Geçenlerde eve geldiğimde, bahçede kış boyunca içlerinde kupkuru, çatlamış, verimsiz toprakla dolu olan saksılardan fışkırmış türlü türlü bitkileri gördüğümde çok şaşırdım. O saksılarda geçen sene bizim ektiğimiz çiçekler vardı. Kış gelince çiçekler ölüp yerlerini kupkuru toprağa bırakmışlardı. Oysa bahar, ölü sandığım toprağın içinde uykuya yatmış olan türlü türlü bitkiyi canlandırmıştı. Koşullar uygun hale geldiğinde tohumlar uyanmıştı.
Tesadüf bu ya, bir süre önce 5 haftalık bir meditasyon inzivasından döndüğüm için zihnim son derece huzurlu ve uyanıktı. Bu sayede sıradan görünen bu olay bana çok etkileyici gelmişti. 5 hafta boyunca yoğun meditasyon yaptığım için zihnimde olumsuz bir duygu yoktu ve son derece huzurluydum.
Sonra birden bir zamanlar tanıdığım bir insan hakkında okuduğum bir yazı ile birlikte içimden beklenmedik bir şekilde fırlayıp beni ele geçirmeye çalışan kıskançlık duygusuyla karşı karşıya kaldım. 30 sene öncesinden tanıdığım bir insan ile ilgili bir durumdu bu. Benim için bir tehdit oluşturan bir durum olmadığı gibi, herhangi bir şekilde kendimi kıyaslamak zorunda kalacağım bir insan da değildi. Bu duyguyu fark ettiğimde kendi kendime her zamanki sorumu sordum: “Neyi anlamıyorum; ya da neyi yanlış anlıyorum?”
Bana zihnimin içinde ne olduğunu sorsanız size hiç duraksamadan şunları söylerim: “Genel olarak neşeli, huzurlu, şefkatli, uyanık, gözlemci, farkında, cömert.” Zihnim yıllardır süren arındırma çabalarımın sonucunda genel olarak huzurlu ve mutlu bir durumda. Meditasyonlarım huzursuz zihin hallerinden kurtulalı çok oldu. Öfke, arzu, açgözlülük gibi duygular zihnimde belirseler de onu kolay kolay ele geçiremiyorlar. Yani zihnim genel olarak iyi bir halde. İyi de zihnim bu kadar mükemmel bir haldeyse niçin hâlâ “aydınlanmış” bir insan değilim?
Bunu anlamak için meditasyon deneyiminden faydalanabiliriz: Diyelim ki nefes üzerine meditasyon yapıyorsak, zihnimiz sakinleşip huzurlu bir hale geldiğinde, olumsuz duygular ya da zihinsel haller tarafından ele geçirilmediğinde, farkındalığımız zihnimizi bu olumsuz hallerden koruduğu için konsantrasyonumuz tam bir güçle nefese odaklanmamızı sağlar ve nefes, farkındalık alanımızdan aşağıya iner. Bir benzetme kullanırsak eğer zihin yeterince sakinse, farkındalığımız herhangi bir rüzgar oluşmasına izin vermez ve zihnimiz tıpkı durgun bir göl yüzeyi gibi olur. Bu sırada nefes bu suyun dibine iner. Bu durumda sanki nefes almıyormuşuz gibi olur. Nefesi bir türlü bulamayız. Hatta bazı amatör meditasyon uygulayıcıları nefeslerinin durduğunu sanıp korkuya kapılırlar. Korkuya kapıldıkları için güçlü şekilde nefes alır ve kendilerini bu durumdan çıkarır, zihinlerini huzursuz ederler. Deneyimli meditasyoncular ise nefeslerinin durmadığını sadece nefeslerinin, farkındalıklarının algılayamadığı kadar sakinleştiğini bilirler.
Derken, bu durumda yeterince kaldığımızda, bu sefer konsantrasyonumuz farkındalığımızı güçlendirir ve farkındalığımız derin bir düzeyde sakinleşmiş olan nefesimizi içine alacak kadar genişler ve büyür. İşte o zaman nefes eski bir dost gibi yeniden karşımıza çıkıverir. “Ah, merhaba. Buradasın demek,” deriz nefese. Tıpkı benim kıskançlığıma “Ah merhaba, buradasın demek ki,” demem gibi.
Cengiz Han ile birlikte tüm dünyayı seyahat eden efsanevi Taocu ölümsüz Lü Dong Bin, 8 öğrencisini eğitirken öğrencilerinden bir tanesinin bir mağarada derin bir meditasyon yaptığını öğrenir. Öğrencisini ziyarete gittiğinde, öğrencisi gözlerini açar ve ustasını selamlar.
Lü Dong Bin, öğrencisine ne yaptığını sorar.
Öğrencisi, “Meditasyon yapıyorum Usta,” der.
“Niçin?” diye sorar Lü Dong Bin.
“Zihnimin gerçek doğasını keşfetmek ve bir Budha olmak için,” diye yanıt verir öğrenci.
Lü Dong Bin bir şey demez ve öğrencisini meditasyon yapması için bırakır. Biraz sonra yerde duran iki taşı eline alır ve birbirlerine sürtmeye başlar. Taştalı gittikçe daha sert bir şekilde birbirine sürttüğü için bir süre sonra rahatsız edici bir ses çıkmaya başlar.
Öğrenci meditasyonuna ara verip gözlerini açar ve “Ne yapıyorsun Usta?” diye sorar.
Lü Dong Bin basit bir şey söylüyormuş gibi omuz silker ve “Ayna yapıyorum,” der.
Öğrenci şaşırmıştır. “Hiç iki taş birbirine sürtüp cilalanarak ayna yapılır mı Usta?” der.
Lü Dong Bir öğrencisine döner ve “Peki boş boş oturup bir Budha olunabilir mi?” diye sorar.
Zihnin huzurlu ve mutlu olması güzeldir elbette; ancak tıpkı bahçemdeki kurak toprak gibi bir tür bahar gelinceye kadar, zihnimin derinliklerine saklanmış olan öfke, kibir, korku, endişe, arzu, açgözlülük, kıskançlık tohumları koşullar hazır hale gelip de yeşerinceye kadar sakin, huzurlu ve mutludur. İşte bu nedenle zihnim huzurlu olsa da henüz aydınlanmış bir varlık değilim. Bu sebeple, huzur, mutluluk ve neşe güzelse de zihnimin içindeki bu tohumların farkına varmamı sağlayacak deneyimler bu huzuru bozsalar da inanılmaz değerli deneyimlerdir. Aydınlanma yolunda yürüyen bir yolcu, zihnindeki tohumları görmesine yardımcı olacak bu tatsız deneyimlere her zaman minnettar olmayı öğrenir. Bu deneyimler başka bir şekilde farkına varamayacağımız ve ne yazık ki zihnimizi kendilerinden arındıramayacağımız olumsuz zihin hallerini görüp, zihnimizi bunlardan kalıcı olarak arındırmamıza bir fırsat sağlayacaktır.
Budha, bir zararlı otun üstten budanmasının onu yok etmeyeceğini söyler. Bazen gerek meditasyonla, gerek bir takım uygulamalarla zararlı otları üstten budasak da o otları kökünden söküp atmadıkça zihnimizdeki huzurun ve mutluluğun, iyi hallerin kalıcı olmayacağını anlamak zorundayız.
Bu sebeple bizi uyandıracak olan, farkındalığımızı artırıp zihnimizdeki zararlı tohumları ve otları fark etmemize yardımcı olacak deneyimlere kucak açmayı öğrenmeliyiz.
Lao Tzu’nun söylediği gibi:
Gözden düşme ve yücelme eşit şaşırtır kişiyi.
Sevin büyük bir mutsuzluğu canınız gibi.