Çeşitli ülkelerin parlamentolarında karşımıza çıkan ve başımızı da sık sık ağrıtan soykırım iddialarına dayanan “Ermeni Sorunu”‘nun temeli aslında 19. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Hepimizin bildiği gibi Osmanlı artık eski gücünde değil ve Rusya, İngiltere, Fransa gibi devletlerin de iştahını kabartıyor bu yaşlı imparatorluk. Milliyetçilik akımları ve saydığım ülkelerin kaşımalarıyla da Osmanlı topraklarındaki farklı milliyetlerden halklar birer birer ayaklanıyor. İşte sorunun ortaya çıkışı da tam bu döneme geliyor. 

“Ermeni Sorunu”nun da ortaya çıkışında Fransız İhtilali’nin; 1878 Berlin Konferansı’nın; Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finansmanının; Ermeni Patrikhanesi ve Ermeni Kiliseleri’nin çalışmalarının; Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve A.B.D.’ye giderek ihtilalci fikirlerle yurda dönen Ermenilerin; 1828, 1878, 1912, 1914 savaşları öncesi/sırası/sonrası olayların; propaganda faaliyetlerinin; göç hareketlerinin; gayrimüslim okullarının; hayır cemiyetlerinin; Ermeni çetelerinin; misyoner faaliyetlerin; Yunanistan, Bosna-Hersek ve Bulgaristan olaylarının; kısaca bütün bu sayılan sebep ve olayların rolü vardır ve tüm bunlar bir bütün halinde “Ermeni Sorunu”nu ortaya çıkartmıştır. (Özgüldür, 2001)

“Ermeni Sorunu”nun günümüze uzanan süreçte farklı boyutları yaşanmış  olmakla birlikte üzerinde en çok tartışılan yönü “ Ermeni Soykırımı” iddiaları ve bu iddiaların dayandığı “Tehcir” olayıdır. 1. Dünya Savaşı öncesi dönem ve savaş sırasında Ermeni komitelerinin ve savaş bölgelerindeki Ermenilerin devlet aleyhine tutum ve davranışları üzerine Osmanlı Hükümeti önce 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komitelerinin kapatılması ve yöneticilerinden 2345 kişi hakkında devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanması kararını almış ve daha sonra da 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakledilmeleri kararını içeren Tehcir Yasası’nı çıkartmış ve uygulamıştır. Ermeniler, bu tehcir sırasında 1.5 milyon Ermeni’nin öldüğünü ve bunun bir “soykırım” olduğunu iddia etmişler ve 2345 kişinin tutuklandığı 25 Nisan 1915 tarihini “Ermeni Soykırımı”nın başladığı tarih olarak kabul edip, bu günü “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak dünya kamuoyuna kabul ettirmek için çalışmışlardır. (Ermeni Sorunu CD’si, 2000).

Nitekim Türkler ve Ermeniler, kendi tezlerini dünya kamuoyuna aktarıp onu etkilemek, karşı tarafın tezlerine karşı çıkıp onu çürütmek ve kendileri hakkında kamuoyunda olumlu bir imaj oluşturup onu yanlarına çekmek adına kitle iletişim araçlarını kullanmışlar, kampanyalar yürütmüşler ve dünya medyasında sık sık yer almışlardır.

Ermeniler, Türkler tarafından soykırıma uğradıkları iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmek adına bu konuya sürekli gündemde tutacak ve medyada yer bulmasını sağlayacak faaliyetlerde bulunmuşlar; kimi zaman “24 Nisan Soykırımı Anma Günü” haberleriyle, kimi zaman kendi tezlerini savunan bir bilim adamının makalesiyle, kimi zaman “soykırımdan kurtulmuş” bir Ermeni olarak lanse edilen kişilerle yapılan röportajlarla ve son yıllarda da dünya genelinde çeşitli ülkelerin parlamentolarına getirdikleri Ermeni Soykırımı kabul eden yasa tasarıları çalışmalarıyla gündemde sık sık yer almışlardır. Bunların yanında Ermeniler kendi tezlerini aktardıkları gazete, televizyon, radyo, kitap, broşür, kongre, panel, sinema gibi iletişim araçlarını ve son yıllarda ise oldukça etkin bir araç olan internet ağını düzenli, sürekli ve etkili kullanmışlar ve soykırım iddialarını kabul ettirmeye yönelik kampanyalarını yürütmüşlerdir*. Ermenilerin bu faaliyetlerine karşı Türk tarafı, dönem dönem etkili faaliyetlerde bulunmuş olsa bile, bu çalışmaların düzenli ve sürekli olmaması nedeniyle kendi tezini anlatma konusunda yetersiz kalmıştır. Türk tarafının bu konudaki eksikliklerini Yaşar Kalafat ve Mahmut Sezgin şu cümlelerle vurgulamaktadır:

“Türkler’in Ermeniler’le yaptıkları mücadelede en büyük eksikliği stratejisiz ve perspektifsiz olmalarıdır. Bugüne kadar Türkler tarafından yapılan çalışmalar, Ermeni iddialarının paralelinde ve gölgesinde cılız birer savunma olmanın ötesine geçememiştir. Şu anlaşılmıştır ki; Ermeni iddiaları çerçevesinde ortaya konan çabalar, Ermeni paradigmasının ifade ettiği söylemin dümen suyundan çıkamamış ve Ermeni söyleminin uluslararası dünyada Ermeniler lehine yarattığı siyasal ve kültürel iktidarın aciz bir mahkumu olmaktan kurtulamamıştır. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde “Ermeni Sorunu” sebebiyle içine düştüğü çıkmaz bir kez daha açıkça ortaya koymuştur ki; yeni stratejilerin geliştirilmesi, kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.” (Kalafat ve Sezgin, 2002)

Aynı konuda Tuna Köprülü ise şunları söylemektedir:

“Türkiye kendisini iyi anlatamadı. Daha doğrusu Türkiye’nin bence tutarlı bir politikası yok bu konuda. Neyi reddediyoruz? Soykırımı. Evet biz soykırım yapmadık ve bu tarihçiler tarafından tescilli. Ama Amerika gibi bir yerde hiç kimseyi öldürmedik diye ortaya çıkarsanız gülünç oluyorsunuz. Amerika öyle bir ülke ki bundan 100 kusur yıl önce kendi iç savaşında birbirini öldürmüş. Biz 1915’de geçen olayları iç savaşın eşiğinde bulunan bir imparatorluğun çöküntüsünde ortaya çıkan bir karmaşa olarak göstermeliydik. Bu soykırım lafı Amerika’da çok geçerli bir laf. Hala Yahudilere yapılan zulümle ilgili filmler Oscar kazanıyor. Bizim onu yok etmemiz lazımdı. Ve birkaç defa Amerikan yönetimi tasarıdan bu soykırımı sözcüğünü çıkarttı. Biz onunla da yetinmedik. Soykırım sözcüğü tasarıdan çıktıktan sonra tasarının tümü de yok olsun dedik. Bir kargaşada bir iç savaşın eşiğinde olan olaylarda kimin kimi öldürdüğü ortaya çıkabilir mi? Bu mümkün değil. Ama soykırım sözcüğü kalktığı takdirde anılması doğaldır bunu da engelleyemezsiniz.” (Köprülü, 2003)

Türk tarafının kendisini tanıtma ve kendi tezlerini aktarma hususlarındaki yetersizliklerine bir de Türklerin dünya kamuoyunda tarihten beri süregelen olumsuz Türk imajı da eklendiğinde bugün görünen mevcut tablo ortaya çıkmıştır. Ermeniler, “soykırım”auğradıkları iddialarını ABD ve Avrupa’daki ülkelerin meclislerinde gündeme getirmişler ve Fransa, İtalya gibi ülkelerde de kabul ettirmişlerdir; içlerinde ABD’nin de bulunduğu birçok ülkede de kabul ettirmeleri uzak bir ihtimal olarak durmamaktadır. Günümüzde birçok ülkede 24 Nisan “Ermeni Soykırım Günü” olarak Ermenilerce anılmakta ve bazı ülkelerde bugün resmi olarak onanmaktadır. Bu kararların Türkiye’nin imajı ve uluslararası ilişkileri açısından zararlarını emekli büyükelçi Ömer Lütem şöyle ifade etmiştir:

“Türkiye’nin imajı zaten 1980’den, hatta 1970’lerin başından bu yana çeşitli nedenlerle kötüleşmiştir. Onun üzerine de insanlığa karşı suç oluşturan soykırımı koyarsanız, gerçekten imaj bakımından çok aşağı geliriz. Bu kötü imaj ekonomik güçlüklerden çok AB’ye girmemizi etkileyebilir. Üst üste alınan bu yoldaki kararların önemini ben burada görüyorum. Zaten parlak olmayan Türkiye’nin imajı büsbütün karartılıyor. O kararların yaptırım gücü yok ama böyle bir zararı var. Bir başka zararı daha var. O da şu; Türkiye bu türlü kararlar alındığında birlik içine giriyor ve bu kararları reddediyor. Ama bu kararları alan ülkelerle ilişkileri de zedeleniyor, örneğin, Fransa’yla olduğu gibi…” (Lütem’den aktaran Tavşanoğlu, 2002)

Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA) Başkanı olan Tamer Açıkalın Ermenilerin kampanyalarındaki kısa ve uzun vadeli hedeflerini, her biri İngilizce “R” harfi ile başlayan ve Türkçe “4T” stratejisi olarak şöyle sıralamaktadır (Kantarcı, 2001a):

Birinci hedef “Tekrar canlanmak” (Ressurrection): Ermeniler, işe 1973’te terörizm ile Los Angeles’ta başladılar. Bu terör dalgası yıllar sürdü ve pek çok Türk diplomatın yaşamına mal oldu. Militanlar bu kampanya ile, Ermeni milliyetçiliğini “tekrar canlandırma”yı amaçladılar.

İkinci hedef, “Tanıma” (Recognition): Diğer bir deyişle dünyanın 1915’de 1.5 milyon Ermeni’nin soykırım sonucu öldürüldüğü iddialarına dayanan “Ermeni Soykırımı”nı bir “gerçek” olarak tanımasını sağlamak.

Üçüncü hedef, “Tazminat” (Restitution): Ermeniler ilk iki amacı gerçekleştirdikten sonra, maddi-manevi kayıpları için Türkiye’den zarar ziyan isteyeceklerdir.

Dördüncü hedef, “Toprak” (Repatriation): Bu kampanya’nın sonunda Doğu Anadolu üzerinde toprak talepleri de gelecektir.”

Ermenilerin, Türk karşıtı kampanyalarında vurguladıkları ve “Dört T” plânına dayanak oluşturan iddiaları ise şunlardır (Kaynak: www.ermenisorunu.gen.tr):

1. Türkler, Ermenistan’ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.

2. Türkler, 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır.

3. Türkler, 1915 yılından itibaren Ermenileri plânlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.

4. Talat Paşa’nın, Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.

5. Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur.

Türklerin, Ermenilerin bu iddialarına ve “Ermeni Sorunu”na dair görüş ve söylemlerini Hüseyin Munyar ve Gülcan Yılmaz şöyle ifade etmişlerdir:

“Türk aydınları, düşünürleri, hukukçuları, siyasetçilerinin soruna yönelik düşüncelerinin ortak yanını son dönemde çeşitli ülkelerde gündeme gelen “Ermeni Soykırımı” tasarılarının, tehcire yönelik tarihsel bilgilerin ve araştırmaların, dünya kamuoyuna yeterli aktarılmamasından kaynaklandığı iddiası oluşturmaktadır. Diğer bir ortak görüş de “Ermeni Sorunu”nun güncelleşmesinde, sömürgecilerinin çıkarlarının başat bir rol oynamasıdır.” (Munyar ve Yılmaz, 2001; s.103)

Günümüzde Türklerin “Ermeni Sorunu”na bakışında Munyar ve Yılmaz’ın da vurguladıkları ortak noktalarla birlikte üç farklı görüş hakimdir.

Bu görüşlerin ilkine göre genel olarak bazı yetkili makamlarda bulunanlar şovence davranmış ve Ermeni vatandaşlarının öldürülmelerine seyirci kalmışlardır. Osmanlı Devleti yönetiminin  bu uygulamada doğrudan ilgisi yoktur, yani devletin resmi kararı değildir. Bu nedenle yapılan katliamların gizlenmesine gerek yoktur; çözüm olarak belgelerin net olarak ortaya konulması ve dünya kamuoyuna doğruların açıklanması gerekmektedir. Diğer bir görüş ise iddia edildiği gibi bir soykırım olsa bile bu olayın Osmanlı devleti ile ilgili bir sorun olduğunu ve Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı Devleti’nin devamı olmadığını ve bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin konuyu üstlenmesine ya da panik yapmasına gerek olmadığını söyler (Munyar ve Yılmaz, 2001; s.103).

Başka bir görüş, soykırımın olmadığı düşüncesindedir. Yaşananlar savaş koşullarında değerlendirilmelidir. Bu görüşe göre, Osmanlıların çıkardığı Tehcir yasaları bunun zorunlu bir göç olduğunun kanıtıdır. Soykırım iddialarının devamının nedeni tarihi gerçeklerin dünya kamuoyuna ulaştırılmaması ile ilgili bir sorundur. Bu sömürgecilerin bir oyunudur ve çözüm olarak da “Ermeni Sorunu”na yönelik araştırmalar arttırılmalı ve daha fazla uluslararası yayın yapılmalıdır (Munyar ve Yılmaz, 2001; s.103).

Bu konudaki son görüş ise Türklere yönelik katliam yapıldığını savunmaktadır. Bu konuda birçok belge vardır ve arşivler incelendiğinde yapılan katliamların kaynaklarına ulaşmak mümkün olacaktır. Doğuda yapılan kazılarda toplu mezarlara ulaşılmıştır ve aslında dünya kamuoyunun dikkatine, Türklere yapılan katliamlar sunulmalıdır (Munyar ve Yılmaz, 2001; s.103).

“Ermeni Sorunu”na yukarıda anlatılan tüm bu farklı bakış açılarına rağmen çözüm önerileri tek bir noktada birleşmekte ve arşivlerde bulunduğu iddia edilen Ermeni iddialarını çürütecek belgelerin dünya kamuoyuna sunulmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Bu noktada dünya kamuoyuna bu bilgilerin sunulmasında Türklerin iletişim araç ve stratejilerine önem vermesinin gerekliliğine de vurgu yapılmaktadır.

Tarih boyunca çeşitli ülkelere göç eden Ermeniler, göç ettikleri ülkelerde hem Ermeni toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak ve onların yeni yerleştikleri ülkelere uyumunu kolaylaştırmak hem de göç ettikleri ülkelerin siyasi ve toplumsal yapısı üzerinde etkili olmak amacıyla örgütler kurmuşlardır[4]. Bu örgütler ABD, Kanada, Fransa, Lübnan, İran, Arjantin, Rusya, Avustralya, İngiltere ve Almanya gibi Ermenilerin belirli bir yoğunlukta yaşadığı ülkelerde etkili olmuştur. Diasporalar, bulundukları ülkelerde “soykırım” iddialarına dayanan Türk karşıtı kampanyaları sürekli gündemde tutmuşlardır (Kasım, 2002b). Bu ülkelerdeki Ermeni toplulukları, kendi dil ve amaçlarına uygun, sahip oldukları gazete, dergi, kitap ve yayınevleri dışında, o ülkelerin radyo televizyon gibi iletişim araçlarından da yararlanmışlar (İlter, 1994; s. 31)  ve kendi iddialarının bulundukları ülkelerin kamuoyunda sık sık yer almasını sağlamışlardır[5].

“Soykırım” iddialarına dayanan kampanya, dünyanın bir çok ülkesinde sürdürülmüş olmakla birlikte en yoğun biçimde ABD[6] ve Fransa’da[7] yaşanmıştır. ABD ve Fransa’da yüzyılı aşkın süredir sürdürülen Türk karşıtı kampanyalar ve Türklerin bu faaliyetlere verdiği karşılıklar, Türk ve Ermeni taraflarının kendi tezlerini dünya kamuoyuna sunma biçimlerini ve bunun için kullandıkları araçları yansıtması açısından büyük önem taşımaktadır.

ABD’de, Türk karşıtı söylemlerle yapılan Ermeni yanlısı yayınların tarihi 1880’lerden başlamaktadır. O tarihlerde bazı Ermeni yanlısı yayın yapan gazetelerde Müslüman Türklerin Hıristiyan Ermenilere baskı yaptıkları ileri sürülmekte ve Türk Hükümeti ve Türk insanı suçlanmaktadır. Türk karşıtı kampanyalar zaman zaman çok şiddetlenirken Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington Elçiliği bu kampanyalara karşı yanıtlar vermek için çabalar sarfetmektedir. Amerikan gazeteleri, Müslüman Türklerin Hıristiyan Ermenileri kılıçtan geçirdiklerini iddia etmekte ve Amerikan Başkanının harekete geçerek Türk karasularına Amerikan savaş gemileri göndermesini istemektedirler. Osmanlı Büyükelçisi Ahmet Rüstem Bey, Sadrazam Sait Halim Paşa’ya gönderdiği bir raporda, yıllardan beri Türk karşıtı yapılan propagandalar ile Amerika’da Türk aleyhtarlığı yaratıldığını söyleyerek bu propagandalara propaganda ile cevap vermek gerektiğini, bunun için kendisinin de devamlı olarak gazetelere makaleler yazdığını ve demeçler verdiğini ve bu türlü çalışmalara devam edeceğini bildirmişti. Büyükelçi Rüstem Bey, basındaki saldırılara yine basın yoluyla sert yanıtlar vermiş ve büyükelçinin demeçleri Amerikan Hükümetinden büyük tepki almıştır. Sonradan yapılan uzun yazışmalar, Amerikan Hükümetiyle Türk Büyükelçisinin arasını yakınlaştırmaktan çok soğuk bir savaşa dönüştürmüş ve Ahmet Rüstem Bey, tüm bu yaşananların sonucunda ABD’den ayrılmıştır (Şimşir, 2001a).

1890’lı yıllarda Anadolu’da yaşanan olaylar[8] tıpkı ABD’de olduğu gibi Fransa’da da Ermenilere yapılan katliam olarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Bu çerçevede Ermeniler Fransa’da da 1890’lı yılların ortalarında yoğun bir Türk karşıtı kampanyaya girişmişlerdir. İlk olarak Paris’te bulunan Ermeni öğrenciler, Ermenilere Türkler tarafından yapıldığını iddia ettikleri mezalimin Fransız basınında yayınlanmasını istemişler ve basının bazı kesimleri de bu tarzda yayın yapmışlardır. Bununla birlikte Fransız ve Ermeni kilise papazları Ermeni halkını Türklerin baskılarından kurtarmak adına Fransızlara çağrıda bulunmuşlardır. Bu  kampanyalardan etkilenen Fransız halkı, bazı devlet adamları ve yazarlar Ermeniler lehine faaliyetlerini arttırmışlardır. Georges Clemenceau, Anatole France, Jean Kaures, Francis de Pressenüe gibi önemli kişiler Fransız destekleme komitesi kurarak binlerce Ermeninin Türkler tarafından öldürüldüğü iddialarını başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa kamuoyuna yaymaya başlamışlardır. Yazıları ve söylevleri büyük ilgi toplayan bu devlet adamları ve yazarlar “Zavallı Ermeni”, “Katliamcı Türk” imgelerinin yerleşmesinde ve güçlenmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu kişiler 1900 yılında 15 günde bir yayınlanan Pro Armenia dergisinde birleşerek, Ermeni bağımsızlık hareketine destek vaatlerinde bulunmuşlardır (Sarınay, 2003).

Osmanlı Devleti, Fransa’daki Ermeni faaliyetlerine karşı oldukça duyarlı davranmış, özellikle Paris Büyükelçiliği ve konsolosluklar vasıtasıyla her olayı anında haber almış ve özellikle Ermenilerin basın yoluyla yaptıkları Türk karşıtı yayınları süratle cevaplandırma yoluna gitmiştir. Bu çerçevede Fransız gazetelerinde çıkan gerçek dışı haberler anında tekzip edilmiştir.[9](Sarınay, 2003).

1914’de patlayan 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile müttefik olarak savaşa girmesi olaylara farklı bir boyut eklemiştir. Fransa, Almanya’nın karşısında itilaf güçlerinde yer almış ve dolayısıyla Osmanlı Devleti ile de karşı cephelerde savaşmıştır. 1917 yılında da, ABD’nin de itilaf güçlerine katılmasıyla birlikte Türk-Amerikan ilişkileri de kesintiye uğramıştır.

1917’de kesilen Türk – Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve normale dönüşmesi 1927 yılı sonunu bulmuştur. Birbirleriyle hiç savaşmamış olan Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler tam on yıl kopuk kalmıştır. Bilal Şimşir’e göre bu iki ülke arasında on yıl boyunca normal diplomatik ilişkilerin kurulamamasının başlıca nedeni, Amerika’daki Ermeni lobisiyle Amerikalı destekçilerinin Atlantik ötesinde yürüttükleri Türk karşıtı kampanyadır (Şimşir, 2001b).

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Lozan antlaşmasının imzalandığı dönemde de Ermeni kampanyaları devam etmiştir. 1923 Lozan Barış Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle yeni Türkiye’nin dış ilişkileri normale dönmüş ve Türkiye, yıllarca savaştığı ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmaya başlamıştır. Türk hükümeti dünyanın farklı ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurarken ABD hükümeti ile Lozan’da bir dostluk antlaşması imzalamıştır. Lozan’da Türk-Amerikan antlaşması[10] imzalanır imzalanmaz Amerika’daki Ermeni ve Rum lobileri ayağa kalkmış ve Türkiye aleyhtarı kampanyalarını şiddetlendirmişlerdir. “Lozan Antlaşması’na Hayır!” sloganı altında yeni ve güçlü bir Türk karşıtı kampanya başlatılmıştır (Şimşir, 2001b). Ermeniler örgütlenmiş yapıları ve organları, gazeteleri ve etkisi altındaki çevreleriyle, Lozan Antlaşmasına savaş açmışlar ve böylece de yıllarca sürecek bir kampanya başlatılmıştır.

Türkiye, Lozan Antlaşmasına karşı Amerika’da yürütülen kampanyayı önleyebilecek veya dengeleyebilecek durumda değildir. Normal diplomatik ilişkiler kurulamadığı için Amerika’da Türk Elçiliği, Türk konsoloslukları, ataşelikleri yoktur. ABD’de büyük bir Türk nüfusu, önemli bir Türk lobisi de olmadığı için Türk karşıtı kampanya karşısında herhangi bir tepki veya engel bulmadan yayılmaktadır. Bu dönemde Lozan Antlaşmasına karşı yürütülen kampanyaya tepki Amerikalıların kendilerinden ve Amerika’da yaşayan küçük Türk kolonisinden gelmiştir[11](Şimşir, 2001b). Lozan Antlaşmasının onaylanmasını isteyen Amerikalılar, 1923-1926 yıllarında birçok bildiri yayınlamış, çeşitli demeçler, raporlar hazırlamış ve yazılar yazmışlardır[12] (Şimşir, 2001b). Türk yanlısı kampanyaya Amerikan basınının bir bölümü de destek vermiş ve geçmişte Türk karşıtı yayınlar yapmış “The New York Herald Tribune” gazetesi, bu defa Türk yanlısı yazılar yayınlamıştır: “Savaş, kapitülasyonları silip süpürdü. Kapitülasyonlar artık nasıl diriltilebilir?… Japonya’daki kapitüler haklarımızdan Hükümetimiz gönüllü olarak vazgeçti. Çin’deki kapitülasyonlara son verilmesini de Washington konferansında kabul ettik. Türkiye’ye karşı neden ters bir politika izliyoruz?” diye sormakta ve “Bir devlet egemense, onun egemenliğinden vazgeçmesini bekleyemeyiz” diye eklemektedir. Gazete, Lozan Antlaşmasına karşı çıkanların “eski düşünce alışkanlıklarından” vazgeçemediklerini, yeni Türkiye’yi kavrayamadıklarını söylemekte ve “Ne söylenirse söylensin Mustafa Kemal rejimi eski Osmanlı düzeniyle bağlarını kesinlikle koparmış bir rejimdir” demektedir. Lozan Antlaşmasını savunan başka Amerikan gazeteleri de vardır: Boston Herald, The Washington Post, The New York Times, The Chicago Daily News, The Boston Transcript, The Baltimore Sun vs. gibi* (Şimşir, 2001b).

ABD ile büyükelçilik düzeyinde ilişkiler kurulup Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey, 9 Aralık 1927 günü görevine başladıktan dört gün sonra Ankara’ya ilk olumlu haberi vermiştir: “Hükümet partisinin mürevvic-i efkârı olan Washington Post gazetesinin bize müzahereti temim olunmuştur” demiştir. Bu gazetenin genel yayın müdürü Mr. Benett, Büyükelçiye ve çalışma arkadaşlarına bir yemek vermiş ve niyetini açıklamıştır: “Washington Post, Türkiye’yi savunacaktır. Ermeni lobisinin propagandası karşısında artık susmayacaktır. Ermeniler, iki Cumhuriyetin el sıkışmasını şimdiye kadar engellemişlerdir. Bundan sonra onların Amerikan kamuoyunu yanıltmalarına izin verilmeyecektir”. Mr. Benett, “Ermeniler, Amerika’da da Rusya’da da yılandır” demektedir ve gazetesinde 9 Aralık 1927 günü “Yeni Türkiye” başlıklı, çerçeve içinde bir yazı yayımlamıştır. Bu, Amerika’daki Türk karşıtı kampanyaya karşı dolaylı cevaplardan biridir. Günler geçtikçe Ermeni lobisinin kampanyası hızını kaybetmiş ve Yeni Türkiye’ye karşı Amerikan kamuoyunda ilgi doğmaya başlamıştır (Şimşir, 2001b).

1923-1965 arası Türk karşıtı Ermeni faaliyetleri sessiz görünse de pasif diye nitelendiremeyecek bir dönem geçirmiştir. Zira, Ermeniler bu tarihler arasında okullar ve kiliseler hariç ABD’nin çeşitli eyaletlerinde 34 kuruluş ve bunlara bağlı yüzlerce büro kurarak Türk karşıtı faaliyetlerine devam etmişlerdir (Kantarcı, 2002).

1965 yılı, Türkiye’ye yönelik Ermeni faaliyetlerinde yeni bir başlangıç teşkil etmiştir. Bu tarihten sonra Türk karşıtı Ermeni faaliyetleri başta yine ABD ve Fransa ağırlıklı olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde yoğun olarak yürütülmeye başlamıştır.

1965’te, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermeniler, Ermeni patrikhane ve kiliseleri, eğitim ve öğretim kurumları ve siyasi kuruluşları harekete geçmiş ve Ermeni soykırımının 50. yıldönümü olduğu iddiasıyla  24 Nisan tarihini “24 Nisan 1915 Ermeni Soykırım Günü” ilan etmişlerdir[13] (Kantarcı, 2002). 1965’ten itibaren artık rutin bir biçimde her yıl Nisan ayında anma toplantıları ve ayinleri yapılmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra ayrıca Ermeniler, Beyrut, ABD, Suriye, Fransa, Brezilya, İtalya gibi dünyanın birçok ülkesinde Ermeni katliamı anıtları dikmeye-diktirtmeye başlamışlardır (Özgüldür, 2001).

1973 yılında ise “Ermeni Sorunu”, ABD’de Santa Barbara cinayetiyle yeni bir görünüm kazanmış ve bu olaydan 1985’e kadar süren süreçte terör boyutuyla Ermeni faaliyetleri çeşitlilik göstermeye başlamıştır. Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni’nin 27 Ocak 1973’de Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’i Santa Barbara’da öldürmesiyle başlayan “Bireysel Ermeni Terörü”, 1975’den itibaren “Örgütlü Ermeni Terörü”ne dönüşmüştür[14]. Servet Avşar ve Şenol Kantarcı’ya göre Ermeniler, terör sürecini politik savaşın önemli aşaması olarak görmüşler ve terörün sona ermesinden[15]sonra ağırlıklı olarak özünde halkla ilişkiler boyutu güçlü olan bir süreci başlatmışlardır (Avşar-Kantarcı, 2003).

Bu çerçevede 1985 yılı, Ermeni faaliyetlerinin günümüze kadar uzanan  ve dünya genelinde çeşitli ülkelerin parlamentolarına getirilen “Ermeni Soykırımı”nı kabul eden yasa tasarısı çalışmalarından; Ermeni tezlerini yansıtan kitap, broşür, kongre, panel, sinema ve internet ağı gibi iletişim araçlarının kullanımına kadar uzanan stratejilerin ortaya çıkmaya başladığı dönem olmuştur. Bununla birlikte 1985 yılı, dünyanın çok çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren ve Türk karşıtı kampanyalar yürüten Ermenilerin, kampanyalarındaki söylemin sertliğini ve faaliyet alanlarının çeşitliliğini arttırdıkları; bu faaliyetlerin dünya medyasında sık sık Ermeni söylemleriyle gündeme geldiği bir dönem de olmuştur.

İngiliz BBC televizyonu, Ermenilerin, soykırımı anma ve Türkiye’yi kınama amaçlı Trafalgar Alanı’na yürüyüşlerine genişçe yer vermiş ve aynı televizyon Türkiye haritası üzerinde Doğu Anadolu’nun Ermeni anayurdu olduğu iddiasını Ermenilerin ağzıyla tekrarlamıştır (Avşar ve Kantarcı, 2003).

Alman WDR televizyonu 23 Nisan 1985 akşamı yayınladığı 15 dakikalık bir programda Ermeni iddialarına yönelik bir yayın gerçekleştirmiştir. “70 Yıl önce Ermenistan’da Soykırım” adı altında yayınlanan programda, Türkiye’deki savaş koşulları içerisinde bölgede yaşayan Ermenilerin, diğer azınlıklar gibi büyük acı çektikleri ve Ermenilerin sembolünün Ağrı Dağı olduğu temaları vurgulanmıştır (Avşar ve Kantarcı, 2003).

24 Nisan 1985 yılında New York televizyonunun 13. kanalında Ermenilerle ilgili bir program yayınlanmıştır. ABD’deki Ermeni lobisinin 250 bin dolar ödeyerek yayınlattıkları programda Ermeni asıllı Babayan ailesinin üç nesli ekrana çıkartılmıştır. Ailenin ikinci nesilden üyesi olan Harityun Babanyan, Maraşlı olduğunu söyledikten sonra, 1915 yılında altı yaşında olduğunu belirterek o döneme ait oldukça ayrıntılı bilgiler vermiştir. Babanyan: “Senelerce sustuktan sonra Musevilerin başarısını kendimize örnek alıp örgütlü mücadeleye başladık. Davamız dört elle sarıldık. Bundan sonra her yola, her yönteme başvuracağız. Ne zaman bir Türk’ün öldürüldüğünü duysam, sevinçten yüreğim yağ bağlıyor” demiştir (Avşar ve Kantarcı, 2003).

Avusturya’nın başkenti Viyana’da, Ermenistan’daki Eçmiyazin Kilisesi’ne bağlı olan Ermeni grup, buradaki kiliselerde bir dizi ayinler düzenlemişler; Viyana Televizyonu da bu ayinleri Ermeni iddiaları ile birlikte yayınlamıştır (Avşar ve Kantarcı, 2003).

Sovyetler Birliğinde ise Komünist Parti Yayın Organı olan Pravda gazetesi 24 Nisan 1985 tarihli sayısında ilk defa ve açık bir şekilde “soykırım” yapıldığına dair bir makaleyi yayınlamıştır (Avşar ve Kantarcı, 2003).

Yukarıda anlatılan tüm bu eylemlere karşı Türkiye’de 1980’lerin başında Türk karşıtı Ermeni faaliyetlerinin önlenmesi amaçlayan bir eylem planı yapılmıştır. Planın yürütülmesi Dışişleri Bakanlığına verilmiş ve Dışişleri Bakanlığı da ayrı bir koordinasyon ünitesi oluşturmuştur. Bu dönemde Türkiye, büyük bir yayın faaliyetine başlamıştır. Makaleler, kitaplar, arşivler yayınlanmış; yayınlanan bu kitaplar yabancı dillere çevrilmiş ve yabancı ülkelerde dağıtılması da sağlanmıştır. Gazetecilerden, iş adamlarından kurulu yardımcı gruplar kurulmuş ve Amerika’daki Türklerin organizasyonu sağlanmıştır. Yine bu dönemde mektup kampanyalarıyla birlikte kongreler, konferanslar, paneller ve sempozyumlar da düzenlenmiştir[16]. Türkiye terör olaylarına karıştığı iddialarıyla yakalanan Ermenilerin mahkemelerine, bu davalara müdahil olarak katılmış; yani avukat tutmuş, daha ileri ki safhalarda ise Türk tarihçilerinden, profesörlerinden tanıklar, bilirkişiler dinletilmiştir. 1986’da Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın girişimleriyle Amerika’da 69 bilim adamı soykırımı olmadığına dair bir deklarasyon imzalamışlardır[17]. Türk tarafının etkin olduğu bu dönem yaklaşık altı yıl sürmüştür (Kaynak: www.belge.net)

Emekli Büyükelçi Ömer Lütem, Türk tarafının etkin olduğu bu dönem sonrasında, Türklerin faaliyetlerinin neden gittikçe azalmaya başladığını şöyle anlatmaktadır:

Terörün durmasıyla beraber hemen hemen aynı zamanda Ermenilerin soykırımına uğradığının dünya kamuoyunda tanıtılması faaliyetleri başladı. Bunların başında tabiî bildiğiniz gibi parlamentolarda tanıtmalardır. Peki, Türkiye’nin tutumu ne oldu? Türkiye’de şöyle garip bir denklem ortaya çıktı: Kamuoyunun ilgisi olduğu zaman devletin de ilgisi var. Kamuoyunun ilgisi ne zaman var; cinayet olduğunda var. Cinayet bitince kamuoyunun ilgisi azalıyor mu? Evet! O zaman ne oluyor? Devletin de ilgisi azalıyor; ama, olay ortada duruyor. Yani, kamuoyunun ilgisinin azalması devletin ilgisinin azalmasını gerektirmemesi lazım; ama, olay budur. Devletin ilgisi azalınca ağır ağır faaliyetler de bir azalma göründü. Bu bir günde olmamıştır, düğmeye basmış gibi olmamıştır, üç dört sene içerisinde, mesela 1983’te yapılanların 1988’de yapılmadığını, yapılamadığını görürsünüz; çünkü, dediğim gibi, devletin bu konuya olan ilgisi azalmıştır.” (Lütem 2001)

1990’lı yıllardan itibaren Ermeni faaliyetleri yeniden hız kazanmış ve bu aktiviteler Ermenilerin çeşitli ülkelerin parlamentolarına “Ermeni Soykırımı” iddialarına dayanan yasa tasarılarını getirmeleri biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler arasında 1915 tehcirinin soykırım olduğunu kanıtlamaya çalışan çok sayıda makale ve kitabın yayınlanması ve bu etkinliğin konferans, panel ve benzeri toplantılarla desteklenmesi, bunların yanında “soykırım” konusunu edebiyat alanında işleyen çok sayıda roman, hikaye, şiir kitapları ile tiyatro eserinin yazılması, her yıl çeşitli ülkelerde “soykırım”ı konu alan bazı sergilerin düzenlenmesi yeralmaktadır. Bu bağlamda Ermeni sanatçıları kimliklerinin bir parçası saydıkları “Ermeni Soykırımı” iddialarını hemen her türlü platforma taşımışlardır: Fotoğraf sanatçıları Londra’da, New York’ta düzenledikleri bir serginin bir köşesinde “soykırım” bölümü açmakta, Ermeni müzisyenler klasik müzik konserinde icra edeceği ikinci esere geçmeden önce o parçayı “Ermeni Soykırımı”nda ölenler için çalacağını söyleyebilmekte, hayran kitlesinden siyasi Ermeni iddialarına destek vermelerini talep edebilmektedirler (Laçiner, 2002a).Sinema alanında ise çok sayıdaki “soykırım” belgeseli yanında, konulu filmlerde çevrilmektedir.

Bu dönemde Türk tarafının faaliyetleri ise etkin olduğu 80’li yıllar dönemine oranla azalmıştır. Ömer Lütem bu dönemi şöyle anlatmaktadır:

“Az sayıda kitap, az sayıda bilim adamı ve az sayıda uluslararası toplantı; aşağı yukarı son onbeş senenin özetini bu oluşturur. Netice itibariyle, Ermenilerin soykırımını tanıtma gayretleri çok artarken, Türkiye de tehcirin soykırım olmadığını kanıtlama çabalarında maalesef son on yılda azalma var. Sonuç biraz hazin. Halen Batı dünyasında Ermenilerin soykırıma uğradığına hemen herkes inanıyor.“ (Lütem, 2002)

Sedat Laçiner’e göre bu dönemde Türk basınının “Ermeni Sorunu”na bakışında iki yaklaşım görülmektedir:

Birinci grup “Ermeni Sorunu”nu “milli bir sorun” olarak gördüğü için tam savunma halindedir. Çoğu zaman kendini devletin yerine koyan bu yaklaşıma göre: Türkler Ermeniler’e ya da başka herhangi bir gruba soykırım, işkence ya da katliam yapmamışlardır. Hatta Türk kültürü ve devlet anlayışında bu tür hareketlerin mümkün olamayacağı söylenmektedir. Türk-Ermeni Sorunu’nda sadece Ermeniler’i ve onları amaçları için kullanan büyük devletleri suçlayan bu yaklaşım sahipleri haberlerinde daha çok Türk siyasetçilerinin ve araştırmacılarının görüşlerine yer verirler (Laçiner, 2002b).

İkinci grup ise genel olarak özgürlükler ve devlete karşı duyulan şüpheciliğin etkisiyle en az ses duyulduğuna inandığı Ermeniler’e daha çok kulak verme taraftarıdır. Devlete şüpheyle yaklaşan bu grup, devletin birçok olayda şeffaf davranmadığını, Türk tarihinin sırlarla dolu olduğunu, “Ermeni Sorunu”nunda bu konuda istisna olamayacağını iddia etmektedirler[18](Laçiner, 2002b).

21. yüzyıla girdiğimiz dönemde ise “Ermeni Soykırımı” iddiaları, Türk ve dünya kamuoyunda Ermeni asıllı yönetmen Atom Egoyan’ın “Ararat” isimli filmiyle de gündeme gelmiştir[19].

Sedat Laçiner ve Şenol Kantarcı, “Ararat: Sanatsal Ermeni Propagandası” isimli kitaplarında “Ararat”’ın Türkiye için “Geceyarısı Ekspresi”nden çok daha büyük problemler yaratacağını iddia etmektedirler (Laçiner-Kantarcı, 2002). Nitekim filmde 1,5 milyon kişinin sadece Hıristiyan oldukları için Türkler tarafından öldürüldükleri iddialarının işleniyor olması Batı medyasında giderek artan bir ilgiyi doğurmuştur. Konu ile ilgili çıkan hemen hemen tüm makalelerde “’Ermeni Soykırımı’nın Batı’da bilinmediği, sadece Yahudilerin Hitler Almanyası’nda yaşadıklarının hatırlandığı” ifadelerine sık sık yer verilmiştir. Bu makalelerin bir diğer ortak yönü de “Ermeni Soykırımı” ifadesinin yerini hızla “Ermeni Holokostu” ifadesinin alıyor olmasıdır. Yani bu haberler “Yahudi Holokostu”nun dışında ikinci bir holokostun daha olduğunu Batı kamuoyunda işlemektedir. Sanat ve film dergilerinde ise filmin konusu “Bir buçuk milyon Ermeni’nin Türkler tarafından katledildiği 1915-1917 ‘Ermeni Holokostu’” olarak sunulmasının ardından, ‘gerçek bir hikayeden alınma’ ibaresi sıklıkla kullanılmaktadır. Ararat ile ilgili yorumlarda çokça tekrarlanan durumlardan biri de Ağrı Dağı ve onun yeri ile ilgilidir. Kanada ve ABD’de yayınlanan bir çok süreli yayında Ağrı Dağı’nın bugünkü Ermenistan’ın bir parçası olduğu, ya da ‘tarihi Ermenistan’ın parçası” olduğu vurgulanmaktadır. Birçok yazıda ise Doğu Anadolu Bölgesi’nden ‘tarihi Ermenistan’ ya da sadece ‘Ermenistan’ olarak bahsedilmektedir. Batı basınında göze çarpan bir diğer filmden kaynaklanan yorum ise Van şehrinin 1915 olayları esnasında tamamen yok edildiği şeklindedir. Sedat Laçiner ve Şenol Kantarcı’ya göre filmin tanıtımında öyle ifadeler kullanılmaktadır ki okuyucu Van şehrinin  maketinin Kanada’da film için yeniden inşaa edilmesinin nedenini “şehrin Türkler tarafından haritadan silinmiş olması”na bağlayabilmektedir (Laçiner-Kantarcı, 2003). Kısaca, Egoyan’ın filmi gösterime girmemesine rağmen filmin iddiaları Batılı basın yayın organlarında sıkça yer almıştır ve bu yorumlar Ermeni perspektifini yansıtmaktadır.

Yazının bu noktasına kadar geldiyseniz önce sizi okuma azminizden dolayı tebrik ederim ve şunu belirtmek isterim ki okuduğunuz bölüm, benim “Türkiye’nin tanıtım problemleri bağlamında Ermeni Sorunu: internet odaklı bir araştırma” adlı tezimin bir bölümüydü.

Neden böyle bir tez yapmak aklıma geldi tam emin değilim. Belki de tez konusunu seçerken, hep merak ettiğim “Ermeni Sorunu”nu öğrenme çabam vardı. ASALA’yı ve büyükelçi cinayetlerini çok iyi hatırlıyorum halen. Belki çocukluğumdan aklımda kalanlar beni bu çalışmaya yönlendirdi. Aslında iyi de etti. Araştırma esnasında konuyu, enine boyuna iyice okudum. Hazırladığım tez İletişim Fakültesi kapsamında olduğu için de olayın tarihsel kısımlarına hiç girmeden, direk iletişimle ilgili boyutlarını inceledim ki esasında konunun iletişim boyutuna dair yapılmış çalışma çok az ve yine araştırırken şunu fark ettim ki sorun tarihi bir problem olmaktan öte, bir iletişim problemi.

Tarihi bir problem değil, çünkü olmuş bitmiş bir soykırım hadisesi yok. Ha tarihe bakıldığında kimse sütten çıkmış ak kaşık değil elbet. Olmuş nahoş olaylar her iki taraf için de mevcut. İki taraf da çok acı çekmiş. Ama hiçbir zaman oturup 1.5 milyon Ermeni’nin soykırıma uğratılması gibi bir durum söz konusu değil. Zaten kayıtlara göre o dönemde Anadolu’da 1.250 bin Ermeni yaşıyormuş. Peki nedir bu meselenin temelindeki motiv?

Tabii ki birçok farklı yönü mevcut olayın. Bir kere mesela uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında Türkiye’ye karşı kullanılabilecek nefis bir koz, keza iyi örgütlenen Ermeniler’in (Ermeniler derken burada Ermeni Diasporası’nı kastettiğimi belirtmek isterim. Ülkemizde kolkola yaşadığımız Ermeni kardeşlerimizi kastetmiyorum ki zaten 2000’li yılların başında yapılan “Ermeni Diasporaları Olimpiyatları”nda Türkiye’de yaşayan Ermenileri temsil eden grup feci ıslıklanmış ve yuhalanmış. Yani diğer Ermeni Diasporaları tarafından dışlanıyorlar.) oyları da politikacılar için çok değerli. Ama benim kendi araştırmam dahilinde okuduklarım Ermeniler açısından neden bu konunun böyle ısrarla vurgulandığı konusuydu ki aslında “Ermeni Sorunu Niye Bitmez?” derken konunun bu kısmını vurgulamak istedim:

Ermeniler için “Ermeni Soykırımı” konusu, Ermeni kimliğini yaşatmak için en önemli unsur. Zaten 1965’te olayın birden harlanmasında da bu yatıyor. Ermeniler, göçmen bir millet ve dünyanın birçok ülkesinde yaşıyorlar. Kuzeydoğu sınırımızdaki Ermenistan, esasında Ermeniler’in merkezi değil, bilakis diaspora Ermeniler’inin desteklediği fakir bir ülke. Tabii yurtdışında yaşayan Ermeniler, yavaş yavaş asimile olmaya ve Ermeni kimliklerini yitirmeye başlıyorlar. İşte bu noktada, 1965 yılında sönmeye başlayan Ermeni kimliği alevinin üzerine benzin dökülmesi operasyonu yapılıyor. Bu da “Bakın Türkler sizin dedelerini soykırıma uğrattı, ne duruyorsunuz, Nuh’un torunları…” gibi özetleyebileceğim şekilde gerçekleşiyor. (Ermeniler, kendilerinin Hz. Nuh’un soyundan geldiklerini, onun torunları olduklarını iddia ederler. Bu nedenle Ağrı Dağı yani Ararat onlar için çok önemlidir.) Tabii Ermeni diasporası, lobicilik ve kitle iletişim araçlarını kullanma yetisi açısından, kendini derdini anlatma ve kendini tanıtabilme konusunda sıkıntıları olan ülkemize göre çok daha başarılı olduğundan ve zaten dış ülkelerde buna uygun zemin olduğundan, konu iyice celalleniyor ve alevleniyor. Ermeni kampanyası o kadar başarılı oluyor ki Ermeni asıllı olan ama bu kimliklerini unutmaya başlayan birçok kişi (mesela Charles Aznavour, Atom Egoyan gibi) tekrar “Ben Ermeniyim” şeklinde beyanatlar vermeye başlıyorlar. İşin daha da vahimi, bu kimliğin ve özellikle de Türk karşıtlığının tehciri yaşamışlar da değil, onlardan 80 sene sonra dünyaya gelmiş üçüncü nesil Ermeniler arasında daha da fanatikçe yaşanması. (Mesela Türkiye sınırlarında da sevilerek dinlenen “System of a Down” gibi Ermeni gençlerinden oluşan grupların şarkılarında bile buna rastlayabiliyoruz.) Yani kısaca anlayacağınız, Ermeniler açısından bu, bir kimlik sorunu ve bu iddialardan vazgeçmek, Ermeni kimliğinin dağılması anlamına geliyor ki bunun pek de mümkün olmayacağını tahmin edebiliriz.

Peki Türkiye’nin tavrı bu konuda ne olmalı? Esasında kafamıza koyduğumuzda ortalığı nasıl tarumar edebildiğimizi 80’lerde göstermişiz ülke olarak. Ama bu ülkenin genel problemi, başlanılan bir etkinliğin devamının getirilemesi. Hani derler ya “Türk gibi başla, ama Alman gibi bitir” diye. Biz davullu zurnalı temel atma törenleri düzenleyip, gövde gösterisi yapıp sonra da o binayı yarıda bırakmayı çok yapmış bir ülkeyiz ki “Ermeni Sorunu”nun böyle büyümesinde bunun katkısı büyük. Zaten daha önce dediğim gibi ülkenin bir “kendi derdini anlatamama, kendini tanıtamama” gibi problemi mevcut ki uluslararası arenada bunun örneklerini sık sık yaşıyoruz. En büyük eksiğimiz bir iletişim stratejisi eksikliğimiz. Bu konu üzerine çalışan birçok kişi ve kuruluş var, ama düzenli ve sistemli bir plan program yok. Ermeniler’in en büyük başarısı, bu örgütlenmeyi düzenli yapabilmelerinde. Mesela her ne kadar kötü ve sıkıcı bir film olduğu için, deyim yerindeyse “ellerinde patlasa” da, “Ararat” için 50 milyon doları toplayabiliyorlar bir anda. Biz ise yumurta kapıya dayanmadan harekete geçmiyoruz. Bu nedenle de sıkıntılar yaşıyoruz ve bu özelliğimiz değişmedikçe de yaşamaya devam edeceğiz sanırım.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Öğrenmek ve bilmek korkuyu ortadan kaldırıyormuş, bu tez çalışması bunu öğretti bana. Şu anda “Ermeni Sorunu” haberleri çıktığında, eskisi gibi bilinmezliklerle dolu bir korkuyla bakmıyorum artık. Neyin ne olduğunu bildiğinizde de zaten korkuyla birlikte panik duygusu da sizden gidiyor. Ama bu umursamazlık yaratmıyor, bilakis nerede eksiklik olduğunu görüp, neyi doğru yapmanız gerektiği konusunda fikirler geliştirmenizi sağlıyor ki bunu başarabiliyorsanız eğer, sorunun çözümünde gereken adımları atmaya başlamışsınız demektir.  


* Bugün dünya kitaplıklarında yer alan “Ermeni Sorunu”yla ilgili eserlerin 26 bininden çok az bir istisna haricinde tamamı Türk karşıtı fikirler üzerine kurulmuştur (Munyar-Yılmaz, 2001; s.109). Türklerin ise bu sayıya oranla kaynakları çok az görünmektedir. Erdal İlter’in bibliyografyasında konu ile ilgili Türk tezlerini yansıtan eser sayısı 1600 civarındadır (İlter, 2001; s. 10).

[1] Tarihte Türkler hakkında varolan imgelere örnek vermek gerekirse, günümüze değin yaşayan “Müslüman Türk” imgesinin betimleyici bazı özellikleri şunlardır:

“Sultan’ın kölesi (kulu), güdülmeye muhtaç, yağmacı, küfürbaz, tembel, askerlik ve savaştan başka yeteneği olmayan, saldırgan, haşhaş üreticisi, kadın düşkünü, bıyıklı, suçluları kazığa oturtan, kibirli, anlaşılmaz ve gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamayan, cahil, kolay kandırılabilen, budala, despot, çokeşle evli, şehvet düşkünü, kadın satan, korkunç, Avrupa’yı merak etmeyen, acımasız, okumaz-yazmaz, belgeye değer; yasaya önem vermeyen, yalnız kaba güçten anlayan, müzikten hoşlanmayan, ezberci, değişmeyen, koca gövdeli ama küçük beyinli gibi…” (Güvenç, 1996)

Batıda “Türk İmajı” konusunda Arnold Toynbee şunları söylemiştir:

“Osmanlı Türkleri Batının ufuklarında önce müthiş din düşmanları olarak görülmüşlerdir. Sonra askeri ve siyasi güçleri azalınca, bu kez de Batı’nın gözünde barbarlar olarak belirmişlerdir. Akıllı ve görgülü bir batılı bile “Yakın Doğu” ya da “Osmanlı İmparatorluğu”, “Türkiye”, “Yunanistan”, “Bulgaristan”, “Ermenistan” gibi kelimeleri duyduğu zaman sisler içinde birşeyler görür gibi olur. Bundan sonra aklına “Katliam, mezalim, muhacir” gibi kelimeler gelir” (Toynbee’den aktaran: Parlatır, 1993).

[2] Soykırım suçu hukuki bir terimdir; çerçevesi 9 Aralık 1948 tarihli Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi tarafından çizilmiştir. Buna göre:

Soykırım, bir ulusal, etnik, ırksal veya dışı grubu, tamamen ve kısmen, grup olarak ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir:

A) Bir grubun üyelerini öldürmek,

B) Grubun üyelerine cismani veya akli zarar vermek,

C) Bir grubun  üyelerini, bunların  fiziki olarak tamamen veya kısmen yok edilmesi  sonucunu vereceği  önceden bilinen yaşam koşulları  altına  koymak,

D) Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler  dayatmak,

E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek (Tacar, 2001).

[3] Parlamentolarında Ermeni Soykırımı iddialarını tanıyan ülkeler şunlardır:

Uruguay (1965), Güney Kıbrıs (1982), Arjantin (1993), Rusya (1995), Yunanistan (1996), Lübnan (1997), Belçika (1998), Vatikan (2000), İtalya (2000), Fransa (2001). Bu ülkelerin dışında Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987 tarihli kararı ile Ermeni Soykırımı iddialarını kabul etmiştir (Kasım, 2002a).

* Avrupa’daki Ermeni Diasporası, açtıkları AB irtibat büroları aracılığı ile Birlik kurumlarında Ermenilerin ve Ermenistan’ın çıkarlarını savunmaktadırlar. Bu amaçla AB üye adayı olan Türkiye için katılma görüşmeleri söz konusu olmadan önce “soykırımın” tanınması önkoşulunu da katılma görüşmelerine eklemek için çaba göstermektedirler. Aynı zamanda “soykırımı” henüz tanımayan AB ülkelerindeki girişimlerini hızlandırmakta ve Türkiye’nin adaylık sürecini kesintiye uğratıp zaman kazanmak istemektedirler (Karagül, 2003).

[4] Ermenistan ve Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin Nüfusları:

Ermenistan 1.5-3 milyon; ABD 800.000-1.5 milyon; Kanada 50-100 bin; Fransa 350.000; Türkiye 50.000-100.000; Avustralya 25-30 bin; İngiltere 10-20 bin; Almanya 15 bin; Danimarka 2-3 bin; Avusturya 1-2 bin (Laçiner-Bal, 2003).

[5] Bu araçlarda folklor gösterilerinden, sanat hareketlerine; Ermeni dava ve meselesine hakkında açık oturum ve tartışmalara kadar programlar yapılabilmektedir, bununla birlikte ABD, Kanada, başta Arjantin olmak üzere Güney Amerika ülkeleri, Fransa, Almanya, Yunanistan, Lübnan, Kıbrıs ve Mısır’da Ermeniler için özel TV-radyo yayın programları bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanan kitap, bildiri, afiş ve broşürlerde bu sayılan ülkelerde Ermeni davası ve meselesi “Türk Genosidi” başlığı ile işlenmektedir (İlter, 1994; s. 31).

[6] ABD’de günümüzde Ermeniler ABD’nin farklı eyaletlerinde çıkan sayısı 21’i bulan günlük ve haftalık gazeteleri, 17 tane Ermeni Çalışmaları periyodikleri, 188 adet bülten, newsletter ve jurnalleri, 25 radyo ve 10 TV programıyla Türk karşıtı kampanyalarını sürdürmektedirler. (Ermenilerin sahip oldukları bu mecraların listesi için bakınız: Ek 1) Ayrıca ABD’de genel basın yayın organları arasında Ermenilere en büyük desteği veren gazete the New York Times’tir. Bu gazetenin en büyük özelliği sadece Ermeni görüşlerini yansıtmasıdır (Kantarcı, 2001b). New York Times gazetesi 1988 yılında Ermenistan’da yaşanan büyük depremle ilgili hemen her haber ve yorumunu “1915 Soykırımı” iddiaları çerçevesinde vermiştir. New York Times bu özel olay dışında da Ermenilerle ilgili haberlere en geniş yer veren gazetedir. Ermeni iddiaları ile ilgili olarak tüm Batı basınında yayımlanan haberlerin beşte birinden fazlası, ABD’de New York ve Washington’da yayınlanan gazetelerde bu konuda yer alan haberlerin de yaklaşık yarısı New York Times’ta kullanılmaktadır (Yörük, 1989).

Günümüzde ABD’de yaşayan Türklerin ise 3 büyük yayın organı vardır: The Turkish Times, Turkish Panoroma ve Turkey Today (Arı, 1997).

[7] Avrupa ülkeleri içinde en çok Ermeni nüfusu yaşayan Fransa, Ermeni lobilerinin en etkin olduğu AB üyesidir. Fransa’da “Ermeni Soykırımı”na ilişkin yasalaşma süreci Fransız Ulusal Meclisi’nin 28 Mayıs 1998’de yasanın kabul edilmesiyle başlamıştır. Tek maddelik yasada “Fransa 1915 Ermeni Soykırımı’nı resmen tanır” hükmü yer almıştır. Kabulünden 2.5 yıl aradan sonra yasa 7 Kasım 2000’de Fransız Senatosu’nda da kabul edilerek 29 Ocak 2001’de onaylanmış yürürlüğe girmiştir (Karagül, 2003).

Fransa’da Ermenilerce okunan 3 aylık dergi (Les Nouvelles d’Arménia, France Arménie, Azad Magazine), 2 haftalık dergi (Achkhar, Lettre de l’UGAB) ve iki de günlük gazete bulunmaktadır. (Gamk ve Haratch). Genel olarak Fransız kamuoyuna mesajlar ülkesel basın aracılığıyla yapılmaktadır, Le MondeLibérationLe Figaro, hatta Le Canard Enchainé gibi kamuoyunda son derece etkili gazetelerde, ülkesel ve bölgesel televizyonlarda, radyolarda sık  sık “Ermeni Soykırımı”nı tanıtan yayınlar yapılmakta, konferanslar, kolokyumlar düzenlenmekte, broşürler, kitaplar basılmakta, konulu veya genel dergilerde makaleler basılmaktadır. Bunun dışında onlarca Fransızca kişisel veya kurumsal internet sitesi dünyanın her yerinden takip edilebilmekte ve bu sitelerde en büyük yeri “soykırım” iddiaları tutmaktadır (Akgönül, 2002). Ermenilere göre 650’den çok kurumsal ve kişisel Ermeni internet sitesi “soykırım”ı tanıtmakta ve Türkiye karşıtı faaliyetlere katılmaktadır (Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000). (Bu sitelerden bazılarının linkleri için bakınız: Ek 3)

[8] 1890’lı yıllarda Ermeni komiteciler Erzurum, Kumkapı, Merzifon, Kayseri, Yozgat, Sasun, Zeytun ve Van’da isyanlar çıkarmış ve bu eylemlere karşı Osmanlı Devleti  gerekli güvenlik önlemlerini alarak bu hareketlerin önüne geçmeye çalışmıştır (Sarınay, 2003).

[9] Osmanlı Devletinin bu faaliyetlerine örnek olarak 1894 yılında meydana gelen Sason Olayları ile ilgili olarak Fransa Meclisi’nde yapılan konuşmalar üzerine, Paris Büyükelçiliğinin, Fransa Hükümeti nezninde girişimlerde bulunması ve Paris gazetelerinden Liberte, La Patri, Le Deba, Le Goliva, Le Gigora ile Ajans Havass’ta tekzipler yayınlatması verilebilir (Sarınay, 2003).

[10] Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ile savaşmamış, Sèvres Antlaşmasını imza etmemiştir. Bu nedenle Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında 24 Temmuz 1923 günü Lozan’da imzalanan barış antlaşmasına taraf değildi. Ama, ABD ile Türkiye arasında, yine Lozan’da, 6 Ağustos günü ayrı bir Dostluk ve Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla iki ülke arasında dostluk ilişkilerin kurulması, normal diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin yeniden başlatılması da öngörüldü. Bu yazıda söz konusu olan işte bu Lozan Dostluk ve Ticaret Antlaşmasıdır, asıl Lozan Barış Antlaşması değildir. Lozan Barış Antlaşması, çok taraflı bir antlaşmadır, bunun altında sekiz devletin imzaları vardır. Amerika ile Lozan’da imzalanan Dostluk ve Ticaret Antlaşması ise ikili bir antlaşmadır, bunu yalnız Türkiye ile Amerika imzalamışlardır. Böyle olduğu halde bu ikili antlaşma da Lozan barış sisteminin bir parçası sayılmakta idi. Amerika’daki Ermeni lobisi, Türk – Amerikan Lozan Antlaşmasına karşı kampanya yürütürken aynı zamanda Lozan barış sistemini de hedef almıştır.

[11] New York’taki Türk Teavün Cemiyeti (Turkish Welfare Association) kampanyaya karşı 1924 yılında ilk tepkiyi göstermiş ve “Özgür İnsanlar Ülkesinin Liderlerine” başlıklı İngilizce küçük bir broşür yayımlamıştır. Bu broşür Amerikan Kongresi üyelerine dağıtılmış ve Lozan Antlaşmasının onaylanmasını engellemek amacıyla sürdürülen kampanya karşısında Türk karşıtı kampanya protesto edilmiştir, ama ABD’deki Türklerin bu çabası yetersiz kalmıştır (Şimşir, 2001b).

[12] Bu belgelerin çoğu 1926 yılı sonunda “Türkiye ile Antlaşma – Lozan Antlaşmasının Onaylanmasından Yana Demeçler, Kararlar ve Raporlar” adını taşıyan ve büyük boy 220 sayfa tutan bir kitapta toplanmıştır.

* ABD’de 3 yıl kadar süren bir tartışma sonucunda Lozan Antlaşması Amerikan senatosu tarafından reddedilmiştir. Ama bu hükümetlerin arasını açmamış, bilakis bu olaydan sonra Amerikan Hükümeti hemen harekete geçip Türk Hükümetiyle bir antlaşma imzalamış ve böylece Türk-Amerikan ilişkilerini büyükelçilik düzeyinde yeniden kurulmuştur.

[13] 1965 yılındaki Ermeni faaliyetlerine karşı Türklerin nasıl karşılık verdiğini Kemal Eker şöyle anlatmaktadır:

“24 Nisan 1965, sözde Ermeni katliamının 50. yıldönümü; Sovyet Ermenistan’ından Vasken-I; Lübnan Ermeni Patriği Horen-I ile buluşup Adisababa’da toplanıp dua ediyorlar ve bize de tabii beddua ve 50. yıl Ermeni faaliyetleri, Kıbrıs konusuyla birlikte dünya piyasasına Makarios’la Ermeni patriklerinin işbirliği ile sürülüyor. Biz ne yaptık? Fransızca, İngilizce iki broşürcük… Onlar ne yaptı? Konuyu işleyen pul, reklam pulları, kartpostallar, broşür ve kitaplar, gösteriler, konferanslar ve Birleşmiş Milletler’e müracaat, temsilciler, filmler, v.b. faaliyetler…” (Eker, 1989; s. 37)

[14] Türkiye’nin dış temsilciliklerine yönelik özellikle ASALA terör örgütünün faaliyetleriyle ortaya çıkan Ermeni saldırıları, 1980’den sonra yoğunluk kazanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39’u silahlı, 70’i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 Türk diplomatı ile birlikte 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs da yaralanmıştır. Ermeni Terörü hakkında daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Alper Gazigiray, Osmanlılardan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Yayınları, İstanbul 1982; Kemal Türközü, Ermeni Terörizmi, Türk dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1985; Cezmi Yurtsever, Ermeni Terörü: Gelişimi ve Analizi, İstanbul 1987

[15] Emekli Büyükelçi Ömer Lütem Ermeni Terörünün sona erişi ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“1986’da Ermeni terörü durdu. Neden durdu? Sempati kaybına uğradılar. Eskiden şöyle oluyordu: Mesela, Paris Büyükelçimizin 1975’te katledildiğini gayet iyi hatırlıyorum. Gazeteler bu haberlerle doldu, aynı kişinin katledildiğini bildiriyorlar, arkasından neden katledildiğini yazıyorlar; fakat, nedeni izah ederken uzun uzun Ermeni iddialarına yer veriyorlar. Bu sebeptendir ki bunlara reklam terörizmi dendi. Bu uzun süre devam etti; yani, fakat günün birinde terörizm kördür derler, gerçekten de öyledir, yanlışlıkla diyeceğim, yabancıları da vurmaya, öldürmeye başladılar. En mühim misal, 1983 senesinde Orly’de Türk Hava Yolları bürosunun önünde yere bir tane içinde bomba olan çanta bıraktılar, bomba infilak etti, tabiî kuyrukta bekleyenlerin çoğu Türk’tü, onlar öldü; ama, arasında Fransızlar da vardı, onlar da öldü. O andan itibaren Fransa da bu terörizme karşı derhal bir tutum alındığını görüyoruz. Bu sempati kaybı, terörizmin durmasının sebeplerinden en mühimidir. Ayrıca Türk tarafının Ermeni faaliyetlerine karşı faaliyetleri ve devlet memurlarını daha iyi koruması da terörü bitirdi.“ (Lütem, 2001)

[16] 1985 yılında Ermenilerin ABD Kongresi’ne sunmuş oldukları 192 sayılı Ermeni tasarısı kabul edilmemiştir. Bu olay Amerika’daki Ermeniler tarafından büyük bir mağlubiyet olarak nitelendirilirken ABD’deki Ermeni topluluğunun önemli basın organlarından “Armenian Reporter” adlı gazetede Michael Haratunian imzasıyla yayınlanan “192 Sayılı Tasarıda Neden Mağlubiyete Uğradık” başlıklı yazıda şu cümleler yer almaktadır:

“… Bir tarafta, eğer başarısız olursa, görevini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın önderliği ve yönetiminde giderek daha enerjik hale gelmekte olan Türk Lobisi mevcuttu. Bu lobinin faaliyetine Gray and Co. Adlı halkla ilişkiler firmasıyla mücadelenin son aşamasında kongre üyelerine yazdığı mektupla sahnede beliren Dışişleri Bakanı George Shultz da dahildi…

Bu konuda objektif olacaksak, bu felaketi olumlu göstermek için basın bildirileri yayınlamayı durduralım. Zira Türkler kazandı. Ermeniler kaybetti.” (Avşar-Kantarcı,2003)

[17] Türk bilim adamları haricinde yabancı bilim adamları da “soykırım” iddiaları konusunda “soykırım” yapılmadığına dair açıklamalar da bulunmuşlar ve Ermenilerin yoğun tepkisine maruz kalmışlardır. ABD’li Prof. Bernard Lewis ve Prof. Stanford Shaw da “Ermeni Soykırımı”nın gerçek olmadığı konusundaki tezleri nedeniyle, bu tepkilere maruz kalmıştır. Soykırım iddiasına Bernard Lewis, 1993 yılında “Le Monde” gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle değinmiştir:

“Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin tehcire başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı” (Kaynak: www.tsk.mil.tr/genelkumay/uluslararasi/ ermenisorunu.htm).

“Soykırım” olmadığına dair yayınlar yapan Justin McCarthy, Ermenilerin gösterdikleri tepkiler konusunda şunları söylemiştir:

“…Profesörlerin evlerini bombalamak, diplomatları öldürmek, araştırmacıları tehdit etmek ve konuşma cesaretini gösteren profesörlere haksız Fransız yasalarının avantajlarını arkalarına alarak dava açmak; kendi görüşlerine katılmayanlara saldırmayı seçen Ermeni milliyetçilerin yolu olmuştur” (McCarthy, 2002)

Ermenilerin bu tutumlarıyla birlikte Türkiye’nin kendi savlarını destekleyen yabancı bilim adamlarına gereken desteği vermediğine dair eleştiriler de vardır. Güneri Civaoğlu, bu noktada Türkiye’nin tutumunu şu cümlelerle eleştirmektedir:

“Ermeniler bütün dünyada kendi tezlerini savunan politikacılar, yazarlar ve tarihçilerle sürekli toplantılar yapıyorlar. Biz de bir ara, 70’i aşkın çok değerli Amerikalı bilim adamı tarafından bir bildiri yayınlanmasını sağlamıştık. Ama bu tarihçilere sahip çıkamadık. Çoğunu darılttık. Bazılar Ermeni örgütlerince mahkemeye verildi, büyük tazminatlar istendi. Bazıları da Ermeni terör örgütlerince tehdit edilince sindiler. Arkalarında kimse yoktu. Sonuç olarak onlardan sadece Justin McCarthy kaldı.” (Civaoğlu, Milliyet, 20.01.2001)

[18] Türk Basınında İttihat ve Terakki’nin sert tutumunu eleştiren sol ve sağdan bazı yazarlar “İttihat ve Terakki’nin günahlarını neden biz savunalım anlayışı içindedirler. Liberal bir grup ise her alanda olduğu gibi bu alanda da “aykırı” fikirlerin serbestçe savunulması gerektiğini iddia etmektedir. Tüm bu gruplara ek olarak diğer fikri, etnik ve dini gruplar da devlete şüpheyle yaklaşmakta ve “hatalı buldukları yönetim” için “bugün bu hataları yapan devlet geçmişte bunları da yapmıştır” türü bir yaklaşıma girmektedir. Konu Ermeni yanlısı kitap ve filmler olduğunda ise sanatsal ve fikri özgürlükler ön plana çıkmakta ve devlet “yasakçılıkla” suçlanabilmektedir (Laçiner, 2002b).

[19] Filmin Batı medyasında bu kadar yer almasında filmin konusuyla birlikte, dünyaca tanınan yönetmeni Atom Egoyan’a, Avrupa ve Dünya kamuoyunda  iyi tanınan Charles Aznavour, Bruce Greenwood, Christopher Plummer, Eric Bogosian, Elias Koteas, David Alpay, Raffi Migdesyan ve Arsinee Kahnjian’dan oluşan oyuncu kadrosuna ve filmin 50 milyon dolar tutan bütçesini karşılamak için bir araya gelen Kanada, Fransız ve Ermeni kaynaklarına duyulan ilgi, nedenler olarak gösterilebilinir (Kuran-Burçuoğlu, 2002).

 

Kaynakça:

Avşar, Servet ve Kantarcı, Şenol, (2003), Türkiye’ye Yönelik 1985 Yılı Ermeni Propaganda Faaliyetleri, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 7, s. 125-140

Civaoğlu, Güneri, (2001), Sesini Unutmak, Milliyet Gazetesi, 20.01.2001

Dışişleri Bakanlığı CD’si, (2000), Ermeni Sorunu: İddialar ve Gerçekler, Ankara: Forsnet Bilgi Teknolojileri

Güvenç, Bozkurt, (1996), Türk Kimliği, İstanbul: Remzi Kitabevi

Halaçoğlu, Yusuf, (2001), Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler (1915), Ankara: TTK Yayını

İlter, Erdal, (1994), Ermeni Propagandasının Kaynakları, Ankara: Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı Yayınları

İlter, Erdal, (2001), Türk Ermeni İlişkileri Bibliyografyası, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları (2. Baskı)

Kalafat, Yaşar-Sezgin, Mahmut Niyazi, (2002), Ermeni Kültür ve Stratejisi ve Ablanlar Meselesi, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 5, s.28-48

Kantarcı, Şenol, (2001a), ABD ve Kanada’da Ermeni Diasporası: Kuruluşlar ve Faaliyetler, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 3, s. 65-115

Kantarcı, Şenol, (2001b), Ermeni Lobisi: ABD’de Ermeni Diasporası’nın Oluşması ve Lobi Faaliyetleri, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 1, s. 139-172

Kantarcı, Şenol, (2002), Tarih Boyunca Ermeni Sorunu, Ermeni Sorunu El Kitabı, s. 1-47, Ankara: SAEMK ve ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını

Karagül, Soner, (2003), Avrupa Birliği ve Ermeni Sorunu, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 8 s. 177-197

Kasım, Kamer, (2002a), Ermeni Sorunu’nun Uluslararası İlişkiler Boyutu, Ermeni Sorunu El Kitabı, s.105-122 Ankara: SAEMK ve ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayınları

Kasım, Kamer, (2002b), Diasporanın Ermenistan’ın Dış Politikasına Etkisi, 2023 Dergisi, Sayı: 12

Köprülü, Tuna, (2003), NTV Televizyonu’nda Yayınlanan Röportajıwww.bolsohays.com

Kuran-Burçuoğlu, Nedret, (2002), The Implied Message of Ararat and Its Intended Audience, Ankara: Review of Armenian Studies vol. 1 number: 1 s. 65-79

Laçiner, Sedat ve Bal, İhsan, (2003), İngiltere Ermenileri, Lobicilik ve Ermeni Sorunu, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 7, s. 71-125

Laçiner, Sedat ve Kantarcı, Şenol, (2002), Ararat: Sanatsal Ermeni Propagandası, Ankara: ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını.

Laçiner, Sedat, (2002a), Ermeni  Propagandası ve Ermeni Sineması, Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 24, Nisan 2002

Laçiner, Sedat, (2002b), Ararat Filmi ve Türk Basını: Eleştirel Bir Değerlendirme, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 5, s. 48-84

Lütem, Ömer, (2001), Panel’deki Konuşması, Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu,www.belge.net

Munyar, Hüseyin ve Gülcan Yılmaz, (2001), Günümüzde Ermeni Sorununa Bakış, Ermeni Sorunu Rehberi, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Yayınları

Özgüldür, Yavuz, Güler, Ali, Akgül, Suat, Köroğlu, Mesut (2001), Her Yönüyle Ermeni Sorunu, Ankara: Kara Harp Okulu Yayınları

Parlatır, İsmail, (1993), Yabancıların Gözüyle Türkler ve Türkiye, İstanbul: TÜTAV Yayınları

Sakarya, İhsan, (1984), Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara: Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi (2. Baskı)

Sarınay, Yusuf, (2003), Fransa’nın Ermenilere Yönelik Politikasının Tarihi Temelleri (1878-1918), Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 7, s. 55-71

Şimşir, Bilâl N., (2001a), Amerika’da Ermeni Propagandası ve Büyükelçi Ahmet Rüstem Bey, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 2

Şimşir, Bilâl N., (2001b), Amerika’da  Ermeni  Lobisi ve Lozan Antlaşması Kavgası, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 2, s. 30-49

Tacar, Pulat, (2001), Ermenilere Soykırımı Yapıldığı  Savının  Hukuksal ve  Ahlaki  Açılardan İncelenmesi, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 2, s. 89-113

Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu (2001), www.belge.net

Tavşanoğlu, Leyla, (2002), Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün Direktörü Emekli Büyükelçi Ömer Lütem ile Ermeni Sorunu’nu Konuştuk, Ermeni Araştırmaları Dergisi sayı: 5 s. 252-260

Uras, Esat, (1987), Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul: Belge Yayınları

Yörük, Ahmet Eymür, (1989), Batı Basınında Türkiye’nin Tanıtılması Strateji ve Uygulama Yöntemleri, Türk Tanıtma Sempozyumu Bildirileri, s. 25-34 Ankara: T. C. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü