Günlük güneşlik günlerin ardından; “Kış öyle olmaz böyle olur!” duygusu sarmalayıverdi bizleri. Bir kaç gündür sevgili Ankara’mız; “Gündüz Sibirya, geceleri Alaska!” sanki..

Daha kötüsü de var elbette, izlediğimiz kadarıyla doğuda gece ısı eksi otuzlarda. Tanrım bu nasıl bir iklimdir ki, insanları bir gecede otuz hatta kırk derecelik ısı farklarını tolere etmek zorunda kalıyor. Her neyse niyetim içinizi üşütmek değil. Kışın, herkes için kolay geçmesini diliyor ve bu yazıda kışa nazire olsun diye yazın en sıcak gününde yaşadığım bir anı-geziyisizinle paylaşmak istiyorum.

2005 yılı Ağustos ayının belki en sıcak gününde, sevgili gezgininiz, motosikletini bakıma vermiş dönüyordu. Sonra bir de baktı, ayakları onu doğruca Ulus Meydanı’na getirmiş. Tabii bu Ankara’daki Ulus oluyor..

Normalde o deli sıcakta akıllı bir adam ne yapar? Biner bir otobüse, taksiye ya da dolmuşa, paşa paşa serin evine döner değil mi? Ama ben allahtan o kadar akıllı değilim. O yüzden de evime dönmek yerine bir ara sokaktan yokuş yukarı, Hacı Bayram Camiine doğru yürüdüm, camiin çevresinde bir tur atıp avluya girdim. Aslında amacım, bu fırsatı değerlendirip beni her zaman heyecanlandıran, sırt sırta vermiş iki muhteşem yapıyı, Hacı Bayram Camii ile Augustus Tapınağı’nı bir arada görmekti. Bu iki anıt-yapı hakkında, aşağıda kısaca da olsa teknik bilgi aktaracağım ama önce bende yarattığı duyguları sizinle paylaşmak istiyorum. Her zaman acılı günlerde, avlusunda cenazelerle görmeye alıştığımız Hacı Bayram Camii, o öğleden sonra hiç görmediğim huzurlu bir dinginlik içindeydi. Geniş avluyu bu kez sevdiklerini yolcu eden üzgün insanlar yerine, camii gezmeye, görmeye gelmiş güler yüzlü ziyaretçiler, Hacı Bayram Veli’nin türbesinde dua eden her yaştan insanlar, düğününden çıkıp gelinliği ile uluyu ziyaret eden tazeler, avludaki çay bahçesinin serinliğine sığınıp çaylarını yudumlayan vatandaşlar, yolu avludan geçen semt sakinleri, çevreden eksik olmayan dilenciler ve gurultular çıkararak yerde yiyecek bir şeyler arayan güvercinler doldurmuştu. Böylelikle, bin dört yüzlerde yapılmış Camiyi, ilk kez bir cenaze tören platformu değil de kendi tarihi kişiliği içinde, tarihi bir eser olarak görme şansını elde etmiş oldum.

Aslında beni heyecanlandıran sadece yaklaşık altı yüzyıllık camii ile ilgili gördüklerim değildi. Camiin, Ankara Kalesinin gölgesindeki ‘Aktaş ve Bent Deresi’ semtlerine bakan güneybatı duvarında, cami ile sırt sırta vermiş ikinci bir muhteşem yapıyı, Augustus Tapınağı’nın ayakta kalan tek duvarını da cami ile aynı çerçeve içerisinde ve aynı hayranlıkla izledim. Bizlere Fatih Sultan Selim Han’dan armağan harika bir hoşgörüyü anımsatarak, sırt sırta, omuz omuza vermiş bu iki yapı, sanki her türlü dinsel bağnazlığı ve yıkıcı ulusalcılığı reddediyor, arasında bin yıllar olan farklı dinler arasındaki hoşgörüyü bize yeniden anımsatıyor gibiydiler.

 

Ama aynı fotoğraf karesinde beni üzen şeyler de vardı. Örneğin camii avlusunun temizliğine karşın hemen bitişiğindeki anıt, sanki kaderine terkedilmiş üvey çocuk gibiydi. Bahçesini diz boyu ot bürümüş, sağına soluna çöp dolu poşetler atılmıştı. Oysa bu iki anıt aynı bakım ve özeni hak eden, birbirini tamamlayan iki şaheserdiler benim gözümde. Tapınağın duvarına sadece küçük bir tanıtım levhası asılmıştı, oysa burada açılacak minicik bir turizm ofisinde ziyaretçilere Hacı bayram Camiin yanı sıra Augustus tapınağı ile ilgili broşürler de verilebilir, hatta küçükantik hediyelik eşya satışı bile yapılabilirdi. Daha sonra aynı özenli bakım içerisinde iki anıtın gece aydınlatılmış görüntüsü geldi gözümün önüne, eğer bin dört yüz yıl arayla inşa edilmiş bu iki anıt birlikte aydınlatılsa ne muhteşem bir görüntü çıkardı ortaya düşünsenize! Nedense son zamanlarda ben bu aydınlatılma olayına daha fazla takılır oldum galiba. Ne oldu da sokaklarımız, caddelerimiz, eşsiz anıtlarımız karanlığa mahkum oldu böyle zaman içinde. Bizler, güçlü Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz ve ülkemizin imkanlarından haberdarız. Sanırım bu ekonomik bir sorun olmaktan çok bir anlayış sorunu. Basit bir Avrupa şehrinde gördüğüm özenli anıtsal aydınlatmanın onda birini, ülkemin başkentinde görememek beni fazlasıyla üzüyor, dahası rahatsız ediyor.

Her neyse, şimdi biraz da size bu iki anıtın tarihçesinden bahsedeyim. Aslına bakarsanız ben de etraflıca bilmiyordum ama araştırıp aşağıdaki bilgilere ulaştım… 

Önce Hacı Bayram Camii:

Ankara’nın bizler için özel bir öneme sahip bu güzel camii, ‘Bayrami’ liğin kurucusu Hacı Bayram Veli adına ve1427-28 yıllarında yaptırılmış. Uzun ekseni kıble yönünde, 16 metreye 22 metre ölçeğinde bir dik dörtken olarak inşa edilmiş. Buna sonradan bir ‘son cemaat’ yeri de eklenerek Camii, nihai halini almış. Üzeri kiremit kaplı bir ‘kırma çatı’ ile örtülü. Ahşap tavan ile bazı pencere pervazları 18. yüzyılda yapılmış boyalı ögelerle bezenmiş. Duvardaki çini kaplamalar aslında yeni, ancak müezzin mahfelinin altındakiler ‘18. yüzyıl Kütahya Çinisi’.

Kuzey duvarının önünde ahşaptan bir kadınlar mahfeli var. Ahşap minber ‘Taklit Kündekari’tekniği ile yapılmış. Türbenin güneydoğu köşesinde caminin tuğladan örülmüş, çift şerefeli silindirik minaresi yer alıyor.

Hacı Bayram Veli’nin türbesine gelince; Kare planlı gövde, Augustus tapınağından alınan taşlarla ve caminin kıble duvarına bitişik durumda inşa edilmiş. Bunun üzerinde taş ve tuğla almaşık örgülü sekizgen bir kasnak yükseliyor. Kubbe ise kurşun kaplı.

Şimdi de biraz Augustus Tapınağı’ndan bahsedelim dilerseniz:

Tapınağın Latince adı; ‘Monumentum Ancyrum’, yani ‘Ankara Anıtı’

Ne kadar heyecan verici değil mi! En azından bana öyle geliyor! Tanrı Men ve Tanrıça Kybele’ye adanmış bir tapınma yerinde, yani Ulus semtindeki bugünkü yerinde, annesi Atia, Julius Ceaser’ın yeğeni olan, İmparator ‘Gaius Julius Caesar Octavianus’ adına İ.Ö. 20-25 yılları arasında inşa edilmiş. Yapıldığında, tapınağın kısa kenarlarında 8’er sütun, iki uzun kenarında 14 er, giriş bölümünün önünde 4, hazine odasının anteleri arasında ise iki sütun varmış. Yani, oldukça heybetli bir yapıymış anlayacağınız. Tapınak günümüze kadar hep kullanımda olmuş. Örneğin önce pencereler eklenerek kiliseye çevrilmiş, Türklerin Ankara’yı almasından sonra da cami olarak kullanılmış. Yanı başında Hacı bayram Camiin yapılmasından sonra da içi 10 hücreye bölünerek medrese haline getirilmiş. Tapınağın duvarına İ.S. 14’teİmparator Augustus’un yaptığı işlerin -ki buna ‘Res Gestae’ deniyormuş- sayıldığı Latince ve Yunanca birer metin kazılıymış.

Bunca bilgiden sonra artık bir yolunuz düştüğünde gidip bu iki muhteşem anıtı ziyaret edersiniz herhalde. Hatta bana kalırsa bunun için kendiliğinizden zaman ayırırsanız beni daha da mutlu etmiş olursunuz.

Bilgiler bu kadar sevgili okurlar. Daha fazlasıyla sizleri sıkmak istemiyorum.

Ha! Bu arada ne diyorum biliyor musunuz? Bu yaz, tarihi, özellikle de antik tarihi seven siz değerli okurlarımızla yazışsak, birbirimizden haberdar olsak, arada bir araya gelip sohbet etsek, daha sonra sohbet etmekle kalmayıp yakın yerlerdeki tarihi yerleri, antik kalıntıları da ziyaret etsek. Bunu fırsat bilip o yörenin birbirinden lezzetli yerel yemeklerini ve tatlılarını yağmalasak, sonra da çayımız elimizde, akar suyun yanındaki ağaçların gölgelerine sığınıp hareket saati gelene kadar tatlı bir uyuşukluk yaşasak… Ne diyorsunuz?

Sabit Sümer