Hava, Su, Toprak, Ateş. Bu 4 element; aynı zamanda kutsal elementlerimiz ve hayat yolculuğumuzdaki sihirli oyuncaklarımız. Dünyamızın ve bizim yaşamasal faaliyetlerimizi sürdürebilmemiz için bu, 4 elementin bir araya gelmesi zorunludur.

Bu 4 sihirli formülü, 5 yapmak, kendi ruhumu-üzümün şarhoşluğunda bulmak ve birleştirmek istedim. Yolculuğumun esas amacı: kendi kutsal kadehimden bana ait olan kutsal şarabımı içmek olunca, bu  tutku, yolumu 4 elementle birleştirdi. Diğer bir deyişle ruhumun sarhoş edici tarafını keşfetmek ve aynı zamanda, ayılınca ne olduğunu anlamak istedim.

Nedir bu sarhoşluk? Nedir ruhumu böylesine tutkuyla yakalayan ve derin yerlere daldıran?  Bu maceraya çıkmaya hazırsanız sizi ruhun hasat zamanına götüreceğim ama önce 5 elementin tanımlamasını yapmak istiyorum.

Şimdi; toprağı (yazıya döküyoruz) ekiyoruz,  hava da (fikirler) uçuşacak, su (akışda gerçek bilgiyi hissdeceğiz) ve ateş (ruhun sarhoşluğuna ulaşacağız)

HAVA ( ASMA YAPRAĞI-HAVVA): 4 elementten en sarhoş erkek- yönetici

SU (KUTSAL KADEH ):4 elementten en sarhoş erkek- dönüştürücü

TOPRAK (BAĞCI-ŞİT) :4 elementten  en sarhoş dişi- yaratıcı

ATEŞ (BAĞBOZUMU): 4 elementten en sarhoş eden erkek- aşk’ı bulan

RUH-ÜZÜM ( DİONYSOS): 5. Element olarak en sarhoş Tanrısı

Bilindiği üzere üzüm, asma yaprağında yetişir ve toplama zamanı tam bir bayram havasında geçer. Çocuklar bu zamanda, üzüm teknelerinde neşe içinde yüzerler. Daha sonrasında da ya yenecek hale getirilirler, ya da başta şarap olmak üzere bir çok içeceğe dönüştürülürler. İşte bu dönüştürme benim en büyük tutkum. Bu sizin de ruhunuza tanıdık geldi mi?

Biz de tıpkı üzüm gibi, ve aynı ağaçta, salkım salkım bir arada yetişiyoruz. Hasat zamanı bittiği zaman, kimimiz şaraplık-tanrı-tanrıça tarafımızı keşfeden, kimimiz sofralık (illüzyon içinde gerçeği arayarak, bir türlü tatmin olmayan) yaşayan, kimimiz de kurutmalık (rutin içinde,kalıplarla yaşayan)    olarak asma yaprağı misaliyiz.

Kutsal Olan Üzüm Ve Yasaklı Şarap

Şarap dinimizce yasaklanmış yasaklanmasına ama üzümden olma şarap tüm kutsal kitapların ‘en kutsalı’ kabul ediliyor. Üzüm kendi halinde sessizce üzümlüğünü yaparken, sesi çıkmayan toplumsal kurallar sıra, onu şaraba dönüştürmeye gelince, çok sesli bir şekilde yasaklanıyor ve yargılanıyor. Ölünce ancak cennette vaad edilen şarap, yaşarken cehennem ateşiyle tehdit ediyor. Kim en fazla ceza alacak bu işten? Ağacı tohumlayan mı, yoksa onun nimetlerinden faydalananlar  mı?

Kutsal olan üzüm ve yasaklı şarap. İnsan ve yaratımlarına ne kadar da benziyor değil mi?

Müslüman dini de, üzüm ‘mucizesini’ binlerce yıl önce Kur’an-ı Kerim’in Nahl suresinin 67’inci ayeti ile şöyle açıklar : Hurmalıkların meyvelerinden, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.

Şarabı içen müslümanların önce eğlendiğini gören Hz. Muhammed, önce buna müsade ediyor ama şarabın, sarhoş eden yıkıcı ( şarhoş halde okunan duanın yanlış okunması, kim daha asil ya da değil, tartışmalarında insanların birbirlerini yaralamaları vs.) etkisini görmesiyle vazgeçip şarabı yasaklıyor.

Burada, insanların kafasında çelişki içeren bir unsurun altını çizmek ve irdelemek isterim. Kur-an şaraba özendirirken neden vahilere aracılık-kanallık etmiş bir peygamber olan Hz. Muhammed, beşer hayatının içinde bu ayete rağmen halka şarabı yasaklıyor? Eğer yanlış bir şey olduğunu düşünüyorsa neden ayetler değişmemiştir?

Hatta, kendi ismiyle anıldığı sure olan Muhammed Suresi 47-15 ayetlerde de, içenlere zevk veren şarap ırmakları– şarap hakkında yasaklayacı değil, özendirici bir anlamı olduğu ortaya çıkmıyor mu? Kevser şarabının kutsallığından, kast edilen, ölümün özendirilmesi anlaşılmıyor mu?

Cenntte  Kutsal Olan Şarap, Dünya’da Hz.Muhammed Tarafından Yasaklıdır!

Bu anlayışın adı ilk bakışta çelişkili gibi duruyorsa da, bana göre bu; müslüman dininin dünyada kalabilmeyi ibadetler aracılığıyla sağlamaya çalışmasının yöntemidir.

İnanışa göre öbür dünyaya duyulan özlemin burayla kıyaslandığında çok acı vermesi, gitmeyi hızlandırıp deneyimleri de  kısaltıyor. Oysa amaçlan bu değil, dünyada kalma süresinin uzayabildiği kadar uzamasıdır. Hal böyle olunca şarabın bulutlara tırmandırıcı etkisi aslında içen kişinin kendi Tanrısallığına dokunmasıdır. Kısa süreliğine de olsa her şarhoş buraya dokunur. ( bağımlılıkların altında yatan yine kendi gücümüzü görmemizdir!)

Bu durumda bunu yaşayan bir kimse elbetteki normal yaşantısına dönemez, hırçınlaşır, kabalaşır ve sızar. Bilinç tamamen kaybolur. Yükseliş merdivenine tırmanmak içki aracılığıyla olursa sonuçları da bir o kadar kısa süreli ve yıkıcı olur.( ya da diğer uyuşturucular) Ruh yükselme deneyimini dünyada kalma zamanına göre cesaretle ve sabırla yaşamak istediğini düşünecek olursak bu hiç de tatmin edici bir deneyim olmaz.

Dünyada olmayı seçmek, yaşamı da seçmek demektir. Yaşam, her gün bedenimizin, zihnimizin ve ruhumuzun, burada olmayı seçtiği gerçeğini hatırlatmak gayesiyle önümüze tüm gerçekliğiyle dikiliyor. Daha farklı bir bakış açısıyla; yaşamı seçtiğimizde, kendimize yaşamı armağan etmiş oluruz. Yani ruh üzüme ihtiyaç duyuyorsa biz ona elma veremeyiz. Çünkü dönüşüm için mutlaka özümüzün ihtiyaçlarına kulak vermek zorundayız. İşte burada elementeri ne kadar iyi kullandığımız çok önemli hale geliyor.

Müslümanlık, bana göre: fiziksel bedende olduğumuzun tam olarak farkına varabilmemiz için, enerjimizi ibadetler aracılığıyla dönüştürmeye yöneliktir. Dolayısıyla enerjimiz  dönüştüğü zaman tümüyle farklı enerjileri deneyimleme fırsatını da kendimize vermiş oluruz. Bu aşamaya gelmek, elementlerin fiziksel bedende ki var oluşlarının, insanı meydana getirdiği gerçeğini de duygusal beden de fark etmek demektir. Elementlerin bu var oluşu, uyanış sürecimizi meydana getiriyor.

Diğer bir yandan, yasaklı şarap, mecazi anlamda uyanışı simgeliyor ki o zaman enerjileri deneyimlediğimizde, çoklu sisteminin, tekli işleyen gizemli dünyasının kapısını da aralamış oluruz. Burası mucizelerin gerçekleştiği ‘sahiplenilmeyen enerjilerin sihirli dünyasıdır’. Deneyim kendini enerjiler (elementler) aracılığıyla kısıtlamadan tüm var olanı, oluşlarıyla kucaklayacaktır. Bunun adı  genişlemek (tekamül) dür.

Ancak ortada çok ciddiye alınması gereken bir durum vardır. Fiziksel bedende uyanan yaşamsal enerjimiz (kundalini) dengesiz olduğunda yasaklı şarap gibidir. Çünkü o da, etrafa ciddi yıkıcı zararlar verir.

Kafkas dilinde şarap sözcüğünün anlamı ‘karanlık suların kraliçesidir’ ve bu bağlamda anlayış geliştirmek, kundalini açısından çok daha anlam taşır. Ya karanlık suyun kraliçesinin çeşmesini doğru bir şekilde açacağız ya da onu karanılkta bırakarak, bu dünya deneyiminden mahsur bırakacağız.

Sonuç olarak, dengeli bir uyanış olursa cennet dediğimiz kaynakla buradayken, irtibata geçeriz, diğer bir deyişle cenneti burada yaratırız ve kevser şarabının (kundalini) tadına varırız. Kur-an’ın (insanın) ayetlerinde adları çok geçen, huriler (dişi enerji) ve gılmanlar (erkek enerji) da ona hizmet eder ve tabii melekler (elementler)de iş birliği içerisinde olur.

Tasavvuf ve 4 Element

Tasavvuf anlayışında insanın ve evrenin, 4 ana-sır erbaa yani 4 kozmik element tanımıyla var olduğunu görürüz. Ayrıca,  hava, su , toprak ateş elementleri , 4 büyük melek, 4 büyük kitap, 4 büyük peygamber ile de tanımlanmıştır.

Bu tanımlanmalardan şimdilik 4 büyük melek örneğine bakacak olursak: melek kelimesinin arapça anlamına baktığımızda; melk kökünün, kuvvet olduğunu görürüz ve bu kuvvet bizim yaşamamız için yaratılan bir enerjidir. 4 ana-sır ve 4 büyük melek kuvvetler birleşimidir ve içimizdeki büyük meleklerin, uyanış yaşamımızda bize hizmet etmesine sebeb olur.

O halde tasavvuf, elementlerle melekler arasında ne şekilde iş bölümünü uygun görmüştür ve sebebi nedir?

Hava -İSRAFİL -SURU ÜFLEYECEĞİ İÇİN

SU – CEBRAİL- İLİM VERECEĞİ İÇİN

TOPRAK – MİKAİL-  TAZE RIZIKLAR VERECEĞİ İÇİN

ATEŞ – AZRAİL- AŞK OLDUĞU İÇİN

İçimizdeki gücü uyandırmanın en güzel tarafı; meleksi varlıklar olduğumuzu da hatırlamamazdır. Elementler ve melekler insana hizmet için verilmiş en büyük sihirli güçlerdir. İsrafilin suru üflemesi ne kadar önemliyse, hava elementi olmazsa yaşamayacak olmamız da o kadar önemlidir. Sur; kıyametin geldiğini uyuyan kapalı bilincimiz için üflenecekse, hava elementi de farkındalığa ulaşmamız için kullanmayı öğreneceğimiz çok önemli bir elementtir. O halde, melekler ve elementler arasında korelasyon sağlam ise, üzüm ve elemetler arasında, bu nasıl sağlanmalıdır?

Üzüm asması eski bir hıristiyan simgesi idi. Ama  aynı zamanda Tanrı’ya bağlanmış inancın da önemli bir simgesiydi. İsa peygamberi de hava elementiyle özdeşleştirirsek: o halkı için acılar içinde çarmıha gerilerek göğe yükselmeye razı gelmişti. Bunun en derinlerde ki anlamı göğe yükselmek Hz.İsa’nın(insanın), toplu bilinç inancından çıkarak, Tanrısal tarafına yükselmesidir. Yani İsa’nın miracı da çarmıha gerilmesidir.

Hava ya da gök aynı anlamdaysa eğer, kişi kendi çarmıhında, sağa, sola, yukarı ve aşağıya doğru gerildiğinde hava elementinin gücünün, sadece onu dünyada tutan güç olmaktan da öte olduğunun, gerçek sırrını anlamaya başlarız. Diğer bir bakış açısıyla, 4 yönüyle haç sembolünü,  kutsal elementlerin birleşiminde, en yüce varlık olan insan ile kutsamış oluruz.

Toplumsal bilinç acı çekiyorsa, aynı acı size de arada bir de hava aracılığıyla sizi sarmalıyorsa, yapılacak en iyi şey göğe bakıp ‘’ hakikatten de bir çatlak yok’’ demeyi öğrenmektir. Ya da bazen ben, kendi kendime derim ki; acaba havayla iş birliğine girsem, yağmuru daha fazla- daha az yağabilir ya da rüzgarın esmesiyle saçlarım uçuşabilir mi? Ancak bu iş birliğimde ki amacım, doğanın işine karışmak değil, doğanın benim aracılığımla ne kadar iş gördüğünü anlamaktır.

Çarmıha toplumsal bilinç elbisesi dersek, asma için de, buradan sebeble; Tanrısal merkezimize yükselmemizi sağlayan, ben’im enerjisinin elbisesidir diyebilir miyiz? Ve İsrafil sura üflediğinde (kendi farkındalığıma uyandığımda) uyanıp, İsa gibi havaya( göğe-kaynağa) yükseldiğimizde, sihirli gücümüzü( üzümü-şaraba dönüştürerek) kullanmış olmaz mıyız?

Üzüm Şaraba Dönüşmeye Başladığında Ne Olur?

Deneyim ne zaman zevkli hale gelmeye başlar ve kutsal aşkımız olan ruhumuzla birleşmek için 4 elementin sihir gücünü nasıl hayatımızda kullanmaya başlayabiliriz? Kabalaya göre biz; çeşitli elemanlar sayesinde yüce bir varlıktan tezahür ettik ve bunlar 4 element,  altı yan güç, 4 yön ve 2 kutup.  Bana göre de yüce varlığı bu elemanlardan tezahür ettiren bizleriz.

Üzüm sadece üzümken de çok lezzetlidir ve sağlıklıdır. Ama şaraba dönüştüğü zaman, havada hissettiğmiz tüm güçlerin farkına varabilme, su gibi akışkan bir bedene sahip olabilme, özüne yakın olup topraklanabilme ve insanın kanını kaynatıp, ateşlendiren bir bilince sahip oluruz.

Şarap, üzümden dönüşüşüme uğradığını unuttuğu zaman, tüm bu güçler ne yazık ki sınırlı zihnimizde yerin dibini boyluyor. Hele de fazla kaçtıysa, bedenimizde çok büyük hasarlar meydana getirebiliyor. Elbette tüm içkiler, bu etkiyi yaratıyorlar ama ben  kutsal kitaplarda şarap bahsi çokça geçtiği için üzüm aracılığıyla, dönüşümün anlamını irdelemeye çalışıyorum.

Yaratan tarafımız hava, su, toprak, ateş hiyearşisinde hiç birinin önceliği bir diğerinden daha az ya da daha önemsiz olmadığı gerçeği ile çalışır. Yaratımın baş rollerinde olan veçhelerimiz de yine aynı şekilde 4 element farkındalığında birleştiğinde; bu artık ruhun hizmetine sunulmuş sihir gücüdür ki kimileri buna ‘aydınlanma’ diyor.

Havada uçmak (bir kuş rahatlıkla bunu yapıyor), suda yüzmek (bir balığın en iyi bildiği bir şey), toprakta yetişmek( tohum ağaca dönüşüyor) ve ateşte erimek (demir her şekilde ateşin hizmetkarıdır) bu elementlere hükmetmenin ta kendisidir. Elbette daha derin anlamlar çıkarıp, olayı daha da mistisizme sokabiliriz ama öncelikli hedefimiz temeli anlamak olmalıdır. Zira asırlardan beri büyük öğretilerde hep gücün layık olmayanaların eline geçmemesine uğraşılır ama nedense bu hiç önlenememiştir. Layık olamadıkları için mi bu kadar başarılı oldular? Havaya, toprağa, suya ve ateşe hükmettiler? Yoksa gerçek layık olanlar içindeki kötülüğe rağmen, yükseliş umudunu kaybetmeyen cesurlar mı? Ya da deneyimlerine iyilik ve kötülük isimlerini takmayan Bektaşiler mi?

İç içe geçmiş halkalar misali keşif yolculuğumuz sonsuz boyutlara genişlemek için, hava, havaya, su, suya, toprak, toprağa, ateş ateşe karışıp yaratılışın ruh’unu tezahür ettiriyoruz. Bu yüzden önce bunun farkına varmak çok önemli. Bedensel ölümlerimiz gerçekleştiğinde geldiği yere geri döndüğümüzü çok fazla dinledik. Havaya, suya, toprağa, ateşe tekrar karıştığımız söylendi. Bizler,  bunu ölmeden önce yapsak daha doğru olmaz mı?

Ölmeden Önce Ölmek İçin, Biraz Şarap Alır mıydınız? O Zaman Önce Asma Yaprağı Olalım?

HAVA (ASMA YAPRAĞI): 4 elementten en sarhoş erkek- yönetici 

MELEK LİDERİ : İSRAFİL

GEZEGENİ: JÜPİTER

YÖNÜ : DOĞU

RENK: SARI

CİNSİYETİ: ERKEK

MEVSİMİ: İLKBAHAR

Elementler her 2 kutuba uyumludur. Aşağı ve yukarı ya da  negatif ve pozitif kutup. Ve aynı zamanda da herşeye karşılık bulan bir element de var. Yönlere, meleklere, mevsimlere, peygamberlere, dini kitaplara, ülkelere, eşyalara, burçlara, kozmetik sektörüne, modaya, enerjiye ve tabii ki insana-ruha. Buradan hareketle sembolik olarak hepsine 4 elementin ışığı altında yakından bakmaya çalışacağım.

Hava elementinin lideri Başmelek İsrafil’dir. Bu bilgiyle karşımıza hemen uyanış ve diriliş kavramı çıkar. İsrafil, kıyamet günü gelecek sur’u üfleyecek ve tüm insanlık uyanışa geçecek. Asma yaprağı ile sembolize ettiğim hava elementi gibi tüm insanlığın sur’ a üflendiği zaman artık toplanma zamanı gelmiştir. Hasad başlamıştır. Mavi suyla sulanan toprak, kırmızı ateş’le birleşerek,üzüme en mor rengini vermekten çekinmeyecektir. Ya da sadece kendi varoluşunda, en saf halinde, sarının rengini tercih edecektir.

Bireysel uyanışa geçen asma yaprağındaki tek bir üzüm tanesi, doğu yönünden yani ‘doğan’ yeni bilinciyle, aydınlanma üçgeninin, 1.Ayağını oluşturmaya başlamıştır. (elementlerin sembollerini iç içe ters geçmiş üçgenler olarak düşünebilirsiniz) Diğer bir deyişle tekliğini-erkek halini deneyimlemeye başlamıştır.

Üzüm artık farkındalığını diğer üzümlere verebilir. Tüm sıcaklık (ateş) ve nem (su) özelliklerini ve renklerini birleştirebilir. 4 ana rengin ilk sıralaması olan Sarı ile bütünleşir.  Bu rengin en büyük özelliği, solar-plexus’usu (karın çakrası)  yani güneş sinir-ağını temsil etmesidir. Bu aynı zamanda havanın güç merkezidir. Güneş, hava elementi aracılığıyla tüm gücünü üzüme yansıtarak, ona üzüm olma şansını tanır. Tıpkı kendimize, hava aracılığıyla yaşam hakkı şansı tanıdığımız gibi…

Hava gücünü geceden ve gündüzden özgürleştirmiştir. Artık tüm olan-yaratıma, an’a odaklanmıştır. Gece ve gündüz, geçmiş ve geleceğin kısa özetidir. Ama akşam üstü saatleri  hem gündüz hem gece aynı anda var olur. Güneş her iki zaman dilimini de kapsar.

Hava tüm atmosferi lineer zaman diliminden, sonsuz zaman dilimine kadar kapsar. Bunun farkındalığında olan bir ruh çember halinde akan zamansız zamanda, hava elementini (ılık esinti) ’an’( havanın sabit varlığı-oksijen-nefes) farkındalığında kullanır.

Üzüm toplu bilinçden (asma yaprağı) özgürleşerek kendi gücünün farkındalığında büyük bir dönüşüme girmiştir. Üzümlüğünden şaraba geçiş yapmıştır.

Elementlerin Kullanma Klavuzları Var Mı?

Hava elementini daha doğrusu diğer elementleri nasıl kullanacağız? Bu elementlerin bir kullanma kılavuzları var mıdır? Hz. Muhammed’e Tanrı tarifi sorulduğunda ‘altı havasız, üstü havasız ama( kör) bir yerdeydi’ diye cevaplar. Yanında bulunan Hz.Ali’de devamını getirir ‘hala öyle hala’ öyle der. Burayı anlamak için üzümlükten hemen şaraba terfi etmemiz lazım.

Sarhoşluk neden bu kadar önemli? Bana göre ruhun özü gerçekten sarhoştur. Yani kendilik kavramından uzaktır. Birlik; bektaşilerin sürekli olarak atıfta bulunduğu ser-hoşluğun (başın sarhoşluğu-idrak sarhoşluğu) anlaşılmasıyla mı fark ediliyor?

Altı havasız, üstü havasız kör noktamızı fark etmek, bizi kuşkusuz aydınlanmaya götürür ama öncesinde havanın ne demek olduğunu anlamak zorundayız.

Havanın sıfır derecede sabitlendiğini farz edelim. Yani kendimizin en havasız noktamızı fark etmeye hazırlandığımızı hayal edelim. Ne eksi ne de artı sıcaklıkdayız. Yani her hangi hükümsel bir olayda değiliz. Yaratım artı ve eksi kutupluluk arasında bir yerlerde. İşte son derece basit bir şekilde , gerçekten son derece basit bir şekilde anlayacağımız, kör nokta ‘nefesimizdir’. Sıfırdan  aşağıya (eksiye) yukarıya (artıya) doğru nefesin hava yani elementinin kullanılmasıyla gerçek yöneticiliğimi kullanmış olurumBenim için artık Tanrı, altı havasız üstü havasız kör bir noktadan, kutsal nefesimin huzurunda dönüşüm geçirerek görünür hale gelir. Nefes almak hava elementinin gücünü aktive etmemiz demektir. Havanın eksi ve artısı yaratım açısından birbirinden daha iyidir ya da kötüdür demek değildir. Sonuçta ortaya çıkan ve görünüşü olan ve deneyimlenen bir varlık vardır. Bize verilmiş en kutsal armağan ‘nefestir’ ve bu da hava elementi olmadan gerçekleştireceğimiz bir nitelik değildir. . Bu anlamıyla hava elementini kullanma klavuzu ‘nefestir’.

Günde sadece bilinçli bir şekilde 20 dakika nefes alıp vermek, enerji transferi demektir. Hava’ya kendi enerjinizi vermek, havadan da yaşamsal gücü almaktır. İçerideki kör karanlığın uyanışa geçmesi, yani uyuyan yılanın uyanması için tetiklenmesine zemin hazırlar.

Nefesi ve kundaliniyi beraber düşününce insanın gerçekten de sarhoş olası geliyor di mi?

Diğer elementlerin açıklamasına geçmeden önce şunu anlamak lazım ki; tüm elementler birbirine dönüşerek niteliklerini ortaya koyar. Hiyerarşik sıralama vardır ama toplamı 4 de olsalar, sonuçta tek bir şeyi var ederler. O da ruh’dur-üzümdür.

Buradan haraketle elementleri okumalıyız. Havanın suya, suyun toprağa, toprağın ateşe dönüştüğünü ve sonra tekrar tekrar bunu yaptığını çok iyi bilmeliyiz. Meydan okumalıyız hatta. Hep aynı hiyerarşiden sıkılmadık mı?

Nefes almayı öğrenemek için ille de kurslarına gitmemiz gerekmiyor. Buna ihtiyacınız varsa gidilmesi zorunluysa tamam, ben sakın gitmeyin diye söylemiyorum bunu. Allahın bedava nefesini  almayı kendimiz unuttuysak, yine kendimiz almayı hatırlayamıyor muyuz gerçekten?

Şimdi somut olarak hava elementine bilinç yüklü bir çember diyelim. Buradan yola çıkarak diyorum ki; bilincimizin nefesin gücüyle açamaz mıyız? Yoksa havadan nem kaparak, ateşten gömleği giymeye hiç bir zaman cesaret edemez miyiz? Meryem gibi İsa’yı doğurmaya gönüllü olmak için, asma yaprağının sesini, kulağımızdan içeriye alarak üzümü doğurabilir miyiz?

İnaçlar ve Toplu Bilinç

Ermeni Kilisesi’nin geleneklerine göre, Surp Asdvadzadzin (Kutsal Bakire Hz. Meryem Ana) yortusunda Surp Badarak’tan hemen sonra üzümler kutsanır.

Üzümlerin (hasadın ilk meyvelerinin) kutsanmasının dini bir gelenek haline dönüşmesinin tarihçesi Eski Ahit zamanına kadar uzanır.

İsa döneminde, zengin ürün çeşitlerinin arasında üzümün çok özel bir yeri vardı ve ‘ilk meyve’ olarak değerlendirilir, hasadın ilk ürünü sayılırdı. Tüm hasadı bereketleyen Tanrı’ya ilk ‘meyvelerin’ sunulması, O’na olan sonsuz inancın ifadesiydi.  

İsa, Kutsal Bakire Meryem Ana’nın ilk doğanı, diğer bir deyişle ilk meyvesi idi, ve bu nedenle, tapınakta Tanrı’ya sunulmuştu. Meryem Ana aynı zamanda Hayat Ağacı’dır.

Galile’deki görevi sırasında İsa (insan) kendisini asma, havarilerini (kendini idrak)  ise dallar olarak nitelendirdi. Havariler, bunun aralarındaki sıkı bağın göstergesi olduğunu ve kendi görevlerinin ise meyve vermek olduğunu hemen anladılar.  Meyve vermek ( kendini idrak) asmaya( isa-insan) bağlı ise toprağı kime ait? (Buna toprak bahsinde daha yakından bakacağız.)

Bir fikir düşünelim. Havada ( asma yaprağı) dolaşıyor ve öyle güçlü bir hale geliyor ki üzüm olarak (ruh) yaratıma geçiyor. Kimler aracılığıyla oluyor bu? Bizler aracaılığıyla tabii. Daha somut örnekleme yaparsak, mesela hurafeler örneği herhalde çok uygun olur. ‘Çok gülersek sonra çok ağlarız’. Şimdi bu, hurafelere verilecek en müthiş örneklemelerden biridir. Havada dolaşıyor, dolaşıyor, dolaşıyor ve size kadar geliyor. Çünkü teneffüs ettiğimiz hava aracılığıyla dolaşan ’çok gülme ağlarsın’ enerjisi bu sayede yaratılmış oluyor. Oysa bu olgu, bize kadar gelme becerisine yine bizlerin yardımıyla geldi ve bunun altında ezildik. Gülmeyen toplum haline gelmiş olduk böylelikle.

Toplu bilincin içinde varlığımızı yok edemeyiz ama bunun toplu bilinçden gelme bir olgu olduğunu fark ederk hava elementinin gücünün ortaya çıkmasını sağlamış oluruz. Bu yazı bile okunanlar tarafından toplu bilinç aşamasından şu anda çıkarılıyorsa, hava elementinin ılık esintisiyle dolaşmaya başlamasıyla hurafe dönüşümü başlamış olacaktır.

Çok gülelim ama o kadar çok gülelim ki, neşe enerjisi 4 elementin içine işlesin ve gezgensel bereketi gerçekten sağlamış olalım. Hava elementinin gezegeni olan Jüpiterin ana ilkesi; bilincin tekamülüdür. Yunan mitolojisinde Jüpiter gökyüzü Tanrısıdır. Gökyüzündeki hiç bir yıldız onun kadar parlak değildir. Aynı zamanda özgürlüğü  ve adalet dağıtmayı sever. Dolayısıyla temsil edilen tüm nitelikler, hava elementini ‘nefes’ yaratımına sokmazsak, enerjisel olarak son derece dengesiz, kapana kısılmış, tekamülden uzak, dolayısıyla dönüşemeyen solgun varlıklar haline geliriz.

Hava, tüm gezegene yaptığı bu misafirperverliği ile, tıpkı insana bir şeyleri hatırlatmak ister gibidir. Bir zamanların yıldızları olan bizler, şimdinin evinin yolunu unutmuş oyun kurucu olan bizlere mi dönüştük?

Olur da ölüm benim canımı almak istediğinde

Bir istediğim olsun hiç olmazsa

Dönüştürsün Tanrılar beni

Güzel bir asma dalına (Ronsard)

SU (KUTSAL KADEH ): 4 elementten en sarhoş erkek- dönüştürücü

MELEK LİDERİ : CEBRAİL

GEZEGENİ: AY(Neptün)

YÖNÜ : BATI

RENK: MAVİ

CİNSİYETİ: DİŞİ

MEVSİMİ: SONBAHAR

Hayat suyla başlar. Makrocosmos’da, yağmur, nehir, okyanuslar, göller tüm evreni kaplamıştır ve tabii insan vücudunun %70’i de sudan oluşmuştur. Hal böyle olunca duygusal durumumuz oldukça hassas bir haldedir.  Buna biraz daha yakından bakalım.

Suyun büyüleyici etkisini anlatmadan önce, hepimizin bildiği, Japon bilim adamı Masaru Emoto’nun çalışmasına değinmeden edemeyeceğim.

Emoto, somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir.

Suyun fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler, suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.

Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklarını da keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rastgele oluşmuş kristal şekiller oluşturduğunu açıklıyor.

Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Yaşamımızın kalitesi kendi sıvımızın kalitesi ile direkt bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Su girdiği kabın rengiyle aynı olur. Çok itaakardır. İnatçı değildir.  ‘Suyun rengi kabın rengi gibidir’ demiş bilenler. Akmayı bilenler için su, (bedenin taşıdığı büyük sır) kapla( beden) aynı olduğunu fark eder.

Hz. Muhammed’in, bilinç dönüşümünde (Miraç’da) Cebrail’e ihtiyacı vardı. Ama kendi kendini idrak etme noktasında, Cebrai’in (aklın bilgisi) habercilik görevi de biter. (ateş konusunda tekrar buraya döneceğim)

Suyla Özgürleşmek Ve Zem-Zem

Suyun rengi mavidir çünkü mavi aynı zamanda özgürleşmenin de rengidir. Suyla nasıl özgürleşiriz? Akıl bize kendimizi fark etme yolculuğunda aracılık eder ama ondan sonra (akıl; dualite dediğimiz yere kadar, bize bilenler, kitaplar, filmler yoluyla arkadaşlık eder.) suyun akışkanlığı lazımdır. Ama bundan sonra akıllla bir yere gidemeyiz. Suyun akışkanlığını anlamak için zemzem suyumuzun açılması gereklidir. Zem arapçada ‘dur’ demektir. ‘Dur, dur suyu’! ( Zemzem hikayesini kısaca hatırlayalım)

Hz. Hacer  ve İsmail çok  susamıştır. Hacer, İsmail’i olduğu yere bırakır ve su aramaya gider. Safa ile Merve tepeleri arasında gidip gelirken gözden kaybolan çocuğu için endişelenir ve koşarak ona bakmaya gelir. İsmail, bu günkü zemzem kuyusunun olduğu yerde yatmış topuğuyla yere vurmaktadır. Bu arada annesi gelir ve çocuğun topuğunu vurduğu yerden su çıktığını görür. Kabararak yukarıya doğru, kaynayarak yükselen suyun kenarını çevirir ve ‘zem, zem’ yani ‘dur, dur’ der. Su hafifler ve kısmen durur.

İddiaya göre, Hz. Hacer ‘zem, zem’ demeseydi, bu suyu tutmak mümkün olmayacak, oradan fışkırıp dünyayı sulayacak kadar çok ve bol olacaktı. Yine rivayete göre zemzem suyunun cennetten geldiği söylenir. Günümüzde ise, bilim adamlarının faydalarını hala anlamakta zorluk çektiği şifalı bir sudur.

Bilgi, suyun ilmini taşıyan yegane araçtır. Kendi bilgi kaynağımızı açtığımız zaman, İsmaillliğimizi ortaya çıkarırız. Ama erkek (safa) enerjinizi ve merve (dişi) enerjimizi nasıl kullanacağımızı bilmek için önce çok susamamız gereklidir. Susamak; hem mecazi anlamda hem de gerçek anlamda çok fazla dayanacağınız bir şey değildir. Ama denge çok önemli. Çok fazla kabaran enerjimizi (çok fazla dişi enerjide ya da erkek enerjde kalmak, enerji dengesizliğine yol açar) durdurmak için bu konuda suyumuzu iyi kullanmanız gereklidir. Şifalanmak ve diğerlerini şifalamak için suyun cennet tarafını yani özgürleştirici tarafını çok iyi anlamamız gereklidir. Kendi içinde değişimi yaşayan çok özel bir element olan suyun, sıvı halden, buza ve aynı zamanda buhara dönüşmesini de göz etmeden ama tüm yaratılışın bir zamanlar sıvı halde olduğunu tekrar hatırlaması çok önemlidir. (Burada Lemuryan yaşantımızı kast ediyorum. Bizler o dönemde henüz sıvı  haldeydik)

Eğer bizler, katı hale özgür irademizle gelmeyi seçtiysek, o zaman, Tanrısal enerjimizle tekrar sıvı hale gelmenin hafıza kayıtlarına ulaşabiliriz demektir.

Cebrail zemzem suyumuzun açılmasına bu anlamda çok yardımcıdır. Yani aklımızla tüm bilgileri anlayabiliriz ama bunu deneyime dökmek için aklın yerini kalp-bilişinin alması gerekir. Dönüşüm için tekrar etmek gerekirse önce çok susamak gereklidir. Bu şarapın zemzem suyu tarifidir.

Cebrail’in Önemi

Cebrail, aynı zamanda ruh-ul emin olarak da adlandırılan başmelektir. O mesajı kulaktan bize indirirken, şüphe duymadan, bizim de kalbe indirmemiz  çok önemlidir. Zekeriya peygamberi ziyaret gittiğinde Azize Meryem’in (kutsal-su) İsa’ya (insan) hamile kalacağını müjdelemişti.    (Meryem’e İsa’ya hamile kalınacağı söylendiği zaman denir ki; eğer Azize Meryem(kutsal-su-bakire) hamile kalacağından korksaydı, emin olamadan, şüphe duyup, mesajı kalbe indirmeseydi, İsa eciş-bücüş doğacaktı ama Meryem( Tanrı taşıyan) rabbine güven duydu ve hiç korkmadı. Böylelikle ebedi rahimden İsa (insan) doğdu.

Cebrail’in, Hz.Muhammed’e de kur-an ayetlerini getirmesi çok önemli bir süreçtir. Böylesi mesajcı bir meleğin aynı zamanda Ay’ın meleği olması da çok anlamlı değil mi? Tüm ayetlerin gelme aşamasına ek olarak açıklamak gereği duyduğum bir diyoloğu aktarmak isterim. Cebrail, ayetleri getirdiği zaman, Hz. Muhammed kendisine ‘bu ayetleri nereden getirdiğini’ sorar, Cebrail’de ‘bir perde var, oradan alır, getiririm’ der. Bunun üzerine resul, ‘perdenin arkasında kim var’ hiç baktın mı diye irdeler ama Cebrail, ‘bilmediğini’ söyler. ‘Bir daha bakarım’ diye ayrılır.  Cebrail tekrar geldiğinde resul yine sorar: ‘baktın mı perdenin arkasına kim varmış?’ ‘ Baktım ya resul, yine sen varmışsın, meğer senden alır sana getirirmişim der’… Ve bu, son ayettir ama yine aracılık eden çok önemli bir başmelek olan Cebrail’dir.

Ay’ın, milimetrik olarak yaptığı döngüleriyle, gel-git haraketleriyle, dünyamızdaki suyu etkilediğini, bu yüzden denizlerin yükseldiğini ve alçaldığını hepimiz biliriz. Bunu biraz daha açarsak, tüm suyunu dünyaya akıtan ay (Cebrail) ın getirdiği mesajların aslını bizden alması (yüksek benliğimiz) ve bize getirmesi ( kutsal kaynak-kalp) çok anlamlıdır…

Çok güçlü bir imajinasyon getiren Cebrail aklımızdan, kalbimizin derinliklerine inerek, bunun hayata geçirilmesi ile ilgili kabiliyetlerin de ortaya çıkmasına vesile olur. Başka bir bakış açısıyla, Cebrail (ay) kalbin derinliklerine ( kutsal kaynak-su) nüfuz ederek, dönüşümü ve yaratım enerjisini tetikleyerek, hayatımıza( dünya-beden) indiğini de açıkça gösteriyor.

Son olarak değinmek istediğim bir konu da, elementlerin cinsiyet olarak da tanımlanmalarıdır. Bana göre, su elementine erkek (tekil) denmesi, nufte (saf-su-erkek-suyu-) olarak özdeşleştirilmesidir.

‘Şüphesiz  ki; biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.’ (İnsan Suresi, 2)

Karmaşık olan bir damla su: her 2 enerjiyi( erkek-dişi) barındırıyor olmasıdır. Mesajı tekil olarak bize getiren Cebraili, işitenler olarak suyun aracılığı sayesinde ve deneyim yoluyla öğreniyoruz. Ve bu işitsel öğretiyi görmeye çeviriyoruz veya duydukarımızla görmeyi öğreniyoruz.

Diğer bir deyişle , karmaşık olan akıl, (Cebrail) aracılığıyla bilgi sunarken ruh (üzüm) bunu işiterek kavrar ve oradan da cennetin ırmaklarında yıkanarak, şaraba- zemzeme dönüşür ki bu, bilincin dönüşmesidir. Bu ne işe yarar? Eh! Kutsal kadehimizden kendi şarabımızı ve zemzem’imizi içmeye tabii ki…

Cebrail evini Ay’dan dünyaya taşıdı

Tüm suyunu insanlığa verdi, zemzem açıldı

Neşe içinde tüm yaratılış ulaştı özdeki bilgiye

Meşe ağacı’nın dibinde

Ama O, sakladı yükseliş sırrını

Bir Asma dalının içinde

TOPRAK (BAĞCI-ŞİT) : 4 elementten  en sarhoş dişi- yaratıcı

MELEK LİDERİ : MİKAİL

GEZEGENİ: SATÜRÜN-VENÜS

YÖNÜ : KUZEY

RENK: YEŞİL

CİNSİYETİ: Dişi

MEVSİMİ: KIŞ

Bağcı aynı zamanda keşiş demektir. Şarabın ebediyen en iyi güneş alan yerlerde oluşması acaba bir tesadüf müdür? Ortaçağda her manastır bir bağla çevriliydi. Ancak oradan çıkan şarabları, bağcı-şarapçı keşişciler, otla, balla, meyve ve sütle aroma vermeye çalışırlardı. Ama günümüzde keşişler şarabın aromasını tabiri caizse eğitmişlerdir ve onlar, şarabı Tanrı’nı insanlara sunduğu en kutsal ürün olarak görürler.

‘Ne varsa şu alemde bir benzeri Adem’de’ ise, benim yıldız, benim gökkuşağı, benim ılık esen rüzgar, benim güneş, benim ay ve ben, O ben olanım, dersem, kendimi mi yalanlarım yoksa Ademi mi? Şarap kötü çıkarsa sebebi kötü alkol mı, yoksa bağcı mı?

Başmelek Mikail en muhteşem lezzetleri toprağa sunar ve doğayı yönetir. Bizlere her zaman taze rızıklar getirir. Aldığımız rızıklar; saf aromalı ve katkısızdır. Mikail, Tanrının en kutsal ürününü bize verirken aynı zamanda bağcı-keşiş olma özelliğimiz de geliştirir. Bu sayede bizler çok boyutluluğumuza adım atmış oluruz. İşte ben, tam burada buna ‘yüce kralın hazineleri’ diyorum. Mikail’den ne kadar taze rızk almaya gönüllü olursak bu sayede bağcılığın sırlarına da adım atmış oluruz. Dolayısıyla asmanın köklerinin derinlere giden bir bitki olma özelliğinden dolayı, toprak elementiyle tıpkı asma gibi derinlerde çalışacağımız anlamı çıkarabiliriz. Toprak en derinlerde ölümü çağrıştırır ya da ölme duygusu derinlere atılarak insanoğlu tarafından görmezden gelinir

Tanrı’nın ‘ben gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi insandan istedim’ söylemini doğru kabul edersek, bana göre hazine ‘topraktır’. Çok eski çağlardan beri hazineler toprak altından çıkar ve yine hazineler toprağa gömüldür.

Toprak elementine bu doğrultuda baktığımız zaman ve de insanın özünün toprakla aynı olduğunun altını çizersek, diğer kozmik elementlerin toprak elementine tüm özelliklerini bağışlaması sayesinde toprak yeşerir. Diğer bir anlamıyla nefes (hava) alan toprak, toprağın cinsine-bilgisi (su) göre ekildiğinde, toprağın ürün vermemesi olanksızdır. Ateş ise meyvelerin (üzümün) olgunlaşması için görevini eksiksiz yerine getirecektir. (Daha sonra yakından bakacağız)

Ölüm yaşamı barındırır ve bu sebeble toprak tüm olan için ürün vermek zorundadır. Toprak ana terimine yakından baktığımızda, o aslında Dünya-Ana ya da Gaia dediğimiz doğanın Tanrıçasını Adem ile ilişkilendirmek için, toprağı Havva ile havalandırırak toprak bütünüğüne gitmek istersem bunu nasıl karşılarsınız?

TANRIÇA ADEM VE TOPRAK HAVVA

Bugüne kadar belli kalıplarda, belli hiyerarşik düzende haraket etmeye alışkın olduğumuz için, kendi çeşitliliğimiz de belli kalıplara soktuk. Oysa Adem’in kelime anlamlarından biri de Hiç’liktir. Hiç olunca cinsiyetiniz de yoktur. Gerçek anlamda varoluşa geçmek için Havva’ya ihtiyaç duyarız. Varoluşun derinlerine gitmek için Adem (hiçlik-farkındalık-) ve Havva (dişi toprak-beden) ekiminde elde edilecek ürün Şit (Adem ve Havvanın, Kabil’in, Habil’i öldürmesinden sonra, dünyaya gelen oğulları-işitme kabiliyetinin oluşması) ise, o zaman nihai amaç gerçekten de işitmek, taşıdığımız bedenin dışında bir yerlerde gerçekleşmez. Bedenin,(toprak)Ademliğini kavraması, kendi Tanrısallığının, Tanrıçalık içerdiğini de  fark etmesi sayesinde olacaktır.

Artık erkek ve dişi enerjileri, elementler sayesinde anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Sürekli  dönüşüm geçiren ve bu sayede evrimleşen insanoğlu, elementlerin zıt kutupluluğunu keşf etmesi sayesinde limitsiz enerjilerinin de ortaya çıkmasını sağlar.

Ancak, zıt kutupluluk ya da karşı cins tanımlamaları, sadece gay tanımında algılanması, limitli bir tanımlama olur. (bana göre, gay’lerin bu anlamda, bir bedende zıttıyla var-olma deneyimleri, tarifi imkansız onurlandırılmayı hak ediyor)

Toprağın bu bütünleşik anlamında ortaya çıkan sonucu bağcıdır.Şimdi İlk Tohumu atabiliriz dişi ve erkek tohumları toprağa ekebiliriz..

Kutsal işitme tıpkı Meryem’in rabbini işitmesi gibidir ancak, bunun olması için ilk tohumun atıldığı (adem-havva) kusursuz bedene (toprağa) çok dikkatli bakmalıyız. Bağcı olmak ve toprağı yönetmek için kucakladığımız hazine, şarabın oluşmasını sağlayacak cennet meyvesi üzüm olmak zorunda ise, o zaman üzüm diyerek geçmeden asıl hedef bağcıyı sormak olmalıdır. Diğer bir deyişle; toprağın sahibinin kim olduğunu anlamak önemlidir. Bu sayede ustalığa ulaşmamız için en önemli süreci de başlatmış oluruz.

Adem mi toprak sahibi, Havva mı yoksa her ikisinden olan Şit mi? Ya da üçü de mi? Dediğim gibi ustalaşmak için, Adem, Havva  süreçlerinden geçmemiz gerekiyor. Dünyamızda erkek dediğimiz sadece saç, sakal ve bıyık, kadın dediğimiz de saç, bacak, kalça olarak algılandığında, süreç başlamıyor. Beden (toprak) kendini tek cinsiyetle özdeşleştirdiğinde, verimliliğe ulaşması imkansızdır. Eğer bir erkek ‘ben de doğurganlık yoktur ben sadece buna aracılık ederim’ derse ( fiziksel olarak doğru olsa bile ki bu sadece fiziksel katta doğrudur) o zaman kendi Tanrıçalığını fark edemez. Ya da bir kadın, kendini sadece doğuran bir obje olarak algılarsa o zaman kendi Tanrısallığını fark edemez. Her ikisini birden kucaklayan kişi süreci başlatır ki bunun adı enerjiyi topraklamaktır. Dişi ve erkek enerji birleştiğinde toprak (beden) doyumsuz ürünler vermeye başlayacaktır.

Toprağa tohum atmak için hangi kabiliyetlerde olmamız gerekiyor? Kabil, Habil’i öldürmesydi Şit ortaya çıkmayacaktı. O zaman kabiliyet, diğer bir bakış açısıyla, toprak elementiyle çalışmak için hangi kabiliyetlerde olmamız gerekiyor? Hangi taraflarımızı öldürmemiz gerekiyor? Öldürmek derken, bunun gerçek anlamı nedir?

Mitolojide İsis, hayat verici ve ölümün gıdası olarak gösterilmiştir. Ölümün yargıçlarından biri olarak da düşünülebilir.

İsis’in sağ memesinden bir salkım üzüm, sol memesinden ise altın renginde bir mısır püskülü veya buğday başağı çıkar. Bu tasvir doğanın bitki, hayvan ve insan dünyalarının beslenme kaynağı olduğunu ve her şeyi kendinden beslediğini gösterir.

Üzümün Kabiliyeti Şarap Olmak ise İnsanın Kabiliyeti Ne Ola ki!

Her varlığın dünyaya gelme sebebi vardır. Ama bu sonradan bir şekilde unutulur. Kendi kabiliyetlerimize ulaşmak için zorlu yollar seçeriz ve kimi zaman başarılı da olamayız. Bu işin acı tarafıdır. Ortaya çıkmamış yeteneklerimiz sayesinde çok mutsuz hayat geçiririz.

Kabiliyetlerimiz, hobi olarak yaptığımız şeyler değildir. Kabiliyetlerimiz tutkuyla yaptığımız şeylerdir. İsis örneğinde olduğu gibi, tutkumuzu keşf ettiğimizde kendinden kendine beslenen kaynağa bağlanırız. İşte bu dualitenin ölümüdür.

Habil çok iyi, çok sadık bir çocuktu ama Kabil tarafından öldürüldü. Yani; dualiteye sadık olmak ve çok iyi bir insan olmak yetmez, kabiliyetlerimizin ortaya çıkması için cesaretle  çıkış yapmamız gereklidir. Üzümün derinlerinde yatan şarap olma kabiliyetini keşf etmeliyiz.

Toprak sessizliktir. Diğer bir deyişle; sessizliğin sesini dinlemektir, işitmektir. Bu bağlamda işitmek, bağcılık yönetimdir. Toprağın ne verimlikte olduğu, ekilecek tohumların toprakla uyumu, yapılacak hasadın zamanı çok önemlidir. Toprağı işitmek için tüm bu özellikleri bilmek gereklidir.

Sessizliğin sesi: kulağımız aynı zamanda bir denge organıdır ve içinde kristaller vardır. Kristaller çeşitli sebeblerle (uzun yolculuklar, darbe, enfeksiyonlar) yer değiştirdiğinde baş dönmesi meydana gelir ve hem dengemizi hem de duyma kapasitemizi kaybederiz. Yani sessizliğin gerçek kristali olan, Tanrısal sesimizi işitmemiz imkansız hale gelir. Dolayısıyla topraktan ürün almamız imkansız hale gelir.

Ürün almak-meyve vermek (kendini idrak) asmaya (isa-insan) bağlı ise toprağı kime ait? (Buna su bahsinde tekrar yakından bakacağız demiştik.)

Asma nasıl üzüm üretirse, İnsanoğlu da (dişi ve erkek enerji) olan asma’nın meyvelerini (sessizliğin sesi-şit) hasad ederek sofralarımıza( idrak etme-biliş) getirir..Asma toprağın sonsuz yaşamı içinde kanını üzüm olarak sunarken, bağcı üzümleri şarap yapmak için bağbozumuna doğru yola çıkar…

Asma yaprağının sırrı hava’da kalmasın,

Üzümün çekirdeğinden yine üzüm çıksın,

İlk yaradılış ama sonsuz akış olan yaşam ağacında,

Adem, Havva’da tamamlansın,

Şarabın ben’i uçurması değil,

Benim şaraba yüklediğim anlam kazansın.

ATEŞ (BAĞBOZUMU): 4 elementten en sarhoş eden erkek- aşk’ı bulan

MELEK LİDERİ : AZRAİL

GEZEGENİ: JÜPİTER

YÖNÜ : DOĞU

RENK: KIRMIZI

CİNSİYETİ: ERKEK

MEVSİMİ: İLKBAHAR

Neden ateş bu kadar önemlidir? Ateş elementinin sihirini nasıl yakalayacağız? Fiziksel olarak gözümüze görünen tüm şeyler, elementlerin onlara hayat vermesi sayesindedir.  Kimyacılar, bilim adamları ve sihir yapanlar binlerce yıldır elementleri tanımladılar. Bunlarla ne yapacaklarını ve ya da yapamayacaklarını tartıştılar.

Gerçek anlamda ruhsal olarak bir yolumuz olacaksa bu elementlerle nasıl çalışacağımızı bilmemiz çok önemli. Bunlardan biri olan, Ateş elementi de bu yüzden çok hayati anlam taşıyor. Yol boyunca ateşin bize rehberlik etmesine gönüllü olmasına izin verirsek ( Hz. Musa gibi) o zaman yakıcılığından ziyade hayat enerjimizi yukarıya nasıl çekeceğimizi de anlamış oluruz..

Ateşin  yakıcılığı sarhoşluktur. Çünkü ateşin bize dokunmasına izin vermişizdir. Aynı zamanda havanın da, suyun da, toprağın da ruhumuza dokunmasına izin vermişizdir. 4 element ruhumuzda birleşmiştir. Elementlerin gücünü anlamak, tüm yaradılışın ruhuna konuk olmak demektir. Aynı zamanda da çok önemli bir baş melek olan Azrail’in enerjisini de hissetmeye başlamak demektir.

Ateş Yakar, Üzüm Olgunlaşır, Azrail Yakalar! Hadi BAĞBOZUMU’NA Gidelim

Ateşlendiğimiz zaman aslında vücudumuz kendi termostatını ısısını yukarıya çıkararak bedenimizdeki, virüsleri yok etmek üzere programlanır ve virüsler bu sayede, yüksek ısıda kalamazlar ve ölürler. Ama düşmeyen bir ateş, bağışıklık sistemini de aynı zamanda felç eder. Pozitif kutbuyla Azrail; virüslere saldıran bir ateştir. Negatif kutbuyla da düşmeyen bir ateştir. Hangi tarafla çaılşacağına karar vermek için ruhumuzun ateşini anlamalıyız. İşitmeliyiz.  Ateş ya yok edecek ve bitirecektir ya da var edecektir.

Hadi gelin biraz ateşlenelim ve bağbozumuna başlayalım.

Bağı bozalım (toplamak, en iyisini seçmek) ve bunu sürekli yeniden yapalım. Üzümü hasat edelim, üzümü sıkalım. Üzümü sepete koyalım, toplayalım. Yani ateşli çalışmalarımızın meyvelerini toplayalım.

Bağı bozmaya ne kadar meraklıysak, ateş elementi ile o kadar yakından çalışabiliriz demektir. Sabır, ateş elementinin en büyük meyvesidir. Genişlemek bir sabır işidir ve kendini kabullenme eylemdir. Güneş, üzümü Ağustos’un yarısına kadar tüm ateşiyle oldurur ve tam ısısı normale döndüğünde artık toplama zamanıdır.Ateş, üzüme toplanma emrini verdiğinde, hasat tüm ihtişamıyla gerçekleşir.

Aşk ve tutku hayatımızın ne kadarında var? Bu 2 duygu bizi ne kadar genişletti? Yaptığımız işe ne kadar aşk ve tutkuyla yaklaştık ve bunun sonucunda bir icadımız oldu? Tukumuz bizi nerelere taşıdı ve bu sayede hayatımızın misyonuna genişledik. Ateşlenmekten korkuyor muyuz, yoksa virüsler bizi tam anlamıyla ele mi geçirdi? Buna karar vermek lazım.

Korku ateş elementini bitirir. En büyük virüs olan korku duygusu, bilincimize yayıldığında artık yapacak çok fazla bir şey kalmamıştır. Bizi ele geçiren standart bir hayattır. Deneyim yaşamaktan, tembellik adının altına saklanan korku enerjisi sayesinde vaz geçeriz. Korku her şeyin ismini de değiştirir. Azrail dediğimizde O’nu da sadece bir kere randevumuz var diyerek toprağın altına gömeriz.

Korku Tüm Eylemlerin İsimlerini Değiştirir

Kendini keşf etmek istemiyorum, ben böyle mutluyum: Kimliğimi kaybedeceğim.

Yenilenmeye ihtiyaç duymuyorum, ben daha 30 yaşımdayım: Eyvah! yaşlanıyorum.

Dönüşüm benim için gerekli değildir,ben zaten ölünce dönüşeceğim: Diğerleri tarafından dışlanamam. Ben avukatım, iş adamıyım, gazeteciyim…

Tüm eylemler bağ bozmağa hevesli olduğunda, korku duygusu otomatik olarak kaybolur. Sabır galip gelir ve üzüm o dönemin en iyi şarabı olarak bizleri ateşlendirmek için sofralarımıza gelir.

Ateş elementinin gezegeni olan Jüpiter’in işlevi genişletmek, çoğaltmak ve bolluk hediyeleridir…Jüpiter gezegenler arasında en büyüğüdür. Böylesi büyük bir gezegene sahip olan ateş elementiyle çalışmak tüm korkulardan arınmamız  için bizi destekler

Korku ortadan kalktığı zaman hayat daha renkli, daha geniş ve  fırsatlarla dolar. Korkunun yerini neşe enerjisi alınca çoğumuz kendimizi daha şanslı hisseder, risk almaya daha açık oluruz. O zaman gelsin hediyeler.

Ateş elementi, korkudan ayıklandığında, kendimizi bedendeyken kabullenmemize de aracılık eder. Kur-an; ‘sarhoşken namaza yaklaşmayın’ der. Bu  ayetin sarhoşluğa atıfta bulunması, zaten kendinin farkındasın ve korku duygusunun yaratıcılığını öldürmesine izin vermemişsin ve  bilişi deneyime dönüştürmüşken neden hala teslimiyet içinde değilsin? Sen zaten gerçekten ser-hoşken, daha habire niye sarhoş olmaya çalışıyorsun.(idraken yükselmiş bir haldesin) Namaz zaten bunu sağlamak içinse, olma halin gerçekleşmişse… Hala anlamadın mı?

Namaz müslümanların günde 5 kere enerjilerinin dönüştürülebileceği şekilde düzenlenmiş bir ibadettir.

Hz. Muhammed’in miracını anlatırken suyun akışkanlığında bilinç dönüşümünde (Miraç’da) Cebrail’e ihtiyacı vardı demiştim. Ama kendi kendini idrak etme noktasında  Cebrai’lin (aklın bilgisi) habercilik görevi buraya kadardır diyerek konuya  tekrar  döneceğimi söylemiştim.

Ateş elementi ile miraç hadisesine devam edecek olursak eğer , olay Hz.Muhammed’din halasının evinde ki yatağından (bedeninden),  bir gece vakti Miraç (7 çakranın açılması) gerçekleşmiştir. Miraç dönüşünde de hala yatağının (bedeninin) sıcaklığından bahsetmiştir.  Cebrail bu bilinç dönüşümünde, belli bir noktadan sonra (Cebaril’in en son gidebileceği yer sidretül-münteha) ben gelemem ve yanarım demişti.  Hz. Muhammed ise ‘yanarsam ben yanayım’ diyerek ateşe atlaması, Akl-i Muhammedi idrakından, Aşk-ı Muhammedi idrakına geçiş yapmıştır.

Ateş Akılla Yan yana Olamaz

Akıl ile varamadığımız yer neresi ve orası neden ateş ile tasvir ediliyor? Resül, miracın ne olduğunu hayal etmeseydi, o gece vakti böyle bir deneyim yaşar mıydı? Hiç sanmıyorum.

Ateş, bizde kalan her şeyi eriterek bizi deneyimlerimizi yaratacağımız boşluğa götürür. Zamanın büyük ariflerinden olan Beyazıd-i Bestami, bir gün ezan okuyan birisi ‘Allahu Ekber’ der demez ona ‘yalancı’ diye bağırır. ‘Neden yalancı diye bağırdığını’ sorarlar. Eğer doğru söyleseydi altındaki demir örs erirdi der ve kendi okumaya başlar. Tam Allahü ekber dediği an altındaki demir örs erir ama O, yine durur ve ‘ben de yalancıyım’ der. ‘Neden’ diye sorarlar?‘Benim de erimem lazımdı’ der.

Ateş, demiri eritir ama insanı eritir mi? Evet. Demirden örnek verecek olursak, ateşin demiri erittiği yer boşluktur, sonra onu kalıba dökmek, bizim yarattığımız dünyamızdır.

İnsanın dönüşüme uğradığı ve tıpkı demir gibi genişlediği yer, bilincidir. Demirden kılıç dövülür ateşle şekil verilir ve o zaman Excalibur( Merlin’nin öğrencisi, Arthur’u kral yapan kılıç) dediğimiz kılıç meydana gelir ama bu kayaya saplıdır. (ego-illüzyona kapılmış zihin) Ancak kılıcı kayadan çıkramak cesaret gerektirir ve bu sayade büyük bir dönüşüm olur ki bunu fark eden kişi de kral olmayı hak eder. O, bunun için ateş elementine hükmetmiştir. Ama önce suyun dönüşümüne uğramış, bilgiyi aşka dönüştürmüş, kılıç yönetiminde ve bu sarhoşlukla son element olan ateş’i kullanmayı öğrenmiştir.

Kılıç artık insanın sırrı şeklinde ona hizmet etmek için vardır. 4 yöne bakan kılıç, her an ve sonsuza kadar özgürce geçmişi ve geleceği kesecektir. Negatifi ve pozitifi ayıklayacaktır. İyinin ve kötünün kafasını koparacaktır. Ve sonra tekrar ateşe gitme cesareti göstererek bir kez form almaya cesaret edecektir. Ruhun bu sarhoşluğa ihtiyacı vardır. Ateş’in ise meyvelerin (üzümün) olgunlaşması için görevini eksiksiz yerine getirmesi için Azrail’in aşkına ihtiyacı vardır.

Bu bağlamda, Hz.Musa Tanrıyla ateş aracılığıyla konuşmasına değinmek istiyorum.

Hz. Musa ateşe yaklaştığında ateşin gökten orada bulunan bir ağaca doğru uzandığını ve bu ateşin dumansız ve büyük bir ateş olduğunu gördüğünde ne yapacağını şaşırmıştı ki tam bu sırada Rabbi ona Kutsal Tuva vadisinde seslendi.

Yüce Allah, ona ilk önce, bastığın yerin kutsal bir yer olmasından dolayı tazim ve saygı göstererek ayakkabılarını (ayakkabılarının sesi çok gürültü yapıyor!) çıkartmasını emretti. Ayrıca ona sağ elinde bulu­nan asayı yere atmasını emretti. Bunun üzerine o da onu yere attı. Elinde olanı yere attığında asa, koşan bir yılana dönüşmüştü. Hikaye kısaca budur. Hem gidilecek yön değişiyor (ayakkabıların çıkması) hem de ( asayı yere atıyor) kendi zannettiği tüm kimliklerinden arınarak, gerçek bilgileğe-kaynağa ulaşıyor.

Ancak, Hz.Musa’nın ateşle tanışması o daha doğduğu zamanlardadır. Firavunu öldürecek bir peygamber olduğunu test etmek için, önüne ateş ve pamuk koyarlar. Teste göre,  eğer yüce bir peygamber olacaksa pamuğu ağzına götürecektir ve ateşi ellemiyecektir. Nitekim Hz. Musa tam pamuğu eline almak üzereyken Cebrail eline vurarak ateşe doğru yöneltir. Ateşi ağzına götürem Hz. Musa bu yüzden kekeme olur olmasına ama bu sayede hayatta kalır. (Kekeme olması nedeniyle Harun düzgün konuştuğu için birlikte konuşma yaparlardı)

Tanrı ile ateş aracılığıyla konuşması ise, Hz.Musa’nın hava, su ve toprak elementlerinin de ustadı olduğunu gösteriyor. Bana göre; O’nun Nil’i ikiye ayırma mucizesi, doğanın bir dengesiydi, ya da O,buna hükmetti, ikisi arasında bir fark yok. Tüm elementleri birbirine dönüştürerek kullanmayı biliyordu.

Sihir Hz.Musa’nın  Gücüydü Ama Nasıl?

Hz. Musa’nın kendini bilme uyanışı, onun tüm elementlerle  farkındalıklı olarak çalışması şeklinde açıklanabilir. Ancak gerçek anlamda ateş elementinin, Tanrısallığının ortaya çıkması için devrede olması çok önemlidir. Ateş, tüm yakıcılığıyla, diğer tüm veçhelerinin  yansımalarını ayıklayarak, O’nu kendi gerçek varlığına ulaştırır. Ateşe devredeyken, yakıcılığından, hararetinden tıpkı şarabın sarhoşluğu gibi bilinç dönüşür.

Camii’ye gidenler bilirler ki, hoca vaazdan önce önce 7 merdiven (minber) çıkar ve sonra 5’e geçerek anlatmaya başlar. 7. Çakra olan  tepe çakrası, evrensel bilginin saklı olduğu çakradır. Cebrail buraya kadar bu bilişe varılmasına eşlik eder ama burada görevi sona erer. Artık, kendi sırrına uyanan kişinin, bilgiyi, aşağıya (kalbe) indirmesi söz konusudur. Burası ateş elementinin olduğu aralıktır. 5.çakra, boğaz çakrası,ateştir, bilginin aşk ile ifade edilmesidir. Kendinden kendine, aracısız akışın olduğu yerdir. Hz.Musa’nın Tanrısıyla konuştuğu yer burasıdır..  Bunun için 5. çakradan da kalbe ulaşmak çok önemlidir zira yaratımın başlayacağı yerdir. İşte bu 7 ve 5 dönüşümü ateş elementinin sayesindedir.

Hz. İbrahim’in meşhur ateşe atılma hikayesinde ki sadakati sayesinde onun Cebrail’in aracılığıyla ateşin etrafının gül bahçesine çevrilmesini de hatırlayalım.(peygamberler tarihinde tüm bu hikayeleri bulabilirsiniz)

Hz.Musa’nın ateş yüzünden kekeme olması ve Tanrısıyla ateş aracılığıyla konuşması, Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Hz. Muhammeddin ateş atlaması. Bu 3 peygamberin ateş ile ilgili mesajlarından ne anlamamız gerekiyor?

Ateş elementinin özünü anlamak için Azrail’e bakmak gerekir. Bugüne kadar karşımıza ölüm meleği olarak çıkan sevgili başmeleğimiz, bana göre bizi yeterince korkuttu. Eğer ondan yeterince korktuysanız onu  görevinden azad ettirin, biraz kutsal şarabınızdan için, arkanıza yaslanın ve O’nu Aşk meleğine dönüştürün.

Aşk ve Ateş En Güçlü İkilidir

Korkuyla yaklaşılan hiç bir eylem başarıyla sonuçlanmaz. Ancak o eylemi bitirmenizi sağlar. Ama aşk ile yapılan bir eylem başarıyla sonuçlanır ve zaten nasıl biteceği başından bellidir. Aşk tarif edilirken hep şarhoşluktan bahsedilir. Ne de güzeldir aşık olmak. Dönüşmek ve umursamaz olmak. Hesap yapmamak, plansız olmak. İşte ateş elementiyle çalışmak böyle bir aşk sarhoşluğu gibi olmalıdır.

Hz.Musa Firavun’u(illüzyon) öldürmek için ateşi tercih etmeseydi, sihirli asasına kavuşamazdı. Hz.İbrahim ateşe atılmasaydı teslimiyeti öğrenemezdi. Hz.Muhammed ateşe atlamasaydı Miracı gerçekleştiremezdi. Dikkat ettiyseniz ateşin en son dakikasına kadar Cebrail eşlik ediyor. Yani akıl son dakikaya kadar görevini yapıyor( kusursuz plan-kusursuz yaşam-kusursuz- mesaj verme) ama ondan sonra yerini Azrail’e bırakıyor. Sonuç: Çok boyutluluğu kucaklamak ve illüzyonu devirmek. Oyun bitti ve yenisi başladı…

Ateşle oynamaya gönüllü olursak Jüpiter bizi desteklemesiyle, hayatı tümüyle katılmamız gereken bir oyun olarak görmeye ve kendi sesimize ulaşarız. Fermantasyonda her fırsatta sabırla geçerek ateş elementini kullanmaya daha yatkın oluruz.

‘Ateş ile oynamak’ dünyevi anlamda korkutucu bir deyimdir. Tehditkar bir eylemdir.Ölümü yenmek, yaşamı seçmekle mümkünse, ateşle oynamaya gönüllü olmak bizi bağı bozmanın kuralsızlığının sihirli dünyasına götürür.

En sevdiğimiz şey sihirli dünya değil midir? Tüm dileklerimizin kabul olduğu, hayallerimizin sihir gücümüzle gerçekleştiği bir evin olduğunu ve bize verileceğini söyleseler ama bu eve ve sihir yapma gücüne sahip olmanın tek şartının önce ateşte yanmak olduğu kuralını koysalar ne yapardık? Çok gizemli ve imkansız bir soru mu sordum?

Hayır.Zaten var olanı hatırlatmaya çalıştım. Harika evimiz var, tüm dilek ve hayallerimizi, hayata geçirecek, potansiyellerimizi ortaya çıkaracak sihir gücümüz var. Bize deniyor ki; işlediğin günahların yüzünden cehennem ateşinde yanmadan cennete gidemezsin. Bu kuralın % kaçını kabul ettiniz ve sihir gücünüze (ya da hadi ona asamız diyelim) kavuşmayı hayal ediyorsunuz? Bu gerçekten de hayaliniz mi, yoksa korkunuzu örtmemiz sonucu yaşadığımız saplantımız mı?

Ateş saplantıyı yakar. Yakmalı da. Cenneti şarapla, cehennemi ateşle anlatan bir öğretinin tek amacı korkutmak mıdır? Şarap içersen, Cehenneme gider yanarsın, ama içmezssen cennette seni şarapla ödüllendireceğiz diyen kutsal kitapların amacı; insanı çelişkiye düşürüp, Rodin gibi düşünen bireyler olmamızı mı sağlamak sadece?

Yanarsam ben yanayım diyen yüce bir peygamberin yanması acaba tüm bunların sona erdirilmesi için çok boyutluluğu ateşe atlayarak kucaklaması mıydı? Bu cevapları düşünerek değil yanarak bulmayı diliyorum.

Atlayalım ateşe korkmadan

Gül bahçesi olacak hemen söz verdi yaratan

Bağı ateşle bozdurmazsan küser sonra sana yılan

At elindeki asayı özgürleş hemen oracıkta varlığından

Aşkı ateşle bütünleştir ve yap artık sihirinle tahtını altından

Genişliyorsan semenderliğinden bil, ateşini kullan

Dönüşüyorsan şişenin dibinden değil bu şaraptan

Üzüm mü dedin sahi şarhoşluğum ondan

Bütün evreni içtim şimdi anlayamamam ondan…

RUH-ÜZÜM ( DİONYSOS): 5. Element olarak en sarhoş Tanrısı

MELEK LİDERİ : 4 MELEK

MİTOLOJİK TANRISI: DİONYSOS-BEN BEN’İM

GEZEGENİ: ÇOK BOYUTLULUK

YÖNÜ : DOĞU-BATI-KUZEY-GÜNEY

RENK: SARI-MAVİ-YEŞİL-KIRMIZI

CİNSİYETİ: ERKEK-DİŞİ

Dionysos mitolojiye göre Zeus’un , Semele adlı bir prensesle evlenmesinden doğmuştur. Bahar gelirken en narin çiçeklerden dev ağaçlara dek tüm bitkilerin canlanıp, meyve verip, çiçek açmasını sağlayan özsularının Tanrısı olarak görev yapmaktaymış.

Günlerden bir gün Dionysos bir mağara kenarından üzümler toplamış ve onları ezerek altından yapılma bir kap içine sularını çıkarmış.

O mağarada mayalanıp, şarap haline gelen bu sıvıdan içenler rahatlayıp, sorunlardan uzaklaştıklarını, neşelenip, gevşediklerini ,cesaretlerinin ve özgüvenlerinin o anlarda arttığını hissetmişler. Dionysos bu olay sonrası şarap Tanrısı olarak tanınmaya başlamış.(alıntıdır)

Şarabın Tanrısına baktığımız zaman aynı zamanda onun doğa Tanrısı olduğunu da görüyoruz. Ve aynı zamanda da bağ bozumu Tanrısı.

Tüm yönlerin, mesvimlerin, gezegenlerin, renklerin ve cinsiyetlerin de ortak bir ruhu vardır ama ortak bir Tanrısı var mıdır? Mitolojiye göre yoktur. Her şeyin bir Tanrısı ve isimleri var. Mitolojide her şeyin Tanrısının ayrı olması, tek Tanrıcılığa göre bakıldığında çok zor bir anlayış. Öyle ya bizler daha tek olan Tanrısallığımızı anlamak için çabalayıp durmuyor muyuz?

Tek olanı anlamak neden bu kadar zor? Adı üstünde t-e-k…

Tanrı

Erkek

Kadın

Yani 3 kelimeden oluşmuş bir tekliği anlamak zor. Şarabın Tanrısının üzümün suyunu çıkararak, mayalanmasını sağlaması, bir şeyin kendiliğinden olma haline çok güzel bir örnek. Bir şey kendiliğinden var olunca, o zaman neşe, rahatlama,tanımsızlık, cesaret ve özgüven de kendiliğinden oluşur. Ben onu anladım ama kendiliğinden oluşan Tanrıyı nasıl anlamamız gerektiğini anlamadım?

Hadi gelin mitoljiyi taklit edelim ve ‘kendiliğinden algılama Tanrısı’ yaratalım ve ona isim verelim. Bunun için çok güçlü ve sihirli kozmik elementlerimiz de var artık. Bu Tanrının adı BEN’İM TANRISI olsun.

Ben BEN’İM Tanrısı

Ben’im Tanrısı; kendiliğinden olan ve hiç bir şeyin müdahelesi ile var olan bir Tanrı değil. İçeriğinde 4+1 (vine-latince, şarap demek) sihirli element, 4 büyük peygamber, 4 mevsim, 4 yön ve 4 gezegen bulunurmuş. (İngilizce Divine Tanrısal anlama gelir. Ama içeriğine baktığımızda vine vardır.( wine, ingilizcesi)

Ben, edebi varlıktır ve  İM, bu varlığın kendini tezahür ettirdiği kaptır.

İM’i de bölersek İ Hava’yı, M Suyu temsil eder. BEN ise Ateş’in en yüksek ifadesi olan Işık’tır. Demek ki BEN…İM Ateş, Hava ve Su’yun tezahür etmesidir, bu kombinasyonda Su tek görünür elementtir…(Batiniler)

Devam edelim,

Ben’im Tanrısı, ruhun bütünleşmesi ve enerjinin aktive edilmesi için doğanın da iş başında olması istemiş ve toprak elementi de tezahür ederek , diğerleriyle birlikte 5’e uyumlanmış. Amacı birliğin kucaklanmasıymış. 5 birleşik enerji demekmiş. Ama bunu deneyimlemeleri için, yaratımda olanların, en önce kendi bağ bozumlarını yaşamalarını istemiş. Buradan birliği kucaklamalarının yolunun açılacağının söylemiş. İşte o zaman semalardan bir ses duyulacakmış. BEN BEN’İM!

BENİM TOPRAK’tan, BENİM ATEŞ’ten, BENİM SU’dan, BENİM HAVA’dan olan. Ben üzümüm, ruhum, aşkım, sihirli gücüm,ışığım,koşulsuz olanım, sevgiyim, sevgiliyim,eylemsiz olanım.

Ben aşağıyım, yukarıyım, negatifim, pozitifim, kuzeyim, güneyim, doğuyum, batıyım. Ben elementlerin de üstündeki gücüm. Ben yönetenim,bilenim, görenim, tadanım, işitenim, hissedenim, dokunanım, koklayanım.

Ben havanım kibiriyim, üstünlük taslayanım,Ben suyun kabına yansıyan nifak tohumuyum, sudaki kabımdan yansıyan iki yüzlüyüm, ben toprağın tembeliyim, uyuşuğuyum, ben ateşin zulmüyüm, hiddetiyim. Ben havayı ısıtıp ateşe dönüştürenim, ben suyu ıslatıp toprağı çamura çevirenim.

Ben iç içe geçmiş uyumlu 4 elementin, 2 kutuplu üçgenin altı köşeli yıldızıyım. Ben felsefe taşıyım. Ben haç’da 4 yönüyle tarif edilen  kutsanmış insanım.

Ben mavi ve kırmızıdan olma ateşin moruyum. Ben sudan ve ateşten güçlenen , mor ateşin kutsal mağarasıyım. Bu mağara dönüşümünü gerçekleştirmek isteyen ve kabuklarını nereye atacaklarını bilemeyen için hazır. Mor alev bu kabuklarla güçlenir. Bu kutsal ateş, dönüşüm artıklarını insanlığa hizmet için arındırır. Kolaylaştırır.

Ben sarı ve maviden olma yeşilim. Ben havadan ve sudan büyüyen tohumum. Ben tohumların kutsal hazinesiyim. Bu hazinenin her biri tüm evrenin her bir zerresine sonsuza kadar yetecek bolluk ve bereket var. kutsal tohum yenilenme evresinden geçenler için, tekrar,tekrar deneyim yaşamalarını kolaylaştırır.

Ben süreçlerden  geçmeyi bilen element ustasıyım. Havayım, suyum, toprağı ateşim.

Ben elementlerin biribirine her an dönüştüğünü bilen keşişim, asmayım, bağ bozucuyum, asmadan çıkma, üzümden olma şarabım. Ben özüm.

Ben ateşimle yok ediciyim, bilinçleri genişletenim, toprağımla hayat verenim, üretenim, suyumla arındıranım, sonsuzluğu hatırlatanım, havayla, kuşatanım, nefes aldıranım, gezegenin yumuşak yatağıyım, üzümümle,sarhoş edip dönüştürenim ,2 dünya arasındaki boşluğum. Boşluktan akan musluğum. Musluktan dolan bardağım. Bardaktan taşan hayatım. Hayatın içindeki noktayım. Noktanın başladığı ilk vuruşuyum. Kelimeler tükendiği için bilinmezim, tanımsızım, şimdi’yim…Şimdilik…

Esra Ö. Erdoğan