşim alanına giriyoruz. Bir varlık öldüğünde hem kendisinin hem de enerjisinin varlığının sonlandığına, anılarımızda, fotoğraflarda kalabileceklerine, ama fazlasının olamayacağına inandırılıyoruz.
Batılı olmayan inanç yelpazesinde, ataların farklı bir düzeyde yaşamaya devam ettikleri ve ihtiyacımıza göre bizi destekledikleri şeklinde bir inanış var. Diğer bir deyişle, ataların herkes için ulaşılabilir olan, değerlendirilmemiş ve yeterince kullanılmamış kaynaklar olduğuna işaret ederler.
Bir önceki soruda farklı dünyalardan bahsetmiştik…
Kabile inancında ataların topraklarını ziyaret ettiğimizi hayal ederek sevdiklerimizle bağlantı kurabiliyoruz. Bu topraklarda, bu dünyada söyleme şansımızın olmadığı şeyleri söyleyebiliyoruz; ve sevdiklerimize bize hikayelerini anlatma şansı verebiliyoruz.
Onların hikayelerine kulak verdiğimizde, kendi hayat seçimlerimiz için referans ve yaşadıklarımızda farklı anlamlar bulmaya başlarız; ancak buralarda yorum yaparken ekstra dikkat ve özen göstermemiz gerekir.
Ailenin dışlanmış, genç yaşta ölmüş veya kaybolmuş üyeleri olduğunda ortaya çıkan sorunları anlamaya başlarız. Ailede eğer dışlanan ya da hakkında konuşulmayan biri varsa, sırf bu durumun enerjisinin bile hep var olacağını ve sıklıkla, bilinmez bir şekilde, gelecek nesillerden birinde, o kişiye huzur ve hak tanınması sağlanana kadar hikayesinin tekrar edeceğini gördük.
Sizden önce gelip gidenlerin hepsine teşekkürlerinizi sunun ve onları onurlandırın; her zaman iyi şeyler olmasa da, size aktardıkları katkı hediyesini aklınızda tutun; bu hediye söndürülmesi çok güç olan yaşamı devam ettirme tutkusudur.
Dramalar sırasında kişilerin bilmeden üstlendiği dört arketip vardı. Katılımcılar, şaşırtıcı bir biçimde, kendilerine biçilen arketiplere uygun davranışlar sergilediler. Dramatik Tiyatro çerçevesinde bu arketiplerin anlamı nedir, kişilerin sergiledikleri karakterler (örneğin şehit ya da imparator ) kendi içlerinde nasıl bir etkinin ortaya çıkmasını sağlıyor; örneğin “şehit”i temsil etmek bende hangi iç dinamiği harekete geçirmiş olabilir; sizin “niyet yüklemenizin” bu prosese etkisi nedir?
Jung bütün arketiplerin her birimizde ve hepimizde yaşadığını söyler ve bazı arketipler bazı insanlarda diğerlerinde olduğundan daha baskındır. Bu yaklaşımla çalışarak, kişilerin günlük hayatında belirli bir arketipin nasıl ortaya çıktığını ve yaşadığını deneyimlemesine fırsat yaratıyoruz; böylece, bu arketipin kendi hayatlarının üstünde bıraktığı olumlu ya da olumsuz etkileri görmelerini sağlıyoruz.
Örneğin bir insan daha çok şehit arketipiyle özdeşleşmiş ise, bu kişi hiçbir ricaya hayır diyemeyen bir kişidir ve kendi ihtiyaçları pahasına, bu insan için diğerlerinin isteklerinden kurtulmak çok zordur. Mevcut durumda bu kişi için başka bir seçenek olmadığı, başka bir şekilde var olamayacağı düşünülebilir; ancak, bu insanı kendi ruhundaki daha az etkin olan başka bir arketiple tanıştırmak gerekir; örneğin, coşku ve neşeyle dolu ve kendi ihtiyaçlarına önem vererek “hayır” demekte sorun yaşamayan “imparator” arketipi kişinin “şehit”le olan bağlarını ve zincirlerini çok çabuk bir şekilde koparır. Böylelikle, kişinin kendi içerisinde zaten bulunan bütünlüğe ulaşmasına ve değişmesine yol açılır.
”İmparator-İmparatoriçe arketipiyle mutlu musunuz; ya da farklı olmaktan korktuğunuz için onları uzakta bir yerde saklamayı tercih mi ediyorsunuz” anlamında bir cümle vardı, seminerinizin tanıtım yazısında; anlamını açar mısınız?
Bu iki arketip tamamlanmışlığı, mutlu ve zengin hissetmeyi; ve hayatın sunduğu her bolluktan yararlanmayı temsil eder. Çoğu insan bunu açıkça ifade etmekten veya göstermekten çekinir; çünkü diğer insanlar tarafından yargılanabileceğini ya da eleştirilebileceğini düşünür.
Bunların hepsini ifade eden insanlar ise, başlarına talihsizlikler gelmesini bekler durumda olabilirler; “bunun böyle sürmeyeceğini biliyordum, er ya da geç bu sona erecekti” vardır şuuraltlarında. Çünkü, içinde yaşadığımız kültüre göre, erken yaşlarda, dünyada sahip olduğumuz bolluğu neşeyle yaşamanın iyi ya da kötü bir şey olduğunu öğrenerek büyürüz.
Garip ama bazı insanlar için mutlu olmak “çok fazla olmadığı sürece” iyidir gibi görünüyor. Arkadaşları ve aileleri tarafından dışlanacakları korkusuyla, bilinçdışı bir şekilde, mutluluklarını sabote eden insanlar tanıdık.
İmparator-imparatoriçe arketipi aslında ilham vericidir ve bolluğu, coşkuyu paylaşmaya özendirir. Coşku, mutluluk ve neşe oldukça bulaşıcıdır ama, toplumlarda daha çok mutsuzluğun bulaştırılmaya çalışıldığını ve salgın hastalık gibi yayıldığını görüyoruz.
Carl Sagan, “İnsan olarak beyin sapımızda sürüngen atalarımızın saldırganlığını taşımaya hala devam ediyoruz” diyor…Geçmişin hesap ve acılarını, nice vahşetin izlerini barındıran bu kayıtlar sistemiyle sürekli etkileşiyoruz; aşağı çeken bir yanımıza karşı göğe yükselmek isteyen bir diğer yanımız var. Diğer bir bilgiye göre, taşıdığımız fizyolojik ve psikolojik genetiğin yedi kuşak boyunca devam ettiği söyleniyor..O zincirden bize aktarılmaya devam eden “mecburi miras”ın hayatlarımız üzerindeki etkisi çok büyük gözüküyor. Bütün bunların farkına varmak, eksik kalmış işlerin, birikmiş acıların tesirleri altında arınmaya çalışıp öze ulaşmak; bazen insan ümidini yitiriyor, “nasıl soyacağım bunca kabuğu ve öze ulaşacağım?!” gibilerinden…Bir de bu çalışmalardan hiç haberi olmayan, kendini tanımayla pek işi olmayan yığınlar var…Nasıl olacak bu bilinç dönüşümleri ve iyileşmeler, ümit var mı?!
Her nesil kendi koşulları altında elinden gelenin en iyisini yapabilir; her biri bilebildiği son noktaya eriştirir elindekini, ya da ümit ederek, aldığı şeyi olmadığı bir şeye dönüştürmeye çalışır.
Her nesilde her kişi için önemli olan, hayat koşulları ne olursa olsun, “bilebildiği en iyi hayatı” mümkün kılmaktır. Eğer tutku ve arzu yeterince güçlü ise, değişim yeterince isteniyorsa, hayat kişiyi hayallerini gerçekleştirmesi yolunda destekleyecektir.
“Dinamik Tiyatro”nun, herkes için, kendi iç kaynaklarını, gücünü ve yürümek istediği yolu hatırlamasına yardım eden ve destekleyen bir araç olduğuna inanıyoruz.
Dünyanın her yerinde, tüm zorluklara rağmen en inanılmaz şeylere ulaşan insanların hikayelerini dinliyoruz. Bu kişiler çoğunlukla hayallerine inanan ve onları takip eden sizin veya benim gibi sıradan insanlardır. Birisi “hayır” dediğinde bırakmamışlardır; girişimleri zayıflarken veya başarısız bir şey yaptıklarında vazgeçmemişlerdir; bu onlara sadece devam etmek için daha çok tutku ve arzu vermiştir.
Kendi hayatlarımızda ilham almak için seçmemiz gereken kişiler bunlardır. Eğer kendimiz, çocuklarımız, torunlarımızın torunları için ümit etmek istiyorsak, oyun oynamanın nasıl bir şey olduğunu ve hayallerden vazgeçmemeyi hatırlamalıyız.
Ailelerimizin hikayelerini anlatmayı ve bizden önce gidenlerin, tüm zincirin hayallerini gerçekleştirmemiz için bize dua ve ümit gönderdiklerini hatırlamalıyız; biz onların dualarına birer yanıtız; onların kalplerinde belki bizimki gibi bir zamanda doğup fark yaratmak vardı; biz onların arzularının devamıyız; ama gideceğimiz yolla ilgili nihai karar elbet bize aittir.
Son senelerde “Kişisel Gelişim” konusu adeta yeni bir din haline geldi. Talep çok, dolayısıyla arz da çok… Özellikle, “yeterince istersen her şeyi yaratabilirsin!” sloganıyla ilgili olarak yazılan kitaplarda, verilen seminerlerde enflasyon oluştu; ve kendini “yarı tanrı” sananlar dolaşmaya başladı yeryüzünde! Size göre insanın yaratıcı gücünün sınırları sonsuz mu; yeterince inanıp istemekle, şuuraltını, enerjileri doğru yönlendirmekle ulaşılabileceğimiz sınırlar çok mu geniş gerçekten? “Bilinçaltımızdaki yanlış kombinasyonlardan, inançsızlığımızdan, nelere kadir olduğumuzu bilmemekten mi kaynaklanıyor bütün yoksunluklarımız?” Dünyadaki yanlış düzenin, açgözlü tekellerin, vahşi kapitalizmin yaşamları, umutları emdiği topraklarda yaşayan insanlar, diyelim ki şuuraltının gücünü bildiler, neyi değiştirebilirler?
İnsanların hayatlarını daha iyi yapabileceklerine dair bu kadar çeşitli bilginin ulaşılabilir olduğunu görmek harika bize göre. Dünyanın farklı ülkelerinde hepimizin bilinçli ve yaratıcı varlıklar olduğuna dair yeni odaklar oluşmaya başladı ve fark edilip sürekli altı çizilen ortak nokta, ‘ inanırsan her şeye sahip olabilirsin’ idi.
Ancak diğer yanda, kitapların ve seminerlerin dediği bütün o zenginliklere sahip olamayan, bunun yerine yokluk farkındalığına takılı kalmış insanlar tanıdık, acaba neden?
Bunun nedeninin kursların ve kitapların “her şeye sahip olabilirsin”i çaba ve ısrarlı takibi ikinci plana atarak çok kolay göstermesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Sanki telefonla pizza siparişine benzer bir servisi anlatıyorlar! “Tek yapmanız gereken inançla ne istediğinizi söylemek, size verilecektir” diyorlar.
Çok sayıda bilginin size anlatmadığı şey ise “sahip olmama” inancının ve farkında olmadığımız yoksunluk bilincinin yıllar içinde ki değişim sürecinde yapılması gereken çalışmalarla aşılması gereğidir.
Aynı zamanda pek çok insan da değişmek için gerekli adımları atmak istememekte ve sadece “çabuk düzelme sürecini” talep etmektedir.
Kendi seminerlerimizde sergilediğimiz niyet, bahse konu değişim sürecini hesaba katmak, şuuraltı tohumlaması için ekimler yapmak ve yolların kullanımı için öneriler sunmaktır.
Aynı zamanda değişimi yapan kişilerin biz olmadığını da unutmamak lazım. Bu çaba kişinin kendi içinden güçlüce akmalı, bu değişimleri kendisine bilinçaltında da uygun görmeli; bazen insanlar hayatlarının zor olduğundan ne kadar şikayet ederlerse etsinler değişime açık davranmıyorlar, çaba göstermiyorlar.
Şamanizm, şimdilerde ise kuantum fiziği bize nelerin mümkün olduğunu kendi terminolojileriyle anlatıyorlar; tedavisi yok kabul edilen hastalıkları, çaresiz gibi gözüken nice durumları zihin gücünü kullanarak iyiliğe yönlendirmenin nasıl mümkün olduğunun işleyiş mekanizmalarını idrak etmeye başladık.
İnsan potansiyelinin bazen bizim hayal ettiğimizden bile daha öteye uzandığına inanıyoruz, ki bilim de artık bunu söylüyor.
İnsanların hepsi uyum ve bolluk ortak amacında bir araya gelseydi dünyanın ne kadar farklı olacağını ve nelerin mümkün olabileceğini hayal etmeliyiz.
Herkesin aynı olmadığı, ama farklılıkları için onurlandırıldığı ve kendi özlerini, gerçekten kim olduklarını ifade etmeleri için erken zamanlardan cesaretlendirildiği bir dünyanın nasıl olabileceğini de düşünmeliyiz.
Belki de hayatın çeşitliliğine, bu uyumsuzluğa ve çatışmaya ihtiyacımız vardır; böylece kendi ruhumuzdaki ve kolektif bilinçdışındaki çatışmaların farkına varıp onları iyileştirerek yol alabileceğiz.
Birkaç sene önce, katılan herkesin dünya barışı için çalıştığı ve destek verdiği bir Barış Konferansına davet edildik. Dünya topluluklarını “Dinamik Tiyatro”yla sahneye getirdik; 38 kişi rollerini bilmeden role play yapıyorlardı. Bu kişilerin sadece 3 tanesi barışı kabul edebildi, 35’i ise güvenemedi.
Belki de barışı, uyumu ve pek çok insanın bahsettiği ütopik dünyayı bulmadan önce öze doğru biraz daha ilerlemeliyiz. Belki de hayallerimizi ve nasıl oyun oynayabileceğimizi hatırlarsak, “gerçekten kim olduğumuzu” bilmeye daha çok yaklaşır ve bize yakıştığı gibi davranmaya başlarız.
Ve o ilk adımı atmaya cesaret ettiğimizde, her birimizin bu dünyada ne gibi bir fark yaratabileceğini iyice idrak etmiş oluruz.
“derKi” okurları söyleştiğimiz konular ve hatta ötesi hakkında geniş perspektife sahip bir kitle. Okuyuculara söylemek, ilave etmek istediğiniz bir şeyler varsa sözü size bırakalım, tekrar teşekkür ederek…
Walt Disney, ‘Şunu unutmayın, hepsi bir hayalle ve bir fareyle başladı.’ demiş… Hayatlarımızdan oyunu, keşfi ve hayal etmeyi çıkartmayalım!
Evet, sorulacak daha çok soru vardı; ama Mark’ı “evet” dediğine pişman etmemek için bu röportajı sonlandırmak lazımdı.
Bu iki günlük seminerde bilmeden oynadığımız roller aracılığıyla “Dinamik Tiyatro”yu deneyimlerken, kendi içimizde farkında olmadığımız çeşitli dinamiklere göz atma fırsatı bulduk.
“Dışarıda diye bir şey yoktur, her şey bilinmeyen yüzümüzün sadece bir yansımasıdır” diyen Şamanik görüş, mikro ve makro kozmosun her an birbirlerini etkileyen bir bütünün parçaları olduğunu söylüyor.
“Ben”den “biz”e ve devamında “o”na dönüşmek için kapılar önce fark edilmeyi, sonra çalınmayı, sonra da aralanmayı bekliyor sanki.
Öz varlığımızın enerjisini bulunduğumuz hal içine ne kadar aktarabilirsek, enerjilerin akışının yönetilmesinde samimi niyetimizin gücünü ne kadar açığa çıkarabilirsek, sadece para açısından değil, hayatın her alanında daha zengin deneyimler yaşamamız mümkün görünüyor.
Yine bir öz keşif hikayesiydi anlatılan… Eğer deneyimlerimizi ve ilişkilerimizi değiştirmek istiyorsak, öncelikle hayatımızın her alanında kök salmasına izin verdiğimiz “yoksunluk bilinci”nin ayrık otlarını söküp tarlayı bir nadasa almak gerekecek sanırım.
Tarlamız bereketli, ürünümüz bol olsun!