Hayatın renklerine bedenini özgürce bırakan bu kadın dünya alemi tarafından Umay Umay diye çağırılır. Gecenin koynunda şarkılar mırıldanıp demlenen aurasıyla bazen kendini bile aldatıp acıya metres olabilir. Yani acının koynunda naralarla ninnileri harmanlayıp özüne selam verebilir.
Tehlikeyi tehlikelileri sever, sınırları kaldırılmış tel örgüleri yok edilmiş dünyasında korunmasızdır. Bu korunmasızlık canını yaksa da korunaklı, korunan faniler onun canını daha çok yakar; işte bu yüzden korunmasızlığı sevip tehlikeyle öpüşebilir…
Kimine göre deli, kimine göre zeki, kimine göre cani, yeri geldiğinde masumcani, yeri geldiğinde zekideli olacaktır. Kimlikler, statüler onu korkutur, kimliklerini fanilere iktidar olmak için kullananlara hepten başkaldırır. İşte bu yönüyle başkaldırıcı olup kışkırtabilir ama yeri geldiğinde tuhaf bir şekilde sessizliği de mesken edinebilir. Aslında evcimendir ev kızı diyebilirsiniz ona. sokakları sever bir de sokak çocuklarını; bir sır vereyim size Umay duyarlı da olsa duyarsız da olsa ağlar yani gözyaşlarını akıtabilir, fakat beş dakika sonra kahkahayla “boşveeer” diyebilir, hem de her şeye. Yani sıfırcıdır, sıfırla her şeye merhaba der ve aramızda kalsın aslında hayatın kendisine aşıktır ve gizliden gizliye acıdan ayrılıp hayatla birlikte yaşama planları yapmaktadır…
12 yıldır profesyonel olarak soluk aldığı müzikte uçuk kız olarak adlandırılsa dao buna gülerek cevap verir. Kesinlikle yanlış anlamayın ağır ablaların tahtında, tacında gözü yoktur. Onun istediği müzikal zirve ne ağır ablalık ne de pop furyasının uçuk, kaçık kız imajıdır. O sınırsız, kimliksiz şarkı söylemek bunun yanında edebiyatla yatarak, şiirle öpüşerek hayata çizik atma peşindedir. 70’lerin 80’lerin gösterişli star profillerine baştan tavırlıdır, hatta bazen düşünür “yahu zekalarını nasıl da peynir ekmek”le yemişler diye, bazen kendini düşünür o profillerde yani kürkler içinde şöförüyle Mercedes’inin içinde gezinirken, sadece gülerek of der of sonrada düşmedim daha adlı şarkısını söyler. Sesikana, hüzne, cinayete gebe kalır. Bazen düşmedim daha adlı şarkısının klibindeki gibi türban giyip dudaklarını mor’a boyar, aslında dudaklarını turuncuyla fuşyanın cinsel çekimine rehin bırakmıştır. Bazen de yeşil bir şapkayla İstanbul’a tepeden bakar, Beyoğlu’yla elele dolaşmayı sever eğer ki Beyoğlu başkasının elini tutarsa kıskanır ve Beyoğlu’nun en sevdiği turuncu elbisesiyle onu aurasına tekrardan çağırır. İştebu yönüyle tutkuludur, tutkusal bir kadının enteresan makamda ki şarkısını söylemek ister ve sesine, tenine imaj yükletmez, en çok imajlara hapsolmuş yani yiyip, içip, sıçan fanilere üzülür bu üzüntüyle yeni bir şarkı yazabilir, inatçıdır kafasına koyduğunu yapan bu kadın İstanbul dışında ki şehirlere de zaman zaman sevdalanır, içinde şehirler taşır. O şehirlerin kaldırımlarımda öpüşür. İçinde ki şehirlerin başkenti Mardin’dir. Mardin’in güneşiyle suyu ısıtıp ruhunu yıkar, sonrada yeni yıkanmış kaldırımlarda öpüşmek için sevgilisini bekler. Mardin’e duyduğu şizofrenik aşk onun hayata olan aşkının kanıtıdır. Yüksek kalın topuklu pabucuyla uzun bol elbiselerle içinde ki Mardin’de dolaşır sonrasında bir bakarsınız Beyoğlu’nun sisli sokaklarında size utangaç gülümseyebilir ve sizi gülümsetebilir. Söylemiştim size o sokaktadır, sokakları sever.
Kalbi camdan, yaraları camdan, kabuğu buzdan olan sevgilisi değil aslında itiraf edemediği kendisidir, naif bir o kadar kırılgan sesini bazen daha bir hicranlandırarak “Kalbi Camdan” adlı şarkısını söyler.
Yarasa adamları sever, yaralarını sarmayanları, acıya doğuştan aşina olanları yani geceye tutkulu olup uyumadan gece yaşayanları… Gecenin bir yarısı uyanıp sokak kapısını açıp rüzgarı içeri alıp ona sıcak bir çay yapabilir, bu kadın Umay’dır umulan umduran… Bütün kadın kahramanlarım gibi o da kendini çizer, söyler, okur, susar…