Çanakkale’ye 2011 yazında gittim ilk kez. Oldum olası beni çok etkilemiştir bu savaş, hatta Kurtuluş Savaşı’ndan daha çok etkilediğini söyleyebilirim. Çocukken bile Resimli Bilgi Ansiklopedisi’nde Çanakkale Savaşları sayfasını açar uzun uzun bakardım. Ayrıca yine sevdiğim diğer bir hikaye de Truva Savaşıdır. İlyada’yı kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum. Eh sonunda Çanakkale’ye gitmek farz olmuştu…
Bir restoranda durduk çay içmek için. Nerede olduğumuzu tam olarak da bilmiyordum ilk defa geldiğim için. Meğer tam burnun karşısındaymışız ve ben karşımda Gelibolu’yu görmüştüm. Daha görür görmez ağlamaya başlamıştım. Ama nasıl bir ağlama öyle böyle değil, bir türlü durduramıyorum ve aklımdan tek bir düşünce geçiyor “Özür dilerim, özür dilerim, şehit olamadım…”
Önce anıtın ordaydık ve temsili mezarları gördük. Sonra da içerilere doğru gidiyoruz… Ağlamam hiç durmuyor. Sonra Conkbayırı’na geldik. Dünya önümde koşuyor. Birden inanılmaz birşey oluyor. Sanki başka bir boyuta bakıyorum. Önümde birçok asker beliriyor. “Ooo kumandanımız gelmiş yahu, hoşgelmişsin” diyorlar. Şaşkınlık içindeyim ama ağlamaya devam ediyorum… Önümde askerlerim var, ağlayarak “Özür dilerim, şehit olamadım, olamadım…” diyorum. Resmen teselli ediyorlar öteki boyutlardan bir yerden… “Kumandanım” deyip sarılıyorlar. Sonra biraz yürüyorum, açılıyorlar. Dünya önden koşuyor. Birden askerin birisi “Jack bak görüyor musun, kumandanımız bize yeğenimizi getirmiş” diyorlar. Karşımda bir Anzak askeri var, bizimkilerle birlikte oturuyor. Kardeş kardeşe, kolkola… Jack’e selam veriyorum, bana geri selam veriyor. Etrafımda sayısı asker var, sadece bizlerden değil, Anzaklar’dan da… Hep birlikte koruyorlar oraları sanki… Ağlamam halen bitmiyor… “Üzülme kumandanım” yapıyorlar… Helallik diliyerek vedalaşıyorum oradan…
57. Alay’a gidiyorum. İçeri girer girmez elim kalbime yapışıyor. Bir zamanlar tanıdığımı hissettiğim bu büyük insanlara, esselamün aleyküm çekiyorum mezar mezar, teker teker… Başımda da orada bulduğum bir asker şapkası, tıpkı yıllar önce olduğu gibi…
Şehit olmayı başaramamış ve bunun acısını yaşadığı ömür boyunca çekmiş bir kumandan. Askerlerinin birer birer göçüşünü izlemiş ebediyete ama kendisi sağ kalmış. Bir de üstüne Kurtuluş Savaşı’ndan da sağ çıkmış. Ama kendisini içine kapamış. Hatta bir de gidip mebus olmuş… Çok sevdiği bir karısı varmış. Ama acısından savaş sonrasında onunla yeniden iletişim kurmayı başaramamış. Karısı öldüğünde de 17 sene boyunca mezarının başına gitmiş ve ayrılamamış… Elinden geleni yapmaya çalışsa da o acıyı hiç üzerinden atamamış bir ruh…
Bugün 18 Mart. Önce Truva’da Truvalılar’ın, sonra da Çanakkale’de son Truvalılar’ın “Bu topraklara elini kolunu sallayarak sahip olamazsın, ey fazla azıtmış insan egosu” deyişinin yıldönümü… Anadolu’nun “Ben nice evlatlar doğurmuşum dimdik yürüyen bu topraklarda, köleleştiremezsiniz onları da insanlarımızı da” haykırışının hatırlandığın gün… Ayrıca annemin de doğumgünü…
Bu çok değerli günde, hem Anadolu’nun değerli evlatlarını, hem Truvalıları, hem son Truvalılar olan sevgili dedelerimizi, atalarımızı, güzel Türk insanını ve de o topraklarda halen nöbet bekleyen askerlerimizi, askerlerimi, bizim çocuğumuz olan ANZAKları saygı ve sevgilerimle selamlarım…
Anadolu’nun insanlığın onuru için direniş haykırışı, bundan sonraki binlerce yıl sürecek kardeş kardeşe yaşam için ruhlarımızda duyulsun…