Bir Marduk’tur gidiyor… Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan, Süleyman Demirel’in ‘gonuşşang Türkiyya’ ilkesi uyarınca konuşuyor. Fakat çok kişi Demirel’in hiç sevmediği ama hep yaptığı şekilde karnından konuştuğu için çok kişi de anlamadı soruyor, nedir bu Marduk, yenir mi yenmez mi, canlı mıdır uzaylı mıdır? Cem Yılmaz’ın ‘Gora’ filminde robota sorduğu gibi, bir şey yer mi, bir şey içer mi? Her yerden çeker mi? Her yerden alır mı?

Marduk ile 1999 yılında tanıştım. Altı sene geçmiş. Yok, daha önceleri de, hem de uzun yıllardır ‘ezoterizm’ denilen meseleye meraklıydım. Türkiye’de az kişinin bildiği Louis Pauwels, Jacques Bergier, Gerard de Sede, Rene Guenon, hatta Tom Lethbridge gibi herifleri bir tamam okumuştum (efendim ‘lisan’ da biliyoruz ya ayıptır söylemesi)… Sonra bunlara Robert Bauval, Graham Hancock, Michael Baigent gibi araştırmacılar da eklendi. Bu adamlar, dünyamızda ünlü Nuh tufanından önce bambaşka bir uygarlığın varolmuş ve o amansız felaketle ortadan kalkmış olduğunu iddia ediyorlardı. ‘Gizemciler’ denilen bütün o esrarlı çevrenin çalışmaları da, bu eski uygarlıktan bize kalmış birtakım ipuçlarının, zaman içinde şekil değiştirmiş, efsaneye dönüşmüş birtakım izleri, kırıntılarıydı. Adına artık Atlantis mi dersiniz, Cartlantis mi, bilmem. İşte piramitler miramitler de bunların kalıntılarıymış… Hatta, Lethbridge tam bu konuyu araştırdığı ve bomba gibi patlayacak bir kitap yazmaya hazırlandığı sırada, sonradan pek ünlenecek Erich von Daeniken daha önce ve daha uyanık davranmış, gene o pek ünlü ‘Tanrıların Arabaları’nı yazarak bombayı kendisi patlatmış, parsayı toplamış, malı ve parayı götürmüş (yıl 1967), Lethbridge de kahretmiş, adamcağızın yüreğine inmiş, ölmüş gitmişti (yıl 1970)… Yakın dostu ve kendisi de bu konularda epey eser vermiş Colin Wilson öyle anlatıyor. Masonların da bunları bildikleri ve bu sırrı sakladıkları ileri sürülüyor.

Benim de bilgim bu merkezdeyken, Internet’i ve orada faaliyet gösteren ünlü ‘amazon.com’u da yeni keşfetmenin verdiği heyecanla bu tür sitelerde ve içlerinde geziniyordum (elbette pornoculardan fırsat kaldıkça)… Zecharia Sitchin adında bir adamla tanıştım. Adı Zekeriya. Orta yaşlı bir Yahudi’ydi bu. Konuyla ilgili de tam sekiz kitap yazmıştı! İstanbul’a da gelmiş gitmişliği vardı. Bir sürü para yatırdım, tıkladım, yani düğmeye basıp kapıma getirttim, hapır küpür okudum. Okudukça da dehşete kapıldım. Sitchin, yalnız eski İbranice’yi değil, Sümerce, Akadca, Asurca, bu arada eski Mısırca’yı da bülbül gibi bilen çok derin bir adamdı.
Yalnız Tevrat’ı değil, hemen bütün eski kil tabletleri, bunlarda yazılı destanları falan da okumuş (başta Gılgamış) ve şu sonuca varmıştı: Mitolojilerde hep ‘tanrılar’ diye geçen ve bizim de ‘pis putperestlerin saçmalıkları’ diye burun kıvırdığımız, ciddiye almadığımız varlıklar gerçekti, ve bunlar, Gora gezegeninden Komutan Logar gibi ‘muhayyel’ ve saçmasapan bir yerden değil, bilmediğimiz ama yakın ve gerçek bir gezegenden gelmişlerdi. Bu gezegen uzak bir galakside değil, bizim kendi güneş sistemimizdeydi.
Ama biz bunun farkında değildik.
Bilmiyorduk, çünkü yörüngesi, yani güneşin çevresinde bir tam dönüşü bizim ölçümüzle 3661 yıl sürüyordu.
Sistemin dışına çıkıyor, çok uzaklara gidip elbette geri geliyordu. Bunu ancak binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın (başta Sümer uygarlığı) bırakmış oldukları bazı ipuçlarından anlayabiliyorduk. Üstelik atalarımız neyin ne olduğunu tam çakamadıklarından, hafif tertip de ürkmüşler, korkmuşlar, kendi algılayabildikleri düzeyde bu meseleyi ‘mitolojiye’ dönüştürmüşler, söylence şekline sokmuşlar, bize öyle aktarmışlardı. Yani, birtakım yazıları ve yazıtları ‘doğru deşifre etmek’ gerekiyordu.

Atalarımız bu gezegende yaşayan ve bize de uğrayan üstün yaratıklardan korktukları ve çekindikleri için onları, haşa sümme haşa, ‘tanrı’ sanmışlar, saygıda ve sevgide kusur etmemişlerdi… Bu gezegen, güneş sistemimizin doğal bir üyesi değildi. Sisteme dışarıdan girmişti, yörüngesi de bildiğimiz bütün gezegenlerin aksine, ters yöndeydi. Pluton hariç hemen bütün gezegenlerin ortak dönüş düzeyine, yani ‘ekliptik’ dediğimiz plana da doksan derece dikti. Dolayısıyla, duruyor duruyor, yani bize duruyormuş gibi geliyor, birdenbire göklerde beliriveriyordu. Güney yönünde.
Dünyadan çok daha büyük, kızıl renkli bir gezegen.
3661 yılda bir geliyor, Jupiter ile Mars arasında bulunan ‘asteroid kuşağı’ bölgesine sokuluyor, oradan dönüp gidiyor. Bize fazla yaklaşmıyor. Fakat kütlesi çok büyük olduğu için, çekim gücü her seferinde bizim burada (yani dünya gezegeninde) amansız depremlere, yanardağ patlamalarına, tsunamilere, sel baskınlarına yol açıyor. 3661 yılda bir geliyor ama pir geliyor, bizi mahvedip gidiyor. İşte ünlü Nuh tufanına da bu gezegen yolaçmış ve dünyamızda daha önce varolan başka bir uygarlık böylece ortadan kalkmış.

Zecharia Sitchin, bütün bunları poposundan uydurmuyor. Mezopotamya yazıtlarını okuyunca bu kanıya varmış. Bu gezegen, daha doğrusu bunun uydularından biri, eski geçişlerinden birinde, asteroid kuşağının yerinde evvelce bulunan bir başka gezegene çarpmış, kopan büyük parça bir süre serseri mayın gibi dolaşa dolaşa bugün bildiğimiz Venüs’ü oluşturmuş, geri kalan toz toprak da işte o asteroidleri, yani küçük parçacıkları… Masonların sakladıkları sır da buymuş işte!
Bu konu ilginizi çektiyse… Sitchin’in bazı eserleri, sanırım ilk ikisi ya da üçü, dilimize çevirildi. ‘On İkinci Gezegen’ isimli kitabından başlayarak okuyunuz. Siz başlayın, o arada diğerlerini de tercüme edecekler. Yok daha derli toplu bilgi edinmek istiyorsanız, konunun Türk uzmanı Burak Eldem’in ‘2012: Marduk’la Randevu’ isimli eserine başvuracaksınız.

Ve fakat neden mi 2012?
Çünkü, hesaba göre, bu gezegenin güneş sistemimizde birdenbire belirmesi ve canımıza okuması, 2012 yılında bekleniyor! Gördüğünüz gibi depremler, tsunamiler falan da ufak ufak artıyor ha…
Hesap yanlış olabilir tabii. Bilemem. Ayrıca bilim adamları, ‘böyle saçma şey olmaz, bu büyüklükte bir gezegen yaklaşmakta olsaydı şimdiye kadar görmüş olmamız gerekirdi’ diyorlar… Fakat…
Zurnanan zırt dediği yer…
1984 yılında, Amerikan uzay araştırma ve çalışmaları dairesi ünlü NASA, Pluton dolaylarında, güneş sistemine ‘girmekte olan’ büyük bir gökcismi keşfetti… Bunun doğal bir gezegen mi yoksa yapay bir uzay gemisi falan mı olduğu anlaşılamadı…
Söz konusu cisim, ‘spektral’ analizde koyu kırmızı renk veriyordu!
Konu bir süre örtbas edildi.  Fakat Marduk’un kırmızı olduğunu da Sümerliler söylemişlerdi! Aslında Marduk bu gezegenin Babil dilindeki söylenişiydi, Sümerce adı Nibiru, oradan gelenler de Anunnaki.
Peki, bütün bunlar palavraysa, acaba Sümerliler niçin bildikleri gezegenleri hep yaptığımız, alıştığımız şekilde içeriden dışarıya, yani güneşe en yakın Merkür’den başlayarak Pluton’a doğru değil de, dışarıdan içeriye, yani güneşe en uzaktan başlayarak sayıyorlardı? ‘Bir şeyin’ ve birilerinin geliş yolunu mu izliyorlardı yoksa?
Ayrıca… Ayrıca… Beş bin yıl önceki Sümer uygarlığı, bizim ancak 1930 yılında, o da teleskopla keşfedebildiğimiz, gözle görülmesi mümkün olmayan Pluton gezegeninin varlığını nereden biliyordu? Nasıl bilebilirdi?
Merak ettiyseniz derKi’deki “Marduk’la Randevu” yazısını okuyun.

Ancak, şu iki hatayı yapmayınız… Lütfen…
Bir: ‘Olmaz böyle şey’ diye kestirip atmayınız. Açık fikirli olunuz. Konuyla ilgili bir sürü yazı yazmış bendeniz de zaten ‘vardır’ ya da ‘yoktur’ demedim, sizi bu meseleden haberdar ederek gazetecilik görevimi yerine getirdim.
İki: Bunun asla bir ‘inanç’ meselesi olmadığını unutmayınız. Size ‘inanın’ ya da ‘inanmayın’ demiyoruz, konuya böyle yaklaşmayınız.
Bu bir astronomi, astrofizik, tarih ve arkeoloji konusudur.
Dolayısıyla, ‘Kur’an-ı Kerim’de yeri var mı?’ diye sormayınız.
Hayatınızı ve beyninizi ille kabaca ve yanlış yorumlayacağınız din esaslarına göre düzenlemek istiyorsanız, Kuran’da cep telefonu da yoktur, cep telefonlarınızı hemen çöpe atınız.
Laf aramızda, bu gibi konulara solcuların da kafaları basmaz, çünkü Marx da bu konudan sözetmemiştir, Lenin de.
Siz akıllı olunuz, hemen reddetmeyiniz, araştırınız, öğreniniz. Okuyunuz
Yani: İqra!
Şunu da unutmayalım
Bu meselenin ‘ispiritizmayla’ uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok.
Yani, ruh çağırma, medyumluk, yaşayan ölüler, vampirler, zombiler gibi saçmalıklar bu konunun uzağında ve dışındadır.
Birbirine karıştırılıyor, at izini it izinden ayırmak zorlaşıyor da onun için belirttim.
Bu konuyu, esrarı çekip çekip saçmalayan bazı Amerikan serserileri, yani ‘New Age’ takımı da çok sulandırdı. Bunun tütsüyle, Buddha’yla, Taocu seksle falan da hiçbir ilgisi yok.
Konuyu sulandıran diğer bir kesim, bildiğiniz ‘ruh hastaları’ oldu. ‘Marduk gezegeninden gelen uzaylılarla görüştüm, hatta hiç unutmam, yüce tanrıça İştar bir gün bana dedi ki…’ şeklinde abuklayan deliler var… Hekimlerin çalışma alanına giren bu gibi zırvaları sakın ciddiye almayınız. Bu mesele, manyaklara bırakılamayacak kadar ciddi bir meseledir.

(İlk Yayın: Akşam Gazetesi)