Bölgesel Spiritüalizm

Uzakdoğu, spiritüalizmi kendine yol seçmiş, dünyaya gelme amacını öğrenmek isteyen, aydınlanmanın köşesinden tutmuş her insanın merak edip görmeyi arzuladığı yerlerin başında gelir. Orada, birçok kitaba başkahraman olmuş üstatlar, aydınlanmış insanlar vardır. Uzakdoğu’nun birçok ülkesi ve insanları, yaşam tarzları ve ülkenin doğası gereği her zaman mistik bir çerçevede görülmüştür.

Gerek tatil amaçlı, gerekse içsel isteklerimizi tatmin etmek için mistik turlara katılarak seyahat ettiğimiz Hindistan ve Tibet gibi yerler, bugüne kadar bizim için gidilmesi çok kolay olmayan, yüksek maddi kazançlar gerektiren bir organizasyon gerektiriyordu. Açıkçası birçoğumuz da “Hindistan mı Antalya mı” sorusuna genelde “Antalya ve deniiiizzz” diye cevap verdiği için madden fakir ama manen “yüceleştirdiğimiz” bu yerlere gitmeyi hep ertelemiştir.

Çok uzun zaman değil, neredeyse 10-12 sene önce spiritüel içerikli herhangi bir kitabı bulabilmek için gidebileceğimiz kitapçı sayısı bir elin beş parmağını geçmiyordu, hatta bu sadece büyük şehirlerimiz için geçerliydi, daha küçük yerlerde yalnızca eski kitap satılan sahaf ve benzeri yerlerde nadiren bu tarz kitaplara rastlanabiliyordu, zaten bunları yayınlayan yayınevlerinin sayısı da tek basamaklı sayılarla sınırlıydı.

Her ne kadar spiritüel uyanış ve aydınlanma “bir şeylerden elini eteğin çekme”, “gelen misafire çıkmama”, “yakasız gömlek giyip kafanın tepesinden kuyruk yapma”. “evinde en az 5 kedi besleme” gibi eylemlerle beraber anılsa da, aslında şimdilerde, birçok şeyden mahrum kaldığımız geçmiş zamanlara göre çok daha spiritüeliz.

Şimdilerde profesyonel yaklaşımdan tutun amatör dergiciliğe kadar, hatta günlük hiti birkaç bini geçen internet tabanlı yayınların spiritüalizm konusunu ana konu seçmesi sayesinde ufkumuz çok daha geniş mecralara yol almaya başlamıştır. Bunun ulusal ve yerel kanallardaki irili ufaklı çakra açıcı tv programlarıyla desteklenmesi, oyunculukları, güzellikleri ve kasları arasında sıkışan aktör ve aktrislerle bezeli, aşk üzeri spiritüel felsefe içerikli ve bol animasyonlu Hollywood yapımlarını da eklersek, aslında hayatımızın farklı bir spiritüel anlayış içerisine doğru gittiğini görebiliriz.

Yüzyılın en büyük buluşu olarak tescillenen internetin yaygınlaşmasıyla birlikte spirituel camiada da büyük bir genişleme gerçekleşmiştir. Hayatımızın en ücra köşesine kadar soktuğumuz internet ağı, maddiyatımızı geçerek, maneviyatımızın en karmik bağlantılarına kadar inmiştir. Bu yeniliklerle birlikte iyice post modern olan yaşantımızda eskiye dair hiçbir şey bırakılmamalıydı ve öyle de oldu. Konuyu burada muhabbet-chat, mektup-mail karmaşasına sokabilirken “nerede o eski spiritüeller” diyerek keskin bir dönüş yapıyorum.

Nerede O Eski Spiritüeller

Şimdilerde kitaplara ve filmlere konu olmuş aydınlanma öykülerinin temeli, yüzyıllar öncesine ve yazının başında bahsettiğim Uzakdoğu coğrafyasına dayandırılmaktadır. Bu durumdan da “spiritüelin hası, çekik gözlü olur” mantığı çıkıyor. Acaba spiritüalizmdeki yol ayrımları estetik ameliyatlarla şekillendirilebilir mi sorusunu sormadan edemeyeceğim.

Genelde spiritüel öğretilere baktığımızda, perdenin önünde ve arkasında duran iki farklı varlık ya da varlık toplulukları görmekteyiz, perdenin arkasındaki(ler) genelde öğretinin merkezinde varolmuş bir nevi öğreti hamisi olmaktadır, halk arasında bunlara, rehberler, ışık varlıklar, yüksek üstatlar yada ecinni gibi farklı isimler verilmektedir. Bu varlıklar verecekleri öğretiyi yayması için en uygun şahsı bulmuştur ve perdenin önündeki bu şahsı yönlendirerek dünya üzerine sevgi tohumları serpmekte ve mutluluk filizlerini kakma aşı yapmaktadırlar.

Şu an dünya üzerinde irili ufaklı bir çok öğreti bulunmakta, bu öğretiler ise, aslen insanı insan yapan olgular üzerinde durarak herkesi aynı hedefe odaklamak için burada olmaları gerekirken, ruhsal öğretiler kendi aralarında “falanca ruhsal yol uyulmamasını alanlar”, “bilmemneciler”, “Hakkı Baba hayratındaki hamam tasına eli değenler” gibi farklı isim ve uygulamalarla gerçek amaçlarının tam tersine hareket etmekte yada birileri tarafından şekillendirilmektedirler.

Tüm bu öğretilerin ortak konusu dünyevi ihtiyaçların sevgi, hoşgörü ve anlayış çerçevesinde karşılanıp, diğer varlıklarla olan bağımızı kuvvetlendirmek, içimizdeki evrensel sırları keşfetmek için minik içsel yolculuklara çıkmaktır. Bu yolculuklar için de sevgili ışıklı varlıklarımızın bize verecekleri yeni ritüelleri ve meditasyon önerileri vardır.

Ulus olarak her zaman tesis yetersizliğinden bahsedip üşengeçliğimizi saklamaya çalışırız, spiritüel yönümüze baktığımda da aynı şeyi görüyorum, hem de sadece bizde değil tüm dünya üzerinde… Uzaktan kumandayla bir şeylere uyumlanmak, evrensel öğreti bilgilerinin gelip kök çakramızdan girmesini beklemek gibi bir problemimiz var. Nede olsa artık post modern yaşıyoruz, Tibet’e gidemiyoruz ama Tibet belgesellerini alıp son sistem DVD playerlarımızda izleyerek ışıktan olmasa da yansımasından faydalanmaya çalışıyoruz. Fotoğraftan enerji alıp, kutuyla enerji yollamaya çalışmak ise farklı bir “toplu obsesyon” ürünü gibi geliyor.

Sonuç olarak, “Biz manevi ışığa gidemiyorsak ışık bize gelmeli” ilkesini benimseyerek hayatımızı ve evrensel bilgileri bu yönde içselleştirmeyi seçiyoruz. Manevi ışığın yerini 40 wattlık 4 ampul tutamayacağı için, ışığa “online” bağlanabilmenin yollarını araştırıyoruz. Buna bağlı olarak da “Lady Isis’in eli”, “Ra’nın gözü”, “Dartanyan’ın kaval kemiği” gibi post-spiritualist hurafelerimiz meydana çıkıyor.

“Ben spiritüalistim yatıra mum yakmam” diyenlerin birçoğunun, üçüncü gözleri açılsın diye OhaRa Baba’ya tütsü adamaları işte tam bu post-spiritüalist çağa denk gelmektedir. Çağın bir diğer etkili çalışması ise “sopayla çakra açmak”tır ki bu da benim favorilerimden.

“Meditatifsem Bir Sebebi Var”

Aydınlık ve kişisel gelişim yolunda bir nebze kendini ve yaşam planındaki yerini öğrenmeye çalışan birçok insanın en temel spiritüel çalışması meditasyondur. İster “Yaradan” diyelim, ister ”Bir”, ister “Nirvana’ya ulaşmak”, her biri için yapılan ibadet, meditasyon yada diğer ritüellerde “kendinden geçme, huşu” durumu mevcuttur. Amaç bellidir, ulaşılması gereken/istenen bir nokta vardır, bu noktaya gidebileceğimiz, kendimizce en uygun yolu seçeriz ve çalışmalarına başlarız.

Yüzyıllardır meditasyon hedefe ulaşmak için bindiğimiz bir araç görevi görmekteydi, aracın özelliklerine göre de deneyimler her seferinde değişebiliyordu. Meditasyon sırasında vizyon göreninden, astral seyahate çıkanına kadar bir çok insana rastlanabilmektedir. Bu yaşananlar içsel yolculuğunuzda size rehberlik edecek bazı işaretler olarak meydana gelmektedir.

Bir çoğu için meditasyon ya da benzer ritüeller sırasında yaşanan durumlar, seçtikleri yolun ne kadar doğru olduğunun bir ifadesidir, Acaba gerçekte bu böyle mi? Örneğin meditasyon sırasında girdiği rahatlama ve ağırlıklarından kurtulma durumunda nadiren insanlarda levitasyon (yerden havalanma) durumu meydana gelmektedir, ama her nedense, zamanla aracın meydana getirdiği küçük bir ayrıntı amacın kendisini olmaya başlamaktadır. Örneğin ağırlılarından manevi olarak kurtulan bir insanın levitasyon durumundan haberdar olan şahıslar, bunun nasıl olduğunu ya da neden olduğunu anlamaya çalışmaları yerine, meditasyonla nasıl levite olabilecekleri yönünde denemelere girmesidir. Bu da bizi amaçtan ve hedeften uzaklaştıran en büyük etkenlerden biri olmaktadır.

İnsanların yaptığı ibadet ve ritüellerde kişinin kendi özü, bilgeliği, inancı, yaşam tarzı ve biraz da hayat görüşü mevcuttur, bu kadar çok değişken bir araya geldiğinde kişinin özünü meydana getirmektedir, bu “öz” ile çıktığımız yolculukta yaşadığımız deneyimler ise hayat planını adım adım meydana getirmektedir. En başa dönecek olursak tüm ritüelerimizi de bu “öz”e ulaşmak için yapmaktayız. Arayan ve aranan aynı şey olduğu sürece çevreye bakınmaktansa aynaya bakmak daha uygun değil mi? Ya da aradığımız “öz” ise kendi özümüzü bir başkasının içinde, Çin’de ya da Tibet’teki bir tapınağın taş basamakları arasında aramakla neyi elde edeceğiz?

Konunun tam manasıyla özetlenebilmesi için kendi uydurduğum bir cümle ile yazımı bitirmek istiyorum:
“Her soğanın cücüğü kendi içerisinde saklıdır”.

Mehmet Aslan