Evleniyoruz, Mutluyuz…
Esasında herşey bir cumartesi günü başladı. Çok yakında eşim olacak sevgili Talia’ma telefon açıp “Hadi İzmir’e yerleşelim de hayatımızı orada kuralım, ne dersin?” diye sordum. İkimiz evlenmeye karar vermiştik ve resmi olarak ikimizin de işi olmadığı için istediğimiz şehre yerleşebilme şansımız vardı. O İstanbul’da yaşıyordu, ben de Ankara’da ama ikimizde yeni bir şehir istiyorduk ve “hadi bakalım İzmir olsun” dedik. Bu kararı verdikten sonra ilk aşama ev bulma süreci oldu ki ben bu yazıda önce bu maceramızdan bahsetmek ve esasında “Emlakçı” adı verilen meslek koluna dair deneyimlerimi paylaşmak istiyorum.
Malumunuz bu ülkede her üç adımda bir karşılacağınız bir meslektir, emlakçılık. Mantar gibi heryerde biterler. Bu işi hakkıyla yapanları da vardır, adam kazıklamaya kalkanı da, emekli oldum boş durmayayım diyerek işe atılanı da. Ben öğrencilik yıllarımda ev ararken emlakçı tayfasıyla ilk kez tanışmış ve “bir daha mı, Allah korusun”u demiştim. Büyük konuşmuşum. Bu ülkede ev bulmak istiyorsanız, ya tabana kuvvet dayanacaksınız ki o şekilde ev bulmanızın ihtimali ile İddaa’da Galatasaray-Fener maçının sonucunu bilme ihtimali ile nerdeyse eşit veya gazetelere bakacaksınız ki oradakilerin çoğu da emlakçı oluyor veya da emlakçılara gideceksiniz ki herkesin en son seçecek olarak düşündüğüdür bu. “Her kiracının gönlünde, sahibinden ev kiralamak yatar” diye bir deyiş boşuna yok bu ülkede. Tek yaptıkları çevredeki evler hakkında bilgi toplayıp, size evi göstermek olan ve çoğunlukla da bunu yaparken size sinir krizi yaratan, sonra evi tutalım dediğiniz tek bir kirayı sizden isteyen bir meslek dalı. Hakkıyla yapanlar vardır elbet ama bunun kaçta kaçı böyle ki? (Yurtdışında emlakçılar evlerin sorunlarıyla da ilgilenirlermiş, orasını burasını yaptırırlarmış, ama bu bizim ülkemizde şehir efsanesi gibi) İzmir’de dolaşırken bir sahibinden ev bulduk tesadüfen ve sahibi apartman yöneticisine emanet etmiş evi ve aynı apartmanda yaşayan bir emlakçı komşu gözümüzün önünde kavga etti yöneticiyle, “ben götürecem” diye. Adam sadece bizimle çıkıp asansörle, şura şöyle şura böyle diyecek ve “hadi bakalım tutuyorsanız bir kira da bana” diyecekti. Sonra evi göstermesine izin verilmeyince, ev hakkında öyle attı tuttu ki…
Ev Arıyoruz, Mutluyuz…
Neyse konunun ortasından daldık, ben başlangıcına döneyim. Biz ev aramaya önce internetten başladık. Malum gecemiz gündüzümüz orada geçiyor ve tabii ki ilk oradan başladık. Bu konuda da açıkcası çok sayıda kaynak bulamadık. En güzel ve geniş site www.mynet.com üzerindeki emlak bölümüydü. Zaten diğer tüm sitelerdeki emlak ilanları da burada mevcut ve biz sonunda tuttuğumuz eve de buradan ulaştık. Yalnız bu konuda internette büyük bir eksik var, fakat yavaş yavaş da gelişiyor. Siteler mevcut ama maalesef emlakçılarımızın çoğunun internetle olan ilişkisi “bizim oğlan ilgileniyordu, aha da bilgisayar burada…”dan öteye gitmiyor. Eğer bu yazıyı okuyan emlakçı arkadaşlarımız varsa, mutlaka ama mutlaka yemesin içmesin ve interneti kullanmayı öğrensin. Kendisi site yapamasa bile Mynet Emlak’a ilan vermeyi öğrensin. Geri dönüşümünden de endişe etmesin.
Biz bu siteden ve çeşitli birkaç siteden aldığımız adreslerle emlakçıları dolaşmaya başladık. Zaten İzmir çok da zor bir şehir değil açıkcası, ikitane ana caddesi var (biz Alsancak-Göztepe civarında aradık) ve tüm yollar oraya çıkıyor. Fakat bizim ilk emlakçılarımız ara sokak emlakçısı tarif edilen cinslerdendi. Bunların çoğunun esas işi emlakçılık olmuyor ve gördüğümüz örnekler “ulan bir ev gösteriyon, tutarlarsa mis gibi para be” diyerek işin içine atılmışlardı. Gittiğimiz ilk emlakçının yan dükkanda tuhafiyesi vardı ve üst katındaki evin anahtarını bulamadı ki “Kız Zehra, nerde şu Hamit Bey’lerin evinin anahtarı” diye bağırtısından da belli oluyordu bu. Zaten kaliteli bir emlakçıyla, ara sokak emlakçısının arasındaki önemli farkların başında bu anahtar mevzuu geliyor. Bizim gezdiğimiz emlakçıların %60’ında anahtar sorunu vardı. Hatta bir tanesinde emlakçı biraz kafası dumanlı bir tipti ve bir alt kattaki yerine, bir üst kattaki dairenin kapısını zorladı. İçerden korkmuş ve asabi bir ses “Kim O?” deyince ayıldı. Teyzem allahtan polis çağırmaya kalkmadı da durduk yere şenlik çıkmadı.
Kiracıların en önemli dertlerinden birisi, bekar veya öğrenci kiracıysan karşına çıkar. Her öğrenci evde parti yapıp, ortalığı dağıtıp eve kız atan; her bekar da yine eve kız atan, parayı ödemeden kaçan vs… muamelesi gördüğü için, bu kişilere pek güvenilmez. Eh ev sahipleri de haklı bu konudaki, çok kötü kiracı örnekleri bol bol karşına çıkıyor bu ülkede. Peki her ailenin kirasını düzgün ödeyeceği, evine çiçek gibi bakacağı, çocuklarının ellerine kalemleri alıp duvarları Da Vinci edasıyla işlemeyeceğinin garantisi ne bu ülkede? Bir bekarın, öğrencinin sorun çıkarma riski ne kadar varsa, ailenin de o kadar var. (Zamanında birçok kapı suratıma kapandığı için ahım var bu konuda. Halbuki son evimde 7 senedir kalıyordum ve kiramı birgün geciktirmedim vs. vs. Ama kurunun yanında da yaş yanıyor haliyle) Neyse bu sefer bu sorunların hiçbiri olmadı, çünkü biz evlenecek bir çifttik ve ben üniversitede öğretim görevlisiydim, eşim de hemşire. (Her ev sahibinin fantezisi bir çift) Hatta bir tane ev soralım dedik, emlakçı önce telefonda genç gelen sesimi duyunca tipik emlakçı oltalarından birini attı: “o evle bir başka ilgilenen de vardı” gibi bir şey geveleyip, mesleğimi sordu; söyleyince de “tamamdır hocam, evi istediğiniz zaman gelin tutun” dedi ve direk balıklama üzerime atladı. Eh artık zaman içinde bu işlerin kurdu olmaya başlayınca, sineye çekmeyi öğreniyorsun ve gördüğün binbir yalanı da yutuyorsun. Maalesef bu işte yalanlar son derece normal. Hele ev kiralayacaksanız: “Abi bir astsubay (zaman zaman bankacı, üniversite hocası…) sorduydu o evi akşama haber bekliyoruz, ama istiyorsanız hemen tutabiliriz size”. Madem böyle bir durum var, sizin iş ahlakınız nerde ki akşama verilecek bir haber var ve siz evi hemen tutturmak istiyorsunuz? (Benimki de fantezi ha. Doğru olsa bile kaç kişi bunu yapar ki?)
Depozito Veriyoruz, Mutluyuz…
Tabii bir yandan emlakçıların ruh hallerine de değinmek var. Özellikle “beni aradan çıkartıp, ev sahibiyle anlaşmaya çalışacaklar” sendromu, emlakçıların en büyük korkusu durumundaki; bu son derece yerinde de bir korku. Kiracı için emlakçıya bir kira daha vermek tabii ekstra masraf ve ben verdiğim için biliyorum, insanın içine oturuyor. İzmir’de adam gibi ev tutmak istediğinde en ucuzu 400’den başlıyor ki, bunların çoğunda bardak içinde amip üretip yaşatmaya kalksan, amipler isyan eder. Hadi 500’e ev buldun, 500 emlakçı, e bir de bunun depozitosu var ki en düşük 500 YTL’den başlayacak ve ev sahibinin aklının sağlığına göre devam edecek. (500 YTL kirası olan bir ev sahibi, bakımsız evi için bizden 1500 dolar depozito istediğinde, amcaya “Amca Kabe’yi de görüyor mu?” diye sormak istedim.) 1.500 YTL gibi bir rakam ediyor ki bu ayak bastı parası. Bu memlekette kaç kişi rahatlıkla bu parayı çıkartıp verebiliyor ki? Ha tabii burada ben en düşük şartlarda evlerden bahsediyorum ki birçok ev 600-700, 1.000-1.500 YTL arası gidiyor. Kiralara bak beee, koçum memleket, kiralara bakan bir yabancı “ülkeye bak beee, ne kadar kazanıyordur bunlar, biz de bizim memlekette para var diyoruz” der.
Bu yazının bir kiracı gözüyle yazıldığı apaçık ve eninde sonunda yaşadığım tüm maceralar sonucu çok güzel bir ev bulabildik ve tutabildik (Bize en profesyonelce yaklaşan ve işlerini düzgün yapan emlak şirketlerinden olan TurPa Narlıdere aracılığı ile tuttuk evi). Allaha şükür de çok iyi evsahiplerimiz var, ama bulana kadar neler çektik ve ne maceralar yaşadık, uzun hikaye. Ama en sonunda evi bulduk ve kontratı imzaladık. (İlerleyen sayılarımızda kira kontratlarında nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunu dergimizden okuyabileceksiniz. Açıkcası biz böyle bir bilginin eksikliğini hissetmedik değil) Evi tuttuktan sonra maceranın ikinci kısmı geldi ki çoğumuzun böyle “anlatsam ağlarsın” tarzı bir hikayesi vardır…
Evimizi Taşıyoruz, Mutluyuz…
Sırada Ankara’daki evimin eşyalarını taşıma etkinlikleri vardı ki bu etkinlikler, eylemin anlam ve önemi çerçevesi dahilinde evin en yakınındaki nakliyecilerden fiyat isteme ve koca koca “ohaaa!!!” çekmelerle başladı. Amcamlar iki dolap, 18 kutu, 2 koltuk, 1 çamaşır makinesi ve 3 masadan oluşan kargo için 1.500 YTL talep ettiler. “Abi, ben o eşyaları satıp İzmir’den alsam daha hesaplı gelir, bu ne fiyat” deyince de “eee naparsın kardeş şartlar böyle” yanıtını aldım. Sonradan öğrendim, bu ev taşıma olayında belli sistemler varmış:
Birincisi ve en ideali, siz evinizden çıkıyorsunuz ve profesyonel ekipler geliyor, tek tek eşyalarınızı son derece düzenli, tertipli paketliyor ve bir asansör aracılığı ile indiriyor, sonra da taşınacağı yerde kendileri kuruyorlar, siz sadece eve giriyorsunuz ve gereken düzeltmeleri yapıyorsunuz. Amcamın benden istediği fiyat bu hizmet için. Eh tam bir evim olsa ve eşyalarım çok değerli olsa tamam bu fiyat, ama yani benim malları gördünüz. Ha birçok firma bu hizmeti vaad ediyor, ama sikayetvar.com’da gelen şikayet örneklerini göreceğiniz gibi bir sürü firma da sorun yaşayabiliyorsunuz. Çoğu söylediği gibi hizmet vermiyor, zararı ziyanı karşılamıyor ki benim kendi gözlerimle gördüğüm örneklerde olduğu gibi bu taşıyıcı tayfasının umrunda değil sizin gözünüz gibi baktığınız o dede yadigarı salon koltuğu. Bır bacağı oyuk gelse, “aaa nasıl olmuş vah vah” modunda bakıp, “bana ne, derdini kime anlatırsan anlat” diye devam ediyorlar. Özellikle yeni eşya alımında şehirlerarası taşımacılık şirketlerine pek güvenemiyorum bu konuda artık, kimse kusura bakmasın. İşlerini adam gibi yapan firmaları da yakında yine bu dergiden okursunuz ve gider alınlarından öperiz biz de.
İkinci tür taşımacılık ise yine kişiye özel araç kiralamak. Burada battaniye, profesyonellik hak getire, iki amele tutuyorsun ve paldır küldür yükleniyor, ama araç sizin adınıza oluyor ve sadece sizin eşyalarınızı götürüyor. (Yani doğru söylüyorlarsa)
Üçüncü tür ve maalesef benim yaptığım tarzı ise parça taşımacılık. Burada iki üç kişinin eşyası bir kamyona yükleniyor ve böylece ucuza geliyor. Ama ucuz etin suyu da kara ouyor yani.
Ben o ilk sabah sorduğum fiyatlardan sonra teyzemin önerisiyle gazete ilanlarını açtım ve firmaları arayıp teker teker fiyat sormaya başladım. En sonunda “Elit Taşımacılık” isminde bir Ankara firması “Abi Kuşadası’na eşya gidecek, sizinkileri de yükletelim. 250 YTL’ye yaparız” dedi. Biz de kabul ettik. Sonra bu fiyat 250+KDV oldu, tamam dedik. Taşıma günü geldiğinde beklemeye başladık. “Saat 11’de geliriz, abi” diyen adamları aradım, “az sonra, abi” dediler. 12 oldu “1 saat sonra, abi” dediler. Akşam 4’e kadar bu bir saatler sürdü. Ben kızınca “abi istersen bozalım anlaşmayı” dediler. Bende bu arada şafak attı. Neyse ben bir saat daha beklemeyi kabul ettim. Bu arada yedek firma aradım. Gazetede “Emir Nakliyat” isimli bir firmayla konuştum ve adam “Abi bu saate kadar gelmemişlerse boz o antlaşmayı, ben arabaı hazırladım, 250’ye yaparım” dedi. Ben de Elit’i bir daha aradım ve “şimdi çıktı araba geliyor” dedi adam. Aradan 1.5 saat geçti ve akşam 5:30 oldu, gelen giden yok. Aradım, şoförün cebini istedim “şoför cebini burada unutmuş” dedi. Zaten Kuşadası da yalan çıktı, ben de bu adamlara mı teslim edecem deyip antlaşmayı bozdum. Emir Nakliyat’ta Ali ismindeki kişiyi aradım. “Gelin hemen” dedim. “Abi tam söyle eşyaları” dedi ki aklınızda bulunsun böyle firmaları aramadan önce ne var ne yok liste yapın ve adamlara telefonda önceden söyleyin mutlaka. Ben yapmadım bakın noldu: “Abi sen bana daha önce iki masa demiştin, üç masaymış, eksik demişsin, bir de bu eşya çok 450’den aşağı götürmem”. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü senin Cumartesi o saatten sonra da araba bulamayacağını biliyor adam ve ne geçirirsem kar modunda, bir anda tufaya geldim anlayacağınız. Bir yandan da o gece taşınmamız lazım, napacaksın? Zar zor 400’e antlaştık ve geldiler eve. Tabii gelince de abi şu fazla, bu fazla diye her şey için ekstra para istediler ama vermedim. Dediler ki 400’e İzmir’de eve getirme de bize ait. Ama açıkcası adamlardaki tipi de görünce, ben eşyaların kaderi konusunda Allah’a emanet moduna girdim.
Ertesi gün sabah bir telefon geldi. Bunlar benim eşyaları bir kamyona yüklemişler ki adam şirket kamyonu falan hak getire, halden mal yükleyen tarzdan bir kamyon. Şoförü de “Abi hamallara ekstra 100 YTL daha vermezsen gelmiyorlar”, ben de iyice sinirler tepeye vurdu. Şirketi aradım, Ali kardeşimiz “75 daha ver ve bu iş kapansın” yanıtını verdi. Ben artık eşyalardan ümidi kestiğim için yeter moduna girdim ve “tamam yeter ki gelsinler eksiksiz” diyerek kabul etmek durumunda kaldım. Ama sakın burada hak hukuk diye düşünmeyin, işin tam çakallarının eline düştüm, yani artık eşyaları kurtaralım da kar durumundaydık. En sonunda eşyalar geldi ve kavga dövüş indirmeye başladık. Ben Türk beyaz eşya sanayini büyük takdir ettim. Güzelim vatanımda dört kez takla atıp da halen çalışabilen TV’ler, mikrodalga fırınlar üretiliyormuş da haberimiz yokmuş. Ama mobilya sanayimiz o kadar da iyi değilmiş ki dolaplarımdan biri darmadağın oldu ve evde Türk top mermisi yemiş de Çanakkale Boğazı sularında yatan İngiliz zırhlısı gibi yatıyor. Bir de üstüne bu dünya güzeli taşıyıcılarımız “Abi 25 kayma daha” deyince artık patladım. Kopardıkları 1 milyon çay parası ile sevine sevine gittiler, malum kazdan koparılmış bir tüy, bir tüydür.
Şimdi diyeceksiniz ki dolap için hakkını arayacak mısın? Açıkcası çok da önemsemediğim bir dolaptı ve bir yandan da en azından eşyalarım eksiksiz geldi diye sevindim. Bir de onca sıkıntı ve stresin üstüne bir daha o adamlarla muhatap olmak istemedim. Tabii doğru bir tavır değil, ama 130 milyonluk bir dolap için de midemdeki reflüyü azdırmak istemedim. Ama sağlam bir ders oldu.
Umarım sizin ev bulma ve ev taşıma hikayeleriniz benimkilere benzemez. Eminim bu hikayeden daha fecilerini yaşamış olanlarınız vardır, ama en azından bu hikayeden aklınızda kalabilecek birkaç nokta, belki size yardımcı olabilir diye düşünüyorum.