“İlk başta ilkel göçebe aşiretin başında, kıskanç bir baba bulunuyordu. Baba, gruptaki bütün dişileri kontrol edebilirdi ve cinsel olarak elinin altında tutardı. Oğullar büyüyünce, baba onları aşiretin dışına attı; çünkü babanın elinin altındaki kadınlara yaklaşmaya başlamışlardı. Sonra oğullar birleşti ve babalarını öldürdüler ve onu yediler. Daha sonra da, böyle korkunç bir iş yaptıkları için kendilerini suçlu hissettiler ve bunun sonucunda bir totem hayvanı öldürmeyi tabu hâline getirdiler. Bu totem, babalarını temsil ediyordu. Totem oluşturma, onların ilk suçluluk duygusunu biraz olsun dindirdi. Ancak kardeşler, eskiden babalarının rakibi oldukları gibi, şimdi de birbirlerine rakip olmuşlardı. Babanın ortadan kalkışıyla, bu defa aile içi cinsel birleşmeler başladı ve bunun sonucu doğan çocuklarda art arda sakatlıklar baş gösterdi. Bu sorunu çözmek için ikinci bir tabu yarattılar: Aşiretin içinde çiftleşme yasağı… Bu noktadan sonra sadece diğer aşiretlere mensup olanlarla eşleşmeleri uygun görüldü”.
Prof. Dr. Ahmet Çelikkol’un özetlemesiyle, meşhur “Totem ve Tabu” adlı kitap insanlığın yapısını bu spekülatif ensest senaryoyla açıklıyordu. İnsanın derinliklerine dair daha pek çok şeye benzer açıklamalar getiren bu hipotezin sahibi Sigismund Scholomo Freud ya da daha bilinen adıyla Sigmund Freud öleli 70 yılı aşkın süre geçti ancak, hem kişiliği hem de çalışmalarına dair tartışmalar, efsaneler ve ithamlar bitmek bilmiyor. Psikanaliz öğretisi gibi dönemi için çarpıcı fikirleriyle büyük gürültüler koparan bu Viyanalı Yahudi nörolog tıpkı Darwin ve evrim teorisi gibi tüm zamanların en fazla spekülasyon malzemeleri arasından inmeyecek gibi görünüyor. 2005 yılında çıkan “Psikanalizin Kara Kitabı”nın yarattığı tartışmalar dindi derken, Avrupa’da ve özellikle Fransa’da son haftaların en gözde tartışma konusu yine Freud ve çalışmaları…
Psikanalizin babası Freud hakkında zehir zemberek iddiaların ve tartışmaların yeniden gündeme gelmesinin sebebi ise Fransız Felsefeci Michel Onfray’in geçtiğimiz günlerde yayımlanan kitabı “Bir İdolün Alacakaranlığı: Freudyen Uydurmalar”… Daha öncede Fransa’da İslâm karşıtı görüşleriyle gündeme gelerek büyük gürültü koparan Felsefeci Onfray, Tanrı hakkında yazdıktan sonra şimdi de Freud’un “ipliğini pazara çıkarmayı” hedefliyor. Ancak bu sefer karşısına seslerini pek duyuramayan Avrupalı Müslümanları değil Freud’un “çağdaş müritlerini” alıyor. Hâliyle 20. yüzyıla damgasını vuran ve onlarca yıldır sonu gelmeyen Freud ve psikanaliz tartışmasının 21. yüzyılda da devam edeceği görüntüsünü veriyor.
Freud’un ruhbanlarına karşı “haçlı seferi”
Freud’u analiz etmek için yine Freudçu bir metot kullanan Onfray’e göre “Freud kendi kişisel vakasını genelleştirerek tüm insanları kapsayan bir teoriye dönüştürdü”. Kısaca özetlemek gerekirse tek bir dürtüsü ve içsel arzusu var: “Babasını öldürmek ve annesiyle yatmak”. Yani bu Viyanalı hekim, çocukluğundaki ensest ilişkilerin ruhunda bıraktığı Oedipus Kompleksi’ni tüm insanlığa mal etmiş bir bilim şarlatanı, Fransız felsefeciye göre. Kendi kişisel analizinden tutun, gerçekleştirdiği psikanaliz uygulamaları, antropoloji ve felsefe üzerine çalışmaları da sonuçları çarpıtılarak sunulmuş ve buradan bilimsel bir teori üretilmiş. Bunun sebebi ise “Tek başına çekilmez olan nevrozunu tüm insanlığa mal ederek mücadelesini daha katlanılabilir kılmak”. Bu da Freud’un metoduna bağlı kalarak yapılmış bir Freud tahlili…
Bu tahlile göre bir zamanlar göklere çıkarılan Freud, “art niyetli, içten pazarlıklı, hırslı, aç gözlü, batıl inançlı, depresif, sert tabiatlı, ensest hatıralardan mustarip, kibirli, bunalımlı, bilimsel çalışmalar için yeterince sabrı olmayan bir şarlatan” konumuna düşüyor. Üstelik bunlarla da kalmıyor, Yahudi olmasına rağmen Mussolini gibi otoriter rejimlere hayran ve antisemit olmak da ona yöneltilen suçlamalar arasında. Caen Halk Üniversitesi’nin rektörü de olan Onfray daha da ileri gidiyor ve bu “şişik egolu burjuva”nın, kendi ruhsal rahatsızlığını verileri çarpıtarak bilimsel bir teori kılıfına soktuğunu ve buradan da “psikanaliz dinini” ürettiğini iddia ediyor. Onfray’in bu çıkışı “Freudçuluk dini ve ruhbanlarına karşı haçlı seferi” olarak yorumlanıyor. Buna göre Freud, gerçekten bilimsel veriler yerine edebi ve kurgusal açıklamaların arkasına sığınarak bilimsel görünümlü dogmalarla dolu yeni bir tür din oluşturdu ve onun takipçileri de bu öğretinin rahiplerine dönüştüler.
“Freud’un tarikatına” mensup olan takipçileri ise onu aktarırken Freud’a ait arşivdeki pek çok gerçeği gizleyerek, onu efsaneleştirdiler ve gerçek Freud’un tanınmasını engellediler. Onfray, takipçilerinin insanlara yansıtmadığı “gerçek Freud”u şöyle tarif ediyor: “Kariyeri için endişelenen, para, başarı ve şöhret düşkünü, el yordamıyla ve yanılgılarla deneyler gerçekleştiren, kendine göstermelik psikanaliz uygulayan, zamanının psikolojik keşiflerinden toplama bir mozaik yaparak psikanaliz adını veren, etkisiz uygulamalarını iyileşme olarak gösteren ve bu sayede hastalarını adeta aidata bağlamış gibi son derece kazançlı bir tedavi icat eden uyanık bir hekim”.
Freud’un hokus-pokusları
Onfray, bilimsel çalışmayan Freud’un psikolojik rahatsızlıkları iyileştirdiğini iddia ettiği muğlak bir metodu benimsetmek için hayatı boyunca yalan söyleyip, uydurduğu ve pek çok şeyi gizlediği görüşünde. Buna misal olaraksa “tedavisi” sayesinde iyileştirdiğini iddia ettiği 17 vakayı ve bunların neredeyse tamamının somut etütlerle doğrulanamadığını gösteriyor. “Anna O. psikanalize giden yolun ilk yalanıydı”. 21 yaşındaki Anna O. gözle görülür rahatsızlıklardan, baş ağrılarından, şaşılıktan, boyun kası tutulmalarından, fobilerden, halüsinasyonlardan, kasılma ve daha pek çok şeylerden rahatsızdı. Derslerde örnek vaka olarak okutulan Anna O. vakasından tutarak tüm bu iyileştirme iddialarına konu olan hastaların akibetlerinin depresyona ve hastanelere düşerek felaketle sonuçlandığını gösteriyor Onfray. Anna O.’nun asla iyileşmediğini, rahatsızlığının defalarca nüksettiğini, ancak Freud’un başka vakalarda olduğu gibi Anna’nın tedavisinin tam bir başarı olduğunu iddia ettiğini söylüyor kitabında.
Freud’un sadece bunlarla kalmadığı ve terapilerine bolca hataların yanı sıra birsürü hokus-pokusçuluğu karıştırdığı da iddiaları arasında… Sidik borusuna buzlu su sondası, banyo terapisi, hipnoz, elle zorlamalar, vajina masajı ve nümeroloji, terapisine karıştırdığı bu yöntemlerden bazıları… Ve devam ediyor Onfray: “Freud sadece sihirli bir dünya uydurmakla yetinmedi, o dünyaya pek çok insanı hatta tüm insanlığı da dâhil etti. Bu dünyaya girmek istemeyenleri ise hasta ve baskı altında tipler olarak tahkir etti. Bu akıldışı sirki uygulamak için icat ettiği aletse bir divandı”… Bu divana yatırarak masallar, efsaneler ve mitlerle ördüğü sihirli dünyasına yani psikanalize aldığı insanları tıpkı bir roman, resim, tiyatro ya da operadaki gibi hayali bir yolculuğa çıkararak nevrozları, hastalıkları, histerileri, sıkıntıları ve fobileri iyileştireceğini iddia ediyordu. Gerçekte ise tüm bunlar Freud’un önerdiği bir kaçıştan ve organize edilmiş hayali bir yolculuktan, bu dünyaya tahammül edebilmek için icat edilmiş, her şeyi basitleştiren kurgusal bir öbür dünyadan ibaretti. “Gerçek dünyanın varoluş kaygılarını bitirebilmek için geçmişe giderek ebeveynlerin cinselliğini, anne ya da babasıyla yatan çocukluğunu, bebeğin anüsüne parmak sokan bir dadıyı, hizmetçiyle yatan bir babayı hayal ettirecek bir tur atmak yeterliydi”.
“Kendi rahatsızlığını evrenselleştirdi”
Ancak Onfray’a göre bu “tamahkâr şarlatan”ın en büyük hatası “kendi psikolojisinde yaşadığı şahsi sorunlarını genelleştirerek bir kurama bağlamak ve evrensel bilimsel gerçekler olarak lanse etmek”. Bunların en başında Freud’un meşhur “Oedipus Kompleksi”ni sayıyor. Freud’un bu acımasız eleştirmenine göre kendi yaşadığı bu kompleksi tüm insanlığa mal eden psikanalizin mucidi, çocukluğundan kalan kendi annesini çıplak görmek ve onunla birleşmek arzusunu gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm insanlığa mal ederek çizmeyi fazlasıyla aşmıştı. Onfray’in deyişiyle “Freudyen katedralin temel sütununu bu ensest kompleks oluştururken, bu eserin diğer sütunlarını da hadımlaştırılma endişesi ve kadının penis sahibi olma arzusu oluşturuyor. Freud’un tüm kuramı neticede bir çocuğun annesiyle ensest ilişki arzusuna dayanan bu sözde bilimsel buluşlara dayanıyor”.
Onfray kitabında Freud’un kimseyi iyileştiremediğine dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Ensest dürtülerle çalışan Freud, hemen her şeyde ensest görüyordu. Psikolojik rahatsızlıkları açıklayan teorisinin temel dayanağı evlatlarını cinsel olarak suiistimal eden ebeveynlerdi. Teorisini doğrulamak için hemen her vakada babayı canavarlaştıran bu fikre başvurması onu kendi saplantısını evrenselleştirmek gibi tehlikeli bir yola sokuyordu… Oysa bunu ispat için hiçbir kanıtı yoktu.” Bunu Freud’un verdiği şu örnek vakayla açıklıyor: Bir kadın muayeneye gelir, konuşma güçlüğü çekmektedir, ağzının etrafında ise egzama, dudak uçlarında yaralar vardır, geceleri ise ağzı tükürükle dolmaktadır. Freud’un teşhisi şudur: Babası bu kadını küçükken oral sekse zorlamış ve bu hatıra zamanla şuur altında işlemeye başlamış ve bu rahatsızlıklara sebep olmuştur. Buna “Habemus Papam” ismini veren Freud’un yine bir kanıtı yoktur. Hasta bu teşhisi reddeder ama Freud için bu ret bile bir kanıt sayılmaktadır. 1892’de incelediği bir başka vakada Freud bir hastasının baş ağrılarını çocukken erkek kardeşinin ayaklarını yalamasına ve yine enseste bağlar. Onfray kitabında baş ağrılarının, yaraların, fobilerin, hastalar kabul etmeseler de, çocuklukta yaşanan cinsel manzaralara bağlandığı pek çok vakayı örnek olarak veriyor.
“Psikanaliz: Ticari başarı”
Onfray, bu son derece başarısız klinik manzaradan Freud’un gerçekleri ve sonuçları çarpıtarak yakın zamana kadar tartışılan psikiyatrik bir başarı öyküsü uydurduğu kanaatinde. Freud hakkındaki iddialarına bakılacak olursa bu aynı zamanda ticari bir başarı öyküsüdür… Haftada beş gün olarak yıllarca süren ve hastalarının neredeyse tamamını oluşturan Viyana burjuvalarından her seans için bugünün parasıyla 450 Euro kazandıran bir tedavinin öyküsü… Fransız felsefecinin gözünde “Hipokrat yemini etmiş bu hekim”, tedavisinin getirisini garanti altına almak için, maddi durumu iyi olmayan hastalarla ilgilenmemeyi tercih edecek kadar tüccar…
Psikiyatr Doç. Dr. Sefa Saygılı da Onfray’in bu yaklaşımı destekleyen bir örneği Freud’un yakın dostu olan Sandor Ferenczi’den naklediyor: “Freud, hastaların yalnızca ayaktakımı olduklarını söyler ve ‘Hastalar yalnızca, analistin yaşamasına yardım ettiği yani para kazandırdığı ve kavram için materyal sağladığı takdirde iyidir. Onlara yardım edemediğimiz açıktır. Bununla beraber, bu kuşkuları onlardan saklayarak ve tedavi olma ümitlerini harekete geçirerek hastaları kandırırız’ derdi.”
Onfray’in kitabına göre psikanalizi kendi postunu kurtarmak için icat eden Freud, Batı düşüncesine de seksi ilk yerleştiren kişi… Ona göre Freud’un hayatın merkezine koyduğu cinsellik de bir tuzak. “Karısını baldızıyla aldatan, annesini arzulayan ve kendi kızını hayal eden bu adamın” ortaya koyduğu öğretinin uygulaması, bugün ancak “pop ve futbol yıldızlarının, gazetecilerin ve haftada en az iki gün bir psikanalizciye gitme imkânı bulunanların, bir divana uzanıp, uyuklayan bir tipe içlerini dökmeleri ve peşin para ödemelerinden” ibaret.
“Freud’un hataları can yaktı”
Ancak bu ticari başarının yanında, Freud’un tüm eserleriyle beraber yazışmalarını ve özel notlarını da didik didik eden Onfray, Sigmund Freud’un tedavilerindeki pek çok başarısızlıklarını da ortaya döküyor. Onun sadece hatalı işler yapmakla kalmadığını, hatası sebebiyle “öldürdüğünü” bile iddia ediyor. Buna göre, bir menenjit vakasını nevroz olarak teşhis eden Freud, bir başka vakada da tümörlü bir hastasına histeri teşhisi koyunca hastanın ölümüne sebep olmuş. Bir başka skandal ise Freud’un kendi kızına on yıl boyunca uyguladığı psikanaliz ya da Onfray’in ifadesiyle “işkence”. Buna göre Freud, kadınlara ilgi duyan kızına bu terapiler boyunca ısrarla homoseksüel olması yolunda telkin ve zorlamalarda bulunuyor. Freud’u savunanlar ise, bu terapinin dört yıl sürdüğünü ve Freud’un yaptığı analizler sırasında kızının kadınlara ilgi duyduğunun ortaya çıktığını ve kızın bundan sonra homoseksüelliğe yöneldiğini, bütün insanların fıtraten biseksüel olduklarını, sonradan ebeveynlerinin ve yaşadıklarının etkisiyle heteroseksüel, homoseksüel veya biseksüel olduklarını düşünen Freud’un burada son derece hoşgörülü davrandığını söyleyerek savunuyorlar. Böyle düşünen Freud’un 19. yüzyılın ikinci yarısında psikanalize aldığı bir homoseksüelin intihar ettiğini de kaydetmek gerekiyor.
Peki Freud bu kadar eksik ve hatalıydı da, doktrini nasıl bu kadar etkili olabildi? Başka etkenlerin yanı sıra bu hususta Freud ve fikirlerini savunmak ve yaygınlaştırmak için kurulan bir “komite”ye özel önem vermek gerekiyor. Freud’la beraber çalışan Jung gibi en değerli birkaç arkadaşının ondan fikren ayrılması üzerine, doktrinin sıhhati açısından Freud bizzat kendisi tarafından psikanalize tabi tutulmuş belli sayıda analistin çeşitli ülkelerde merkezlere yerleştirilmesi gerektiğini düşünür. Yakın arkadaşı Ernest Jones ona güvenilir kimselerden kurulu bir “eski muhafızlar” grubu kurmayı önerir. Neticede Jones, Frenczi, Rank gibi kimselerin öncülük ettiği Freud doktrininin savunucuları olan bir “Komite” kurulur. Ernest Jones, bu komite fikrinin daha çocukluğundan beri gizli teşkilatlar ve şövalye hikâyelerinin kalıntısı olduğunu kitabında itiraf eder. Bu gizli komiteyi oluşturan Freud’dan esinlenen analistler bundan sonra onun doktrininin yılmaz savunucuları olacaklardır.
”Antisemit Yahudi”
“Yaşlı bir adamdan, yönetici olarak şahsında büyük bir kültür adamı gördüğü Benito Mussolini’ye saygı ve selamlarla” diyerek imzaladığı “Neden Savaş?” isimli kitabını Mussolini’ye hediye olarak gönderen Viyanalı nöroloğun, aslında totaliter rejim hayranı olduğunun da gizlendiği görüşünde Onfray. Üstelik ileri sürdüğü “Ölüm Dürtüsü” teorisiyle Nazilerden Ruanda’da işlenen soykırıma kadar pek çok insanlık dışı hadisenin de manevi işbirlikçisi olarak değerlendiriyor Freud’u. Ancak Freud taraftarları diğer ithamlar gibi bunu da kabul etmiyor ve bu ithafın bağlamından çıkartılarak yorumlandığını ve bu hediyenin otoriter rejimleri asla savunmamış olan ve dört kardeşi Naziler tarafından öldürülen Freud’un faşist olduğuna yorulamayacağını söylüyorlar. Freudseverlere göre Onfray gibi Freud düşmanları “psikanalizi bir cellat-kurban bağıntısı üzerine kurulu faşist bir bilim” olarak göstermek istiyorlar. Ancak şu da biliniyor ki, 1939’da ölen Freud, II. Dünya Savaşı’nı göremese de, Yahudiliğinin şuurunda olmasına rağmen o zamana kadar ne nasyonal sosyalizm, ne Hitler ne de antisemit yaklaşımlara karşı herhangi bir eleştirel yaklaşımda bulunmuyor.
Freud’un tabutuna son çivileri çakmaya ant içmiş gibi görünen felsefeci Onfray’e karşı ciddi bir muhalefetin de olduğunu kaydetmek gerekiyor. Zaten Freud karşıtı kitabının ve Freud’u neredeyse yağlı kazığa oturtan görüşlerinin fazlaca popüler olmasının baş sebepleri arasında bu muhalefet geliyor. Kendisinin de aslında Freudyen ve Marksist bir gelenekten geldiğini söyleyen Onfray’e yapılan eleştirilerden biri de aslında Fransız aşırı sağının paganist görüşlerini ihya etmeye çalıştığı yönünde. Daha önceleri yaptığı çalışmalarda Yahudileri Batı’nın tüm sorunlarının kaynağı, Müslümanları faşist bir dinin temsilcileri olarak lanse eden görüşleri de dikkate alındığında Tanrı kavramıyla da oldukça sorunlu olan Onfray’e yapılan eleştiriler ve Onfray’ın yanıtları daha uzun bir süre hararetle tartışılacak gibi görünüyor.
Michel Onfray kitabını anlatıyor:
“Freudçuluk ve psikanaliz dinsiz bir dünya dini hâline getirilmiştir”
*Sizce Freud kimdir ? Bir hekim, bilim adamı, çocuk, tüccar ve âşık olarak Freud’u siz kendi bakışınızla nasıl tasvir edersiniz ?
Freud, Yahudi annesinin aşırı sevgilisi bir çocuk olmuştur. Felsefe tahsili yapmak istemiş bir öğrencidir ama bu disiplinde zengin ve meşhur olamayacağını düşünerek üniversitede tıp okumayı tercih etmiştir. Hekim olunca, banyo terapisi, elektroterapi, elle tedavi, telkin ve hipnoz gibi bir sürü ölçüsüz ve tuhaf terapi uygulamış, daha sonra da oldukça pahalı bir terapi olan “divan” tekniğini ortaya koymuştur. Yalan söylemiş, vakalar icat etmiş, tıbbi hatalarının kanıt ve izlerini tahrip etmiş, aslında iyileştirmediği hastaları tedavi ettiğini ileri sürmüştür. Politik olarak da Mussolini ve Şansölye Dolfuss’un Avusturya faşizmine sempati göstermiştir. Ardından da, psikanalizi devam ettirebilmek için III. Reich zamanında Göring Enstitüsü ile işbirliği yapmıştır. Martha Bernays ile evlenmiş ve altı çocuk yapmış olmasına rağmen sözde doktrininin oluşumunda libidosunu ulvileştirmek için karısıyla olan cinselliğini reddetmiş ancak aynı çatı altında yaşadığı baldızıyla zina ilişkisine girmekten çekinmemiştir. Hayatının son döneminde ise psikanalizin tedavi etmediğini itiraf etmiştir.
*Tüm bunlara rağmen neden hâlâ bu kadar takipçisi ve meraklısı var?
Çünkü Freudçuluk ve psikanaliz dinsiz bir dünya dini hâline getirilmiştir. Efsaneler vasıtasıyla insanlara telkin edilmiştir. 68’lerin Freudo-Marksizm’i insanları, bu kadın düşmanı, erkek üstünlüğü öngören, cinsel açıdan muhafazakâr teorinin cinsel bir özgürlük olduğuna inandırmıştır. Bu alanlar günümüzde bu kurgusal teoriyi bir gerçek gibi empoze etmek için hiçbir bayağılıktan sakınmayan “Freudyen milisler” tarafından işgal edilmiştir. Buna psikanalizin vergiden kaçırılabilen büyük rakamlar getiren son derece kârlı bir ticaret olduğunu da eklemek gerekir.
*Sizin Freud’un kişiliği, metotları ve teorilerine karşı benimsediğiniz temel eleştiriler nelerdir?
Tedavi ettiğini iddia etmiş olmasına rağmen ancak “placebo” etkisi çerçevesinde bir tedavi sağlayabilmiş, başka bir deyişle bir homeopat, naturopat, manyetizmacı, kutsal suyla iyileştiren bir rahip ya da üfürükçü olmaktan öteye gidememiştir.
*Freud ve doktrininin 20. yüzyıla ve insanlığa ne gibi olumsuz tesirlerde bulunduğunu düşünüyorsunuz?
Akıl hastası olanla olmayan arasında bir yapı farkı bulunmayıp sadece bir derece farkı bulunduğu yolundaki fikrin yayılmasına katkıda bulunmuştur. Bu tez, çağımızın nihilizminin beslenmesinde büyük pay sahibidir.
* Freud ve doktrinini sarsmak, küçümsemek günümüz için o kadar önemli bir şey mi acaba?
Her şey sefalete, fakirliğe, işsizliğe, liberal yaygaracılığa bakışa göre değişir. Neticede, tüm bunların yanında Freud’u sarsmak bir bardak suda koparılan fırtınadır. Ancak Freud sonrası bir psikoterapiden kaygı duyuluyorsa bu sarsıntı ilginç olacaktır. Bunların ortaya konması Freud’un edebi psikolojisinin ötesinde bilimsel bir psikoloji üretmeye yardımcı olacaktır. Bu noktada zihin sağlığı, kamu yararı gibi kazanılacak çok şey var.
Doç. Dr. Erol Göka – Psikiyatrist
“Freud’a ve psikanalize doğduğu günden bu yana çok farklı cenahlardan değişen şiddetlerde saldırılar oldu”
Freud’la ilgili bu tartışmalar yeni değildir. Arada bir ısıtılarak yeniden popüler iştihaya sunulur.(…) Freud’la ilgili tüm söylenenler olgusal düzeyde gerçek olabilir. Ama burada olsa olsa gerçeklerin manipülatif suiistimalinden söz edilebilir. Psikanalizin uygulamadan giderek kalktığı, birçok yeni tedavi yaklaşımının ortaya çıktığı, kitlelerin nezdinde Freud’un karikatürize edilmiş teorilerinin önce saygınlık, yaygınlık kazandıkları ve sonra şimdi de bunları hızla yitirerek gözden düştükleri doğrudur.
Ama bir o kadar Freud’a ilgimizin bu gözden düşme döneminde fersah fersah arttığı, artık onun tedavi odasında ne numaralar çevirdiğini ve hatta gizli emellerini bile bu dönemde bildiğimiz (!) de doğrudur. Ortalama ömür sürmüş bir bireyin tarihi, olağanüstü durumlar yoksa, onu ululamak için olduğu kadar yerin dibine batırmak için de yeterince malzemeyle doludur.
Freud, her şeyden önce, psikanaliz adı altında bir tedavi pratiği, bir tedavi tekniği ve tedavi ve teknikle yakından bağlantılı bir gelişim ve psikopatoloji teorisi öne sürmüş ve kimilerine göre bilinçdışının bilimini kurmuş olan bir kimsedir (…) Freud’u önemsememin başta gelen nedeni, onun ve sonradan ondan ayrılmış, psikanalize Freud’un başlangıç girişimine göre çok daha derinlikli açılımlar sağlamış izleyicilerinin insana dair bilgimize çok büyük katkılar yaptıklarına ve yaşanılan dünyada kendi üzerine düşünmenin imkânını sürdürdüklerine inanmamdır. Bu kimselerin oluşturdukları kavramsal projektörler sayesinde, kendim(iz)le ilgili karanlıkların aydınlatıldığını biliyorum. Kendi görüş alanımızı projektöre gerek kalmayacak ölçüde keskinleştirebilmenin yollarını bulduğumuzda, başka bir deyişle kendi bakışlarımızı projektörleştirebildiğimizde belki onlara gerek kalmayacak ama ben şimdilik karanlıkta kalmaktansa kısmi aydınlanmayı tercih ediyorum. Böyle yapmakla kendimi projektöre teslim ettiğim gibi bir vehme kapılmıyorum çünkü biliyorum ki, gösteren projektör ise, bakan da benim…
Dr. Erdoğan Çalak – Psikiyatrist
“Freud’un insanları kandırdığı iddiasını fazla buluyorum”
Freud’un sorunları ve hayatının birçok ayrıntısı psikanaliz camiası için bir sır değildir. Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin yıllarca başkanlığını yapmış biri olan Ernest Jones’un “Freud: Hayatı ve Eserleri” adlı kitabında Freud hakkında Michel Onfray’in bahsettiği birçok konuyu bulabilirsiniz.
Freud aslında tipik bir 19. yüzyıl aydınıdır. Modernisttir, bilimi her şeyin üzerinde tutar, bilim anlayışı çağının fizik, kimya ve biyolojisinden etkilenmiştir. Dine karşı tutumu olumsuzdur, dindarlığı ilkellik gibi görür, kadın erkek ilişkisi yine çağına uygun olarak idealize edilmiş, romantik ve platonik bir aşk tasavvuruna uygundur. Gençlik yıllarında sonradan evleneceği nişanlısına romantik bir aşkla bağlı olduğu, onu idealize ettiği görülür. Evlilikleri boyunca yavaş yavaş bir hayal kırıklığı yaşadığı ve ruhsal yatırımını işine ve psikanalize kaydırdığını görürüz. Kızı Anna’ya çok düşkün olduğunu ve kızını neredeyse kendisine duygusal eş yaptığını söyleyebiliriz. Freud ayrıca anksiyete nöbetleri geçirmeye yatkın, çeşitli fobileri olan, biraz vesveseli ve takıntılı, mükemmelliyetçi ve kolay morali bozulan bir insandır.
Freud’un fizyoloji ve nöroanatomi asistanlığı sırasında kokain üzerine çalıştığı bilinir. Bu arada kendi üzerinde de kokaini denemiş ve kokainin canlılık yapan etkisini çok övmüştür. Bu dönemde Freud bir ara kokain bağımlısı hale gelmiştir ve kokainden kurtulmak için büyük çaba sarf etmiş ve başarmıştır. Freud’un gençlik yılları büyük para sıkıntısı içerisinde geçmiştir ve orta yaş döneminde çok fazla çalışmak zorunda kalmıştır. Hayatlarının büyük bir döneminde çok fazla sıkıntı çeken insanların yaşlılıklarında para düşkünü olmaları pek seyrek bir durum değildir.
(Yeni AKTÜEL)