Biçimi ya da başrol oyuncuları değişse de savaşlar ve işgallerle yaşanan toplu kıyımlar hiç bitmiyor. Tarihçi Eric Hobsbawm’ın araştırmasına göre son iki yüzyıldır dünyada savaşsız geçen gün sayısı sadece 11. Çatışmanın arka planında ne var? Çoğu zaman dinsel ve etnik boyutlar ön plana çıksa da mesele son derece basit aslında. Sorunun özü ekonomik kaynakların nasıl paylaşılacağıyla doğrudan ilgili. ‘Pastanın kime yeteceği’ ana temayı oluştururken, kremalı bölümü kimlerin yalayacağı da temel çıkış noktası. Böylece her dönem mahşerin atlıları, aslında herkese yetecek yeryüzü yuvarlağı üzerinde alev topundan dehşetengiz nal izleri bırakıp arkalarındaki yangından hızlı bir performans gösterdiler. Yeni yerleri yakmak ve yeni insanlar öldürmek için! Savaş, ölüm, barut ve kıyım… İşte neredeyse insanlık tarihi kadar eski hikayenin özeti. Ancak bazı izler birkaç kez tarihin külleriyle yıkansa bile çıkmıyor. Dramatik öyküler, büyüyemeyen ölü çocuklar ve solgun yüzler karışımında tozlu sayfalara asılı kalıyor. Bazı öyküler canımızı yakıyor. Dudaklarından kan sızan kötü başrol oyuncuları nefretimizi arttırıp tüylerimizi diken diken ediyor. Hitler’i nasıl bilirsiniz? Ari ırk safsatalarıyla milyonlarca insanı, sabun ve düğme gibi bilumum aksesuarlara dönüştüren ‘Fuhrer’, kan gölüne çevirdiği Avrupa’nın üzerine ‘Gamalı Haç’ damgalı bir tüy dikti. Kan, yanık ve ölüm lekeleri bırakan bir tüy… Savaşın sonunda Hitler’in ırk politikaları 11milyon insanın ölümüyle sonuçlandı, bunların arasında 6.5 milyon Musevi vardı. Katliam ‘Yahudi soykırımı’ olarak tanındı. Geleceği anlamak ancak geçmişi sorgulamakla mümkün oluyor. Dünya haritasında Amerika ve Irak’ın yerlerine bir bakın! Coğrafyalar birbiriyle çok alakasız değil mi? Ortadoğu’da petrol içinde boncuk arayan azgın Amerikan sondajları, ‘sözde’ özgürlük ve daha iyi yaşam koşulları için çalışıyor. Konsepte uyduran saldırıyı başlatıyor. Savaş tamtamları çalıyor; kaynaklar bize yetmiyor! Biz kim miyiz? Bu dünyanın efendileri elbette. Zaten yeryüzü bizim için yaratılmadı mı? Gerisi hikaye! Bir günah keçisi bulmak lazım! Onlar bu pastadan yiyemeyecekleri gibi tehdit oldukları içinde ortadan kaldırılmalı. Keçilerin kim olduğunun ne önemi var. Rüzgar nereden eserse artık! Geçmişte Yahudiler, bugün masum kitleler, yarın… İşte ana tema bu? Hitler’i anlamak mı? Henüz anlatamadıysak, geniş bir parantez açıp 30 Ocak 1933 yılına uzanalım.

 

Führer’in kavgası

“Belki de yüzyıllardan beri, Almanya’da gelmiş geçmiş en katı tutumlu Alman’ım ben. Şimdiye kadar hiçbir Alman önderinin sahip olmadığı yetkilere sahibim. Ama hepsinden öte, kendi başarıma inanıyorum. Kayıtsız, şartsız inanıyorum.”

1889 yılında Baranau Kasabası’nda doğan Hitler, kendini böyle tanımlıyordu. Henüz ilk gençlik yıllarında anne ve babasını kaybedince Viyana Sanayi Okulu’na yazıldı. Önce bir mimar ardın da bir nakkaşın yanında çalıştı. Sanata ve mimari eserlere olan tutkusu bu yıllara dayanır. Birinci dünya savaşı çıkınca Alman ordusuna gönüllü olarak yazıldı. Onbaşı olarak görev yaptı. Yavaş yavaş dünyayı kan gölüne çevirecek fikirleri şekilleniyordu. Almanya’nın mağlubiyetiyle sona eren savaşın ardından arkadaşı Feder’in kuruluşuna öncülük ettiği Alman İşçi Partisi’ne katıldı. Bir süre sonra lider olmayı başardı ve partinin adını Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi olarak değiştirdi. 1924’te mevcut hükümeti devirmek için girişimde bulundu. Bu kendi inandığı gücün bir mesajıydı aslında. Ancak tutuklanarak mahkum edildi. 10 ay kaldığı hapishanede Mein Kampf’ı (Kavgam) kaleme aldı. Açıkçası, artık Tüm Avrupa’yı kana boyayacak fırçayı eline almaya hazırlanıyordu.

Naziler geliyor!

Almanya’daki istikrarsız dönem ve Hitler’in politikada palazlanması aynı döneme denk düştü. Böylece tarihin yazgısı da değişmeye başladı. 30 Ocak 1933 yılında Cumhurbaşkanı Hindenburg seçimlerden birinci parti çıkan Hitler’i Şansölye olarak atadı. Halk arasında ‘Nazi’ olarak anılmaya başlanan Nasyonel Sosyalistler’in en iyi işi propaganda yapmaktı. Hitler meydanlarda adeta histeri krizleri geçirerek, alt ve orta tabakanın ekonomik gereksinimlerini karşılayacağına dair antlar içiyordu. Anti-komünizmin yanı sıra anti-semitizmi cilalı bir ambalaja sokmaya başladığında, tehlikeli bir oyunun kapısından girilmiş oldu. Milyonlarca insan için sonun başlangıcı yaklaşıyordu. Hitler, kaynağını Mein Kampf’tan alan 25 maddelik zehir zemberek bir programı uygulamaya başladı. Bu programın ilk maddesi Bismark’ın kurduğu Almanya’yı yıkan ve Avrupa’da sınırları yeniden şekillendiren Versay Anlaşması’nın hükümlerinden kurtulmayı esas alıyordu. Alman vatandaşlığının sadece ‘Alman kanı’ taşıyanlarla sınırlı kalması programın önemli maddelerinden biriydi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek konusu üzerinde dikkatle duruluyordu. Böylece sermayenin desteğini alan Hitler, alabildiğine saldırgan ve saf bir Almanya yaratmak için kolları sıvadı. Meclise kabul ettirdiği yetki tasarısıyla yürütme ve yasama yetkilerini kendinde topladı, ipler tamamen elindeydi. Akabinde diğer partiler yasaklandı. Alman toplumu ayrık otlarından temizlenmeliydi. Temizliğin katacağı maddi ve manevi değerler ön plana çıktığında insanların ölümü önemini yitiriyordu. Artık Nazi Gizli Örgütü Gestapo iş başındaydı. Büyük bir insan avı başladı. Münih yakınlarında ‘Dachau’ toplama kampı açıldı. Komünistler, işçiler ve sendika liderleri kampa gönderilmeye başladı. 1933 baharı insanların üzerine bir kabus gibi çöktü. Çok kısa bir zaman içinde Yahudi düşmanlığı tırmandı. Baskı her geçen gün artar oldu. Birinci ve ikinci dereceden akrabaları olan Yahudiler bile tehdit altındaydı. İşin ilginç yanı Yahudiler’in ülke dışına çıkmaları yasaktı. Açıkçası Hitler sadece Almanya’da değil dünyanın herhangi bir yerinde Yahudi görmek istemiyordu. Çok kısa bir süre içerisinde ise toplumun çingene, zenci, engelli ve eşcinsellerden arınmasını sağlayacak kanun çıktı. Kısacası Naziler’in kendinden olmayanlara tahammülleri yoktu.

Hitler Büyük bir propaganda faaliyeti yürüterek ve olağanüstü hitabet kabiliyetini kullanarak bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi. Kendisini, Almanların yanılmaz büyük lideri ilan etti ve halkı da buna inandırdı. Bundan sonra Alman halkı ölümüne kadar Hitler’in peşinden körü körüne gitti.

Toplama kampları

“Sonunda yüz seksen dokuz kişilik bir erkek grubunun içinde kalmıştım. Auschwitz merkez kampına götürüldük. Girişte üzerinde Arbeit Macht Frei (Çalışmak özgürleştirir!) yazısı bulunan bir kapıdan geçtik. Banyolara gittiğimizde her birimiz sol kolumuzda bir sicil numarası ve üçgenden oluşan bir dövme yaptırmak zorunda kaldık. Benim sicil numaram 79414. Yalnız işgücü ihtiyacı nedeniyle geçici olarak yaşamalarına izin verilen mahkumlara dövme yapılmıştı. Bunun dışında hepimiz, göğsümüzün yan tarafında ayırt edici bir işaret taşımak zorundaydık: Yahudiler için altı uçlu bir yıldız oluşturacak biçimde üst üste getirilmiş kırmızı ve sarı birer üçgen, Ruslar için siyah bir üçgen, siyasi mahkumlar için kırmızı bir üçgen, adi suçlular için yeşil bir üçgen. Kamp arazisinde kimlik işareti olmadan dolaşmak ya da işaretini belirtilenden farklı bir yerde taşımak, mutlak ölüme davetiye çıkarmak demekti. Karşınıza çıkacak ilk SS subayı sizi yakalayabilir, yere fırlatır, yüzünüze ve göğsünüze tekmeler savurur, sonra da gaz odasına gönderirdi.”

M. Cirulnitsk’in 1945 yılındaki tanıklığı toplama kamplarının amacını özetliyor. Nazi projesinin ana temasını oluşturan kamplar, daha önce yeryüzünde rastlanmayan bir kıyıma uygun biçimde düzenlenmişlerdi.

Son durak Auschwitz

1933 yılında başlayan katliamın etkisi 1944 yılının sonuna kadar etkisini arttırarak sürdü. İnsan Mezbahasına döndürülen yerler, bedenlerin yanı sıra ruhlarda da derin izler bıraktı. Önceleri kamyonlara kapatılan insanlar egzoz gazıyla boğuluyordu. Ancak bu durum Nazileri kesmedi. Daha çok insan öldürmek, daha çok katliamla korku salmak hepsinde bir saplantıya dönüştü. İlk gaz odaları Belzec ve Chelmno’da 1941 kasımında kuruldu. Ancak kampların arasında bulunan Auschwitz-Birkenau gerçek bir ölüm fabrikası olarak dikkat çekti. Tıkış tıkış trenlere yüklenen insanlar, kampa vardıklarında başlarına geleceği düşündükleri felaketlerin çok ötesindekilerle karşılaşıyorlardı. Kapılar açılır açılmaz Gestapo subayları Yahudileri gruplara ayırıyor, çalışabilecek durumda olanları IG Farben fabrikasına gönderiyordu. Diğerlerinin gaz odaları ya da eritme fırınlarında başka şansı yoktu. Çocuklar anneleriye, ihtiyarlar oğulları ve kızlarıyla böylece vedalaşmak zorunda bırakıldılar. Gaz odalarında ordunun parazitleri yok etmek için kullandığı Zyklon B gazı kullanılıyordu. Belgelere dayanmayan tahminlere göre 1941’den 1944 yılının sonuna kadar 2.7 milyon insan gaz odalarında katledildi. Eritilerek öldürülen insan sayısı da hafife alınmayacak kadar fazlaydı. Sabun ve düğme yapılan insanlardan söz ediyoruz! En yakın arkadaşınızla ellerinizi yıkadığınızı ya da büyük babanızla ceketinizi iliklediğinizi düşünsenize. İronik mi? Hayır mide bulandırıcı. Açıkçası insan insana bunu yapmamalıydı. Ama maalesef…

Gaz odalarında ordunun parazitleri yok etmek için kullandığı Zyklon B gazı kullanılıyordu. Belgelere dayanmayan tahminlere göre 1941’den 1944 yılının sonuna kadar 2.7 milyon insan gaz odalarında katledildi.

Rehberin gerçek yüzü

‘Kavgam’ın ilk satırları Hitler’in kişiliği hakkında yeterli bilgiyi vermektedir. Güce tapan azgın katil bir teori kitabı olan Mein Kamph’ta kendisinden ve aile yaşamından bir masal gibi söz eder. Bu teori kitaplarda daha önce hiç rastlanmamış bir içerik olarak dikkat çeker. Hitler mikrofonun başına geçer, önce yavaş yavaş konuşmaya başlar ardından havaya girerdi. Aslında tüm metni içerikten yoksun bir boşluktu. Ancak gözleri ve vurgularıyla alanda toplanan büyük kitleleri etkilerdi. Nazilerin propaganda gücü de Fuhrer’e eşlik eder, ışıklandırma ve müzik gerekli yerlerde ambiyansı tamamlardı. Kısacası Hitler söylediklerine önce kendisini inandıran bir şovmendi. Konuşmasının en ateşli bölümlerinde bir trans etkisi ön plana çıkardı. Artık alandaki insanlar o öne eğildiğinde öne eğilmekte, o yana savrulduğunda aynı şeyi yapmaktaydılar. Bireysel histeri bu şekilde kitlesel bir afyon etkisine yol açardı. Hitler konuşmasını bitirdiğinde ya büyük bir sessizlik olur ya da inanılmaz bir coşku seli yaşanırdı. Fuhrer sigara ve içki kullanmaz, et yemezdi. Söz konusu olan çelik gibi bir iradeydi. Sözde tüm ermişlerde olan irade onda da bulunuyordu. Sık sık tek kadınının Almanya olduğunu dile getirip kadınlarla kaybedecek vakti olmadığının altını çizdi. Ancak kadınlar ona bayılırdı. Toplumun kaymak tabakasına mensup fraulein’ların başını döndüren fuhrer, iktidara giden yolda onlardan çok yararlandı. Hana Reitsch, Leni riefenstahl ve Winifred Wagner gibi sıra dışı kadınlar ününü arttırdılar. Yeğeni Geli Raubel onun yüzünden intihar ederken, Eva Braun onunla birlikte ölüme gitmekten çekinmedi. Nazi propaganda makinesi, bütün gücünü Hitler’i üstün insan olarak tanıtma işine harcadı. Gerçekte Hitler, polis devletini kuran sıradan bir faşist, makyajlı bir palyaçodan başkası değildi. ‘Berlin Günlüğü’ isimli kitabın yazarı William L.Shirer, onu şu sözlerle tanımlıyordu: “Son derece biçimsiz bir vücut yapısı, tıpkı bir karikatüre benzeyen yüz ifadesi, bütünüyle kıkırdaktan oluşmuş duygusunu veren kemiksiz bir et yığını. Silik bir kişilik, ağzı boş laf yapan, dengesiz ve özgüvensiz bir adam. Tam bir küçük adam protitipi.”

Ve diğerleri…

Heinrich Himmler, Rudolf Hess ve Hermann Goering…Bu üç Nazi subayı başından beri tüm kaynakları insanların katledilmesi için seferber eden Adolf Hitler’in yanında yer aldılar. Adolf Hitler, amacına ulaşabilmek için bilimin en uç sınırlarına kadar gitti. Kusursuz ırk için genlerle oynamayı bile ihmal etmedi. Her şey onun ve adamlarının kontrolünde gerçekleşti.Rudolf Hess, Nazi hiyerarşisinde çeşitli görevlerde çalıştı ve Hitler’in sekreterliğini yaptı. Ayrıca Mein Kampf‘ın yazılmasında Hitler’e yardım etti. Hermann Goering Hitler’e toplama kampları fikrini verdi. Savaşın başlaması ve öncesinde toplama kamplarına Yahudi, Çingene ve savaş esirleri konulmaya başladı. Heinrich Himmler 1934 yılında Gestapo’yuGoering’den devraldı. 1944 yılında Almanya’daki silahlı kuvvetlerin komutanlığına getirildi. Savaşın ardından diğer Nazi savaş suçlularıyla birlikte yargılandı ve cezalandırılmaktan intihar ederek kurtuldu.

Nazilerin gizemcilik yönü ve faşizmin kökleri

Naziler Nietzsche’nin bazı fikirlerini çarpıtmakla kalmayıp onu, çaldıkları minareye bir kılıf olarak kullandılar. Nietzsche üstün insandan söz ederken onu ‘saf ırk’ ya da Almanlar olarak tanımlamamıştı. Propaganda yapmak için her koşulu lehlerinde kullanan Naziler antropolojiyi de işin içine bulaştırdılar ve antropologların yaptığı ırksal sınıflamayı katliam için bir referans noktası olarak gördüler. Bilim, din, gizem ve her şey onlara hizmet ediyordu. Onlar üstündü ve Tanrı’nın buyruklarını yerine getiriyorlardı. Gizemcilik ve gizcilik, felsefeleri arasında ayrı bir yer oluşturdu. Aslında Almanya’daki koşullar da buna son derece uygundu. Henüz 1800’lü yıllarda Agharta efsanesine büyük ilgi duyuluyordu. Yeraltındaki üstün medeniyet Agharta’nın kralı çok yakında dünyayı fethedecekti. Dünyayı ele geçirecek ve üstün insanları tek bir bayrak altında toplayacak kutsal kral. Bu Hitler olamaz mıydı? Akıl dışı düşünce geliştikçe, kitlesel bir delik ortamı doğdu. Naziler bunu çok iyi kullandılar. Ama daha tehlikeli olanı kendilerinin de buna inanmalarıydı. Hitler sık sık falcılara taşınır, gelecekten sinyaller almaya çalışırdı. Kendini açık bir biçimde ‘aklın’ düşmanı ilan etti. Teknoloji ve kentleşme eğilimine şiddetle karşı çıkıp basit ve saf köylü yaşamını kutsadı. El sanatları, alternatif tıp ve meditasyon gündemdeki konular oldu. Doğal yaşam ve çıplaklık yüceltildi. Tüm bunlara rağmen Nazilerin kitlesel kıyımlarını endüstriyel ve bilimsel yöntemlerle yapmaları tuhaf bir çelişki olarak dikkat çekiciydi. Hitler’in özel merakları da bulunuyordu. Avusturya İmparatorluk Müzesi’nde sergilenen ‘Kutsal Mızrak’ inanılmaz ölçülerde ilgisini çekiyordu. Avusturyalı İmparatorların savaşlarında yanlarında götürdükleri bu mızrağın İsa’nın böğrünü deştiği iddia edilmekteydi. Fuhrer bu silah tarafından adeta büyülenmişti. Ona sahip olduğunda dünya üzerinde egemen olacağına ve Hıristiyanların sonsuz bir güce kavuşacağına inanmaktaydı. Açıkçası kendisini İsa ile özdeşleştiriyordu.

Hitler sık sık falcılara taşınır, gelecekten sinyaller almaya çalışırdı. Kendini açık bir biçimde ‘aklın’ düşmanı ilan etti.

Hitler’in sonu!

Hitler savaş sırasında tüm batı Avrupa ülkelerini ve Rusya’yı karşısına aldı. Bu cephe genişliği 2. Dünya savaşı’nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu. Talan olmuş ülkeye rağmen son gün bile savaşı kazanacağından emindi. Çılgınlıkla, akıl arasındaki hassas çizgiyi terk edeli çok olmuştu. Belki de başından beri bir deliydi. Ancak ümitsizliği iyice artınca 29 Nisan 1945 yılında son günlerde evlendiği Eva Braun’la birlikte siyanür içip önce Braun’u sonra da kendisini vurarak intihar etti. Ölmeden önce son emrini vermiş ve cesetlerinin yakılmasın istemişti. Bu resmi hikayeye rağmen ölümüyle ilgili olarak bugün hala komplo teorileri üretilmektedir. Ölürken bile nefreti bitmeyen Adolf Hitler, “Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm’i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir” ana fikri üzerine kurulu bir vaziyette bulundu. Tarih onu asla affetmese de onun hikayesi başkalarına ders olmadı. Bununla birlikte bazı ürkütücü gerçekler de vardı. Hitler mi? Onu baş tacı edenler ve peşinden sürüklenen milyonlar… Hiçbir zaman anlaşılmadı, anlaşılamayacak.

Amerikalı tarihçi Raul Hilberg’in tahminine göre kurbanların sayısı

Gettolar 800.000’den fazla

Açık havada toplu infaz. 1.300.000’den fazla

Kamplar 3.000.000’a yakın

Auschwitz 1.000.000

Treblinka 750.000

Belzec 550.000

Sobibor 200.000

Chelmno 150.000

Maydanek-Lublin 50.000

Diğer kamplar150.000

Romanya 100.000

Hırvatistan ve diğerleri 50.000.den az

TOPLAM: 5.100.000

BEYAZ PERDEDE’Kİ NAZİ İMPARATORLUĞU

Nazilerin ve Adolf Hitler’in yarattığı kabus, defalarca sinema diliyle anlatıldı.

Schindler’in Listesi

Soykırımın gerçek yüzünü gösteren belgesel tadındaki film, Spielberg‘in gerçek başarılarından birisi oldu. Tamamı siyah-beyaz olan filmde kırmızı paltolu kızın yer aldığı sahneler, şok etkisi yarattı.

Piyanist

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Polonya’yı işgal etmesiyle hayatı kabusa dönen bir piyanistin yaşamından kesitler sunan filmde hem Roman Polanski’ye hem de Adrien Brody’ye hayran kalmamak mümkün değildi.

Hayat güzeldir

Bir Nazi kampında geçen film, tüm vahşeti gözler önüne sererken, en umutsuz anlarda bile umudun ne denli önem taşıdığını hissettirdi.

Çöküş

Adolf Hitler’in son günlerine sıra dışı bir bakış.

Gri bölge

Auschwitz toplama kampına baş patolog olarak atanan Dr. Miklos Nyiszli’in gerçek hikayesinin beyaz perdeye yansıması.

(İlk Yayın: FHM)

Konuk Yazar